Uzun Yaşanmış Bir Akşamdan Bilinç Sahneleri ? Mert Sarı

İstiklal Caddesinde, Neco?yla yüksek bir yapının teras barındayız. Teras barın görüş alanı İstanbul?un ana manzarasını çepeçevre kuşatıyor.
Necoya soruyorum:
Neco, İstanbul her zamanki gibi kent ışıklarından derinmiş siyah inci gerdanlığını takınmış mı?
Neco beni yanıtlıyor.
Takınmış Mert Hocam, her zamanki gibi takınmış.
Biliyor musun Neco, İstanbul?un gerdanlığındaki bu iri siyah inciler Bahreyn denizi açıklarında derin sulardan çıkartılır. Tatlı suların karıştığı dip akıntıları vardır bu denizde. Ve büyük köpek balıkları. Yürekli inci avcıları bunları göze alarak dalarlar istiridye incileri için.
Neco yanıtlıyor:
İstanbul?a da ancak böylesi yakışır Mert hocam.
Barın içinde, çevremizde küçük küçük insan toplulukları öbeklenmişler. Kulak kesiliyorum farklı dünyalara, insan öykülerine. İki genç kadın sesi arıl arıl, birinin biten ilişkisinin muhasebesini tartışıyorlar. Bir köşede üç İtalyan kadın bir de adam şamatacı bir gürültüyle kendilerinden geçmişler. Nedense İtalyan dilinin fonetiği ben de hep müstehcen, ayıp bir şeyler konuşuluyormuş sanısı uyandırmıştır. Hemen yanı başımızda bir adam arkadaşına, ballı bir ihaleyi Sağlık Bakanlığından ne de zor elde ettiğini anlatıyor.
Neco dalgın, sessiz sessiz cin toniğini yudumluyor. Yine annesini düşünüyor olmalı, üç yaşında yitirmiş anneciğini Neco.
Ben konyak yudumumu uzun uzun ağzımda tutuyorum. Ağzımı, gırtlağımı, boğazlarımı bir iyice yaksın istiyorum.
Necoya bir Rainer Maria Rilke dörtlüğü okuyorum. Önce Türk dilinde sonra özgün haliyle yani Almanca. Neco usulca teşekkür ediyor, çok incelikli bir adam şu Neco. Yanı başımızdaki iş takipçisi yuvarladığı içkilerinin etkisiyle gürlüyor. ?Ben solcuyum arkadaş, solcuyum?. ?Kabul bu iktidardaki görgüsüz heriflerin suyuna gidiyorum, ama parasız da olmuyor arkadaş, parasız olmuyor?.?Çocuğun üniversite taksitleri, site aidatları, hanımın kredi kartları borcu bitmiyor?. Bana doğru dönerek ?parasız da olmuyor değil mi üstadım, parasız da olmuyor?. Anlaşılan Rilke şiirleriyle bana bir üstatlık unvanı kazandırmış. ?Bu adamların suyuna gitmezsen sana ihale verirler mi değil mi üstadım, değil mi üstadım?. Adama doğru eğilip tıslayan bir sesle. Bitmez bu han-ı yağma beyler, bitmez bu han-ı yağma. Yiyin beyler yiyin aksırıncaya tıksırıncaya kadar yiyin.
Afallayan adam şaşırarak soruyor: Ne dedin üstadım ne dediniz?
Diyordum ki biraz da şöyle yemiş yiyin, böyle kuru kuru gitmez bu meret ve yemiş tabağımı adamın önüne sürüyorum.
Neco da ben de 5-10 dakika kendi içsel zamanlarımızda seyrediyoruz. Şamatacı İtalyan hanımlardan birinin yanıbaşımda beliren sesiyle kendime geliyorum. Neco devreye giriyor ?hanımefendiler, size bir tabakta dilimlenmiş muz ve kivi ikram ediyorlar?. Zarif insanlar kendilerini hep, fiziksel engellilere bir incelikte bulunma yükümlüsü olarak sayarlar.
İtalyan bayana İngilizce olarak ?pek zarifsiniz ve çok da güzel ela gözleriniz var? diyorum. İtalyan bayan küçük bir çığlıkla ?siz yoksa görüyor musunuz??.
Hayır bayan, yazık ki üç yıldır artık hemen hemen hiç göremiyorum. Peki güzel ve ela gözlerim olduğunu nasıl bildiniz.
Çünkü ancak çok güzel gözleri olan kadınlar bu denli kendinden emin kahkahalar atabilirler.
Ya gözlerimin ela oluşu, o nasıl?
O da San Marco?nun, Aziz Marco?nun yardımıyla, güzel bayan.
İtalyan hanım şuh bir kahkaha savurarak arkadaşlarına koşuşturdu.
Yanı başındaki iş takipçisi dostum çocuklarından ve karısından yakınıyor. Kendisini bir insan olarak değil, bir bankamatik gibi gördüklerini anlatıyor. Yumruğumu iş takipçisinin yüzünün hizasına ayarlıyorum. Acaba bir vuruşta devirebilir miyim diye içimden geçiriyorum. Zavallı adamcağız şerefine kadeh kaldırdığımı sanıyor. ?sizin şerefinize üstadım, sizin şerefinize?.
Neco?nun dizlerine vurup kalkalım Neco diyorum. Çıkışta 15-16 yaşlarında bir çocuk pardösülerimizi giymemize yardımcı oluyor. Bana yönelerek ?abi siz galiba saçlarınızı da vestiyere asmışsınız? diyor. Yaratıcı nükteden küçük bir bahşişle ödüllendiriliyor.
Ben Neco?nun kolunda İstiklal caddesinde ilerlemekteyiz. Neco soğukkanlı ama çok dikkatli bir rehber. Beni meydandaki, Taksim-Üst Bostancı dolmuşlarına bindirecek. Gece ayazının serin okşayışları yüzümüzde boynumuzda geziniyor. Dinç duygular esinlemiştir bana hep soğu hava, yağmur. Şimdi beni dikkatli dinle sevgili Neco. Adamakıllı içtin ve bu seni bir güzel uyutur. Sakın bunun üstüne uyku yapıcı ilaçlar alma. Çarpan etkisi yapar, birbirlerinin etkilerini patlatırlar gümler gidersin Neco. Oysaki benim ve bu kaba dünyamın senin gibi incelikli insanlara gereksinimi var. Biliyorum Neco her insan annesine yar-gılıdır. Unutamıyorsun, unutma da zaten. Ne ki anneciğinde zaten daha az içmeni daha az üzülmeni isterdi. Daha az gelelim böylesi yerlere Neco. Yukarısı sıcak her yerde parfüm kokuları. İtalyan hanımefendiler fıkır fıkır iyi hoş insanlar. Hatta şu iş takipçisine bile bir ara az kalsın üzülecek gibi oldum. Bu insanların kusurları küçücük dünyalarının tutsağı olmaları. O sıradan yaşamlarına ve benliklerine aşırı hayran oluşları.
Oysa ki büyük yaşamak ve en heyecanlı olan kişin öznel gerçekliğinin, insanlığın tarihsel devinimi ilişkilendirmesidir.
Bu, kent ışıklarından derinmiş inci bir gerdanlık takınan İstanbul var ya Neco.
Evet Mert hocam.
Onun, kimi semtlerinde yok yoksulluktan kimi sobası yanamayan evler var. Kimi odalarında, bakımı doğru düzgün yapılanmayan kimsesiz hastalar.
Gönençli, varsıl ortamlarda bulunduğum zamanlarda, onlara vefasızlık ettiğim, onları incittiğim duygusuna kapılıyorum.
Huzursuz oluyorum pahalı zevklerimizi alabildiğine seyrek yaşayalım Neco.
Doğru söylüyorsunuz, haklısınız Mert hocam!

Mert Sarı

Previous Story

Gelecek – Murathan Mungan

Next Story

Irak?ta Sol Muhalefet / İşgale, İslamcılığa ve Kapitalizme Karşı Direnişler ? Nicolas Dessaux

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ