Bitti Bitti Bitmedi, Diyarbakır Cezaevi’nden kalan anılarının kara karga gibi etrafında dolandığı bir adamı, Murat’ı merkeze alıyor.

Vedat Türkali ne yazarsa yazsın, nasıl yazarsa yazsın içerisinde hem derin hem de kabası alınmış bir yara vardır. Aşkta, politikada, komşuyla içilen bir çayda, yoldaki yürüyüşte anlarsınız karakterin sızısını. Bazen kelimeler ya da cümleler gelişigüzel akıyormuş gibi görünse de aslında zihninizin gerisinde kalmış bir imgeyi sürekli ve gezgin bir biçimde canlandırır.

Bitti Bitti Bitmedi ne zaman bir sükunet arasanız bulamayacağınız bir yerin, Türkiye’nin 1987’sinde, Diyarbakır Cezaevi’nden kalan anılarının bir kara karga gibi etrafında dolandığı bir adamı, Murat’ı merkeze alıp akıyor. Aslında adının Tarık olduğunu anladığımız andan itibaren de geçmeyen yaralarını bugüne taşıma biçimlerinde dolanmaya başlıyoruz.

Tarık’ın hezeyanını atlatmak için eniştesinin yardımıyla bulduğu doktor Remzi’nin yurtdışına gitmesiyle kendisini ta Diyarbakır Cezaevi’nden bilen Zilan hemşire ile yolunun kesişmesi okurla da kesiştiği nokta. Burada Tarık, Murat olmaktan çıkıp yavaş yavaş kendisiyle yüzleşmeye başlıyor. Bulduğu iş ve ardından âşık olduğu Lüsi ile de başka bir tarihle karşılaşıyor. Kendisinin çoğu acı ve işkenceyle geçmiş kısa ömründe gördüğünden çok daha fazlasını Lüsi’nin dedesinden dinliyor. Yanı başında uzandığı halde haberdar olmadığı bir geçmişi, bir halkın acısını, hem de Ermeni bir kadına âşık olarak anlamaya çalışıyor.

Roman sadece tek bir adamın kendi ile yüzleşmesi, iyileşmesi değil. Erdal Eren’den Paramaz’a kadar uzanan devrimci bir mücadelenin ara ara yansıması.

“Sanki hak edenler mi acı çekiyor”
Tarık’ın zihnindeki hayaletler, uykusunda dolanan kargalar Lüsi ile tanıştıktan sonra başka bir yöne evriliyor yavaş yavaş. Ermenilerin tarihi, kültürü ve yaşadıklarına dair göz gezdirdiği, dinlediği birçok şey geçmiş kadar “şimdi”sini de sorgulamasına neden oluyor. Acıları dinledikçe daha da şaşırıyor, bir halk ne yapmış da böyle bir acı görmeyi hak etmiş anlamıyor. Bu noktada kendi cezaevi deneyimini hatırlayıp sayıklıyor; “Sanki hak edenler mi acı çekiyor.” Kendi de hak etmemişti, biliyor.

Bitti Bitti Bitmedi,Tarık ile Lüsi’nin hikâyesini anlatırken halkların acılarının kabasını alıyor. Diyarbakır Cezaevi’nden Ermenilerin yaşadığı acılara, oradan da ara ara Alevilerin, Kürtlerin kıyımına yanaşıyor. Özellikle tarihe, bazı hassas konulara parmak basılan bölümlerde bir anda roman anlatımından çıkıp didaktik bir hal alıyor. Tarık’ın zaman zaman sorduğu sorulara verilen yanıtlar, okura bir bilgi aktarma kaygısı olduğunu da hissettiriyor ister istemez. Fakat dili yine de kıvraklığıyla sıkmadan yakalıyor okuru.

Ermeni sosyalist Paramaz’ın idamı, Krikor Zohrab’ın Talat Paşa’nın kendi ipini çektiği emri imzaladığını bilmeden Talat Paşa ile son kez kâğıt oynaması gibi ayrıntılar kenarda kalmış gibi görünse de romanın asıl “öz”ünü besleyen noktaları.

Türk edebiyatının en ustalıkla yazılmış romanlarından biri olarak sayılabilecek Bir Gün Tek Başına, Türkali’nin yakaladığı görsel anlatım ile başkarakter Kenan’ı sevmeden ama iç ezintisiyle takip ettiğimiz bir noktadan ilerler. Bitti Bitti Bitmedi de gözünüzde canlandırabildiğiniz dipdiri bir anlatımla geliyor karşınıza. Acıları hatırlatıp yoğuruyor yeniden. Türkali’nin bu bitmek tükenmeyen enerjisi ve her seferinde kendini yenileyebilen dili karşısında saygı duymamak imkânsız. Ve evet Vedat Türkali koskoca bir çınar, onun gölgesinde bir nebze olsun dinlenebiliyorsak ne mutlu bize.

JANET BARIŞ
21.11.2014 http://kitap.radikal.com.tr/

BİTTİ BİTTİ BİTMEDİ
Vedat Türkali
Ayrıntı Yayınları
2014, 192 sayfa

Previous Story

Nefesimizi ne kadar uzun tutabiliriz?

Next Story

Peki nereye Bingo? – Zübeyde Duran

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ