Yaşamla ve Ölümle Hesaplaşmak İçin Yazıyorum – Tezer Özlü

Ben bu coşkulu havaya gene biraz melankoli getirmek zorunda kalacağım. Onun için hepinizden özür dilerim. Batı kültürü ve batının bizi nasıl etkilediği seminer konusu kapsamında olduğundan. İlkin biraz buna değineyim. Her zaman olduğu gibi gene çok bireyci davranacağım. Başka türlüsü elimden gelmiyor. Toplumun oluşumunda en çok bireyin varlığına önem veren bir bireyciyim.
Okumayı dört yılda sökebildim. Söker sökmez Capote’yi, Steinbeck’i okudum. O zamanlar batı, Yakındoğu ve Asya gibi coğrafi ayrımları hiç mi hiç bilmiyordum. Üçüncü dünyayı da bilmiyordum. O zamanlar üçüncü dünya kavramı belki de daha oluşmamıştı.
Ama Steinbeck’i taşrada, on yaşımda bulduğuma göre, nasılsa diğer yazarları da bulacaktım.
Ama kanımca yazı yazmak coşku, hafif melankoli, taşkınlık gibi psikolojik bir semptomdur.

İnsan yazarlık hastalığım -az da yazsa- sürekli olarak içinde taşır. Ben, bu hastalığa ancak dayanamayacak hale gelince, neredeyse psikoza girecek duruma geldiğimde yazabilen bir hastayım. Batı kültürünün düşüncelerimi ne denli etkilediği konusuna gelince: Dünya edebiyatını Almanca okuyorum. Bu nedenle edebiyat ufkum çok geniş oluyor. Türkçeye çevrilmemiş birçok yazar Almancaya güzel çevirileri! çevrilmiş. Bunları hazır bulabiliyorum. Bunun yamsıra tabii ki okuduklarımdan etkileniyorum. Ama düşüncelerimi ve beni biçimlendiren olgu, yalnız tek başına batı, batı edebiyatı, batı felsefesi, batı düşüncesi olamaz. Çünkü ben 38 yaşındayım ve 38 yıldır Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyorum. Zaman zaman iki dilde düşündüğüm oluyor. Çünkü Almancayı çok iyi öğretmişler bana. Rahibe disiplini ile. Bazan Almanca dü¬şüncelerimi aynı güçte Türkçe söyleyebiliyor muyum diye, kafamda kendi kendimi sınıyorum.

Çünkü benim için en önemli dil Türkçedir. Çevirdim mi, demek Türkçeden hiç uzaklaşmadım diye mutlu oluyorum. Çok öfkelendiğim zaman Almanca homurdandığım oluyor. İki dil bilmekten kaynaklanan, sığınacak bir dünya aramanın alışkanlığımı?

Aslında batıyı, kuzeyi/ güneyi, kuzeybatıyı ve geçmiş bütün zamanları, burada, Akdeniz duyarlılığı içinde ve bir üçüncü dünya ülkesinde yaşamak mutluluğuna ermiş, otuz yıllık yaşamlarına bir asrın olayları sığdırılmış ender mutlu insanlardan biri sayıyorum kendimi. Her olaydan ve sıkıntılardan çok şey öğrenileceğine inanıyorum. Hani bir İsviçre dağ köyünde,; İtalya’ya bile inmemiş, öyle havaya, göle, ineklere ve çayırlara bakarak yaşayan insanlar tanıdım. Ben, bu tür bir yaşamı mutluluk saymıyorum. Beni etkileyen, yaşadığım ülkenin ve batı ile bağların oluşturduğu ikilik’tir.

Neden yazılır? Dünya acılı olduğu için yazılır. Duygular taştığı için yazılır. İnsanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güç bir işlemdir, Ama insan bir kez bu zavallılıktan sıyrılmayagörsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altına alabilir. İşte böylesi bir egemenliği bir iki kişiye daha anlatmak için yazı yazılır. (Ya da kendi kendine kanıtlamak için). Çünkü, insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar. Dünyasına egemen olan insan, acılan coşkuya, bunalım yaratmaya, sevgisizliği sürekli aşka dönüştürebilir. Ben dünyama egemen olmayı edebiyatla öğrendim. Çok sevdiğim üç yazarın, üç cümlesini -benim neden yazdığımı çok iyi anlattığı için- edebiyat yaratıcılığının kıpırdanışlarım çok iyi yansıttıkları için burada vurgulayacağım:

“Hiçbir zaman sakin olamamak, sanırım benim kaderim.”
Italo Svevo (Zerıo’nun Bilinci romanından)

“İnsanın konuşmak için konuşmadığını böylece öğrendim, ‘bunu yaptım’, ‘şunu yaptım’, ‘yedim, içtim’ demek için konuşmadığını, aksine kendi yaşam görüşünü geliştirmek, bu dünyada neler olup bittiğini kavramak için konuştuğunu.”
Cesare Pavese (Yeni Ay romanından)

“İşte gidiyor, felaketlerin anası, koşuyor ve tüm dünyayı kendisiyle birlikte eve götürmeye çalışıyor…
Ne garip, insan keşfetmeyegörsün, nasıl da tüm dünyaya sahip olabiliyor.”
Djuna Barnes (Gecenin Uzantısı romanından).

Bir cümle de ben eklemek istiyorum: “Yaşamla ve ölümle hesaplaşmak için yazıyorum”

Tezer Özlü

2 Comments

  1. gerçekten güzel bir yazı olmuş. hatta benli cümlelerin çok olması bile rahatsız etmiyor insanı. yazma eyleminin yağmur bulutlarının artık bünyesindeki suyu taşıyamayıp yeryüzüne yağması ve çorak toprakları bereketli topraklara dönüştürmesine benzetiyorum. Tezer Özlü sizde nevrozlarınızı uzun tutmayın çokça yazmaya çalışın.

  2. Yazınızın tümünü inceleyecek güçten yoksun olduğum gibi uzun yazma yeteneğinden de yoksunum. Sadece küçük bir noktaya değinmekle yetineceğim.

    “Bireyci” karmaşık ve muğlak bir kavram. Örneğin Rönesanstan bu yana Avrupalıların (tabi doğal olarak Amerikalıların ve şimdi tüm dünya mahluklarının) kafalarına en fazla doldurulan bir inanış. Veya, şöyle dile getireyim : ben 50 yıldır Avrupa ve Amerika?da yaşıyorum, etraf bireyci dolu ama birey parmakla sayacak kadar az!
    Üstelik işte bir Eskimo’nun dediği : “Kendimin ne kadar çok birey olduğunu düşünürsem, o kadar az var olduğumu hissediyorum.”
    Bu bir eleştiri değil, çünkü ben kendim aşırı bireyciyim ve bence Avrupa (Amerika ve tüm dünya devletleri)bireycileri ne kadar çok severse, bireylerden o kadar çok nefret eder. Sizin bireycilikle ne demek istediğinizi merak ettim ama zor bir kavram olduğunu, hiç değilse benim için, sanıyorum. Ayrıca, tarihte ve mitlerde gördüğüm toplumla birey arasındaki çelişki/uyum sanki kozmik bir veri veya bir bela.

    Saygı ve selamlar,

    Kemal

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

İnsanı okumaktan soğutan okur tipleri
Previous Story

İnsanı okumaktan soğutan okur tipleri

Next Story

Edebi Metamorfoz: Franz Kafka

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ