Varlık ve Hiçlik – Jean-Paul Sartre

“İnsan bazen özgür, bazen köle olamaz; insan, her zaman ya tam özgürdür, ya da değildir.”
Jean-Paul Sartre

Varlık ve Hiçlik / Fenomenolojik Ontoloji Denemesi (L’être et le néant / Essai d’ontologie phénoménologique, 1943), hiç şüphesiz Jean-Paul Sartre’ın “başyapıtı”dır. Sadece Fransız felsefesi açısından değil genel olarak felsefe tarihi açısından da son büyük ontoloji denemesini temsil eder. Dolayısıyla önemini ve güncelliğini hâlâ korumaktadır ve hiç şüphesiz daha uzun yıllar korumaya devam edecektir. Çünkü, insan, ilk defa bu yapıtta, özgür olmaya “mahkum” edilmiştir…

“Jean-Paul Sartre’nin sadece bir kaç ay içinde kaleme aldığı ancak pek çok felsefeci tarafından yüzyılın eseri olarak nitelenen ama bir türlü dilimize çevrilmesi başarılamayan “Varlık ve Hiçlik” adlı eseri ilk kez Türkçe’ye kazandırıldı.

Eserin bugüne dek neden Türkçe’ye kazandırılmadığı felsefeciler arasındaki en popüler tartışmalar arasındaydı. Bu yüzden yayıncı isimlerden Ahmet Öz, profesyonel felsefecilere şunları söyleme ihtiyacı hissediyor. “Felsefenin ‘profesyonellerine’ seslenmek istiyorum: Elinizdeki kitap, dilimizde, Türkçede varolmayan bir şeyi varlığa getirerek, ?var?ederek kendini eleştirel okumaya sunmaktadır. Ama unutulmaması gereken bir şey var, bu çeviri dolayısıyla, bugüne değin hep yapılageldiği gibi artık kimsenin Varlık ve Hiçlik?in Türkçeye çevrilmemiş olmasından şikayet edip durmasına, atalet ve tembellik içinde oturmasına da imkân kalmadı. Hic Rhodus, hic salta!”
Eserin bu kadar geç Türkçe’ye kazandırılmasındaki en büyük etken hiç şüphesiz ki çoğu Satre’nin kendi icadı olan kavramların Türkçeleştirilmesinde yaşanan zorluktu. Daha önce bir kaç yayınevinin çeviri için girişim başlattığı ancak yayınlayamadığı eser, Turhan Ilgaz ve Gaye Çankaya Esen tarafından yıllar süren yorucu bir çalışma sonucu Fenomenolojik Ontoloji Denemesi alt başlığı ile Varlık ve Hiçlik adıyla Türkçe’ye kazandırıldı.
Kitabın metni, elden geldiğince orijinaline sadık kalınarak düzenlenmiş. Gerekli görülen yerlerde kimi açıklayıcı ve hatırlatıcı notlar yer alıyor. Çevirmenlerin gerekli gördüğü notlar, metin içinde yıldız işaretli dipnotlar ve köşeli parantezle verilen ekler olarak sunulmuş. Kullanılan kavramların Fransızca orijinalleri de, yine gerekli görülen yerlerde, köşeli parantezle gösterilmiş.
Bütün bu hassasiyete rağmen Satre’nin kendi keşfi olan orijinal kavramların da daha net ifade edilemesi için okuru kavramların kullanımları konusunda bilgilendirebilmek amacıyla kitabın sonuna bir de sözlük eklenmiş.
Alıntı: http://www.karakutu.com

“1943 yılında yayımlanan Varlık ve Hiçlik, insanı mutlak bir biçimde özgür olarak tanımlayan Sartre’ın 1935’ten itibaren yazdığı tüm felsefi eserlerinin ‘fenomenolojik ontoloji’ başlığı altında olgunluğa ulaştığı bir başyapıttı. Sartre’ın insanı, her an varoluşunun özünü oluşturmakta olan özgür bir bilinç olarak tanımlayışı ve bu mutlak özgürlüğün beraberinde getirdiği sorumluluk fikri, Varlık ve Hiçlik’in en çok tartışılan temalarıydı.
Varlık ve Hiçlik, Sartre üzerine yazılmış Türkçe telif eserlerde anıldı, içeriğindeki özgürlük düşüncesi bakımından tartışıldı. En çok üzerinde durulan bölümler, Sartre’ın öznelerarası ilişkileri ele aldığı bölümlerdi. Bulantı’nın başkarakterinin bir türlü sosyalleşemeyen varoluş şekliyle, Varlık ve Hiçlik’te tanımlanan, özerk, özgür fakat diğerlerini kendi özgürlüğüne yönelmiş birer tehdit olarak gören özne, kolaylıkla örtüşebiliyordu. Oysa, iki eser arasında kurulan bu bağ, fenomenolojik kanıtlamalar ve ontolojik kavramların analizleriyle, oldukça kapsamlı bir yapıt olan Varlık ve Hiçlik’e tek yönlü bir yaklaşımı yansıtıyordu.
Varlık ve Hiçlik’in, öznelerarası ilişkilerle ve başkasının varoluşuyla ilgili olan bölümlerinde Sartre, en olumlu insan ilişkisi olarak düşünülebilecek aşk ilişkisinde dahi çatışmanın kaçınılmaz olduğundan söz eder. Aşk ilişkisinin bile sadizm, mazoşizm ya da en iyi ihtimalle bir kayıtsızlık ilişkisi olarak yaşanabileceğini anlatır. Sartre’ın öznelerarasılığı bu şekilde tanımlayışı, onun ontolojik özgürlük analizlerinin bir sonucudur; ve pek çok yoruma göre de bu analizler, onun düşüncesinden bir ahlâk anlayışının çıkmasını imkânsızlaştırır. Halbuki Sartre, Varlık ve Hiçlik’in son bölümünü, ahlâk üzerine bir eser yazma vaadiyle kapatır. Ontolojik alanda cevapsız bıraktığı bazı sorulara bundan sonra ahlâk alanında yanıt arayacaktır. Ancak şaşırtıcı bir biçimde Sartre, vaat ettiği gibi bir ahlâk eseri yayınlamaz. Buna karşın, 1960 yılında, Sartre’ın düşüncesinin bir dönüşüme uğradığını gösteren Diyalektik Aklın Eleştirisi iki ciltlik politik bir metin olarak karşımıza çıkar.
Fransızca ve İngilizce literatüre bakıldığında, Sartre okumalarına yön veren soruların da bir dönüşüme uğradığı görülür. Bugün Sartre daha çok, Varlık ve Hiçlik sonrasında kaleme aldığı politik metinler ve ölümünden sonra yayımlanan Ahlâk İçin Defterler (Cahiers pour une morale) üzerinde yoğunlaşılarak tartışılmakta; Sartre düşüncesinde 1939 yılına dek geri götürülebilen bir ahlâk projesinin delilleri üzerinde durulmaktadır. Bu son dönem okumaların (Juliette Simont’un Jean Paul Sartre: Özgürlüğün Yarım Yüzyılı ya da Yvan Salzman’ın Sartre ve Kendilik adlı eseri ) üzerinde durduğu başlıca kavramlar, içtenlik (sincérité), kendi olmak (authenticité) ve yüce gönüllülük (générosité) gibi, varoluşçu bir ahlâk düşüncesini mümkün kılan kavramlardır. Bu okumaların önemli dayanak noktalarından biri de, kendisiyle 1960’lı ve 70’li yıllarda yapılan röportajlarda Sartre’ın, Varlık ve Hiçlik’te çizdiği karamsar tabloyu bir dönüşüme uğratmak istediğinden sıkça söz etmiş olmasıdır.
1983 yılında, ölümünden üç yıl sonra yayımlanan, Ahlâk İçin Defterler’in ilk sayfalarında da Sartre, Varlık ve Hiçlik’in, dönüşüm öncesi bir ontoloji olduğunu yazar. Varoluşçu bir ahlâkın koşulu, ontolojisinin ‘radikal bir dönüşüme’ uğratılmasıdır. ‘Ahlâki dönüşüm’ olarak tanımlanan bu süreç sayesinde, Sartre’ın ontolojisi yeni bir boyut kazanır. Ahlâk İçin Defterler’de insan ilişkileri, sadizm ve mazoşizm dışında olanakları da içeren daha iyimser bir bakış açısıyla yeniden ele alınır. Filozofun Ahlâk İçin Defterler’de ortaya koyduğu yeni varlık anlayışı, cömertçe bir vermeye (don), estetik yaratıma (création esthétique), bahşetme ve yüce gönüllülüğe (générosité) dayanan bir ahlâkın temeli hâline gelir.
Sartre’ın Varlık ve Hiçlik’in sonunda bir ahlâk eseri vaat etmiş olması, dikkatli bir okuyucuyu oldukça zengin bir felsefi serüvene sürükler. Ahlâk üzerine felsefi bir eser yayımlaması beklenirken, Diyalektik Aklın Eleştirisi’yle politika felsefesi alanına giren filozof, bizi ahlâk ve politika arasındaki bağı düşünmeye sevkeden bir yol açar. Bu dönemde, kendisiyle yapılan söyleşilerden birinde Sartre, savaş sonrası Fransa’sında çözüm bekleyen politik problemlerin aciliyetinden söz eder. Ona göre, sömürü ve baskının hâkim oluğu bir dünyada ahlâktan söz edebilmek için öncelikle adil bir dünyanın tesisi üzerine düşünmek ve eylemek gerekmektedir.

Ahlâk anlayışını değiştirdi
Sartre’ın, etik projesinden önce politik sorgulamalarını kitaplaştırması, onun ahlâk ile ilgili projelerinin politik alanda ortaya çıkışı olarak değerlendirilebilir. Zira Sartre’ın 1947 ve 1948 yıllarında tuttuğu notlardan oluşan Ahlâk İçin Defterler’de söz konusu ettiği ‘radikal dönüşüm’, Diyalektik Aklın Eleştirisi’ndeki politik praksis analizlerinin de imkânı olarak karşımıza çıkar. Sartre’ın, ontolojisini bir dönüşüm dolayımıyla yeniden ele almış olması, düşüncesini hem ahlâki hem de politik alana açma yönünde attığı en önemli adımdır. Marksizme varoluşçu bir temel arayışlarını sürdürdüğü yıllarda Sartre’ın düşüncesinde ahlâk ve politika iç içe geçer. Michel Sicard, Sartre Üzerine Denemeler adlı eserinde, Sartre’ın sunduğu ahlâk-politika ilişkisi üzerine şunları söyler: “Sartre felsefi yolculuğunun bir yerinden itibaren ahlâk anlayışını değiştirmiş, Varlık ve Hiçlik’i takip eden ve yeterince açıklığa kavuşmamış bir ahlâk anlayışını terk ederek, ahlâkın siyasi eyleme içkinliğini öne çıkarmıştır: Ahlâkı basit bir üstyapı olarak düşünmemeliyiz, bilâkis altyapılar diye tanımladığımız şey her ne ise, ahlâkı da o seviyede ele almamız gerekir.”
2000’li yıllarda Sartre artık, varoluşa dair bir iç sıkıntısının değil, politik ve ahlâki sorumluluğun filozofu olarak yeniden okunmakta, felsefi eserleri de bu gözle yeniden elden geçirilmektedir. Ölümünden sonra yayımlanan metinleri, politik ve etik bağlanmaları, geçirdiği felsefi dönüşümler göz önünde bulundurulduğunda fark edilir ki Sartre, insani gerçekliğin içerdiği problemlere, döneminin politik ve ahlâki sorgulamalarına duyarlı bir entelektüel olarak yaşamış, düşüncesi ve yaşamı arasındaki bağı her an yeniden oluşturmaya çalışmış bir filozoftur. Sartre, sabırlı bir okuyucuya yalnızca felsefi bir söylem sunmaz. Sartre okumak, Sartre’ın yaşadığı döneme ve dünyaya onun gözlerinden bakarak şahit olmaktır.
Alıntı: Gaye Çankaya (Arş Görevlisi, Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümü) 24/06/2005 Tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki

MEHMET FUAT: ADINI NASIL TÜRKÇELEŞTİRECEKSİNİZ?
Çevirmenlerden Turhan Ilgaz’ın konuyla ilgili bir hatırası çevirinin zorluğu konusunu yeterince izah ediyor: “1965 yılında, bir gün, çok yakın bir sınıf arkadaşımla (Prof. Dr. Niyazi Öktem) “De” yayınevinin kapısını çalıp Memet Fuat?ın karşısına çıktık ve “Biz bu kitabı çevireceğiz, basar mısınız?” diye sorduk. Rahmetli kültür adamı, bizi sevecenlikle süzdü ve tek bir soruyla cevap verdi: “Kitabın adını nasıl Türkçeleştireceksiniz?” Çeviri, bugün artık genel geçer bir kabul gören “Varlık ve Hiçlik” adıyla yayımlanmış durumdadır. Ama çeviriyi yapan ben, kendi hesabıma, Memet Fuat’ın sorusunun yerindeliğini hâlâ korumakta olduğunu düşünüyorum…”
“‘Varlık’ ve ‘Etre’ [=”olmak”] kavramlarını örtüştürmek, her şeye rağmen bir miktar zorlama içeriyor. Biz, Türkçemizde, “olmak” fiilini, “dır”, “dir” vb. ekler biçiminde kullanıyoruz. Bu bize konuşmada ve yazınsal anlatıda olağanüstü kolaylıklar ve olanaklar sağlıyor; ama felsefece düşünmede de olağanüstü zorluklar çıkarıyor. Özellikle de ontolojinin alanında” diyen Ilgaz konuyla ilgili görüşlerini şöyle dile getiriyor:
“‘Olmak’, ‘var olmak”a (ya da “varlık”la) aynı şey değildir; bunu iyi anlamak gerekiyor. “Olmak”, birtakım ihtimaller barındıran bir “olmakta-olmak” halidir; “olmak”a, “varlık? (ya da ?var olmak?) gibi yaklaşmak, onu şu ya da bu varoluş anında dondurmak olur. ?Olmak?, ?varolan? bir şeyin süreç halindeki uğraklarından herhangi biri gibi kavranamaz; bu uğrakların bütünüdür. Ve bu bütünü de akışı içinde, uğraklardan herhangi birinde durmaksızın, takılıp kalmaksızın anlamamız gerekir. “Olmak”, yaşamak denen fenomenin olumsal kendiliğindenliği değil, kendisidir. Devinim halindeki durağanlığı içinde, mümkünleriyle, muhtemellikleriyle ve bunları biçimlendiren tasarı ve yansıma/yansıtmalarıyla kavranmak zorundadır. “Olmak” vardır, çünkü “yokluk” yoktur; ama “var olmak”, bir olmak kipliğidir.
Felsefe tarihinde bunu ilk sezen ve ilk açımlayan Parmenides oldu (“Doğa gizlenmeyi sever” diyen Herakleitos’u da unutmamak gerek). Ve Heidegger’e gelene kadar da ?benim bilebildiğim kadarıyla? hiçbir filozof, varlık problemini bu ontolojik eksen çevresinde düşün(e)medi. Leibniz’in, “Neden hiçbir şey yerine bir şey var?” sorusundan kalkan Heidegger, Sein und Zeit?ta (Varlık ve Zaman) şunları yazar: “Olmak, bir olan gibi düşünülemez […] “olmak”ın belirlenmesi, bir olanın ona bir yüklem olarak verilmesiyle elde edilemez. Olmak, tanımlanması söz konusu olduğunda, daha üstün kavramlardan türetilemeyeceği gibi, daha aşağı kavramlardan yola çıkarak da gösterilemez. Ama bunun sonucu olarak “olmak”ın hiçbir sorun yaratmadığını mı söyleyeceğiz? Hiç de değil; yalnızca şunu çıkarsayabiliriz: “olmak”, herhangi bir olan gibisinden bir şey değildir. Bu nedenle, bazı sınırlar içinde geçerli olmakla birlikte, olanı belirlemenin genel tarzı “geleneksel mantığın, antikçağ ontolojisinde temellerini bulan “tanımı” “olmak”a uygulanabilir değildir. Olmak?ı tanımlamanın imkânsızlığı [Heidegger’in antik ontolojiden kaynaklanan bir ?önyargı? olarak nitelediği imkânsızlık, T.I.] bizi onun anlamını sorgulamaktan bağışık kılmaz, tersine, buyurgan bir biçimde bu sorgulamaya götürür.?

İNSANI ÖZGÜRLÜĞE MAHKUM EDEN YAPIT
Kitabın Türkçe yayıncılarından Anmet Öz, “Varlık ve Hiçlik, hiç şüphesiz Jean-Paul Sartre?ın “başyapıtı”dır. Sadece Fransız felsefesi açısından değil genel olarak felsefe tarihi açısından da son büyük ontoloji denemesini temsil eder. Dolayısıyla önemini ve güncelliğini hâlâ korumaktadır ve hiç şüphesiz daha uzun yıllar korumaya devam edecektir. Çünkü, insan, ilk defa bu yapıtta, özgür olmaya “mahkum” edilmiştir” diyor bu eser için.
Kitabın çevirmenlerinden Turhan Ilgaz da kitap konusunda şu kısa tanımlamayı kullanıyor. “Varlık ve Hiçlik, altbaşlığının söylediği gibi, bir “ontoloji denemesi”dir. Ve “olmak”ı “fenomenolojik” açıdan açıklayan bir denemedir. Daha en baştan, “fenomen” sözcüğünü “görüngü” olarak çevirmeyi kendime yasakladım. Bunun nedeni, öncelikle ilkeseldir: Özgün akıl yürütmeler içinde başvurmak, kullanmak, eğip bükmek ihtiyacını duymadığımız, düşünme kipliklerimizde içselleştirmediğimiz birtakım bilimsel/felsefi kavramları taşıyan sözcükleri, dili arındırmak adına ve salt etimolojiden kalkarak Türkçeleştirmeye hakkımız olmadığını düşünüyorum. Ama asıl nedenim şu: “phainomena”nın yalnızca duyu organları aracılığıyla bilince yansıyan bir “görüntü” olmaması bir yana; Heidegger’in (ve dolayısıyla da Sartre’ın) “fenomenoloji”ye verdiği anlam içinde, “fenomen”, kendini göstermeyen, geride duran, “olan”ın onun aracılığıyla kendini gösterdiği şeydir. ”
Felsefe tutkunları ve Satre hayranlarınca özlemle beklendiği eser İthaki yayınlarından çıktı 783 sayfadan oluşuyor.
Alıntı: http://www.karakutu.com

Şahin Yenişehirlioğlu,
http://www.felsefeekibi.com ‘da yayınlanan “Varlık Sorunsalı Ve Jean-Paul Sartre” adlı yazısı

Sartre söyle tanımlıyor ?varlık? ı, Varlık ve Hiçlik adlı kitabında: ?Ama, varlık, kendine doğru bir ilişki değildir, o doğrudan doğruya, kendisidir. Gerçekleşemeyen bir içkin olmadır.? Ya da söyle çevirelim: ?Varlık, benliğin kendisine doğru yönelen bir ilişki değildir; o, doğrudan doğruya, bu benliğin kendisidir. Gerçekleşemeyen. bir içkinlik, olumlanamayan bir olumlama, etkinlenemeyen bir etkinliktir. Çünkü, o, kendisiyle o denli doludur ki, sanki her bir şey, varlığın içinden, benliğin kendini olumlamasını çıkarıp kurtarmak için, varlığın bu doluluğunun giderilmesi gerektiğini göstermektedir. Yalnız, bunu, varlığın kendini, benliğinin özelliklerinden soyutlayarak farksızlaştırması olarak anlamayalım: Çünkü, kendinde-olan’ın farksızlaşması demek ise, bu belirlemenin ötesinde, kendi benliğini olumlama olgusunun herhangi bir sinir tanımaması demektir. Zira, bir sürü kendini olumlama biçimleri vardır. İşte, elde edilen bu ilk sonuçları kısaca özetlersek, o zaman, varlık, benliğin kendinde olması’dır denebilir.

Kitaptan Bölümler
“Kendi-için” varolmak, “kendi-içinde”yi hiçleştirmektir. Bu koşullarda, özgürlük bu hiçleştirmeden başka bir şey olamaz. Onun aracılığıyla “kendi-için” özünden olduğu gibi varlığından da kurtulur, onun aracılığıyla her zaman kendisinden söz edebilecek şeyden farklıdır, çünkü en azından bu adlandırmadan kurtulan kişidir ve ona verilen addan, ona tanınan sahiplikten ötede olan kişidir.

“Kendi-için”in olduğu şey olmak olduğunu söylemek, olduğu şey olmayarak olduğunu söylemek, onda varoluşun özü, özün varoluşu öncelediğini ve koşullandırdığını söylemek ve Hegel’in formülüne göre “öz daha önce olmuş olandır” demek, tek ve aynı şeyi söylemektir.

Aslında, eylemimi canlandıran güdülerin bilincinde olduğum olgusuyla, bu güdüler çoktan bilincim için aşkınsal nesnelerdir, dışarıdadırlar; faydasızca onlara yapışmaya çalışacak mıyım; varoluşumla ondan kurtuluyorum. Her zaman özümün ötesinde, eylemimin nedenlerinin ve dürtülerinin ötesinde varolmaya mahkumum; özgür olmaya mahkumum. Bu, özgürlüğüme kendisinden başka sınırlar bulunamayacağını veya özgür olmaktan vazgeçmekte özgür olmadığımız anlamına gelir.
(…)
İnsan özgürdür çünkü kendi değildir, kendine karşı bulunmadır. Olduğu şey olan varlık özgür olamaz. Özgürlük tam da, insanın kalbinde olmuş olan ve insanın gerçeğini olmak yerine oluşmaya zorlayan hiçliktir. İnsan gerçeği için varolmak seçmektir: hiçbir şey, alabileceği veya kabul edebileceği, ne içeriden, ne de dışarıdan ona gelmemektedir. İnsan gerçeği, hiçbir türde hiçbir yardım olmadan, en küçük ayrıntıya kadar kendini oluşturmanın dayanılmaz zorunluluğuna tamamen terkedilmiştir. Böylece, özgürlük bir varlık değildir; insanın varlığıdır yani onun varolma hiçliğidir.
(…)
İnsan bazen özgür, bazen köle olamaz; insan, her zaman ya tam özgürdür, ya da değildir.

Kitabın Künyesi
Varlık Ve Hiçlik
Fenomenolojik Ontoloji Denemesi
( L?être et le néant / Essai d?ontologie phénoménologique )
Jean Paul Sartre
Çevirmen : Gaye Çankaya Eksen
Çevirmen : Turhan Ilgaz
Haziran 2009, 784 sayfa

Bir yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir