1 – Kitap satılmadığına ilişkin savların doğru olmadığı başkalarınca da açıklanmış oldu. Verilen sayılara göre, 2010?da Tükiye?de kişi başına 5,6 kitap düşmüş. Bu istatistiğin doğru olup olmadığını bilmiyorum. 2010?da yayımlanan yaklaşık 35.000 çeşit kitabın her birinin ortalama satışının 10.000 olması gerekir ki, bu sayıya ulaşılabilsin. Oysa satışı 1.000?in altında olan kitaplar, yayımlanan kitapların ezici çoğunluğunu oluşturuyor. Hâlâ bir yılda 200-300 adet satılan pek çok şiir ve öykü kitabı var. Gene de bu verilerin de dışında, kitap satışlarının arttığı kuşkusuz. Hele 1980?lerden önceki yıllardan daha az kitap okunduğu savı, büsbütün anlamsız. Belki 2009?daki kriz döneminde kitap satışlarının da olumsuz etkilendiği, düşüşün 2009?dan önceki yıllarda ve hemen sonrasında yaşandığı da söylenebilir, ama dönemsel olarak, sözgelimi 2000?lerde, geçen on yıllara göre daha çok kitap satılıp kitap okunduğu da kuşkusuz.

2 – Asıl şehir efsanesi kitap okunmadığı değil de, ?gençlerin okumadığı? bence. Nereden bakılırsa bakılsın, yanlış bir algı. Gözlem diyemiyorum da, eski kuşakların gençlere dönük olumsuz önyargılarından. Soru şu o zaman: Gençler kitap okumuyor da, yaşlılar mı okuyor? Değil elbette. Bunun için iki gözlem alanı: 1. Bir kitap fuarına gidin, önce fuarın ziyaretçilerinin, sonra da kitap satın alanların yaş ortalamasına bakın. 2. İstanbul?da İstiklal Caddesi, Ankara?da Konur Sokak, İzmir?de Kıbrıs Şehiteri Caddesi, Diyarbakır?da Sanat Sokağı?na gidin, oradaki kitapçılarda kimlerin dolaşıp kitap aldığına bakın. Gençler mi girip çıkıyor kitapçılara, yaşlılar mı? Bu gözlemler de yetmezse, yayınevlerine, kitaplarının ve dergilerinin en çok hangi bölgelerde satıldığını sorun. Sözgelimi Notos?un Türkiye?de en çok satıldığı dar bölge, İstanbul?un İstiklal Caddesi?dir, tek tek kitapçılara bakıldığında da Notos?un en çok satıldığı ilk iki kitabevi gene burada. Öte yandan, bir ülkede en çok kitap satın alanların gençler olmadığı öne sürülüyorsa, orada kitap satışlarının artmak yerine azaldığından söz etmek gerekir: bir kesim azalırken öbürü çoğalmıyor mu!

3 – Kısacası, eski kuşakların gölgesi, yayıncılık sektörünün içini karartır. Yayıncılığın darboğazlarından biri de geleneksel anlayışların ve eski kalıpların egemenliği değil mi? Edebiyat dergisi çıkarıyorsanız, bilinen biçimlerde olmasını arayanlar en çok edebiyat kamuoyunun içinde. O eski anlayış hangi derginin daha geniş okur çevreleriyle buluşmasını sağlıyor? Hemen hiçbirinin. Bir edebiyat dergisinin hep bilinen sorunları, bilinen yazarları bilinen biçimlerde sunup çevresinde hazır bulunan okurlarıyla paylaşması, sonunda o dergileri çok geçmeden ortadan kaldırmak için bire birdir. Birbiri ardına kapanan dergiler bunu gösterebilir.
Sürekli olarak kitapçıları dolaşıyorum. Yeni kitapları kitap eklerinden izleme olanağımız var elbette, ama o kitaplara yakından bakmak; elime alıp yoklamak; kapaklarını, iç tasarımlarını incelemek; kullandıkları kâğıt ya da cilt bezi, vb. teknik özellikleri görmek için. Bu kaygıları eski kuşaklarda en çok Memet Fuat?ta gördüm, en ileri düzeyde olanını.
Şimdi çok büyük, ticari bakımdan çok başarılı, önde gelen pek çok yazarı kataloğuna almış yayınevleri arasında, yayımladıkları kitapları özenle tasarlayıp basanlar pek az. Belki bir istek var, ama beğeni düzeyleri yeterli mi, düşünülür.

4 – Bu arada hizayı bozup yayımladığı kitaplara özel bir tasarım ve baskı kalitesi kazandırmak isteyen yayıncılar, baştan kaybetmeye yakın görülür. Niçin? Öncelikle, satılması zor kitaplar yayımlamak, çokları için anlamsız bir çabadır. Maliyetleri yüksek olduğu için, fiyatları ister istemez pahalıdır bu kitapların. Fiyatın da satışı sınırladığına inanılır; eline alan, niçin daha ucuz fiyat konmadığını sorgularmış. Sanki o kitap 500 değil de, bir çırpıda 5.000 tane dağıtılıp satılacakmış gibi. Okurun böyle bir sorunu olduğunu pek görmedim. Aynı kitabın özel basımı yerine, özensiz basımını daha ucuza almak isteyen okurların çoğunluğu oluşturduğuna inananlar yanılıyor. Okur da sonunda aldığı kitaba ödediği paranın karşılığını almak ister. Öte yandan, 1.000 adet basılıp bir yılda o kadar da satılmayan bir kitabın fiyatının 15 lira yerine 10 lira olması satışı yerinden kıpırdatmaz. Meraklısı, o kitabı her durumda alacaktır.

5 – Asıl sorun, dağıtım. Daha 1.000 kitabın dağıtılabilmesinin koşulları bile yaratılabilmiş değil. Kimi yayıncılar tek bir yerine on ayrı dağıtıcıyla birden çalıştıklarında bile yeni kitaplarını 500 tane dağıtamıyor. Dağıtıcı başına 50 adet ve kaç kitapçı için! Bu nasıl iştir? Bu yetersizlikteki sorumluluğunun bir bölümünü dağıtıcıya verelim. Öbür yanda, kitapçılar var. Orada durum parlak değil. Neredeyse 100 mağazaya birden kitap dağıtabilen en büyük zincir kitabevi olan D&R?ı bırakalım bir yana, o da bir tane. Onun dışında, kitabevi sayısı 10?un hemen üstünde olan birkaç kitabevi zinciri var. Açık olalım, değil mi? Ülkemizin en eski yayınevlerinden birinin birikimini ve saygınlığını taşıyan bir kitabevi zinciri, on ayrı kitabevi olmasına karşın, sözgelimi Notos Kitap?ın kitaplarını bile almıyor ki, bu düzeyde duyarsızlığı açıklamak zor. Aynı geçmişe ve yaygınlığa sahip bir başkası da Notos dergisinden her kitabevine ancak bir-iki tane düşecek sayıda alıyor ki, kitabevlerinin çoğunluğu büyük alışveriş merkezlerinde. Şiir kitaplarınaysa, kapılar büsbütün kapalı. Her ikisinin de kitapçılık anlayışını çözmek zor. Evet, bu arada küçük kitapçıların ekonomik kısıtları kitap çeşidini çoğaltmayı açıkça önlüyor, bunu anlıyoruz, ama sözünü ettiğim iki kitabevi zincirinin gerekçesi ekonomik de değil. Demek asıl sorun, gerçekten kitapçı olamamak.
Bunları bu sayfaların okurlarıyla açıkça paylaşmak belki alışılmış bir tutum değil. Yayınevleri, meslek birlikleriyle birlikte, kendi sorunlarıyla ya da uğradıkları haksızlıklarla ilgili olarak çıt çıkarmamayı seçmiştir. Konuşmazlar, görmezler, işitmezler. Bu anlayışla yayıncılığın bir sektör olması da zor elbette.

6 – Küçük yayınevlerinin zaman zaman bir araya gelip sorunlarına çözüm araması gerektiğini düşünenler var. Sözgelimi, ortak bir dağıtım şirketi kurmak. Gerçekçi olmayan bir tasarı. Sorunları çözecek bir dağıtım şirketi kurmak yetmez, o dağıtım ağını oluşturmak, kitapçıların ödeme direnci karşısında güçlü durmak da gerekir ki, pek olası değil. Ama İstanbul, Ankara ve İzmir?de, belediye gibi kurumların karşılıksız sundukları olanaklardan yararlanarak, şehir merkezlerinde geçici kitap satış fuarları yapılabilir. İlke olarak yalızca küçük yayınevlerinin katıldığı… Düşünmeye değer bir öneri olabilir mi?

7 – Bu arada tepedeki kurumlarla ilişkiler ne durumda? Yayıncılar devlet desteğine bakan bir grup olarak düşünülmesin, hiç böyle olmadı. En azından, desteği karşılıksız bırakmama ilkesinden ödün verilmesin. Sözgelimi halk kütüphanelerine Kültür Bakanlığı tarafından yapılan kitap alımının artırılması için mali önlemlerin alınmasını istemeliyiz. İndirimli bir kitap satışı bu. Ulusal Yayıncılık Kongresi?nde bandrol uygulamasının sürmesini isteyenlerin çoğunluğu oluşturmasıysa, inanılır gibi değildi. O yayıncıların yayıncılığı nasıl düşündüğünü merak ediyorum. Herhangi bir nedenle savunulamayacak bandrol uygulaması, üstelik ikide bir değişen bürokratik isteklerle, tam bir ıstıraba dönüşmüş durumda. Üstelik baştan haksızdı ve öngörülen yararların da hiçbirini sağlamadı, yayıncıların işini güçleştirmekten başka.
Yayıncılığın eskisinden daha zor koşullarda olduğu söylenemez. Olanaklar bugün pek çok, belki fırsatlar da, ama ekonomik yükünün altından kalkmak da geçmişle karşılaştırılamayacak kadar zor. Tartışılacak daha pek çok sorun var.

Semih Gümüş
(Alıntı: 18/03/2011 tarihli Radikal Kitap Eki ve notoskitap.blogspot.com)

Previous Story

Karartma Geceleri – Rıfat Ilgaz. “Türkiye’nin aydınlığı arama çabasına yol gösteren önemli bir yapıt.”

Next Story

Süleyman Cihan: Komünist Bir Önderin Yaşamı – Ahmet Cihan, Mehmet Çetin

Latest from Makaleler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van

George Orwell’a ilham veren kitap: Biz

George Orwell‘ın 1984’ünü neden sevdiyseniz, Yevgeni Zamyatin‘in Biz‘ini sevmeniz için en az 1984 kadar nedeniniz var. Üstelik Biz, 1984’ten çok daha önce, 1920 yılında
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ