Yeni Savaşlar – Herfried Münkler

Neredeyse insanlık tarihi kadar eski bir kavram olan savaş, günümüzde bilindik anlamlarından iyice sıyrılmaya başlamış durumda artık. Savaşların gerçek tekelleri olan devletlerin yerine giderek devlet-benzeri aktörlerin, hatta kısmen özel aktörlerin “yerel savaş lordlarından gerilla gruplarına, dünya çapında faaliyet gösteren paralı askerlik şirketlerinden uluslararası terör ağlarına kadar” geçmesiyle, bir ekonomik faaliyet alanı haline de gelen savaşların yapısı değişime uğruyor.

Son on-yirmi yılda çehresi adım adım değişen “savaş” kavramını ele alan Herfried Münkler, kapsamlı analizinde klasik devlet savaşlarının ortadan kalkışının panoramasını ortaya koyuyor. “Yeni savaşlar”ı eski savaş biçimleriyle karşılaştırarak bunların karakteristik özelliklerini de netleştiriyor.

Devletin kontrolünden çıkan savaşların “özelleştirilmesi”, silah teknolojisindeki gelişim, savaşın asimetrikleşmesi, cephelerin ortadan kalkması, şiddet biçimlerinin “özerkleşmesi?, düzenli orduların yerini şiddet gruplarının almaya başlaması vb. gibi birçok konuyu değerlendiren Münkler, dünya üzerinden verdiği örneklerle sadece vahşetin değişen anatomisini değil, akan kanın arkasında dönen devasa ekonomiyi de gözler önüne seriyor.
Tanıtım Yazısı

Teşekkür
Bu kitabı kaleme almadan önce, 20. yüzyılın sonundaki savaş olaylarındaki değişimlerin, insani amaçlı askerî müdahalelerle ilgili meselelerin ve uluslararası terörizmin yol açtığı sorunların ele alındığı bir dizi konferansa davet edildim.
Her şeyden önce bu konferanslardaki konuşmaların ardından yöneltilen sorulardan, katkı ve itirazlardan çok faydalandım.
Bu sayede ilk baştaki düşüncelerimi sürekli geliştirme, netleştirme, tamamlama ve düzeltme imkânı buldum. Viyana Uluslararası Barış Enstitüsü?nün Reichenau/Rax?daki araştırma konferansına daveti; Clausewitz Topluluğu?nun Berlin?deki 2001 Yıllık Toplantısı?na daveti; 4. Philosophicum?un Lech?de savaş konusuna adanmış konferansına daveti;
Bern?de İsviçre devletler hukuku görevlilerinin yıllık raporlarını sundukları toplantıya daveti; Federal Ordu?nun Araştırma ve Çalışmalar Kurumu?nun Waldbröl?e daveti; Viyana Neustadt?taki Theresia Askeri Akademisi?nin daveti; Hamburg?daki Federal Ordu Askeri Akademisi?nin ve Berlin?deki Katolik Askeri Piskoposluk Kurumu?nun daveti benim için son derece önemliydi. Ele alınan konularla mesleklerinden ötürü yakından ilgili olan kişilerle yürüttüğüm tartışmalar kadar, Hans Seidel Vakfı ve Heinrich Böll Vakfı?ndaki konferansların akabindeki yoğun siyasi tartışmalar, Stuttgart?taki Baden Württemberg Vakıflar Birliği ve Münih?deki Carl Friedrich von Siemens Vakfı?ndaki konferanslardan sonraki tartışmalar da çok verimliydi. Bu bağlamda, Bielefeld Üniversitesi?ndeki, Berlin Özgür Üniversite?deki, Frankfurt Goethe Üniversitesi?ndeki ve Heidelberg?deki Ruprecht Karls Üniversitesi?ndeki konferanslardan sonra öğrenci ve meslektaşlarla yürüttüğümüz tartışmaları da anmak isterim. Bazıları son derece ateşli, bazıları daha sakin bir havada olan tüm bu tartışma ve sohbetler benim için son derece faydalı oldu. Beni davet etme inceliğini gösteren herkese çok teşekkür ederim.
Kitabımı kaleme alırken, kendi ?Siyaset Kuramı? kürsümdeki ve Berlin Brandenburg Bilimler Akademisi?ndeki meslektaşlarım ve öğretim görevlileri metni çeşitli aşamalarda bölüm bölüm okudular, yorum yaptılar, itiraz ve önerileriyle bana yardımcı oldular. Bu vesileyle Steffi Franke, Winfried Schröder, Skadi Krause, Dr. Hans Grünberger, Dr. Gerald Hubmann, Dr. Klaus Schlichte ve özellikle de Dr. Karsten Fischer?i anmak isterim. Onların entelektüel rehberliği olmasaydı, kitap bu biçimiyle ortaya çıkamazdı. Derkenarlarda ve mektuplardaki tüm uyarı ve itirazları her zaman dikkate almadım elbette, dolayısıyla genellikle öylesine belirtilen bir şeyi gönül rahatlığıyla söyleyebilirim: Hiç kuşkusuz karşılaşılabilecek tüm yanılgı ve hatalar bana aittir.
Son yıllarda olduğu gibi, yine bu kitabın el yazmalarını da Karina Hoffman bilgisayara aktardı, eklemelerde bulundu, istenmeyen pasajları sildi ve tüm bunları yaparken metin üzerindeki hâkimiyetini korudu. Bernd Klöckner, insanın gönlünde yatan ama nadiren bulabildiği bir editördü: Titiz okumaları, metnin diliyle ilgili önerileri ve sosyal bilim terminolojisinin dışına çıkmam konusunda verdiği cesaret bana çok yardımcı oldu. Fakat benim için en önemli kişi her zamanki gibi, kitabımın temel sorunlarını birlikte defalarca konuştuğumuz, çalışmanın özellikle de son evresinde metnin vazgeçilmez okuyucusu, düşüncelerimin yoldaşı eşim Dr. Marina Münkler?di. Kitabımı büyük bir minnet duygusuyla ona ithaf ediyorum.

GİRİŞ
Siyasi kamuoyu tarafından uzun süre fark edilmediyse de, savaşın çehresi son on-yirmi yılda adım adım değişti: Soğuk Savaş senaryolarına bile büyük ölçüde damgasını vurmuş olan klasik devletler savaşı bir savaş modeli olarak artık miadını doldurmuşa benziyor; savaşların gerçek tekelleri olmaktan çıkan devletlerin yerini giderek devlet-benzeri aktörler, hatta kısmen özel aktörler ?yerel savaş lordları, gerilla grupları, dünya çapında faaliyet gösteren paralı askerlik şirketlerinden uluslararası terör ağlarına kadar? aldı ve savaş, bu aktörler için verimli bir faaliyet alanı haline geldi. Hepsi olmasa da çoğu, savaşı kendi hesabına yürüten ve bunun için gereken gelirleri çok çeşitli biçim ve yöntemlerle sağlayan savaş girişimcileri: Bu girişimciler zenginlerden, devletlerden ya da göçmen cemaatlerinden maddi destek alıyorlar, kendi kontrollerindeki bölgelerde sondaj açma ve maden arama hakkını satışa sunuyorlar, uyuşturucu ve insan ticaretine giriyorlar ya da haraç ve fidye için şantaj yapıyorlar; üstüne üstlük mülteci kamplarının (ya da en azından bu kamplara ulaşım yollarının) kontrolünü de ellerinde bulundurduklarından, uluslararası örgütlerin yardımlarından da kâr sağlıyorlar. Fakat savaşan taraflar gerekli kaynaklara nasıl ulaşırlarsa ulaşsınlar, klasik devletler savaşından farklı olarak, savaş finansmanı bu savaşların yürütülmesinde çok önemli bir rol oynuyor. Finans biçimlerinin değişmiş olması, yeni savaşların ufukta herhangi bir son görünmeden genellikle onlarca yıl sürmesine de yol açıyor. Dolayısıyla, bu yeni savaşların ayırt edici özelliklerini kavrayabilmek için öncelikle ekonomik temellerinin incelenmesi gerekir.
İzleyen sayfalarda özellikle de savaş ekonomileri ve şiddet ele alınırken, ideolojik faktörler de ihmal edilmeyecek elbette. Yeni savaşlarda etnik-kültürel gerilimler ve giderek artan ölçüde dinsel inanışlar da önemli bir rol oynuyor. Etnik ve dinsel çatışmalar olmasaydı, son on yılda Balkanlar?daki, Kafkasya ve Afganistan?daki savaşlar farklı bir seyir izlerdi ya da hiç gerçekleşmezdi. Bu tür ideolojiler gereken desteğin seferber edilmesi için önemli bir kaynak, nitekim son zamanlarda savaşan taraflar bu ideolojilerden giderek daha fazla yararlanır oldular. Belli ki bu durum, eskiden pek çok savaşa motivasyon ve meşruluk katan kaynakların bugün artık önemini yitirmiş olmasıyla ilgili. Özellikle de toplumsal devrim ideolojileri için geçerlidir bu; eğer bu savaşların asıl nedenleri ?hep iddia edildiği gibi? gerçekten de yoksulluk ve sefalet olsaydı, bu ideolojilere çok daha büyük bir önem atfedilmesi gerekirdi. Kuşkusuz, zenginlik ile yoksulluğun eşitsiz dağılımı yeni savaşlar için de geçerli ama savaşlar ille de en büyük yoksulluğun yaşandığı bölgelerde çıkmıyor.
Esasında, savaş girişimcileri bir bölgede ne kadar uzun süre yuvalanırlarsa, mevcut kaynakları ne kadar çok talan ederlerse, o bölgenin umutsuz bir sefalete sürüklenme olasılığının da o kadar arttığı söylenebilir, üstelik de savaş bitse bile siyasi istikrarın yeniden sağlanması, ekonominin düzelmesi ümidi kalmıyor. Yeni savaşların kendine özgü ekonomisi ve çok uzun yıllar sürmeleri, tüketilmiş, tahrip edilmiş bölgelerin kapsamlı bir dış yardım almaksızın bir daha toparlanamamasına yol açıyor.
Çatışma nedenlerinin ve şiddet saiklerinin karmaşıklığı nedeniyle, flu ama açık bir kavram olan ?yeni savaşlar? kavramını tercih etsem de, bu savaşların aslında o kadar da yeni olmadığının, bazı bakımlardan eskiye geri dönülmesi anlamına geldiğinin farkındayım. Eski savaş biçimleriyle bir karşılaştırma yapmak, yeni savaşların karakteristik özelliklerini netleştirmemize yardımcı olabilir. Bir kere, yeni savaşların, günümüzdeki savaş imgesine birçok açıdan hâlâ damgasını vuran devletler savaşından ayrı tutulması gerekir.1 Fakat bunun ötesinde, yeni savaşların, Yeniçağ Avrupası?nda devletleştirilen savaşın o ilk tarihsel evresine bazı bakımlardan bir geri dönüş olarak nitelenip nitelemeyeceği sorusu da ortaya çıkar. Savaşın devletleştirilmesinden önceki koşullara bakmak, geçen süre zarfında ortaya çıkan ve devletin henüz savaşın tekelcisi olmadığı, şimdiyse artık olmadığı koşullar arasındaki benzerliklerin saptanmasını sağlar.
Özellikle de Otuz Yıl Savaşları?nın yapısı ile yeni savaşlar arasında pek çok benzerlik vardır. Otuz Yıl Savaşları?nın karakteristik özelliği kişisel servet ve iktidar elde etme hırsı (Wallenstein, Ernst zu Mansfeld, Christian von Braunschweig), komşu ülkelerin politikacılarının yayılma arzusu (Richelieu, Bethlen Gabor), belirli değerlerin kurtarılması ve savunulması amacını taşıyan müdahaleler (İsveç Kralı II. Gustav Adolf) ve devlet içinde iktidar, nüfuz ve hâkimiyet mücadelesinden (Friedrich von der Pfalz, Bavyera Kralı Maximilian) oluşan bir karışımdı, ayrıca din ve mezhep bağları da önemli rol oynuyordu.
Günümüzdeki belli başlı savaşların çoğunda ?Çin ile Vietnam, Irak ile İran ya da en son Etiyopya ile Eritre arasındaki savaşlar gibi klasik devletler savaşı örüntüsüne göre yürütülen bir iki istisna sayılmazsa? devlet aktörlerinin, devlet-benzeri aktörlerin ve özel aktörlerin değerleri ve çıkarlarından oluşan benzer bir bileşim gözlemlenebilir. Bu savaşların en büyük özelliği, şiddete son verilmesi kendileri için avantajlı değil, dezavantajlı olduğundan barışı istemeyen çok sayıda çıkar grubunun bulunmasıdır. Sudan?ın güneyinden büyük göller bölgesine, Kongo?dan Angola?ya değin Sahraaltı Afrikası?ndaki savaşlar; Yugoslavya?nın parçalanması sonucunda ortaya çıkan savaşlar; Kafkasya bölgesinin tamamındaki, en ünlüsünün Çeçen Savaşı olduğu askerî çatışmalar; seksenli yılların başından itibaren Afganistan Savaşları ? bunların hepsi de 18. ila 20. yüzyıldaki devletlerarası savaşlardan ziyade Otuz Yıl Savaşları?nın modeline benzer.
Böyle bir tarihsel karşılaştırma, yeni savaşların özelliklerinin netleştirilmesine katkıda bulunabilir. Burada özellikle üç gelişmenin izi sürülecektir: İlkin, daha önce de değinildiği gibi, savaşın devletin kontrolünden çıkması ya da özelleştirilmesi ele alınacaktır. Bunu mümkün kılan, yeni savaşlarda doğrudan savaş yürütmenin nispeten ucuz olmasıdır.
Hafif silahlar her yerde uygun fiyata satın alınabiliyor, ayrıca uzun bir eğitim sürecini de gerektirmiyor. Bu ucuzlama yeni savaşlar için karakteristik olan ikinci bir gelişmeyle, savaşın asimetrikleşmesiyle, yani genellikle eşit olmayan hasımların savaşmasıyla ilgilidir. Savaşlarda cephe artık ortadan kalktığından silahlı çatışma ancak nadiren olur, büyük
muharebeler esasen hiç olmaz, dolayısıyla askerî güçler birbirlerlerini yıpratıp tüketmezler, güçlerini idareli kullanırlar ve şiddeti sivil halka yöneltirler. Bu asimetrikleşmenin özelliği, daha önce askerî stratejinin taktik unsurlarından olan şiddetin belirli biçimlerinin bağımsız bir stratejik boyut kazanmış olmasıdır. Bu durum İkinci Dünya Savaşı?ndan sonra farklı bir gelişim gösteren partizan savaşı ve özellikle de terörizm için geçerlidir. Burada ?ki yeni savaşlar için tipik olan üçüncü eğilim budur? daha önce askerî sistemin tekelinde olan şiddet biçimlerinin adım adım bağımsızlaşmasından ya da özerkleşmesinden söz edilebilir. Bunun sonucunda düzenli ordular savaş üzerindeki kontrollerini yitirmişler; bu kontrolün önemli bir kısmı, eşitler arasındaki bir askerî çatışma niteliğindeki savaş kavramına yabancı olan şiddet aktörlerinin eline geçmiştir.
Bu koşullar altında, geniş çapta örgütlenmiş şiddeti özetleyen bir savaş kavramına bağlı kalmanın bir anlamı var mı ki?2 Gerçekten de, savaşta devlet tekelinin sona ermesiyle birlikte savaşın hatları da hızla muğlaklaştı: Savaş ile örgütlü suç giderek iç içe geçti; siyasi talepler maskesi ardına gizlenen büyük suç örgütlerini eski ordu artıklarından ya da bir savaş lordunun talanlarla, yasadışı mal ticaretiyle ceplerini dolduran silahlı güruhlarından ayırt etmek çoğu zaman pek mümkün değil artık. Dolayısıyla ?savaş? siyasi açıdan tartışmalı bir kavram haline geldi: Şiddet için savaş kavramı kullanıldığında şiddetin ivme kazanması mı savunulmuş oluyor?
Geleneksel devletler savaşı modeline bağlı kalındığında ve devletler düzeyinde olmayan şiddet biçimlerinin savaş niteliğine sahip olmadığı söylendiğinde, savaş olgusundaki yeni gelişmeler görmezden mi geliniyor? Bu soru her şeyden önce uluslararası terörizmin son biçimlerinden ötürü hayli siyasi hassasiyet kazandı.3 Neyin savaş olarak tanımlanıp tanımlanmayacağı, en geç 11 Eylül 2001?den beri akademik çevrelere özgü bir soru olmaktan çıktı ve belki de tüm dünyayı bağlayan önemli bir konu haline geldi. Elinizdeki kitap, bu sorunun yanıtlanmasına katkıda bulunmayı amaçlıyor.

1 Bkz. Mary Kaldor, Neue und alte Kriege. Organisierte Gewalt im Zeitalter der Globalisierung, Frankfurt am Main, 2000.
2 Savaş kavramının en azından bilimsel terminoloji olarak kullanılmamasına yönelik kararlı bir tavır için bkz. Andreas Osiander, ?Plädoyer für die Abschaffung des ?Krieges??, Initial 6 / 1995 içinde, s. 23-36.
3 Bkz. Herfried Münkler, ?Sind wir im Krieg? Über Terrorismus, Partisanen und die neuen Formen des Krieges?, Politische Vierteljahresschrift içinde, 49. dön., 2001, 4. sayı, s. 581-589.

Yeni Savaşlar, Yeni Kurbanlar – Murat Arpacı
(01/10/2010 tarihli Radikal Kitap Eki)

Geçmişin herhangi bir kesitinin siyasal panoramasını çıkarmak isteyen bir uğraşın ortaya çıkaracağı haritanın büyük bir kısmını kaplayan gerçektir savaş. Tarihteki büyük imparatorlukların siyasal tarihi, adeta yaptıkları savaşların tarihi gibi yazılır çoğu kez. Savaş, sürekli olarak siyaset ve yaşamın içinden geçerek tarihe demir atmış ve bazen sert manevralarla bazen de daha ağır adımlarla yoluna devam etmiştir. Peki insanlık kadar eski bir tarihe sahip olan savaşa bugün yakından baktığımızda hangi dönüşümlerin yaşandığını görmekteyiz? Herfried Münkler?in Yeni Savaşlar kitabı bu soruya önemli yanıtlar veren bir kitap. Münkler, savaşın dönüşümünü savaşın görünmeyen yüzlerini tartışarak anlatırken eski savaşlarla yeni savaşlar arasındaki farkları, süreklilik ve kopuşları tek tek çözümlüyor ve savaşların nedenlerini ekonomiyle açıklayan genel görüşe, bizatihi savaşın kendisi ekonomidir görüşünü ekliyor. Savaşın çehresinin son yirmi yılda önemli ölçüde değiştiğini savunan Yeni Savaşlar, günümüz savaşlarını anlarken, savaşın artık ?klasik devletler savaşı? modelinden çıkıp adeta özerk bir finans sektörüne dönüştüğünü görmemiz gerektiğini söylüyor. Günümüzün yeni savaşlarını anlamamız için bu savaşların ekonomik temellerini araştırmamız gerektiğini aktaran yazara göre, ?savaşı kendi hesabına yürüten ve bunun için gereken gelirleri çok çeşitli biçim ve yöntemlerle sağlayan savaş girişimcileri? bu savaşların esas aktörleridir. Yeni savaşlar devlet-benzeri bu aktörler tarafından yönetilmektedir.

Şiddetin özerkleşmesi
Küreselleşme süreciyle birlikte iletişim hızının dünyayı bir köye çevirdiği doğruysa eğer, bu köyün toptan yok olabileceği kadar cephaneyle yüklü olduğu da bir o kadar doğrudur. Bu süreçte savaşın ve şiddetin hedefine ulaşma hızı bir e-mailin alıcısına ulaşma hızı denli artmıştır desek abartmış olmayız. Artan sadece savaş ve yol açtığı şiddetin hızı değil çoklu oluşudur. Her an, her yerde ve neredeyse her gün büyük ya da küçük çaplı silahlı çatışmalar dünya gündemine düşmekte ve yaşadığımız hayatı bir şiddet tiyatrosunun içine çekmektedir. Yeni Savaşlar, bu şiddet tiyatrosunu özgün tezlerle çözümleyen ve bu çözümlemelerini yakın dönem olaylarıyla temellendiren son derece güncel bir kitap.
Münkler, yeni savaşları eski savaşlardan iki temel farkla tanımlıyor: Savaşın devlet kontrolünden çıkması ve ticarileşmesi/özelleşmesi. Yazara göre, yeni savaşlar, artık devletler arası hukuk kurallarıyla ve askeri stratejilerle yönetilen savaşlar olmaktan çıkmış bir karakter gösterirler. Bu savaşlarda devlet tekeli sona ermiş, askeri sistemin egemen olduğu şiddet biçimleri bağımsızlaşmış ya da özerkleşmiş ve savaş artık birçok grup için bir iş ve yaşam biçimi haline gelmiştir. Dünya üzerinde barışı istemeyen birçok grubun olmasının temel nedeni budur. Ticarileşen savaşla birlikte adeta bir ?silah borsası? oluşmuş, artık her nitelikle ve fiyatta silaha ulaşmak çok kolay hale gelmiştir. Silahların ucuzlaması, savaşın ticarileşmesi ve hukuksal boyutunun tanımlanamayacak ölçüde muğlak hale gelmesiyle birçok bölge de insanlar, devlet erkinden özerkleşmiş silahlı şiddet olaylarıyla iç içe geçmiş bir ortamda varlığını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Münkler?e göre neyin savaş olarak tanımlanıp tanımlanmayacağı özellikle 11 Eylül?den sonra artık akademik çevreleri ilgilendiren bir soru olmaktan çıkmış ?tüm dünyayı bağlayan önemli bir konu? haline gelmiştir.

Ölenlerin yüzde sekseni sivil
Şüphesiz ki bu tespitler, savaşın ve şiddetin devlete rağmen ve ondan bütünüyle bağımsız haline geldiği görüşüne dayanmıyor. Münkler?e göre yeni savaşlar, bu savaşların faili olarak gördüğümüz devletlerle varlığını savaş ekonomisine borçlu olan savaş girişimcilerinin, yani devlet/benzeri aktörlerin, çıkar ortaklığı üzerinden işletilmektedir. Bu aktörler, savaşın ortaya çıkış mekânını ve de zamanını o kadar muğlak hale getirmişlerdir ki yeni savaşların sonrasında hukuksal bir süreç beklemek artık anlamsızdır. Yazara göre klasik devletler savaşı, savaş ilanı ve barış antlaşması gibi yasal süreçlerle barış halinden ayrılabiliyorken yeni savaşların ne başı ne de sonu bellidir. Savaşın ve şiddetin bu anlamda ki belirsizliğine kaçınılmaz olarak kurbanlarının kimler olabileceği konusunda ki belirsizlik eklenmektedir.
Savaşlardan bahsetmek sadece siyaset, hukuk, tarih ve coğrafyadan bahsetmek değil aynı zamanda kurbanlardan, yıkımlardan ve ölümlerden bahsetmektir. Münkler?in çalışmasını çarpıcı hale getiren özelliklerden biri de, yeni savaşların kurbanlarının kimler olduğu sorusuna odaklanmasıdır. Yazar, bu konuda ki tabloyu şu sözlerle tarif ediyor: ?20. yüzyıl başına kadar savaşlarda ölenlerin ve yaralananların yaklaşık yüzde 90?ı devletler hukukundaki asker tanımına uyan askerlerdi; 20. yüzyıl sonundaki yeni savaşların kurban bilançosu tam tersine dönmüştür: Ölen ya da yaralananların yüzde 80?i sivil halk, geri kalan yüzde 20?si ise çatışmalarda yer alan askerlerdir.? Yazarın belirttiği gibi savaşın dönüşümü eş zamanlı olarak hedefin de dönüşümüdür. Mekân ve zaman tanımayan şiddet toplumsal gövdenin kılcal damarlarına dek yayılmış, asker-sivil, savaş-barış ayrımı ortana kalkmış, şiddet ile iş yaşamı, şiddet ile sıradan yaşam mümkün olabilecek en yakın temas noktasında yan yana gelmişlerdir.
Silahlı şiddet, askeri birlikler ya da donanmalardan ziyade sivil halkı hedef tahtasına yerleştirmiştir. Bir toplumsal grubu hedef haline getiren veya belli bir nüfusu topyekûn yok etmeye kadar varabilecek bu saldırıların çoğalıp çeşitlenmesi kadar bedel ödeyenlerin de çoğalıp çeşitlendiğini görmekteyiz. Yeni savaşların bize yansıması, etnik temizlik, çocukların, kadınların ve yaşlıların ölümü, toplu tecavüzler, mülteci akınları ve mülteci kamplarıdır. Eşit olmayanlar arasında gerçekleşen bu şiddet gösterisi yeni savaşların karakterini baştan aşağı belirler. Münkler?in belirttiği gibi günümüzde savaşlar artık tamamen asimetrik bir hal almıştır. Örneğin ABD, ekonomik ve teknolojik olarak kendisine karşı koyamayacak devletlere ve bölgelere saldırırken bu eşitsizliğin bilincinde olarak hareket etmiştir. Medya da gördüğümüzden öte karmaşık ilişkilerin, pazarlıkların ve oyunların belirlediği bu olayların bilmediğimiz gerçeklerini mutlaka kavramamız gerektiğine işaret eden Yeni Savaşlar , bazen izleyerek bazen de yaşayarak tanık olduğumuz bu şiddet atmosferinin neden ve sonuçlarını, doğrudan ve dolaylı faillerini, sonuçlarını ve kurbanlarını yakından tanımamıza olanak tanıyan son derece etkili ve alanında yeni bir kaynak.

KİTABIN KÜNYESİ
Yeni Savaşlar
Orjinal Adı: Die neuen Kriege
Herfried Münkler
Çeviren: Zehra Aksu Yılmazer
İletişim Yayınları
2010
228 sayfa

İÇİNDEKİLER
Teşekkür
GİRİŞ
YENİ SAVAŞLARDA YENİ OLAN NE?
SAVAŞ, DEVLET OLUŞUMU VE OTUZ YIL SAVAŞLARI
SAVAŞIN DEVLETLEŞTİRİLMESİ VE SONUÇLARI
YENİ SAVAŞLARDAKİ ŞİDDET EKONOMİSİ
ULUSLARARASI TERÖRİZM
ASKERî MÜDAHALELER VE BATI?NIN İKİLEMİ
DİZİN

HERFRIED MÜNKLER 1951 doğumlu. Berlin Humboldt Üniversitesi?nde siyasetbilim profesörü ve Berlin-Brandenburg Bilimler Akademisi üyesi. Siyasi düşünce tarihi, ?özellikle Makyavel uzmanlığı? ve savaş kuramı konusundaki önemli araştırmalarıyla tanınmıştır. Çalışmaları, alanlarında temel eserler olarak kabul edilmektedir.
Diğer eserleri: Machiavelli (1982), Gewalt und Ordnung (Şiddet ve Düzen; 1993, Der neue Golfkrieg (Yeni Körfez Savaşı, 2003), Die Deutschen und Ihre Mythen (Almanlar ve Mitleri, 2008), İmparatorluklar (İletişim Yayınları, 2009).

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir