Yaşar Kemal, çünkü « Dino Okulu »ndan – M. Şehmus Güzel

Abidin Dino ve Yaşar Kemal ilişkisi doğal olarak Güzin Dino ve Arif Dino ilişkisini de kapsar. Anca beraber kanca beraber : Güzin Dino, Yaşar Kemal’in « kafasının etini o kadar yemeseydi », Abidin o « bir deri bir kemik delikanlı »nın « sarı defter »lerine yeni renkler katmasaydı, Arif Dino iki de bir « Al şunu da oku, al bunu da oku » diye diye dünya yazınının en seçkin klasiklerini o günlerin şairi, âşıkı ve dengbejine taşımasaydı, tanıtmasaydı, hepsi bir ağızdan « şiiri bırak düzyazıya geç » diye gün be gün yinelemeseydi, Kemal Sadık Göğçeli, Yaşar Kemal olamazdı sanıyorum.

Yaşar Kemal’in Arif Dino ile muhabetti epey babacanca ve son derece önemlidir. 1945 mayısında Abidin ve yazında Güzin Adana’dan ayrıldıktan sonra da bu dostluk yıllarca sürdüğü için başka bir boyutu vardır. Anlatmayaca çalışacağım. Belki tümünü değil ama bir makalenin izin verdiği derecede.

1943 savaş yılıdır. Savaşın seyrinin değiştiği yıldır : Nazilerin ve faşistlerin, onların işbirlikçilerinin, ayak yalayıcılarının ve çiğeri beş para etmezlerin artık tırstığı ve yenilmeye başladığı yıldır. Müttefiklerin her zaferi Adana’da kutlanıyor. Kimi kez kenar mahalle meyhanelerinden yükselen « Allahsız kitapsız naziler ananızı belledik » naraları duyuluyor, keyifli türküler bütün kenti dolaşıp İstasyon’dan Ankara’ya, İstanbul’a doğru yola çıkıyordu. Biletsiz miletsiz. Toros Ekspresi çoşkuyla katılıyordu kutlamalara.

Kemal, Petek, Karabuda, m. Şehmus Güzel 28kasım 2009 Paris

1943’te Adana’da « ikamete memur »dur Abidin. Eylül 1942’den beri iç sürgündür. Polis raporunda « müfsit ve müfrit komünist » yazıyor. Daha ne olsun ? Önce Mecitözü’nde yaşar sürgünü, bir tür iç gezi niyetine, gözünü sevdiğimin Alevileriyle. Sonra Adana’ya naklettirir « ikamete memur »luğunu . Abisi Arif te öyle yapar.

Abidin 30 yaşına Adana’da girdi. Dile kolay. Otuz yaşında Abidin,”dünyaevine” de Adana’da girdi. Abidin, Adana’ya 1943 şubat sonunda veya martın hemen başında vardı. Trenle. Ankara’dan aktarmalı. Ankara’da Azra Erhat’ın evinde, İstanbul’dan Abidin için özel olarak gelen Güzin Dikel’le ayak üstü, ama sırılsıklam aşık, « nişanlandıktan » sonra.

Arif Dino ekabirdendir, onun gelişi bu nedenle biraz geçikti ama o da Adana kervanına katıldı.

Evet “Sey¬han Ceyhan derken aniden Adana karşılarına çıktı. Adana değil, toslarcasına Toros vardı karşılarında. Boydan boya arşa kadar yükselen, kanatları gergin kocaman bir kuş. Aşılır gibi değil! Öylesine erişilmez bir yaratık ki, ayağı dibinde otur ağla. Bu dağ, Anadolu yaylasını kilitle¬miş. Akdeniz’den Karadeniz’e Güney Anadolu’yu boydan boya verev kesen bu dağ, öylesine kocaman ki, belki Munzur, Palandöken, Allahuekber, Yal¬nızçam dağları bile Toros’un birer uzantısı sadece.” Abidin’den bu satırlar. (1)

Bir öğleden sonra veya bir akşamüzeri, kaçınılmaz olarak Kemal Sadık Göğçeli’nin yolu ile Arif Dino’nun ve Abidin Dino’nun yolunun kesişmesi gerekiyordu. Öyle de oldu.

Çukurova’nın başkenti Adana, o yılları, Taş Köprü, İşçi Paza¬rı, Abidinpaşa Caddesi, İstasyon, Toros Ekspresi’nin getirip-götürdükleri, getirip götüremedikleri, Şehir Kulübü, Halkevi, kadınlara mahsus sinema matineleri, bir kez uğrayan ve unutulmayan bir konser veren Müzeyyen¬ Senar’ı, düğünleri, cılız ve vursan düşecek cinsten atların çektiği ve bitten geçilmez koltuklarıyla hafif baygın faytonları, « umut »lu veya umutsuz ama her zaman şalvarlı faytoncuları, “Arapları”, Kürtleri, Ermenileri, Arnavutarı ve daha niceleriyle ve birbirinden ölümcül hastalıkları arasında geçiriyordu. Belki de geçiremiyordu. Dokunsan düşüp ölecek çünkü. Sürgün¬leri ve yaz aylarında gölgede 44 derece sıcağını da unutmama¬lı. Adana bu : Makinanın tarıma girdiği, sanayiinin toplumsal ilişkileri halaç pamuğu gibi attığı « gelişmekte olan » kent…

Adana’da okuma yazma bilenler de var ve birkaç gazete de. Türksözü gazetesi sahibi bir ara “Ankara Halkevi Reis”liği de yapmış olan CHP “İçel mebusu” Ferit Celal Güven hemen sahipleniyor Abidin’i. Ne de olsa “dünya görmüş” adam. İstanbul’da ¬dergiler yayınlamış, mürekkep yalamış biri. Hem de çizer, hem de ressam, hem de binbir dil bilir. Hem de Abidin Paşa’nın, malum “Adana’yı ihya eden” valilerden, « büyük valilerden » en ünlüsünün torunu. Böyle adam kaçırılır mı kuzum? Kaçırılmaz. Abidin neredeyse gelir gelmez ellerini yeniden mürekkepte bulur. Eller zaman zaman da çini mürekkepte. Hani çizmeden ve çizilmeden de olmaz. Çizilmek ve çizmek!

Evet, Abidin, 1930’ların başından beri zaman zaman yaptığı, 1930’ların sonunda zamanının büyük bölümünü alan gazetecilik ve ya¬zarlık mesleğini yeniden icra ediyor Adana’da. Resmi ma¬kamlara göre görevi “gece sekreteri” gibi bir şey. Ama Abidin bizzat kendisi söyledi : “Gazetenin her şeyi ile ilgileniyordum. Temizliğinden¬ düzeltimine, başyazısından haberlerine, şöyleşi yapılmasından fotoğraf çekimine kadar her şeyiyle meşgul oluyordum.” Abidin gece çalışıyordu. Ve bilhassa birçok dil bilmesi sayesinde yabancı dillerde yayın yapan radyoları dinliyor ve ertesi günkü gazetede savaştaki en son gelişmelere ilişkin en taze haberleri patlatıyordu.¬ Adana’nın diğer gazeteleri “nal topluyordu”, evet nal, demir memir ama nihayet nal. Abidin o günlerde imzalı, imzasız veya takma isimle birçok makale yazdı, birçok da haber. Abidin’in öteden beri en çok kullandığı takma isim “Sarı Çizmeli”dir. (2)

Bu arada Türkiye’de taşlar yerlerinden oynuyor : Hükümet, « Batı »dan esen rüzgarları az buz da olsa sezinliyor ve gerekeni çekine çekine de olsa yapmaya koyuluyor. Ne olur ne olmaz hani, işte ilk tedbirler böyle bir çerçevede alınıyor : “Yabancı radyolardan hiçbir havadis alınmaması” ve sadece Anadolu Ajansı’nın (AA) haberleriyle yetinilmesi kararı 1943 yazında terkediliyor. “Dış kaynaklı haberlerin tek sütun üzerinde verilmesi kararı” da değiştiriliyor. “Başlıkta sütun sınırlaması kararı” da kaldırılıyor. O zaman işte Abidin İngilizcesini, Rusçasını, Yunancasını, Fransızcasını ve İtalyancasını konuşturuyor. Değişik dillerden radyoları dinleyerek en taze haberleri Türksözü’nde yayınlıyor. İnsanlığın, « Büyük İnsanlığın » zaferini muştulayan haberlerle coşan Güzin de katılıyor gazetenin en taze haberlerle en iyi biçimde çıkması eylemine, ve Güzin’in anlattığına göre, Abidin sabahın saat üçüne veya dördüne kadar gazetede çalışıyor.

Abidin’in Türksözü’nde çalıştığı Adana’da duyulunca gazeteye gelen gidenlerin sayısı artıyor. Türksözü gazetesi bir tür buluşma ve sohbet mekânına dönüşüyor. Bu biraz da doğal. Çünkü Abidin gününün ve gecesinin en büyük bölümünü burada geçiriyor : Öğleden sonra saat 16.00’dan ertesi sabahın dördüne kadar çalışıyor Abidin. Bu işin şakası yok yoldaşlar.

“TÜRKÜLER MÜFETTİŞİ”

“Türküler Müfettişi”, Abidin’in Kemal Sadık Göğceli’ye ilk tanıştıkları günlerde taktığı isimdir.

Kemal Sadık Göğceli’nin, Yaşar Kemal’in yazdığına göre, Abidin’le “(…) bir mayıs günü karşılaş”tılar. Yaşar Kemal bu konuda bakın, Ekim 2009’da, neler dedi : « Abidin Dino ve ağabeyi Arif Dino olmasaydı Yaşar Kemal de olmazdı. Sürgün de bazen işe yarıyor. Onlar gelmeselerdi ben nereden bulacaktım onları. »

Evet, Arif’ler, Abidin’ler, Güzin’ler olmasaydı, burada hepsinin isimlerini saymadığım 1940’ların sürgünleri, ya da resmi biçimiyle “ikamete memur”ları olmasaydı, Anadolu’da ateşi kim yakacak, güneşe bakıp kim şiir okuyacak, kim türkü söyleyecekti? Orhan Kemal’lerin, Yaşar Kemal’lerin ve daha nicelerinin yetişmelerinde, gelişmelerinde bu trajik siyasi olgunun belirleyiciliği yadsınabilir mi?

Kemal Sadık Göğceli, evet O, yani Yaşar Kemal Baba, daha ancak yirmi yaşındaki delikanlı, yerinde duramayan, Çukurova ve Torosları dağ taş, dere tepe dolaşıp deviren bir gezgindir. Ona pabuç, çarık, ayakkabı, kundura, yemeni dayanmaz. “Sarı defter” yeter. Abidin’in 1978’de, yani epey zaman sonra çizdiği bir desen var, Abidin imzalamış ve kenarına sadece “Göğceli” diye bir not düşmüştür. Bu desen delikanlının 1940’ların başındaki tâ kendisidir.

Delikanlı “Âşık Kemal” adıyla destanlar anlatıyor. Dengbejdir. Âşıkların her biri ayrı ay¬rı destan anlatır. Âşık Kemal ise Köroğlu’ndan şaşmaz. Peki sonra ne olur? Sonrasını bizzat kendisi anlatıyor : “Destanı anlattıktan sonra cebimdeki sarı defteri çıkarırım. Ağıt topluyorum derim. Analar, bacı¬lar başıma üşüşür, ağıt yazdırırlar. Herkes yarışırdı bana ağıt ver¬mek için.”

Burada sözü Abidin Dino’ya bırakmalıyız :

“Gözümüzün önüne, bir deri bir kemik köylü delikanlının biri çıkacak. Adı Kemal Sadık Göğceli. Hemite köyünden gelmedir. Dağ bayır dinlemez, köyünden, dağ köylerinden, oba-lardan, ovalardan, kasabalardan ikide bir de kopup gelir Ada¬na’ya, çöker önümüze, ağıtlar, türküler, destanlar serer buruşuk sarı kâğıtlar üstüne yazılmış.

Peki neden toplamıştır bunları? Anadolu bacılarının hep bir¬likte yaktıkları ağıtların yazıcılığını üstlenmişti, bu zorunluluğu duyuyordu, esnek ve kararlı yazısı ile. O hızla koşup geliyordu tabana kuvvet, sanki kaderi ile kaderimiz buna bağlıymışçasına… Önümüze serdiği söz dizileri, Çukurova kadınlarının ölüm karşısında uyaklı sözleri, bağırtıları, dövünmeleriydi. Sanki öle¬nin, vurulanın, ezilenin yitikliği söz kalıplarına dökülünce, yok olmaktan kurtuluyordu. Ağacı, otu, çiçeği, böceği, kurdu kuşu, ırmağı, pınarı, yılanı, çıyanı, serçesi, kartalı, ceylanı, camuzu, ça¬kalı, çorçocuğu, avradı, tutması, yanaşması, elçisi, parababası, körtopalı, çiftçi başısı, ırgatı, işçisi, yarıcısı ile büyük değişimlerin içinde bulunan Çukurova’nın avaz avaz ağıtlarından sorumluy¬du bu çocuk. Bu sorumluluğu paylaşmak için Göğceli, ilk ağızda bizi seçmişti nedense, üç beş kişiyi ilkin. Tartışılacak bir yönü yoktu bunun, işimiz, gücümüz, yorgunluğumuz, uykumuz, ken¬di derdimiz nolursa olsun, kışın çamurlarını, yazın tozlarını saçarak delikanlı sökün ediyor ve hemen orda, oturduğumuz kü¬mes misali barınak odamızda ya da Türksözü gazetesinin gümbür gümbür işleyen baskı makinesinin yamacında, daha olmazsa ayaküstü sokakta bizi kıstırıyor, tepkimizi merakla bekliyordu.

Her getirdiği söz yumağı akıllara durgunluktu. Dehşetli acı, dehşetli güzel. Delikanlı, köylü usulü büzülüp çöküyor, ya da bir duvara sırt veriyor ve izliyordu şaşkınlığımızı, hınzır ve sevinçli. Halkın yarattığı büyülü sözler bizi duygulandırdıkça, sardıkça, coşturdukça delikanlının sipsivri yüzünde, burgu burgu cin gibi bakışında koskocaman bir sevinç beliriyor, bir kahkaha atıyordu. Ağıtları toplamak, ölümle kavgaya tutuş¬mak gibi bir şeydi. Yitebilecek olanla, yitenle, ölümle, yok ol¬makla bir yarışma.

Kurtarmak gerekti Çukurova ve de Toros doğasının, insa¬nının söz serüvenini.

Söz sözden ötedir elbet, önemli olan sözlerin yaşantı gücü, kavga gücü, düş gücü. Göğceli de sezinliyordu bunu besbelli ve bu yüzden kilometrelerce yürüyüp, dağ bayır koşup ne kurtarırsa kârdır kuralınca, önce ağıtları, sonra da türküleri, koş¬maları, destanları, Çukurova’nın tüm uyaklı uyaksız söz çeşit¬lerini, tekerlemelerini, küfürlerini ‘avlıyordu’. Folklor derle¬mesi filan değildi bu iş, hayat memat işiydi, özbeöz malını kur¬tarıyordu Çukurova’nın, sorumluydu kuşa kurda karşı, şaka değil. Biliyordu ki gün gelir, sigaya çekerler adamı, ‘lan hırpo, nerdeydin, neden yazmadın bizi?’ Böylece söz avlıyordu Toros eteklerinde, Gavurdağı’nda, ormanlarda, bataklıklarda, pirinç tarlalarında, nadaslarda, felhanlarda. Bunu yapabilmek için Göğceli yürüyordu tabana kuvvet, boyuna yürüyordu, topladı¬ğı dizelerle yürümek arasında doğrudan bir ilişki vardı. Bir sözcük on adım, bir adım karşılığı, bir tümce kilometreler kar¬şılığı olabilirdi yerine göre.

Erenler bir tek söz duyma uğruna az mı yürürlerdi Horasan’a, Kahire’ye dek, ya Çukurovalı Karacaoğlan az mı yürü¬müştü, tüm Yürükler, Türkmenler… Ovalardan yaylalara, yay¬lalardan ovalara in çık, az mı ‘koşmalar’, maniler düzmüşler¬di yol boyunca? Bizim edebiyat dediğimiz bir uzun yürüyüş. Göğceli bu okulun öğrencisiydi.” (3)

Bu kadar da değil; Göğceli, İstanbul, Ankara, İzmir, nerede ne yayın¬lanıyorsa izliyor ve okuyordu. Bu delikanlı, bu acaip meraklı adam, Abidin’in 1938’den itibaren bizzat çıkardığı veya yayınlanmasına katkıda bulunduğu değişik ve çok sayıdaki dergilerdeki o zamana kadar yayınladı¬ğı makalelerin birçoğundan haberliydi.

Folklor araştırmalarını da izli¬yordu Göğceli. Bu alanda o günlerin önde gelen isimlerinden Pertev Naili Boratav, Ahmet Kutsi Tecer ve Nurullah Ataç ile mektuplaşıyordu.

Abidin’in “sıska, bir deri bir kemik” diye betimlediği delikanlı işte böyle her parmağında binbir hüner olan son derece akıllı bir “deli”dir. Daha ne olsun?

Göğceli , Abidin’e “Peder” diye hitap eden tek adamdır. Güzin böyle an¬latıyor. Göğceli de aksini söylemiyor zaten. Ama bunu herkes de bilmez. Peder çocuğuna her zaman babalık yaptı.
Güzin Dikel, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yaz tatiline girdikten sonra asistanlığı, babaevinin kolaylığını, ekmek elden su golden şımarıklığını, zenğinliğini, şusunu busunu bırakıp Ağustos 1943’te Adana’ya geldi. Sürgündeki aşkıyla 22 Eylül 1943’te Adana’da evlendi.

Birkaç gün sonra Bursa Cezaevi’nde Şair Baba’dan « mezuniyet diplomasını » alan, 26 Eylül 1943’te, « beş seneyi doldurduğu » için özğürlüğüne kavuşan Orhan Kemal de katıldı Adana kervanına … Abidin o günlerin Orhan Kemal’i için şunları yazıyor : “Bir de filinta gibi acı bir delikanlı daha katılmıştı çevremize, Bursa Hapishanesi tornasından çıkan Orhan Kemal. Böylece ‘Adana Okulu’ oluştu, tamamlanmış bulundu.

Bursa’dakinden haberler getiriyordu Orhan Kemali, taptaze yazılmış dizeler getirmişti ezberinde; Nâzım Hikmet’in imgeleri ile, insanları ile, kalabalıkları, bozkırları, destanları ile, köylüle¬ri ile…”

“ARİF DİNO ÜNİVERSİTESİ”

Arif Dino, Abidin’in ve kendisinin çevresindeki gençlerden özellikle Kemal Sadık Göğceli ile çok iyi anlaşıyordu.

Güzin’in anlatımıyla, “Yaşar’ı Arif yetiştirdi. O adam etti. Arif Adana’ya gelince Yaşar Kemal daha çok Arif’le dolaşmaya başladı. Yaşar Kemal bize daha az uğrar oldu. Böylece evlat yükümüz hafifledi diyebilirim. Arif, çok memnundu. Öylesi bir gencin sürekli, neredeyse sürekli bir şekilde yanında bulunmasından. Kendini düzenli bir biçimde dinleyen, zeki ve konuşkan bir delikanlı. Arif sayesinde Yaşar Kemal sadece kendisine ait sürekli bir profesöre sahip olmuş gibiydi. Kendisine o zamana, o ana kadar tanıma, öğrenme fırsatı bula¬madığı bin bir konuda bin bir şey anlatan bir profesör.”

Arif Dino’yu tanı¬masının hayatının en önemli şansı olduğunu belirten Yaşar Kemal, Arif Dino’nun sürekli çizdiğini de ekliyor : “Kahve telvesinden bile resim yapardı. Herkese resim yapmayı öğretirdi. Bana bile öğretmeye çalıştı ama ben yazmaktan resim yapmayı öğrenemedim.”

Bu açıdan Yaşar Kemal’i mazur görebiliriz. Arif Dino’nun, sanat hayatında ve kısaca yaşamında en çok etkilendiği kişi olduğunu vurgulayan Yaşar Kemal anlatımını şöyle sürdürüyor : “Üniversite diyorsanız, benim üniversitem Arif Dino üniversitesiydi. Yazarlığı ondan öğrendim. Bir insan yetiştiren, o insana bütün bilgisini aktaran insanlar vardır, o da bana karşı aynen bunları yaptı.” (4)

Evet Arif Dino, Kemal Sağdık Göğceli’ye pek çok şey öğretti : Rimbaud’ları, Balzac’ları, Cervantes’leri ve daha pek çok yazarı, yapıtlarıyla.

DON KİŞOT

Cervantes deyince aklıma geldi. Yaşar Kemal’e Don Kişot’u tanıtan Arif Dino’dur. Bu çok doğal, çünkü Arif Dino bu kitaba öteden beri bayılıyordu. Abidin’in, Arif Dino’nun Yüz isimli kitabına yazdığı başlıksız “giriş”ten şu alıntı bunu ispatlıyor : “Daumier’nin, Picasso’nun, Nâzım’ın bunca sevdiği Don Kişot, Arif’i de yakından ilgilendiriyordu. Cervantes’in kitabını ömrü boyunca başucundan ayırmamıştı. Delikanlı Yaşar Kemal’e yüz kere okutmuştu bu kitabı Adana’da. İnce Memed daha ortada yoktu. Yaşar şiir yazıyordu, düzyazıya geçmemişti daha. Arif’in Hazin Yüzlü Şövalye’si yabana atılır bir yorum getirmiyor bence.” (5)

Yaşar Kemal’in Arif Dino ve Don Kişot anısı ve Arif Dino’nun kendisine hediye ettiği Don Kişot kita¬bının sayısı bir anlatısından öbürüne değişir. Arif Dino ona kitapları bir anlatısında hapishaneye girerken verir, bir diğerinde köye giderken. Sayıları bazen üçtür bazen beş. Bu yazarın fiyakasıdır. Ses çıkaramam. Ses çıkarılamaz. Susss. Buraya Yaşar Kemal’in bu anlatılarından birini, sadece birini, alıyorum :

“Bir gün köye giderken Arif Bey bana bir çuval dolusu kitap hediye etti. Çuvalı açtım ki içinde bir sürü kitap arasında beş tane Don Kişot var. Herhalde yanlışlık oldu dedim. Aynı kitaptan beş adet… Hemen gittim Arif Dino’yu buldum. ‘Yok’ dedi Arif Dino, ‘Bütün ömrün boyunca okuyacağın için eskir. O zaman başka bir nüshasını okursun.’ Doğru söylemiş. Hapiste 34 ay kaldığımda gece gündüz hep Don Kişot’u okudum. Bir de Kamelyalı Kadın… Arif Dino hep ‘Roman sürüklemeli’ derdi. Romanın nefes kesiciliğini Kamelyalı Kadın’dan öğrendim.”

Arif Dino Don Kişot’un unutulmaması için olmalı onu çizer de : 17 üzerine 24 santimetre. Resim kâğıdı üzerine kurşunkalem ve suluboya. Tarihi yok. Ama o günler olabilir. Çok Yasasın Ölüler’de sayfa 135’te (6).

O günlerde Arif Dino Üniversitesi öğrencileri arasında Göğçeli yanında Taha Toros, Tacettin Karan gibi gençler de vardı. Taha Toros o günleri anımsıyor : “Dino’lar, Adana’daki sürgün hayatlarını, iyi dostluklar edinerek, sabır ve sessizlik içerisinde sürdürdüler. Zaman zaman Halkevi bahçesinde veya onun karşısındaki yazlık kahvede kırık dökük iskemlelerde dost sohbetle¬riyle çilelerini doldurdular. Arif Di¬no, bu sohbetlerin başaktörüydü. (…) Arif Dino, (…) kır kahvesi niteliğinde herke¬sin serinlemek için gittiği kahvede, kalın sopasını masanın üstüne koyarak, ya ayran ya kahve içerek, uzaklara dalarak, otururdu. Şayet, çekinmeden onun yanına gelebilenler olursa soh¬betlerini sürdürürdü.”

Böylesi bir ortamda, Göğceli, “Hayat, Sanat ve Halk Üni¬versitesi”nin bir numaralı devamcısıdır . “Öğretmenleri” arasında Arif Dino yanında, Abidin ve Güzin Dino’yu da anmak gerekiyor. Herbiri bir veya birkaç konuda, delikanlının, sanat, siyaset, yazın ve genel kültür düzeyinde öğrenmesi gerekli ne varsa onları aktarmaya, anlatmaya çalıştılar. Bu arada Göğceli’nin düzenli para kazanabileceği bir işi olursa, yaratıcılığını konuşturacağını, ürünlerini daha kolay verebileceğini gördüler. Bunun üzerine Arif Dino’nun aracılığı ve yardımıyla delikanlı, Adana Ramazanoğlu Kütüphanesi’nde “kadrolu” olarak işe başlayabildi :

Edebiyatımızdan On İnsan Bin Yaşam dizisinden Zeynep Oral’ın kaleme aldığı “Yaşar Kemal” bölümün¬den okuyalım :

“Arif Dino, Halkevi Başkanı Kemal Satır’a ‘Bu çocuğu Kütüphane’ye memur olarak al’ demişti. Memurluk kadrosu yoktu ama hademelik kadrosu boştu… Çocuk ‘atladı’ bu işin üzerine.”

Kemal Satır 1943-1946 döneminde CHP Seyhan milletvekiliydi… Adana’da ve CHP’de etkiliydi ve bu iş oldu bu sayede.

Göğceli artık kadrolu madroludur ve neresinden bakarsak bakalım darı anbarına düşmüş horoz gibidir. Zaten bu işe okumak, daha çok okumak olanağı bulabile¬ceği için girmiştir. İşte o günleri anlatıyor : “Ben orada yatıp kalkıyordum. Kütüphanede bir müdür var, bir de ben. Müdür pek uğramaz. Ben kütüphaneyi sabah ¬dokuzda açıyorum, beşte kapatıyorum… Yirmi bin cilt benim gibi deliye kalmıştı!

Kütüphaneye pek kimse gelmezdi. En çok Dino’lar gelirdi. Orhan Ke¬mal’i de orada tanıdım. 1943’teydi. Bir gün kütüphaneye geldi Goriot Baba’yı istedi. Bizde dışarıya kitap vermek yok(tu). Müdürden izin aldım ve kitabı O’na verdim. 15 gün sonra geri getirdi… Sait Faik’i de ilk orada okudum. O zamandan beri benim yazarımdır. Sonradan kendisini de tanıdım… Sait Faik’ten çok şey öğrendim.” (7)

Göğçeli, Kütüphane’de çalıştığı üç yıl boyunca hep okudu : Çehov’lar, Dostoyevski’ler, Stendhal’ler, Cervantes elbette ve ne varsa artık hepsini, tümünü, hem de birkaç sefer…

Arif Dino’nun Göğçeli’nin yetişmesinde etkisini kimse yadsımıyor. Dino kervanı ve o günlerin Adanalı gençlerinden “tiryakilerinden” oluşan “Hayat, Sanat ve Halk Üniver¬sitesi”nde, şiir, düzyazı (bilhassa ille şiir yazmak isteyenlere), resim, karikatür, felsefe, tarih ve benzeri binbir konu nere¬deyse her gün programdaydı. Üstelik her gece Türksözü gazetesinde radyodan dinlenen dünya haberleri ve yorumları sayesinde birinci ağızdan savaştaki son durumlar da izleniyor¬du gün be gün. “İlgililer tedirgindi…” Güzin aynen böyle yazıyor. (8) Bu hiç önemli değil. Önemli olan Göğçeli’nin o günleri nasıl yaşadığıdır, anlatsın diye sazı sözü ona bırakıyorum:

“Arif Dino’yla Sarhoş Gemi’yi kahve köşelerinde Türkçeye çevirir, Eski Yunan’ı okur; Don Kişot’u tartışırken Abidin Dino’yla da Joyce’u, Kafka’yı, Faulkner’ı konuşuyorduk. Halk şiirlerini, Yunus’u, Karacaoğlan’ı, büyük başkaldırı şairleri Dada¬loğlu’nu, Pir Sultan’ı ezber ediyorduk. Marks’ı, Engels$i de, büyük sosyalist ustaları da ihmal etmiyorduk. Abidin Dino her yönüyle büyük bir doğa ve insan birikimiydi.”

AĞITLAR

Gögceli’in ilk kitabının adı Ağıtlar’dır. Adana Halkevi tara¬¬fından yayınlandı. Güzin’in, bana anlattığı gibi, “Abidin’in ısra¬rıyla”. Evet evet Abidin’in ısrarı, teşviki ve neredeyse zorlamasıyla Göğçeli’nin ilk kitabı kendi kentinde yayınlandı.

Yaşar Kemal bunu Alain Bosquet ile konuşmalarında şöyle aktarıyor. (9) Yaşar Kemal Oral Çalışlar’a da anlatıyor bu meseleyi :

“Bu ağıtları toplu¬yordum. O sıralarda Abidin Dino ile tanıştım. (…) Bir kısmını ona veriyordum. O bunları hayranlıkla okuyordu. (…) Ferit Celal Güven Halkevleri Başkanı’ydı ve Türksözü gazetesinin sahibiydi. (…) Ferit Celal Güven Ağıtlar’ı Halkevi’ne götürdü, 1943’te bu ağıtlar be-nim derlemem olarak Halkevi Yayınları arasında çıktı. Kapağını da Abidin Dino düzenlemişti.”

Adana Halkevi “Dil, Edebiyat ve Tarih Şubesi’ neşriyatından ve “Sayı: 1” ve “Çukurova Folklor Derlemeleri: 1” üst başlıkları altında bir isim var : Kemal Sadık Göğceli. İsmin altında ise aynen şunu okuyoruz : “AGITLAR I”. Ve sonra yayın tarihi : 1943. (10)

Bir gencin ilk kitabını fırından çıkmış taze somun gibi eline alması, koklaması, duyumsaması az şey değidir hani. Abidin daha sonra da Göğçeli’yle sürekli olarak ilgilendi. Hele delikanlı şiir yazmaya merak sarınca. Çünkü bu şiir meselesi biraz dertlidir.

ŞİİRDEN DÜZYAZIYA

Meraktır bu bizde. İlle her işe, her şeye şiir yazarak girişmek. İlle şiir. Öyle anlaşılır sanat bizde. Şiir çünkü bütün sanatların en göz¬desidir. Göğceli kendi şiirlerini yazıyor ve değişik dergilerde yayınlıyor.

Abidin onun şiirinden sanki pek memnun değildir ve düzyazıya geçmesini teşvik etmek niyetindedir. Bunu Abidin o güzelim Yaşar Kemal yazı¬sında aynen şöyle anlatıyor :

“Bu sefer de işi azıttı, ken¬di düzdüğü şiirleri getirmeye başlamıştı, tazı gibi koşup Kadir¬li’den. Osmaniye’den, Seyhan’dan, Ceyhan’dan kopup gele¬rek … Yeni çeşit bir âşıktı, sazsız. Çağdaş şairlerden haberi yoktu sanılmasın, Çukurova’ya gelmemizden önce İstanbul’da çıkar¬dığımız tüm dergileri, dergicikleri bulmuş okumuştu. Herkesi tanıyordu. Düzyazıya da merakı vardı ama kendini daha denememişti bu yolda. İlk şiirlerinde, anımsadığım kadarı ile doğa ağır basıyordu. Bunun böyle olması, Çukurova’yı, Toros’u bilenleri şaşırtmaz. Burada doğanın ezici bir baskısı vardır insa¬noğlunun üstünde. Karacaoğlan’ın bunca doğaya banmış dize¬leri nerden fışkırıyorlardı? (…)

Aylar geçiyordu. Bata çıka, düşe kalka sözcük avına devam ediyordu kan ter içinde delikanlı. (…) Köylü istidaları yaz¬mak belki ‘şiirsel’ değildi, fakat dinlediklerini yazıya dökmek, kupkuru ve edebiyatsız yazmak öğreticiydi; ayak basıyordu ku¬ru gerçeğe, olaylara, kurallara, direnç ve baskılara. Gün geçtikçe aklı yatıyordu düzyazıya. Gerçeğin şiirine giriyor, erişiyordu.

Şiirden düzyazıya geçişte, belki bir ölçüde başka etkenler de vardı. Hemite’nin arka dağlarında rastlanan kimi iri heykel¬lere benziyordu Arif Dino ve bu bilge adam, Göğceli’ye Don Kişot romanını örnek almasını öğütlüyordu, roman yazmasını istiyordu. Roman türünün ana-babasıydı Arif’e göre Cervan¬tes’in Don Kişot’u. Arif’in yorumları Lukacs’ın yorumlarından pek farklı değildi. Göğceli’ye ‘Kederli Suratlı Şövalye’nin çağ değişimi niteliğini anlatıyor, bölüm bölüm yorumluyordu. (…) Güzin Dino (…) Göğceli’ye Stendhal, Balzac, Fıaubert’i bağıra çağıra okutuyor ya da anlatıyordu zorla. Sevmediğinden değil o yazarları, fakat Çukuro¬valı delikanlı o kadar doluydu ki, Fransa’nın 19. yüzyıl insan ilişkileri onu sabırsızlandırıyordu biraz. Ama örneğin Balzac babanın sosyal bir durumu kıskıvrak yansıtması, onu etkilemi¬yor değildi, ya da Stendhal’ın kadınları…

Bana da sorular soruyordu hiç durmadan, ben de aklımın erdiği kadar Gogol’dan, Babel’den, Gertrude Stein’dan, Tza¬ra’dan söz ediyordum rasgele. (…) Çarçabuk fark etmiştim ki, Kemal Sadık’ın beğeni ve seçe¬nek gücü sözcüklerin ötesine varıyordu.”

BİR DE GÜZİN ANLATSIN

Güzin de az uğraşmadı bu “deli” ile. Kadim Hemite’de doğmuş “çocuk” okumuş, hatta Adana’da ortaokula bile gitmiş, ama son sınıfta bir tek coğrafya dersinden “çakınca” okula mokula küsmüştü. Ne demek yani kendi coğrafyasını santimetre santimet¬re tanıyan bir adama coğrafya dersinden “zayıf” vermek. Ayıptır. Zulüm¬dür.

Güzin kaç defa anlat¬tı : “Yalvardım Göğceli’ye, ‘Git şu coğrafya dersinin imtihanından geç kardeşim’, geçmedi.”

Güzin, Gel Zaman Git Zaman’da bu faslı şöyle anlatıyor :

“ (…) Anlattıklarını tutkuyla dinlememek olası değil. Bir tek coğrafya sınavı kal¬mıştı ortaokulu bitirmek için, girmedi o sınava. Onun coğrafyası başkaydı : Torosları doruktan ete¬ğe, Çukurova’yı ovadan yaylaya, dere dere, ırmak ırmak, çiçek çiçek, ağaç ağaç, böcek böcek ezbere biliyordu hepsini. Hele pamuğu, elleri kadar iyi bi¬liyordu. Çukurova’yı, kuraklığı ve seli, rüzgârların yönü, hayvanların besini, insanların açlığı, sömürü¬sü, her çeşitten camuzunu, domuzunu, göçlerini … her şeyi biliyordu. Gerçek coğrafyaydı tutkusu. Göğceli ortaokul coğrafyasını bilemedi, ama kendi coğrafyasını yaşayınca, hele yazınca Yaşar Kemal oldu…”

İşte Kemal Sadık Göğçeli’nin Yaşar Kemal’e dönüşümünün, oluşumunun damıtılmış tanımı.

Elbette bunun sonrası da var. (11) Kemal Sadık Göğçeli Pis Hikaye isimli uzun öyküsünü 1944’te askerdeyken kaleme aldı. Güzin Dino bu öyküyü Paris’te Fransızcaya çevirdi ve yayınlattı. Sonra İnce Memed zelzelesi geldi. Akıllara durgunluk. Sonra diğerleri…

İşte şimdi İnce Memed’le birlikte o güzelim atlarına atlayıp şaha kaldıran, dört nala, tepeleri aşan Torosların zirvesine ulaşan o delikanlıdır. 1940’ların sözlerini, duygularını, insanlarını, kadın, erkek ve çocuklarını, kuşlarını ve böceklerini ve daha sonrasınınkileri aktarmadı mı ? Arif’lere, Abidin’lere, Güzin’lere, Tilda’lara, Ayşe Seniha’lara verdiği sözü tutmadı mı ? Hem de nasıl ? Arada bir dönüp arkasına bakması neden dersiniz ? « Beni izleyenler neler yapıyor » merakından. Başka neden olacak. Unutulmayacaklar unutulmadıklarını arada bir de olsa bizzat öğrenmek isterler. İnce Memed ve Yaşar Kemal de.

NOTLAR

(1) Abidin Dino : Sinan, YKY, İstanbul, 1999, s. 69, 70 ve 72. Bu yapıtın ikinci baskısı Ara Güler’in fotoğraflarıyla ve Bir Düşsel Yaşamöyküsü alt başlığıyla 2007’de Can Yayınları tarafından yapıldı.
(2) Abidin Dino : Kültür, Sanat ve Politika Üstüne Yazılar, Adam Yayınları, İstanbul, 2000. Burada Yazılar olarak atıfta bulunuyorum. Abidin’in bütün yazılarını derlemek gibi son derece zor bir işi büyük bir özveri ile kotaran Turgut Çeviker, elin¬de olmayan ve hemen hemen hiçbir kütüphanede koleksiyonu bulunmayan Türksözü gazetesinin birkaç sayısını, Adanalı arkadaşı çevirmen Ayşe Ak sayesinde edindiğini belirtiyor ve Abidin’in bu gazetelerdeki yazılarını da yayınlıyor. Yazılar’da : s. 508, 516 ve 672. Son yıllarda Türksözü gazetesinin neredeyse bütün sayıları bulundu, koleksiyonu artık Adana’da.
(3) Abidin’in bu şık ve hakiki dostluk yazısı 5 Şubat 1979 tarihli Milliyet Sanat’ta yayınlandı. Yazılar’da bir kez daha okuyucuya sunuldu : s. 195-202. “Çukurova doğasının, insanının serüveni ardında kırk yıldır yürüyen sevgi dolu romancımız” başlığı, Ağıtlar kitabının YKY’de birinci baskısında, 2004’te, “Yaşar Kemal bir uzun yürüyüştür sevgi dolu” biçiminde bir kez daha yayınlandı. Çok da iyi oldu. Artık bu kaynaklardan birinden veya diğerinden bu bir içim su makaleyi okuyabilirsiniz. Herkese dostça tavsiye ediyorum. Bu kadar hoş bir makale mutlaka okunmalı. Yeniden okunmalı. Unutmadan eklemeliyim Oral Çalışlar arkadaşım, Deniz Gezmiş’ten Yaşar Kemal’e Portreler isimli kitabında, “Abidin Dino Yaşar Ke¬mal’i Anlatıyor” başlığı altında bu metnin biraz farklı bir biçimini sunuyor : s. 52-56. Oradan da okunabilir.
(4) Yaşar Kemal bunları “İmbikten Çekilmiş Adam : Arif Dino” sergisinin açılışında dile getirdi : Özgür Politika, 9 Nisan 2005.
(5) Arif Dino, Yüz, Norgunk Yayıncılık, İstanbul, 2003. Sayfa numarası veremiyorum, çünkü pek orijinal bir şey yapan yayınevi kitap sayfalarını numaralamamış.
(6) Arif Dino : Çok Yaşasın Ölüler, Adam Yayınları, İstanbul, 1985.
(7) Sait Faik’in, İstanbul’da tanıştıktan sonra Yaşar Kemal’e imzaladığı kitaplardan birinde “Türklerin en Kürdüne, Kürtlerin en Türküne” yazılıdır. Bir diğerinde ise şu : “Sürülmemiş bir tarla gibi, ellenmemiş kız gibi, bakir hikâyecimiz dostum Yaşar Kemal’e. Sait Faik. 19.02.1953. »
(8) Güzin Dino : Gel Zaman Git Zaman’da.
(9) Yaşar Kemal : Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, Alain Bosquet’nin Yaşar Kemal’le Konuşmaları, Toros Yayınları, İstanbul, 1994.
(10) Bu kitap 2004’te Abidin’in desenleriyle yeniden yayınlandı. Ek olarak diğer ağıtlarla.
(11) Kemal Sadık Göğçeli ile Abidin ve Güzin Dino hiç ayrılmadılar desem yeridir. Delikanlı, ailenin çocuğu olarak Abidin’lerin Ankara’lı yıllarında (1945-1952), İstanbul’daki kısa süreli yaz dinlencelerinde (Aralık 1947’de sıkıyönetime son verilince Abidin İstanbul’a dönme olanağını zar zor bulabildikten sonra ve Ocak 1952’de canını kurtarana kadar geçen zaman diliminde) uzaktan veya yakından hep onlarlaydı. Göğçeli, Arif Dino’nun “mektubuyla” Cumhuriyet’te işe girmek üzere Ankara’dan İstanbul’a gitmek üzere Ankara’da Abidin’lere ugradığında, ayrılırken Abidin ismini değiştirmesini ve Yaşar Kemal ismini almasını önerir. Kemal “pederini” dinler. Sonra olanlar olur. Bildiğiniz gibi. Takma isim gerçek ismi unutturur. Abidin’lerin Parisli yıllarında dostluk sürdü, derinleşti, dal budak saldı, genişledi, yeni insanlarla zenginleşti… Yaşar Kemal’in tanıtımı, yapıtlarının Fransızca başta diğer dillere çevrilmesi için Abidin ve Güzin ellerinden geleni yaptılar. 1961’de Louis Bazin ve Güzin’in çevirisiyle Memed le Mince (İnce Memed) yayınlandı, 1966’da Güzin’in çevirisiyle Le Pilier (Orta Direk) ve sonra diğerleri. 1968 sonunda Münevver Andaç Paris’e kalmak üzere gelince, Güzin, Yaşar Kemal’in çeviri işlerini ona devretti. Daha sonra nöbeti Altan Gökalp aldı… O da Dino ailesinin en yakınlarından biriydi. Son zamanlarda Leslie Anagnan çevirileri yapıyor, Güzin her zaman çok uzakta değil yine. Evet çeviri işi son derece ciddidir ve bunu en iyi Güzin bilir. Abidin de bilirdi ve bizzat çevirmese bile en zor soruların yanıtını o bulurdu. Bu konularda daha ayrıntılı bilgi için Abidin Dino, 1913-1993 isimli çalışmama (Kitap Yayınevi, İstanbul, 2008) ve özellikle ikinci ve üçüncü ciltlerine bakmanızı öneririm. En son yıllarında ise Yaşar Kemal’in en yakınında çevirmen ve dost olarak Ragıp Duran bulundu. Onun da anlatacağı dünya kadar anı olmalı. Top artık ve aynı zamanda yazmak ve hele iyi yazmak meraklısı Ragıp’ta.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir