Yaşamım en güzel şiirimdir – Can Yücel

 “Bir kez gözaltındayken Hayatını anlat dediler, bir başladım, nasıl susturacaklarını bilemediler, sonunda ol git deyip kovdular. Yaşamını en güzel şiiri olarak niteleyen Can Yücel, yaşadıklarını, düşündüklerini yine kendi üslubuyla anlatıyor:
“İlkokul üçteyim. Küçücük çocuk. Boğaziçi okulunda okurdum. Evden yolladılar. Leyli yollandım. Hem aynı şehirde oturacaksın, hem de okula leyli yollanacaksın. Çok bozuldum, çok üzüldüm. Evde ikiz kardeşimle kavga ediyorum diye yollandım. Benimsemedim. Herşeyi benimsemediğim gibi Futbol vardı, futbol oynuyordum. İyi bir futbolcu olacaktım. Nasıl gol atacağım hala rüyama girer Zaten şiirde de hep nasıl gol atacağımın peşindeyim ya!

Ankara da Taşmektep. Ahır gibi. B…k bir yer. Futbol da yok. Üstelik vekil oğlusun. Hiç sevmedim Ortaokul bitti, Atatürk Lisesi. Aynı numara orayı da sevmedim.
Klasik şube harikaydı. Harika kadro, Nurullah Ataç, Cevdet Kudret ders veriyor. Nazım okuyoruz. Dünya edebiyatını tanıyoruz. Latince öğreniyoruz. Sekiz öğrenciyiz. Gazi Yaşargil de orada. Gazi çok çalışkan, bize karışmaz. Orda komün kurduk, harçlıklarımızı komüne verip para biriktiriyoruz. Dışarı gitmek için. Sonra tüm topladığımızı Gazi ciğimize verdik, onu dışarı yolladık.Ben babama hep posta koyuyorum. Tek parti numarası vardı ya. Utanıyorum senden derdim. O da niye utanıyorsun diye çıldırıyordu. Arabasına binmezdim. Öyle bir gerginlik işte. Sonunda beni Cambridge e postaladılar. Bu da çılgınlık. Ben Dil Tarih Fakültesi nde Almanca öğrenmiştim.
Alman edebiyatını biliyorum, İngilizce bilmiyorum. Niye yolluyorsunuz beni Cambridge e. Çılgınlık işte! Züppelik işte! Cambridge de Allah muhafaza kuş gibiyim. Ben de hayatta kuş gibiliğe razı değilimdir. Bütün katolik papaz çocukları benim Latince nin on mislini
biliyor. Ben de kafayı modern tarihe taktım. Bertrand Russel derse gelir Ama hem kuş gibiliğe hem ukala İngiliz numaralarına yokum Ayrıldım Linkfield a gittim. Bülent, Rahşan orada. Ali Neyzi, Yavuz Bayraktar orada. Havuzlu, tenis kortlu, lüks evlerde oturuyorlar, ama yemek yiyecek paramız yok. Babam geldi ziyarete. Mezarlıktan ebegümeci toplayıp ikram ediyoruz Londa da resim tarihi öğrenmek için Court of Institute of Art a gidiyorum. Orada bizim ressamları buldum. Avni, Bedri Rahmi ler, Selim, Şadi Çalık, İlhan Koman. Orada hem eğlendik hem öğrendik Arada şişeye giriyoruz.

İlk şiirimi on yaşında yazdım. Babamın metresi olan hanımın yuvasındaydım. Yuvada bir çocuk öldü. Çok üzüldüm, arkasından şiir yazdım.Ben mümkün olduğu kadar aile içinde yaşadım. Bütün serseriliğime rağmen aile köklerimi kaybetmedim. Aile değil sade, arkadaşlarım için de böyledir. Öldükleri zaman Şiir yazarım.Şiire babamın yardımı çok oldu. Hep Şiir çevresindeydim. Babam okur, babaannem okur Şiire elverişli bir dünya yaratmıştı babam bana İngiltere dönüşümde çevreme çok dikkatli baktım. Herkesle beraber olmayı ve dinlemeyi seçtim. Cahit le, Orhan la Bu arada insan şiiri kaybedebilir de. Ama temelde şiir güdüsü yatıyordu.

Dili iyi biliyorsan, şiirin ne olduğunu biliyorsan yazmadan duramazsın. Elbette hümanizma beni etkilemiştir. Böyle yetiştim ben. Baba Mevlevihane de doğmuş, yetişmişti. Babam her ne kadar Batıcı, Atatürkçü, Batılılaşma hareketinin bir yığını olarak yaşamışsa da Şark edebiyatı, mistizm, Divan Edebiyatı ve bizim temel gökkubbemiz musikisini de birleştirmişti. Ama ben o kadar şanslı değilim.

Hayatımda karım hariç iki şey sevdim: Şiir ve politika. Şiir nedir diye sorarlar. Şiir göklerde uçan nazenin bir balon değil; o balon çoktan patladı. Benim için şiir akıl ve heyecan meselesidir. İnsan beyninin yalnız yüzde 10 u bilinir, gerisi meçhul kıta. Şiir, beynin işlemeyen yüzde 90 ını harekete geçirmektir.

Şiir bir terlemedir. Güneş güneş sözlerle ve böyle böyle eriyip gider. Dünya gibi tıpki; döndükçe terleye terleye Benim gördüğüm, aşk, sevmekten başlayan azgınlıktır. O kadar çok sevmek ve azmak lazımdır ki aşk için, hiç bir boğa seni tutamasın, hiç bir
toreoador sana kırmızı şal göstermesin Evet aşk, kendine mahsus bir boğa güreşidir. Picasso dahi bunu çok iyi bilir.

Oktay Rıfat ın söylediği gibi: Kelimeler, günlük konuşma va iletişimde yıpranırlar. Oysa kelimeler bütünselliğin parçalarıdır. Şiir, kelimeleri bir galaksiye iade etmektir. Bu arada kurulan güzellikler, bütünlükler büyük bir happening olur.

Eskiden babaanneme anlatırdım. Bak şimdi şu yazıdan 50 lira kazanacağım, ötekinden şu kadar diye. Kadıncağız kahkahalarla gülerdi. Hiçbiri doğru çıkmazdı. Para kazanmak için birtakım işler yaptım, tercümeler, fıkra yazarlığı. Ama aldığın para para değil, ekmek parası bile değil. Peki nasıl geçiniyorum Ankara ve Dragos taki baba evlerini sattık, Kuzguncuk ta ev aldım. Artık babam sayesinde parasızlıktan şikayetim yok.Şiir benim için meslektir. Düne ve geleceğe bakışımla birlikte yürüyen özgür bir meslektir. Son zamanlarda kitaplarımdan gelen parayla yaşamımı sürdürüyorum. Bu benim için çok önemli birşey.

Şiir yazmada intizamım var. Hep şiir düşünüyorum Ben ki, büyük planlarda, İşçi Partisi döneminde on yıl şiir yazmadIm Şimdi ciddi olarak çalışma olanağım var. Rahatım yerinde. W.B. Yeats in dediği gibi: Ben gençken ilhamım ihtiyardı. Şimdi ben ihtiyarım, ilhamım genç
Ben 7 yaşında 70 yaşında gibi hissettim kendimi. 70 yaşında da kendimi 7 yaşında gibi hissediyorum. Bundan dolayı iş karışık Belli bir yaştan sonra insanda çocuklaşma demeyeyim de, dünyaya çocuk açısından, çocuk gibi bakma ihtiyacı doğuyor. Zaten bazı şeyler de ancak çocukça anlatııabilir geliyor bana.

Şiirden değil, çeviriden yattım. Che Guevura nın İnsan ve Sosyalizm ile Che, Mao ve bir Amerikalı generalin yazdığı Gerilla Harbi kitaplarını çevirmiştim. Amerikalı general kontrgerillayı anlatıyor. Dava dört yıl sürdü. Amerikalı general yüzünden mahkum olduk.

Şairlerin hepsi hapishane kuşudur. Kendi kendilerine acımaktadırlardır ki, insanın en büyük kabahatı budur. Ondan dolayı çok güç çıkıyor şiir, daha doğrusu şair çıkmıyor da şiir çıkıyor ara sıra.

Benim şiirimde de siyasetimde de hakim iki unsur var. Bu iki unsurun çelişkisi ve sentezi bana yaşama gücü veriyor. Olup bitene ve olup bitenin sorumlularına karşı öfke; olması gerekene, olabileceğe ve onu getirecek olan büyük emekçi ve aydın kitlelerine sevgi

Öfke ile sevgi arasında çırpınan bir çelişkinin içinde yaşıyorum ben. Şiirlerimle de, siyasamla da, bana enerji, akıl ve yaşama sevinci veren şey, öfkeyle sevincin çelişkişi. Küfrü ve argoyu halk kullanıyor. Yazdığımız şey de halkın nabzı ve ağzı olduğuna göre elbette bu küfür de kendiliğinden katılıyor işin içine. Aslında küfür bir özgürlük davasıdır. Türkiye de kala kala küfretme özgürlüğü kalacak. O özgürlüğü de elden bırakmak istemiyorum.

Aslında bir kül tabağıdır dünya. İçine bir güneş bastırılmış. Amma da izmarit ha!

Ölmekten değil, ölümün acısı olmasından, işkenceden korkuyorum. Ölüm içimizdedir, her doğan çocuğun içinde. Ölüm bütünselliktir. Bu bütünselliği bozacak, beni parçalayacak acıdan korkuyorum. İnsanı ezici, bütünselliği bozucu her şeyden nefret ediyorum

“ŞİİR GÜRÜLTÜDEN MÜZİĞE GEÇİŞTİR'”

1988′ de kendisiyle yapılan bir söyleşide bu ifadeyi kullanan Can Yücel, müziğe geçişini şöyle anlatır : ”İlk şiirimi on yaşında yazdım. Babamın metresi olan hanımın yuvasıydayken. Yuvada bir çocuk öldü. Çok üzüldüm, arkasından bir şiir yazdım. Şiirime babamın yardımı çok oldu. Şiire elverişli bir dünya yaratmıştı babam bana… Hep şiir çevresindeydim. Dili iyi biliyorsan, şiirin ne olduğunu biliyorsan yazmadan duramazsın.”

Şairin şiire bakış açısını düşündüğümüzde, Octavia Paz’la ilişkilendirmekte zorlanmayız. Bu ilişkiyi kuran ortaklık, ”Tek bir şiirin, kendini bütün şairlere yazdırması” düşüncesidir. Octavia Paz, ”Şairler aslında bir tek şiiri yazar” derken, Can Yücel şunları söyler : ”Ben şiiri ciddiye almıyorum ki zaten, yeterki şiir beni ciddiye alsın! Davetsiz misafirdir…Pat diye gelir O, ya bir afrika menekşesini ya ölen bir delikanlıyı bahane eder, oturur karşıma, kaldırabilirsen kaldır artık.”

”ŞİİR YAŞAMI ÇEPEÇEVRE SARAN BİR İLKE..”

Şiiri yaşamı çepeçevre saran bir bütünsellik olarak değerlendiren şairin şiirindeki temel öğeler, bu bütünsellik anlayışıyla bağdaşır : Mizah, alay, yergi, öfke, sevecenlik, lirizm, eleştirel bir dünya görüşü, siyasal bilinç…Can Yücel’de mizah ve yergi başkasını küçük düşüren, gülünçleştiren bir mizah değildir. Yalanı, aldatmacayı, haksızlığı toplumsal düzenin ürünü olması açısından ele alır ve zaman zaman bunların farkında değilmiş gibi kendisiyle de dalga geçer. O’nun şiirlerinde aldatanın da aldatılanın da gülünçlüğünü buluruz.

HIYARARŞİ
Hıyar diyorum
hayır ben turşuyum diyor.

Can Yücel şiirlerinde var olan ironi için şunları söyler :
”Harika odur ki, insanlar kendi adlarına değil, kainat adına yazarlar. Bütünselliğin dışında bir şiir yoktur. Hayat ve ölüm de bir bütündür. Şiir bu bütünden çıkan çılgınlıktır. Çok ağır geçen hayatımızın içinde ironi, bütünselliği bozmayacak ana çaredir. Bir direnç kahkahasıdır.”

Öfke ve sevgi, nefret ve lirizm Can Yücel şiirinde birbirini doğuran karşıt terimlerdir. “Şiir yaşamı çekip çeviren bir ilke. Diyalektik şiirde öfke ve sevgi olarak tecelli ediyor. Bu sevgi ve öfkenin diyalektiği eytişimdir. Bu nedenle sevgi ve öfkenin bir bileşimi olarak ortaya çıkar sanat.”

Can Yücel kendisiyle yapılan bir söyleşide, şiir ve dil hakkındaki görüşlerini şöyle aktarmaktadır :
”Goethe der ya : dil orman gibidir. Ağaçlar çürür orman kalır. Bizde ağaçları kesmeye kalktılar.Bizde katıldık buna.Hala kahroluyorum.Yanlıştı.Sadeleştirme meselesi o bütünlüğün içinde sözcükleri, tümceleri nereye oturtuğunun hesabını vermek meselesidir. Kelimeler bütünselliğin parçalarıdırlar. Şiir kelimeleri bu galaksiye hediye etmektir.” Can Yücel şiirine bu sözler ışığında baktığımızda, töresel dil anlayışına karşı çıkışı görürüz. Bu karşı çıkış şiirse sözcük dağarcığının genişletilmesi ile beslenir. Küfürler ve kaba sözcükler bu karşı çıkışla, şiirin içine girmiştir.
(*)Alıntı:http://www.geocities.com/canyucels/

Can Yücel’in Yaşam Öyküsü

Şair, yazar, felsefe hocası, milletvekili, konservatuar ve köy enstitülerinin kurucusu Hasan Ali Yücel’in oğlu Can Yücel, 1926’da İstanbul’da dünyaya geldi. Ankara ve Cambridge üniversitelerinde Latince ve Yunanca okudu. 1950 ‘de yurda geri döndü ve aynı yıl babasının önerisi ve desteği ile ilk kitabı ”yazma”yı çıkarttı. 1956 yılında Güler Yücel ile evlendi. Bu yıllarda Che Guevera ve Mao’dan çeviriler yaptığı gerekçesiyle 15 yıla mahkum oldu. İki yıl sonra genel bir afla dışarı çıktı. Dışarı çıkışının ardından ”Bir Siyasinin Şiirleri” adlı kitabını yayınladı. Şair’in bu kitabı için ilk kez yoğun ve ciddi şiirle ilgilendiği dönemin şiirlerini içerir diyebiliriz. “Bir Siyasinin Şiirleri” nin önsözünü yazan Refik Durbaş, kitabı ”Can Yücel’i geniş okuyucu kitlesiyle buluşturan, kişisel ve toplumsal yaşamın acı bir dönemini dile getiren, öfkeli, alaycı, boyun eğmeyen, siyasal şiirlere ağırlık verilen bir kitap” olarak değerlendirir. Can Yücel ise yazdıktan seneler sonra, “kişinin dış baskıların hışmı karşısında kendi özünü hırpalattırmamak için, hatta yitirmemek için kullandığı bir savunma mekanizması, baskının, acının üstüne gidiş” olarak nitelendirir.

Şair 1973’de “Sevgi Duvarı” kitabıyla kitlelerle daha yaygın bir şekilde buluştu. Şiir kitapları ardarda gelmeye başladı : “Ölüm ve Oğlum”, “Şiir Alayı”, “Rengahenk”, “Gökyokuş”, “Gece Vardiyası”, “Güle Güle Seslerin Sessizliği” ….. Bunlardan bazıları.

Can Yücel ayrıca Lorca, Shakespeare, Brecht gibi ünlü yazarların oyunlarından çeviriler yaptı. Bu kendine has çeviriler kimi zaman beğenilip ayakta alkışlanırken, kimi zaman eleştiri konusu oldu. Son yıllarda her hafta “Leman”da her ay “Öküz” de yazıları ve şiirleri yayınlandı. “Mekanım Datça Olsun” demişti. 12 Ağustos 1999 gecesi yitirdiğimiz şair, çok sevdiği Günebakan çiçekleriyle uğurlanarak Datça’ya gömüldü.

1988′ de kendisiyle yapılan bir söyleşide bu ifadeyi kullanan Can Yücel, müziğe geçişini şöyle anlatır : ”İlk şiirimi on yaşında yazdım. Babamın metresi olan hanımın yuvasındayken. Yuvada bir çocuk öldü. Çok üzüldüm, arkasından bir şiir yazdim. Şiirime babamın yardımı çok oldu. Şiire elverişli bir dünya yaratmıştı babam bana… Hep şiir çevresindeydim. Dili iyi biliyorsan, şiirin ne olduğunu biliyorsan yazmadan duramazsın.”

Şairin şiire bakış açısını düşündüğümüzde, Octavia Paz’la ilişkilendirmekte zorlanmayız. Bu ilişkiyi kuran ortaklık, ”Tek bir şiirin, kendini bütün şairlere yazdırması” düşüncesidir. Octavia Paz, ”Şairler aslında bir tek şiiri yazar” derken, Can Yücel şunları söyler : ”Ben şiiri ciddiye almıyorum ki zaten, yeter ki şiir beni ciddiye alsın! Davetsiz misafirdir…Pat diye gelir O, ya bir afrika menekşesini ya ölen bir delikanlıyı bahane eder, oturur karşıma, kaldırabilirsen kaldır artık.”

Şiiri yaşamı çepeçevre saran bir bütünsellik olarak değerlendiren şairin şiirindeki temel öğeler, bu bütünsellik anlayışıyla bağdaşır : Mizah, alay, yergi, öfke, sevecenlik, lirizm, eleştirel bir dünya görüşü, siyasal bilinç…

Can Yücel’de mizah ve yergi başkasını küçük düşüren, gülünçleştiren bir mizah değildir. Yalanı, aldatmacayı, haksızlığı toplumsal düzenin ürünü olması açısından ele alır ve zaman zaman bunların farkında değilmiş gibi kendisiyle de dalga geçer. O’nun şiirlerinde aldatanın da aldatılanın da gülünçlüğünü buluruz.

Can Yücel şiirlerinde var olan ironi için şunları söyler :

”Harika odur ki, insanlar kendi adlarına değil, kainat adına yazarlar. Bütünselliğin dışında bir şiir yoktur. Hayat ve ölüm de bir bütündür. Şiir bu bütünden çıkan çılgınlıktır. Çok ağır geçen hayatımızın içinde ironi, bütünselliği bozmayacak ana çaredir. Bir direnç kahkahasıdır.”

Kendisiyle yapılan bir söyleşide, şiir ve dil hakkındakı görüşlerini şöyle aktarmaktadır : ”Goethe der ya : dil orman gibidir. Ağaçlar çürür orman kalır. Biz de ağaçları kesmeye kalktılar. Biz de katıldık buna. Hala kahroluyorum. Yanlıştı. Sadeleştirme meselesi o bütünlüğün içinde sözcükleri, tümceleri nereye oturttuğunun hesabını vermek meselesidir. Kelimeler bütünselliğin parçalarıdırlar. Şiir kelimeleri bu galaksiye hediye etmektir.”
Can Yücel şiirine bu sözler ışığında baktığımızda, töresel dil anlayışına karşı çıkışı görürüz. Bu karşı çıkış şiirse sözcük dağarcığının genişletilmesi ile beslenir. Küfürler ve kaba sözcükler bu karşı çıkışla, şiirin içine girmiştir.

Can Yücel’in şiirsel imgesini kuruşundaki kaynakları; doğa, insanlar, olaylar,kavramlar, heyecanlar duyumlar ve duygulardır. Şiirlerinin çoğunda sevdiği insanları buluruz. ”Maaile” şairin kitaplarından birine koyduğu bir ad. Şair için ailesi çok önemlidir, eşi, çocukları torunları, babası… Bu insanlarla olan sevgi dolu yaşamı şiirlerine yansımaktadır. ”Küçük Kızım Su’ya”, ”Güzel’e”, ”Yeni Hasan’a Yolluk”, ”Hayatta Ben En çok Babamı Sevdim” bu sevgi şiirlerinden bazılarıdır.

ESERLERİ

Nazım, nesir çevirileriyle de tanınan Can Yücel, şiir alanında ilk kitabı Yazma (1950).

Sevgi Duvarı (1974),Bir Siyasinin Şiirleri (1974), Ölüm ve Oğlum (1976), Şiir Alayı (1981, ilk dört şiir kitabının toplu basımı), Rengahenk (1982), Gökyokuş (1984) kitaplarında topladı.

Bütün şiirleri (Gökyokuş dışında) 1985 te yayımlandı: Beşibiyerde.

Öteki şiir kitapları:

Canfeda (1986),

Kısa Devre (1990),

Kuzgunun Yavrusu (1990),

Çok Bi Çocuk (1992),

Gece Vardiyası (1993),

Güle Güle-Seslerin Sessizliği(1993),

Gezintiler (1994),

Maaile (1995),

Seke Seke (1997),

Mekanın Datça Olsun (1999),

Alavara (1999)

Yazıları; Düzünden (1994), Ve Can dan Yazılar (1995) adıyla yayınlandı.

Yayımlanmış çevirileri:

Hatırladıklarım – E.Roosevelt (1953)

Yeni Türkiye:Bir Garp Devleti – G.Duhamel (1956)

Her Boydan – Dünya Şiirinden Çeviriler (1957)

Ann Frank`ın Hatıra Defteri – A.Frank (1958)

Lord Stadford`un Türkiye Hatıraları – S.Lane Poole (1959)

Sırça Kümes – T.Williams (1964)

Muhteşem Gatsby – S.Fitzgerald (1964)

Lenin Petrograd`da – E.Wilson (1967)

Küba`da Sosyalizm ve İnsan – E.Che Guevara (1967)

Gerilla Harbi – Mao Tse Tung (1967)

Siyah İktidar – S.Charmichael (1968)

Saloz`un Mavalı – P.Weiss (1972)

Yeni Başlayanlar İçin Marks – Rius (1977)

Bahar Noktası – W.Shakespeare (1981)

Şvayk Hitler`e Karşı – B.Brecht (1982)

Don Cristobita ile Don Rosita – F.G.Lorca (1983)

Batı Yakasının Hikayesi – A.Laurents (1988)

Kar Kokusu – C.M.Schulz (1991)

Fırtına – W.Shakespeare (1991)

Oliver Twist – C.Dickens (1992)

Hamlet – W.Shakespeare (1992)

Define Adası – R.L.Stevenson (1992)

ANAYASASI İNSANIN

Ustamız Eluard ın izinden

Kan yasası bu insanın:
Üzümden şarap yapacaksın
Çakmak taşından ateş
Ve öpücüklerden insan!
Can yasası bu insanın:
Savaşlara yoksulluklara
Ve binbir belaya karşın
İlle de yaşayacaksın!
Us yasası bu insanın:
Suyu şavka döndürüp
Düşü gerçeğe çevirip
Düşmanı dost kılacaksın!
Anayasası bu insanın
Emekleyen çocuktan
Uzayda koşana dek
Yürürlükte her zaman

Can YÜCEL

BULUŞMAK ÜZERE
Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım
Can YÜCEL

EL TUTUŞA TUTUŞA
Ne kadar çok elimiz varmış meğer!
İlkin, senin elinle tutuşan benimki
Sonra çocuklarınki
Gençlerinki
Tekel İşçilerininki
Sonra, ellerin elleri…
Ne kadar çok elimiz oldu, baksana,
Tutuşa tutuşa
Bir orman yangını gibi

Can YÜCEL

Bir yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir