Yolgeçen Hanı – Pınar Selek

Yolgeçen Hanı, Pınar Selek’in darbe sonrası yılların acılarını, tüm renk ve sesleriyle hayatın ve insanların canlılığına sarmalayarak anlatmayı başardığı; gücünü, samimiyetinden ve doğallığından alan ilk romanı.
Bir kaçışın hikâyesi ve 12 Eylül’ün ardından gelen şarkılar… Kimliklerinin peşine düşmüş dört genç: Devrime olan inancını asla yitirmeyen ve bu uğurda sevdiklerini terk etmeyi göze alan Elif, hayatının anlamı müziği Fransa’da keşfeden Hasan, küçük bir mahallede masallarla kurduğu dünyasından ve annesiyle yaşadığı evden uzaklaşıp hayata tutunmaya çalışan Sema ve ailesine bakmak için ustası Artin’den zanaat öğrenen Salih…

Bambaşka düşleri, hayatları ve dertleri olan bu dört genci buluşturan ve kaderlerinin kesişeceği bir mahalle: Dostluğu, yoldaşlığı ve sırlarını paylaşacakları Güngör abla ve Kemal; dansı ve özgürlüğü düşleyen Gülistan; kızı Elif’in gidişinin acısını unutmaya çalışan Eczacı Cemal; bir genelevden gelip mahalleye sığınan Hande; geçmişin acılarını ve kayıplarını yaşayıp yine de İstanbul’unu terk edemeyen Madam Zabel…
Mihalis, Gülcan, Ohannes, Nahide, Rafi ve diğerleri? Hepimizin hayatından izler taşıyan, tanıdık olduğu kadar çarpıcı karakterler…
(Tanıtım Bülteninden)

Tılsımlı yolun peşinde – Metin Under
(22/04/2011 tarihli Radikal Kitap)
Gitmek isteyip gidemeyenler, vazgeçenler, dönmek isteyenler, sıkışıp kalanlar ve tüm cazibesiyle insanı farklı dünyalara çağıran büyük yolculuklar. Arayış romanlarının iyi bir yerli örneğiyle daha karşı karşıyayız. Sosyolog Pınar Selek, ?Yolgeçen Hanı? adlı ilk romanında dört gencin, İstanbul?un en eski semtlerinden Yedikule panoramasında kesişen kimlik arayışlarına odaklanıyor. 1980 Darbesi olduğunda 15 yaşında olan Elif, eczacı babası Cemal Bey?in politik nedenlerle cezaevine girmesiyle Adana?ya dayısının yanına yerleşiyor. Hayatı beraber tanımaya başladığı aşkı Hasan ise Fransa?daki konservatuvar sınavlarını kazanıp Paris?e gidiyor ve yeni bir hayata başlıyor. Cemal Bey, kızının kendisi gibi eczacı olmasını istiyor ama onun cevap aradığı soruları var ve felsefe okumak istiyor. 1988?de kazanıyor istediği bölümü, Cemal Bey hapisten çıktıktan sekiz ay sonra. İstanbul?a dönüyor ama babası Bostancı?dan taşınıp, annesinin doğduğu semt olan Yedikule?ye yerleşmeye karar veriyor. Yeni eczaneleri açıldığında mahallenin güzel kızı Sema ve annesi Gülcan?la tanışmaları yeni bir başlangıca ve arkadaşlığa kapı açıyor. Ancak yeni hayatındaki tek başlangıç bu değil dünyayı anlamak ve değiştirmek isteyen Elif?in. Üniversitede, ideallerini gerçekleştirmek için tek çıkar yol gördüğü devrimci mücadeleye katılarak aynı zamanda daha radikal bir başlangıca da imza atıyor. Hasan ise Fransa?da dünyanın çeşitli yerlerinden gençlerle tanışıyor. Bunlardan biri Ermenistan?dan gelen Rafi. Kütahyalı Ermeni müzik ustası aşık Gomidas?ın izinden gitmek için Paris?e gelen ve ustalıkla kullandığı yerel enstrümanı duduk aracılığıyla dinleyenleri mest eden bu gençle hemen kaynaşıyorlar. Onun hediye ettiği duduk, aralarında kardeşlik düğümü oluyor. Bir sabah Ermenistan?dan gelen deprem haberiyle kendi ülkesine sahte kimlikle girmek zorunda kalan Rafi?yle birlikte Ermenistan?da alıyor soluğu ve iki yıl orada kalıyor Hasan.

Hiçbir şey yapmadıkları için suçlular
Babası öldüğü için ortaokul üçüncü sınıftan ayrılıp çalışmak zorunda kalan Sema ise hayatını kıstırılmışlık duygusu içinde yaşıyor. Kabuğunu kırmak istiyor ama bunu başaramıyor. Çünkü sevgilisi Salih?in yaşadığı zorlu hayat bunu imkânsız kılıyor. Onu seviyor ancak ilişkilerini sıradan buluyor; hep aynı şeyleri yapmaktan, aynı yerlere gitmekten şikâyetçi. Salih?in yaşadığı zorlukları da anlıyor bir yandan, çünkü babası ve abisinin ölümünün ardından tek kelime Türkçe bilmeyen annesi, dul yengesi ve yeğeni ile kız kardeşinden oluşan kökleri Doğubeyazıt?ta kalan kalabalık ailesinin geçimi tek başına Salih?in omuzlarında. Mahallenin eskilerinden, ölen babasının ve Eczacı Cemal Bey?in çocukluk arkadaşı Ermeni marangoz ustası Artin Usta?nın yanında çalışıyor. Kimsesiz Ermeni usta, öldüğünde vakıflar tarafından mallarına el konacağını bildiğinden onu evlat edinmek istiyor ki dükkânı ona kalsın. Ancak ustası içerlese de önyargıları izin vermiyor Salih?in bu teklifi kabul etmesine. Oysa o aynı kısırdöngüyü yaşayıp dururken Cemal Bey?in yanında çırak olarak çalışmaya başlayan Sema için hayat başka türlü akmaya başlıyor. Eczacılık bilgileri yanında onu kızı gibi gören Cemal Bey?in eczanesi, onun hayatı da tanıdığı bir çeşit üniversiteye dönüşüyor zamanla. Eczaneye sık sık uğrayan ayakkabı tamircisi Ohannes Usta ve balıkçı Mihalis gibi Cemal Bey?in eski dostlarının anılarla yüklü sohbetleri sayesinde bir vakitler bu sıcak mahalle dahil, İstanbul?da yaşanan acıları da şaşkınlıkla öğreniyor Sema. Varlık vergisiyle darbe yiyen azınlıkların 1955?teki 6-7 Eylül olaylarıyla nasıl perişan edildiğini, ev ve dükkanlarının acımasızca nasıl yağmalandığını, bu faciaları bizzat yaşayan tanıklardan dinlediğinde şaşkınlığını gizleyemeyerek ustasına neden bu olaylardan mahallede kimsenin bahsetmediğini soruyor. ?Konuşmazlar. Suçlular çünkü. Bir şey yapmamış olsalar bile? Hiçbir şey yapmadıkları için suçlular? diyen ustasının anılarıyla keşfettiği eski İstanbul?un naif güzelliği de gölgeleniyor böylece Sema için.

Güzellik kumpanyası
Elif, devrimci idealleri için sevdiklerini terk ettiğinde babası Cemal Bey için ızdıraplı günler başlıyor. Hasan?ı çağırarak kızını bulmasını istiyor. Ermenistan?dan geldiğinde Elif?le buluşan Hasan onu kararlılığından vazgeçirip babasıyla görüşmeye ikna edemiyor. Sema?yla yakın arkadaş oluyor, ona Rafi?den, iki kişinin sesi olan duduktan ve dünyanın her yerinden gelen göçmen, kaçak, kâğıtsız arkadaşlarıyla yaşadıkları sıra dışı hayattan, kaldıkları çadırlardan, karavanlarla geçtikleri yollardan, o bitmek bilmeyen arayışlarından, yani isyan, hareket ve romantik dalgaların oluşturduğu Güzellik Kumpanyası?ndan bahsediyor. İlerleyen bölümlerde ideallerinin ve rüyalarının peşinden giden Elif ve Sema?nın ayrı ayrı iç sorgulamalarına şahit oluyoruz. Tekrar soru sormak isteyen Elif?in örgüt mantığıyla ve artık rüya göremeyen Sema?nın özlemleriyle hesaplaşması kendi iç seslerini bulmaya çalışması ve yaşadıkları sürprizlerle hayatı başka bir gözle değerlendirmeye başlamaları süreci geliyor. Tılsımını kaybeden Sema en büyük sürprizle, döndüğü Yedikule?de hayatının en büyük rüyasını gerçekleştirmek için çabalayan Salih?in Yolgeçen Hanı?nı gördüğünde karşılaşıyor.
Roman bu dört kişiyi ana eksenine alıyor ama olayların geçtiği mahallede yaşayan pek çok insanın da aşklarını, hayallerini, neşelerini, dertlerini, hayata tutunma çabalarını birbiriyle sarmalayarak aktarıyor. Mahalle kültürü içinde yaşanan tüm renkler ve sesler Selek?in sosyolog süzgecinden geçip tüm doğallığıyla çıkıyor karşımıza. Kürt olduğu için kimliklerini yaşayamayanların, geçmişte türlü acılar çektirildiği halde doğduğu toprakları terk etmeyen gayrimüslimlerin, ezilenlerin, sömürülenlerin, kimsesiz kadınların, yurtdışında göçmen olarak çalışıp daha beterini gördüğü için geri dönenlerin, genelevden kaçıp Sema?nın açtığı eviyle mahalleye sığınan Hande?nin, futbolcu Kemal ve diğerlerinin, kısacası tutunamayanların yaşam mücadelesinin çok katmanlı bir fotoğrafını sunuyor. Uyandırdığı saygıyla mahalle kültürünü ve bir arada yaşamayı mümkün kılanların sevecenliğini de es geçmeyelim. Dar sokakları, cumbalı binaları, pencereleri, kapılarda oturan insanları, çamaşır ipleriyle, Gazhane binasıyla, zindanlarıyla, Kule Meydanı?yla bir yandan da İstanbul?un her tür etnik ve dini kökenden insanlarının yaşadığı bu tarihi semtinin sokaklarında mahalleliden biri gibi gezdiriyor okuru Selek.
Derin gözlemlerin sonucunda ortaya çıkmış, okuyanın kendinden ve yaşadığı mahalleden izler bulmakta zorlanmayacağı, samimi bir sesin hakim olduğu bir roman ?Yolgeçen Hanı?. Arayış, yol, yolculuk, içsel hesaplaşma, önyargı ve sorgulamaların bolca örneğinin yer aldığı roman okuru da kendi içsel yolculuğuna çıkarmaktan geri durmayacak gibi görünüyor.

Pınar Selek: Bu Roman Benim İçin Kıskanç Bir Sevgili Oldu – Çiçek Tahaoğlu
(22 Nisan 2011 bianet.org)
“Hayatıma hiç kıskanç sevgili almadım, ama bu roman benim için kıskanç bir sevgili oldu. Bu sevgiliyle oturup elele tutuşmak değil, sürekli sevişmek istiyordum.”
Pınar Selek yeni kitabı Yolgeçen Hanı için İstanbul’a geldi. Biz de İletişim Yayınları’nda buluşup Selek’le yazdığı ilk roman hakkında sohbet ettik.
Şimdiye kadar araştırma kitaplarıyla tanıdığımız Selek aslında ilk romanını 11 yaşında yazmış. “Ben işe edebiyatla başladım. Menekşe Gözler adında üç defterlik, çocuksu bir roman yazmıştım” diye anlatıyor gülerek.
Yolgeçen Hanı üzerindeyse son iki senedir çalışıyor. Bu roman çalışmasının, onu adalet mücadelesinde çektiği acılardan kurtadığını söylüyor. “Birdenbire bu roman benim hayatımın merkezine oturdu. Bir sevgili haline geldi benim için. Normalde kıskanç sevgilileri hayatıma sokmam, bırakırım. Fakat bunu bırakamadım, hatta o beni bırakacak diye korktum.”
“Yargıtay kararının açıklanmasından sonra çok yorucu bir dönemdi benim için. Romanla gelen duygusal yoğunluk beni kurtaran birşey oldu. Canlı karakterler olarak hayatımda yer almaya başladı. Yani tek bir sevgili de değil, birçok sevgilim oldu. İki senelik bir ilişkiydi bu.”
Selek romanı ilk defa İstanbul’a geldiğinde eline aldığını ve o anda bu aşk ilişkisinin dostluğa dönüştüğünü söylüyor. İstanbul’da gezerken heran romanın karakterlerinden Elif’le, Sema’yla, Hasan’la ve diğerleriyle karşılacakmış gibi hissettiğini, gözlerinin hep onları aradığını da ekliyor.

Arayışlarla kaçışların içiçe geçtiği bir hikaye

Romanda 12 Eylül’den sonra hayatları değişen, farklı arayışlara giren birçok karakterin zaman zaman kesişen hikayeleri anlatılıyor. “Aslında bir kaçışın hikayesi değil roman” diyor Selek, “1980 sonrası ve öncesi kuşaklarda kesişen hikayeler, aynı kuşaktaki farklı sınıflar, farklı politik ve kültürel arka planların aslında arayışları ne kadar kısıtladığını da anlatıyor.
“Bu bir dostluk ve dayanışma hikayesi bir taraftan da. O arayışların içerisinde dostluk ve dayanışma o kısıtlamaları ortadan kaldırıyor ve insanlar kendi yollarını daha berrak bir şekilde çizebiliyor. Özne olarak katılabiliyor.”
“Romanın sonunda da o arayışlar bitmiyor” derken Selek, kitabın editörlerinden Belce Öztuna araya giriyor “romanın sonunu söyleme” diye. Ama Selek devam ediyor, “yolun sonu yok, sadece hayatın çizdiği yollardan kendi çizdiği yollara geçiş var.”
“Karakterlerden biri değil, ancak bütünü biyografim olabilir”

Kitabı okuyan herkes Elif’in Pınar olduğunu düşünüyor. “Benzerlikler var gibi gözükebilir, ama aslında hayatlarımız ve karakterlerimiz arasında hiçbir parallelik yok Elif’le. Karakterlerden birisiyle özdeşleştirmedim kendimi. Ama romanın bütünü belki biyografidir. Hayatıma giren o kadar fazla insan oldu ki, cezaevinde vs çok kadar farklı deneyimlerle kesiştim. Ve bu insanların birşeylere olan tepkileri ve yaşadıkları travmalardan dolayı kendilerini o kadar kısıtladıklarını gördüm ki, bunu anlatmak ve bu insanların hakkını teslim etmek istedim.”
Selek 12 yıldır peşini bırakmayan yargı sürecinden hiç bahsetmek istemiyor. Bu konuda konuşulabilecek zaten her şeyin konuşulduğunu ifade ediyor. “Bu davadan uzak durmak istiyorum, bu pis bilimkurgu filminin dışında yaşamak istiyorum. Benim gündemim sadece Mısır Çarşısı ve o davanın bende yarattığı etkiler değil. Ben başka gündemleri olan, başka çalışmalar yapan bir insanım.”

Sosyal bilimlerden romana geçiş

İlk defa bir roman çalışması yapan Selek, hem roman hem araştırma çalışmalarına devam edeceğini, farklı yöntemlerlerle hayatı anlamlandırmayı, üretmeyi sevdiğini anlatıyor. “İmgeler, kavramlar, terimler, felsefe, bilim, sanat hepsi hayatı başka yönleriyle, başka biçimlerde anlatmaya çalışıyor. Ben hiçbirinin içine kapatmak istemiyorum kendimi. Hepsinin dünyasında gidip gelmek istiyorum.”
Selek şimdiden yeni bir çalışmaya başlamış. Bu seferki bir roman değil. Yine de edebiyatın dilini kullanmayı bırakmayacağının söylüyor. Bu çalışmaya kendi deneyimleri ve kesiştiği deneyimlere ilişkin bir söz söyleme ihtiyacıyla başladığını belirtiyor.
“Çeşitli grupların kurtuluşu üzerinden yürütülen politikaların özgürlük ve kimlik arasında sıkışmasını anlatan bir çalışma yapıyorum. Özgürlük, kimlik, iktidar gibi şeyleri sorguluyorum. Ama henüz onunla sevgili gibi değilim, sadece yakın bir dostum.”

?Beni bu roman kurtardı? -Söyleşiyi yapan: Miraç Zeynep Özkartal
(21 Nisan 2011 tarihli Milliyet Gazetesi)
Pınar Selek?le İletişim Yayınevi?nde buluştuğumuzda gündemimizde bombalar, suçlamalar, mahkemeler yoktu… Onun ilk romanı ?Yolgeçen Hanı? için buluştuk. Heyecanı da neşesi de boldu bu roman için… Selek, iki yıldır üzerinde çalıştığı ?Yolgeçen Hanı?nda 12 Eylül?ün ardından, hayatlarındaki türlü yükle ?devam etmeye? çalışan insanların öyküsünü anlatıyor. Bir mahallede kesişiyor kaderleri. Ne olursa olsun arayışları, hayata inançları sürüyor. Tıpkı Pınar Selek gibi. Yaşadığı onca acıdan sonra içinde umut taşıyan bir roman yazabilen Pınar Selek gibi…

Kıskanç bir sevgili
* ?Yolgeçen Hanı? nasıl doğdu?
Aslında uzun zamandır kafamda oluşturmuştum. Yurtdışına çıktım ve çalışmaya verdim kendimi. Bir yerde doktora yapıyorum, başka bir yerde proje sorumlusuyum ve buradaki adalet meselesinden de ciddi bir acı çekiyordum. Kendimi işe vererek kaçarım acıdan. Fakat nedense roman birden hayatımın merkezine oturdu. Hayatıma hiç kıskanç bir sevgili almadım, ama bu roman çıktı, büyüdü ve kıskanç bir sevgili oldu. Ve onu bırakamadım hatta beni bırakacak diye korktum.

* Yaşadıklarınız içinde bir nefes alanı mı oldu roman?
Son iki sene, Yargıtay kararından sonra benim için en ağır dönemlerden biriydi. Rapor almak için psikiyatri merkezlerine gittim, koca bir listeyle karşılaştım. Sürecin bu kadar uzamasından dolayı yaşadığım sendromların listesi… Beni kurtaran bir şey oldu bu roman.

* Romanda herkesin yolunun kesiştiği bir mahalle var. Oysa son yıllarda Türkiye?de ?mahalle? ayrıştırıcı bir kavram…
Ben cezaevine girmeden önce yolgeçen hanı gibi atölyemiz vardı, sokaktan pek çok insan gelip geçerdi oradan. Bir de dergi çıkarıyorduk, adını ?Misafir? koymuştuk. O misafirlik hep benim içimde olan bir şeydir. İlişkilerin bu kadar bireyselleşmesinin yanında olayların pozitif yanları da olduğunu görüp onu geliştirmek istedim. Yoksa bu mahallede de mahalle baskısı var.
?Bu işkence bitsin artık?

* Yurtdışında yaşamak zorunda kalan devrimci Elif?i yazmak nasıldı?
Benimle benzerliği var gibi durabilir; onun babası da cezaevine girmiş, benim babam da… Ama aslında hayatlarımız ve karakterlerimiz arasında hiçbir paralellik yok. Aslında belki de romanın bütünü bir otobiyografi. Cezaevinde, orada burada çok deneyimle kesiştim, çok trajik hayatları dinledim. Onlara haklarını teslim etmek istedim.

* Babanız romanı okudu mu?
Tabii, babam da kardeşim de okudular. Hukuki olsun, şu olsun, bu olsun pek çok kaygıyla okular. Damokles?in kılıcını onlar da sallıyor tepemde…

* Yaptığınız işlerde böyle bir tedirginlik ya da baskı duyuyor musunuz üzerinizde?
Çevremdeki bütün arkadaşlarımın baskısı var. Çünkü yaşadığım şey çok olağanüstü. Nasıl direndim, direnmeye hâlâ nasıl devam ediyorum bilemiyorum. Hani başına türlü şey gelir, kitabından dolayı yargılanırsın… Bu öyle bir şey değil, katliamla suçlanıyorsun. Bununla baş etmek benim için de, ailem için de çok zor. Yazacağımı yazıyorum, söyleyeceğimi söylüyorum ama dikkatli olmak zorundayım. 13 sene dile kolay, sil baştan, sil baştan… Umarım bu işkence biter artık.

?İçimdeki aşk edebiyat?
* Bu, ?Ancak bir romanla anlatabilirdim? dediğiniz bir hikâye mi yoksa artık karşımızda romancı Pınar Selek mi var?
Benim ilk yazdıklarım edebiyattı. İlk romanımı ilkokul beşteyken yazdım, ?Menekşe Gözler? diye üç defterlik bir roman. Üniversiteye yeni başladığımda da Varlık dergisinden hikâye ödülü almıştım. Bundan sonra edebiyatın diliyle konuşmak istiyorum, içimdeki aşk edebiyat…

* O halde yeni romanlar da yolda…
Bundan sonrası için defterler dolusu notlarım var. Bu romanı da defterlere yazdım, hatta her karakterin ayrı bir defteri vardı. ?Yolgeçen Hanı? yollarda yazıldı. Berlin-Strasburg arasında mekik dokuyorum; bu arada sürekli konferanslara, toplantılara yolculuk ediyorum. Hep trenlerde, defterlere yazdım.

O filmdeki Pınar Selek ben değilim – Kaya Genç
(Radikal- 22/04/2011)
Pınar Selek ilk defa bir roman yazdı ve ?Yolgeçen Hanı? adını verdiği kitabından bahsetmek için küçük bir grup gazeteciyle İstanbul?da bir araya geldi. Biraz yorgun ve kendi deyişiyle ?büyülenmiş? haldeydi, İstanbul?a geldiğinden beri sevdikleriyle buluşup özlediği ve romanındaki olayların da geçtiği semtleri dolaşmaktan, yapmayı istediği şeylerin düşüncelerinden yorgun düşmüştü. ?Yolgeçen Hanı? romanını uzun zamandır kafasında oluşturduğunu anlatıyor. ?Yurtdışında kendimi çalışmaya vermiş halde yaşıyorum. Sonra bu roman birden hayatımın merkezine oturdu. Ben hayatıma hiçbir zaman kıskanç bir sevgili almadım, ?Yolgeçen Hanı? ise kıskanç bir sevgili olarak hayatıma girdi. Doktora, proje sorumluluklarıyla uğraşırken başıma gelen adli olaydan ötürü çok ciddi acı çekiyorum, hayatımdaki en önemli mesele bu oldu sonuçta,? diyor.

İki senede yazdı
?Kitabın yazılması son iki seneye yayıldı. Yargıtay kararından sonra yaşadığım, benim için en ağır dönemlerden biriydi bu. Müthiş bir yorgunluk ve psikolojik sıkıntılar…? Roman yazmak bu süreçte onu kurtaran bir rol oynamış. 12 Eylül?ün ardında başlayan ve 20 yıla yayılan romanın kahramanları (devrimci Elif, müzisyen Hasan, annesiyle yaşadığı evden uzaklaşan Sema, ailesine bakmaya çalışan Salih ve daha pek çokları) için ?canlı, yaşayan karakterler olarak hayatıma girdiler,? diyor. ?Onlarla olmak çok yoğun bir süreçti. Bütün gece uyumuyordum. Sonra kitabın sonunda ?galiba bitti? dedim. İletişim?e gönderdim. Onlar da ?yayımlayalım? dediler. Epey çalıştık üzerinde, kitabı ise ancak buraya geldiğimde elime alabildim.? ?Yolgeçen Hanı?nı ?Farklı arayışların kesişmesinin hikâyesi? olarak tanımlıyor. 1971 yılında doğan Selek, daha çok kendi kuşağını, aile üyelerini ve sevdiklerini, 12 Eylül?de devlet şiddetiyle karşılaşanların öykülerini anlatıyor.
Yıllardır süren baskının üzerinde oluşturduğu gerginlik belirgin. ?Sonuçta yaşadığım şey çok olağanüstü. Nasıl direnmeye devam ediyorum bilmiyorum. Kitabından dolayı yargılanırsın, hapse girersin, bu böyle bir şey değil. Katliam. Bununla baş etmek ailem için de benim için de çok zor. Muhalif biriyim sonuçta. Ama sürekli bir suçsuzluk ispatı durumundayım. Ve bu çok zor bir şey. O kaygıyla hareket etmemeye çalışıyorum. Ömürboyu ağırlaştırılmış hapisle yargılanıyorum ve suçlamalar da az buz değil. Sadece Mısır Çarşısı değil. Ben hapisteyken bir taksici öldürülüyor, diyorlar ki Pınar Selek bize cezaevinden talimat gönderdi… Böyle bir sürü ıvır zıvır şey, öylesine terörize ettiler ki. Ben hukuki mücadelenin biraz dışında kalıp kendi patikamda devam etmeye çalıştım, hâlâ da çalışıyorum. Umarım bu işkence biter artık.?

Pis bir bilimkurgu gibi
Fiziksel ve ağır bir işkence yaşayan Pınar Selek, görüştüğü psikologdan güçlü bir aile temeli olduğu için bu travmalara karşın ayakta kalabildiğini öğrenmiş. ?Epey ciddi bir raporum var. Sonuçta bu davadan uzak durmak istiyorum. Bu pis bilimkurgu filminin içinde olmamak için de üretiyorum. Aslında davayla ilgili konuşmak da istemiyorum, konuşmak Çin işkencesi gibi.? Ve 1998 yılından bu yana devam eden süreci acı biçimde ifade eden şu sözleri söylüyor: ?Bu ben değilim, o izlediğiniz filmdeki rol ben değilim; bazen mücadeleci, bazen mağdur olan o rol ben değilim. Gündemim yalnızca Mısır Çarşısı değil, o davanın etkileriyle uğraşmak dışında da yaptığım şeyler var. Başka gündemleri olan bir insanım ve hep bu davanın gündeme gelmesi sıkıcı oluyor, sıkıcıdan da öte bir şey…?
Yüksek Seçim Kurulu?nun BDP?li bağımsız adaylara yönelik kararı hakkındaki görüşlerini soruyorum. ?Yargı darbesi gibi bir şey bu,? diyor. Peki iyi bildiği 1990?ların zalim, Kürt düşmanı milliyetçi atmosferine bir dönüş yaşanıyor olabilir mi? ?Bence 1990?lara dönüş gibi bir durum yok, olamaz. Artık değişti. Kocasından dayak yiyen bir kadın belli bir noktaya gelir, bilinçlenir ve adam artık ona o kadar kolay şiddet uygulayamaz; burada toplum da belli bir noktaya geldi, artık eski duruma dönülemez,? diyor.
?Yolgeçen Hanı?nı yollarda yazmış. ?Berlin ve Strazburg arasında gidip geliyorum. Bir hafta oradayım sonra diğerinde. Romanı yazdığım defterler yanımda seyahat ediyorum.? Yollarda yazdığı romanından bahsettiğimiz sohbetten sonra yine yollara düşmek üzere yanımızdan ayrılıyor Pınar Selek, veda ederken büyüleyici enerjisi ve sebatının bize de ilham verdiğini hissediyoruz.

KİTAPTAN BİR BÖLÜM
Şimdi Sema gibi başlasam… Bir varmış, bir yokmuş desem.
Ama diyemiyorum. Masal değil, gerçekti.
Henüz anlamadığım gri bir gerçek.
Güneş henüz batmamıştı. Ama vakit, karanlık bekleyişine itmişti insanları. Beni, Hasan?ı. Hepimizi.
Güneş henüz batmamıştı ve her zamankinden daha puslu, daha kirli bir ekim akşamında, küstahça serilmişti caddelerin üzerine. Güneş küstah olur mu hiç? Mutsuz vakitlerde, olur.
Küstahtı çünkü her şeye rağmen insanın gözünün içine içine bakıyor, güzelliğiyle yakıyordu. Bizim güzellik görecek halimiz yoktu galiba. Yüzümüzü kaçırıyorduk. O zamanlar öyleydi. Daha sonraları, ölüm karşısında yaşadım bu duyguyu. Güzellikten, yaşam enerjisinden rahatsız olmak işte. Bitkin bir anlamsızlık duygusu. Biçare bir alttan bakış. Çocukları, gençleri, korna seslerini, satıcıları, güzel kokulu rüzgârı, dalgaları, denizi hatırlıyorum. Evlerine, evlerine, evlerine gidenler, başları hafif eğik, yürüyorlardı. Hızlı hızlı. Yağmurdan kaçar gibi. 1980 Ekim ayında, Bostancı?nın acelesi vardı.
Sensizdi her şey. Ne acelesi? Eczane kapalıydı. Gelen giden, selam sabah kesilmişti. Gözlüklerinin üzerinden bakan o muzip… Yoktu. Sen yoktun 1980 Ekim ayında. Dün gibi aklımda. Günlerden Cuma?ydı.
Saat altıya geliyordu. Caddeler henüz kurumamıştı. Ağaçların dibine birikmiş sarı yapraklar, üstü karalanmış sloganlar, çöp bidonları, büyük apartman duvarları ve ışıklı tabelalar ıslaktı.
Saat altıya geliyordu. Bostancı sıcak, ıslak ve boğucuydu. İşlerinden dönenler çarşıda oyalanmamış, esnaf kapı önünde çene çalmaktan sıkılıp kasa başına oturmuş, balıkçılar teknelerini başka sahillere çekmişlerdi. Tam kafa tutup dünyaya ?çek arabanı…? denecek bir gün olmasına rağmen, meyhaneler boştu. Bostancı boştu.
Meydanda sivillerden çok üniformalılar vardı. Üç beş rütbeli dışında, hepsi gençti. Çatık kaşlı genç adamlar… kaşlar çok çatıktı. Arada bir dağılan ama hemen içine dönen ağır bir sıkıntı. Büzük kasılma. Islak çimlerin üstüne, basamaklara oturarak, ağaçların gövdesine, yazılı duvarlara dayanarak, yorgun adımlarla meydanı turlayarak iç geçiriyorlardı. Eve dönmeyi beklemek, gün saymak ve tanımadığın insanların arasında dikilmek!
Mecbur, dikiliyorlardı. Caddeler baştan başa, bütün gün Bostancı?dan geçeceği beklenen diktatörün üçgen flamalarıyla donatılmıştı. Denizin, derya kuzularının, mutlu bekârların, sallapati âşıkların, bohem şairlerin, sarhoşların ve devrimcilerin Bostancı?sına… bizim Bostancı?mıza üniforma, plastik, metal ve küfür kokusu sinmişti.
?İnsanlık onuru işkenceyi yenecek.?
Yerde duran sararmış bildiride böyle yazıyordu. İskelenin karşısındaki küçük meydanda yavaş yavaş yürürken gördük.
Çaktırmadan almak için duraladık. Alamadık. Çocuklardan biri o bildirinin üzerine bastı ve ayağını sürterek topa vurmaya hazırlandı.
Bildiri yırtıldı.
O zamanlar her şey çok çabuk yırtılıyordu.
Sonra saklambaç başladı.
Kirpi saçlı bir çocuk, gölgesinde askerlerin beklediği büyük çınarın gövdesine, iki koluyla sakladığı başını dayadı:
?Bir, ikiii, üüç…?
Sesi tiz bir şimşek gibi düştü orta yere. Küstah bir şarkı gibi.

Kitabın Künyesi
Yolgeçen Hanı
Pınar Selek
İletişim Yayınevi / Roman Dizisi
İstanbul, Nisan 2011, 1. Basım
399 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir