Yaratıcılık ve Emeğe Saygı – Müslüm Kabadayı

ali kemal gözükaraKöy Enstitülerinden yetişen öğretmenlerin çoğunluğunun, edebiyat-sanat-bilim alanlarında kendilerini geliştirdikleri ve yapıtlarıyla kalıcı hale geldikleri biliniyor. Onlardan biri de Ali Kemal Gözükara olup ölümünün 10. yılında kendisine “saygı” etkinlikleri düzenlendi. Bu çerçevede 15 Kasım 2000’de kaleme aldığım aşağıdaki metni, bu değerli öğretmen ve yazarımızı saygıyla anarak okurla paylaşmak istiyorum

Geçenlerde bir öğrencim, yorumunda zorlandığı bir özdeyişle çıkageldi. Bir meslektaşımızın kompozisyon ödevi olarak verdiği “Gençler için günler kısa, yıllar uzun; ihtiyarlar içinse günler uzun, yıllar kısa geçer.” özdeyişinin bakış açısı üzerinde dururken, aklıma gelen örnekleri sıralamak istedim. İki örnek verdikten sonra, 11 Kasım 2000’de KESK tarafından Ankara’da gerçekleştirilen mitingden sonra, Trabzon’da tanıştığımız (O zamanlar KTÜ’de öğrenciydi.) şimdilerde Edebiyat Öğretmenliği yapan Turgay Çimen’le Ürün Yayınevi’ne gittiğimizde tanık olduğumuz bir durum, canlı bir örnek olarak aklıma geliverdi.

Ürün Yayınları, daha çok halkbilimi ve edebiyat kitapları, dergileri yayınlıyor. Metin Turan’ın yönettiği, bilim kurullarında güven duyduğumuz kimi tanıdık kişilerin de yer aldığı bu yayınevine Ankara’ya her gidişimde uğrar, yeni yayınlardan alır, kendi yazılarımdan da örnekler bırakırım. Bu gidişimizde Metin Turan, bilimsel bir toplantı için yurt-dışına gittiğinden görüşemedik, ama orada “yetmişlik bir delikanlı”yla tanıştık.

Başında kasketi, elinde bastonuyla bize ne yaptığımızı sorarak tanışıklık veren bu “yetmişlik delikanlı”nın adının Ali Kemal Gözükara olduğunu öğrendik. Kısa bir sohbet sırasında Elbistanlı olduğunu, 1951’de Düziçi Köy Enstitüsü’-nü bitirdiğini, yıllarca Anadolu’da öğretmenlik yaptıktan sonra emekliye ayrılıp Ankara’ya yerleştiğini söyledi kahramanımız. Benim de Hataylı olduğumu, Düziçi’nde Öğretmen Okulu dönemindeyken okuduğumu öğrenince Ali Kemal Bey, öğrencilik döneminden arkadaşları Mehmet Sevinç, Ali Yüce, Mustafa Dönmez’i sordu bana. Tanımadığım başka isimler de sıraladı. Tanıdıklarım hakkında bilgiler verdikten sonra, kendisinin neler yaptığı konusunda bilgi almak istedik. O arada şimdiye kadar on altı kitabının yayınlandığını, yüze yakın yayınlanmak üzere dosya hazırladığını, Ürün Yayınları’ndan da kitabının gün ışığına çıktığını açıkladı.

Güneş batmış, Ankara’nın ayazı kendini hissettirmeye başlamıştı. Nereye gideceğini sorduğumuzda, “Dikmen’e.” yanıtını alınca, “Sizi durağa kadar götürelim, hem de söyleşiriz.” dedik Turgay’la. “Ben sizi tutmayayım.” nezaketli sözüne kulak asmayıp eskimeyen eğitimci ağabeyimizin koluna girerek, konuşa konuşa Güvenpark’taki Dikmen dolmuşlarına kadar yürüdük. Bana binlerce yıllık insanlık yürüyüşünün kısa metrajlı filmi gibi gelen o süreçte, bu yetmişindeki insanı böylesine “düşünce delikanlısı” yapan dinamizmi anlamaya çalıştım. Bastonuna dayanarak yürüyen Ali Kemal Bey, ısrarla, üç roman kaleme aldığını, Anadolu insanının değişim ve dönüşüm serüvenini konu edinen bu yapıtlarını mutlaka yayınlamak istediğini vurgulamaktaydı. “Sizin kuşak eğitimcilerin büyük çoğunluğu, özellikle Köy Enstitülülerin böylesine üretken ve yaşama sevgisiyle dolu olmalarının nedeni nedir?” diye sorduğumda, yolda yürürken eğilen başını şöyle bir kaldırıp yüzümüze baktı ve yumuşak bir tınıyla konuşmaya başladı : “Çocuklar, bizim hamurumuz sağlam bir mayayla şekillendi. Bizim öğretmenlerimiz, üretim içinden gelen eğitimcilerdi, yaşama ve doğaya müthiş bir sevgi duyuyorlardı. Dirençli insanlardı ve yaptıklarından mutluluk duyarlardı. Bize, bunlarla bezenmiş bir hamur teknesinde şekil verdiler. Birlikte üretmeyi ve birbirimizi sevmeyi öğrendik onlardan. Hâlâ birbirimizi özler, öğrencilerimizi takip ederiz ne durumdalar diye.” Ankara’nın ayazı, bu insan sıcaklığı karşısında etkisizleşirken, “Çevresine umut veren bu insanlardan öğreneceğimiz çok şey var daha.” diye geçirdim içimden. Üç kuşak eğitimci bir aradaydık. En belirgin ortak yanımız, Anadolu topraklarının tozunu yutmuş, güneşiyle ısınmış ve halkın içinden çıkıp gelmiş olmamızdı.

Ali Kemal Öğretmenimizin sıcak elinden öperek Dikmen durağından ayrıldıktan sonra, Turgay Öğretmen’e dedim ki, “Üretimden kopmadan yaşam sevgisini insanı yükseltmeye adayan insanlar, konumları ve yaşları ne olursa olsun işte böyledirler. Bu insanı kişiliksizleştiren ‘eğitimsizlik sistemi’, çevremizde öylesine genç yaşta beyni ve yüreği yaşlanan insanlar oluşturdu ki, işimiz çok zor. Bunu bilerek daha yoğun ve planlı, verimli çalışmalıyız.” Turgay da, “İnsan kolay yetişmiyor. Yetişen insanlardan çok iyi yararlanmasını bilmeliyiz TOPLUMCU EĞİTİMCİLER olarak.” dedi.

Bana özdeyişi getiren öğrenciye bunları anlattığımda, gözlerinin buğulandığını gördüm; daha çok okuyarak kendisini yetiştirmek istediğini söyleyince de, “Öyleyse bu özdeyişe bilimsel ve felsefi bir yaklaşımla açıklık getirebilirsin.” dedim. O, gözü ışıldayarak yanımdan ayrıldıktan sonra, Ankara’dan getirdiğim dergileri karıştırırken, Anadolu Ekini dergisinin Ekim 2000 sayısındaki küçük bir not gözüme ilişti. “Gözükara Yayıncılık(!)” başlıklı bu notta, Ali Kemal Gözükara’nın 1970’te Ararat Yayınları’nca yayınlanan İbili’ye Mektuplar adlı kitabının, yıllar sonra cicili bicili bir kapakla Anadolu Öyküleri adıyla bir yayınevince basıldığı; yazarın yayıncıyı uyarmaya gittiğinde ise, “Hocam, biz seni öldü biliyorduk!” yanıtıyla karşılaştığı anlatılıyordu.

İnsan emeğine, özellikle düşünsel ve sanatsal üretime, yaratıcılığa bu denli yabancılaşmış; her şeyi hemen paraya çevirmeyi yaşam biçimine dönüştüren “hırsızlar düzeni”nde işimiz gerçekten zor. İşimiz zor ama, gerçek eğitimcilerimiz hep demez mi: “Çocuklar işiniz zor. İnsan yetiştireceksiniz. Size de zoru başarmak yaraşır.” Zor karşısında beynimiz açık, yüreğimiz geniş, kollarımız sıvalı olmalıyız hep… Özellikle öğrencilerimizin zoru başarmaları için.

15 Kasım 2000

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir