William Faulkner 117 yaşında

Özellikle “Ses ve Öfke”, “Döşeğimde Ölürken” ve “Absalom, Absalom” adlı eserleriyle tanınan William Faulkner 117 yaşında! “William Faulkner’la Konuşmalar” başlığı altında toplanan yazılar bize Faulkner’ın sevdiği kitaplar ve yazarlar, genç yazarlara tavsiyeleri, yayıncılık sektörü, modern edebiyat, eğitim, medeniyet, toplum ve birey üzerine düşüncelerini gösteriyor.

“Bill ufak tefek ve zayıf bir adam, güçsüz görünür ama sağlıklıdır. Başka insanların gözlerine nadiren bakan ufak siyah gözleri vardır. Saçları siyah ve aralarında çok az griler var. Davranışlarıyla konuşmasında yavaş ve tutuk. Bunu mu yoksa şunu mu yapmak istediği sorulduğunda genelde, ‘Yapıp yapmamak umurumda değil,’ diye cevap verir. Utangaç, duyarlı, birçok açıdan sosyal olmayan biridir ama kendini konuşmakta özgür hissettiği zamanlarda ince zekâsı ve en acayip hikâyeleri uyduran güçlü bir hayal gücüne sahiptir. Tabii çoğu zaman kendi içine kapanmayı tercih eder, çünkü girişken bir kişi değildir. ‘Yenilmeyenler’de kendisiyle ilgili bir ipucu verir: ‘Harekete geçenler, geçer ve yaparlar, ama harekete geçemeyenler geçemedikleri için acı çeker ve bunun hakkında yazarlar.’” (s.19) diyor Anthony Buttitta, William Faulkner için.

Eski bir güneyli ailenin oğlu olarak 25 Eylül 1897’de New Albany, Mississippi’de doğan William Harrison Faulkner, hayatının büyük bir bölümünü doğduğu topraklarda geçirmiştir. Çocukluk yıllarında büyükannesinin ve evlerinde çalışan siyahların anlattığı hikayeleri dinler. Amerikan İç Savaşı, I. ve II. Dünya Savaşı gibi önemli üç savaşa tanık olan Faulkner, yazdığı 80’den fazla hikayede ve 19 romanda savaş temasından tamamen uzaklaşıp insan doğasını, cinsiyet, sınıf ve ırkçılık olgularını ele alır. “Ben sadece hikaye anlatmayı seven bir çiftçiyim,” diyerek çağdaşları arasından bu yönüyle de ayrılır.

Faulkner, 1926’da yayımlanan ilk romanı “Soldiers’ Pay”de (Aşk ve Ölüm, çev. Vahdet Gültekin, Güven Yayınevi, 1968.) bir pilotun acı dolu yaşamını anlatırken, 1927’de yayımlanan “Mosquitoes”te ise cinsellik üzerine odaklanır. Bu kitapların geliriyle Avrupa seyahatine çıkar, çağdaşları arasında en çok İrlandalı James Joyce’tan etkilenir. Yazar Sherwood Anderson’un tavsiyesine uyarak gözlerini en iyi bildiği yere, doğup büyüdüğü Güney’e çevirir. Ve Faulkner hayali bir Yoknapatawpha kenti yaratarak nesilleri ve kültürleri kapsayan güçlü güney romanlarını Mississippi’nin sıcağı, tozu ve teri içine yerleştirir.

Amerikan edebiyatının en gerçekçi yazarlarından biri olarak tanınan Faulkner, gerçekte tam bir hikaye anlatıcısıdır ve kendi Güney imgesini anlatır. “Faulkner’ı ‘gerçekçi’ bir roman yazarı olarak okuyanlar Dante’nin de cehennemin kılavuzu olduğunu kabul edebilirler – Milton’ı da diğer yöne doğru ilerleyen bir Michelin olarak.” (s.10) Güney insanının gündelik hayatının içine karakterlerin iç dünyalarını, yaşadıkları çalkantıları yansıtır. Bir süre Hollyweood için yazdığı senaryolarla yaşamını devam ettiren Faulkner, 1949’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü alınca yıldızı sönmemek üzere parlar. Ancak kendisi pek de önemsemez bu durumu. Nobel ödülü ilan edildiğinde Faulkner arkadaşlarıyla birlikte domuz avına çıkmıştır. Akşam bulaşık yıkayan yazara, arkadaşlarından biri: ”Şimdi biri sana Nobel ödülünü aldığını söylese, ne yaparsın?” diye sorduğunda Faulkner şu cevabı vermiştir: ”Ondan sadece tabakları yıkamak için bana yardım etmesini isterim.”

Yaşamı boyunca biyografisine duyulan ilgiye karşı direnmiş bir yazar olan Faulkner, eleştirmenlerin yazdıklarını okumaz, röportajlara sıcak bakmaz. “Bir dolu tuhaflıkları vardı ama içlerinde en tuhafı, yazdıkları hakkındaki kayıtsızlığıydı. Kitaplarının nasıl sattığıyla ilgilenmez; telif sözleşmeleriyle ilgilenmez, ihtiyacı olduğunda para çekebilmeyi tercih ederdi; hepsinin ötesinde, kitaplarıyla ilgili eleştiri yazılarına bakmak bile istemezdi. Dünyanın onun hakkında ne düşündüğüne karşı gözlerini bu denli kararlı biçimde kapatması oldukça ender görülür bir durumdu ki, birçok yazar kendileri hakkında yazılanları bir solukta aç kurtlar gibi okur.” (s.131) “Döşeğimde Ölürken” romanındaki tek bir cümleyle – “My mother is a fish.” (Benim annem bir balık.) – gönlümün tahtına oturttuğum Faulkner, bu tarz davranışlarını kibrinden değil sıkılganlığından sergiler. “Roman yazarının kitabını tamamlayıp halka sunduktan sonra yapabileceği tek bir şey vardır, yenisine başlamak. Bir önceki artık onun değildir.”(s.32) diyerek yazarlığa bakışını gözler önüne serer.

Soru-cevap formatında ve deneme tarzında olan kırk kadar yazıyı M. Thomas Inge’nin bir araya getirdiği ve Aslı Kutay Yoviç’in dilimize kazandırdığı “William Faulkner’la Konuşmalar” adlı derleme bize Faulkner’ın sevdiği kitaplar ve yazarlar, genç yazarlara tavsiyeleri, yayıncılık sektörü, modern edebiyat, eğitim, medeniyet, toplum ve birey üzerine düşüncelerini gösteriyor. Bu denemelerin “birçoğu Faulkner’la ömür boyu kurulmuş dostlukların yansıması ya da onunla hayatın farklı noktalarında karşılaşmalar üzerine yazılmış. Buradan hareketle toplu olarak okuduğunda kişi, Faulkner’ın dâhice zekâsının, nadiren gösterdiği kişisel sıcaklığının ve çoğunlukla da inatçı huysuzluğunun canlı bir portresini yakalayabilecektir.” (s.viii)

“Amerikan edebiyatı ve şiiri mekanik hale gelmiş medeniyetimiz tarafından katledilmekte. Biz Amerikalılar bir kereye mahsus her insanın özgür olduğuna dair güzel bir rüya görmüştük. O rüyaya ne oldu? İnsanoğlunun geri kalanının ihtiyaçlarını unuttuğumuzda kaybettik, belki de çok fazla kendimizden memnun ve zengindik.” (s.138) diyen Faulkner bugün 117 yaşında! Dünyanın en zor okunan yazarlarından biri olarak her romanında bir yeniliğe imza atmış, bilinç akışı tekniğini kusursuz bir biçimde kullanmış bu Amerikalı hâlâ “My mother is a fish!” diye fısıldıyor derinlerden.

Öznur Özkaya
(http://ilerihaber.org/, 25-09-2014)

William Faulkner’la Konuşmalar, Der: M. Thomas Inge, Çeviri: Aslı Kutay Yoviç, Agora Kitaplığı, Haziran 2014, 304 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir