Zafer Köse’yle ‘Kuş Sesleriyle Direnenler’ üzerine

“Yıllarca”, “Fabrika Yolu” ve “Sarsılmak” adlı kitapları Siyah-Beyaz Yayınları, “Söz İstiyorum”, “Evin Yolu” ve “Son Ozan Livaneli” kitapları Mevsimsiz Yayınları’ndan çıkan sitemiz yazarlarından Zafer Köse’nin yeni romanı yayımlandı: “Kuş Sesleriyle Direnenler”. Yine Siyah-Beyaz Yayınları’ndan çıkan, Haziran Direnişi ve Fatsa deneyimini birleştirerek kurgusallaştırdığı bu kitabı üzerine konuştuk.

– Önceki çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Bu dördüncü romanım. İki öykü kitabım ve bir de Livaneli ile ilgili deneme türünde kitabım var.

– Biyografi değil, deneme!

Evet, 1970’lerden 2000’lere, memlekette değişen ve değişmeyen yönleriyle halk beğenisi, köşe yazılarının işlevi, sanat-siyaset ilişkisi gibi konuları ele almaya çalıştım. Bir de, medyanın öncelikli belirleyen olmadığı dönemin son anında ortaya çıkıp medya çağında popülerliği sürdürmek…

– Romanlarınızda da genelde, yaşanan güne geçmişin etkisi gibi bir konu var. Örneğin; “Sarsılmak” romanınız.

Sarsılmak, 1999 depremi günlerinde geçiyor. Ama romanın bir kolu da, kahramanın 12 Eylül depremini ve sonraki 19 yılı nasıl yaşadığını anlatıyor. Kriz anlarında veya tarihi günlerde ortaya çıkan ani tepkilerin, aslında o kadar da ani olmadığını düşünüyorum. Böyle günlerde, önceki yıllarda biriktirilen değerler su yüzüne çıkıyor. 12 Eylül etkisiyle yaşanan onca yıl boyunca liberal değerlerin topluma şırınga edilmesinin, deprem günlerindeki insan davranışlarına mutlaka etkisi vardır. Yalova’da, enkaz altındaki bir kadının kolundan bilezik çalındığını biliyoruz. Ama sadece son 20-30 yıl değil, çok daha büyük bir tarih var elbette. Ne 12 Eylül’ün ne de bütün o zehirli yayınların gücü yetiyor, Anadolu’nun başkaldırı kültürünü tamamen yok etmeye.

– Röportajımızın da sebebini oluşturan son kitabınız “Kuş Sesleriyle Direnenler” Türkiye tarihinde sol adına birden fazla mirasa gönderme yapmış ve Fatsa deneyimi ile Gezi’yi buluşturmuş. Burada da Haziran günlerine geçmişin olumlu ve olumsuz etkileri bir konu olarak ortaya çıkıyor.

Doğru. Gezi Direnişi yaşanırken, hem bu ayaklanmayı destekler yönde sözler eden hem de “örgütlerin peşine takılmayın” falan diyen epeyce “yaşlı aydın” telaşı dikkatimi çekti. Sanki Gezi Parkı’ndaki ve ülkenin dört bir yanındaki mücadele politik değilmiş gibi, gençlere, “Gezi’ye politika karıştırmayın” diye nasihat ettiler. Çünkü isyan geleneğinden korktular. Yıllarca muhalif veya yandaş tavırla ama özünde düzene uyumla sürdürdükleri varlıkları için bir tehditti Haziran. En iyisi, bir yandan popülaritesinden faydalanmak bir yanda da tehlikesiz hale getirmekti. Böyle bir bilinçle düşünmeseler de, Haziran günlerini geçmişin muhalif ruhundan koparmak gerektiğini hissettiler. Bunu da eleştirel bir üslupla değil, daha çok “Facebook gençliği”ni veya eskinin devamı olmayan özgün dili övmek biçiminde yapmaya çalıştılar. Ben de Gezi’nin kendi başına oluşmadığının, bu ülkenin devrimcilerinin yüzyıllık birikiminin ürünü olduğunun altını çizmek gerektiğini düşündüm.

– Kitap, beyaz yakalı bir çift üzerinden beyaz yakalıların sınıfsal refleksleri; özgürlük anlayışları, gelecek kaygıları, siyasallaşmaları üzerine kurulmuş? Neden “beyaz yakalıları” irdelemeye ihtiyaç duydunuz?

Aslında beyaz yakalıları değil, bazı insanlık durumlarını incelemeye çalıştım. Özellikle de “başarı” gibi, “mutluluk” gibi, varoluşu gerçekleştirmek açısından zararlı hale gelen kavramları ele almak istedim. İnsanı çalışmak için yaşayan bir canlı gibi gören anlayışlara karşı öfkeliyim. Şirketler için en faydalı insan, hırslı insandır. Yetenek, mesleki bilgi, çalışkanlık, bunların hepsi ayrıntı. Asıl olan hırstır bu düzende. “Kuş Sesleriyle Direnenler”, elbette sadece Gezi Park’ında veya onlarca yıl önceki Fatsa sokaklarında geçen bir roman değil. Fabrikalarda ve evlerde yaşanan olaylar belki daha fazla yer tutuyor. Bu, özünde, “hırslı kişilik ve mücadeleci kişilik” temasını işleyen bir roman.

– Özelikle Gezi Direnişi’nin anlatıldığı bölümler çok canlı olmuş. Ayrıca kitap, Fatsa deneyimi ile de ilgili okuyucuya bir hayli bilgi veriyor. Nasıl bir ön çalışma yaptınız?

Doğrusu, roman için notlar almaya ve hikâyeyi kafamda geliştirmeye başladığımda, henüz Haziran olayları başlamamıştı. Daha çok işyerleri ve kişisel ilişkiler ortamındaki hırs, iktidar, uyum, başkaldırı konularını ele almak için bazı kahramanları canlandırmaya çalışıyordum. O müthiş Haziran günlerinde ara verdikten sonra tekrar çalışmama dönünce, roman kahramanlarım da hayatlarına öyle devam ettiler.

Gezi bölümleri için pek bir ön hazırlık yapmadım. Zaten içinde yer alarak yaşadığım günlerdi. Ayrıca, daha olaylar devam ederken, Yurt Gazetesi’nde, soL’da düşüncelerimi yazmıştım. Parkta çadır kurmuş, orada daha fazla zaman geçirmiş birkaç arkadaşımın deneyimlerini dinlemekle yetindim.

– Fatsa mücadelesi ile ilgili?

O da daha önce ilgilendiğim bir konuydu. Ama bu roman için, küçük bir hazırlık çalışmam da oldu. Birkaç kitaba tekrar göz attım, daha önce okumadığım 5-10 kitap okudum, o günleri yaşamış bir iki kişiyle konuştum. Fakat bu şekilde elde ettiğim yeni bilgiler pek gerekli olmadı romanda. O ortamı daha somut hissetmeme yaradı; onun dışında, romandaki kişilerin başından geçenler için yeni bir malzeme ortaya çıkmadı.

– Kitap, romanın anlatıcılarından Pelin’in gözünden, Gezi Parkı’nda kuşlarla ilgili fantastik bir bölümle bitiyor. Buram buram umut kokusuyla… Gezi’yi yaratan birçok insanın bile zaman zaman umutsuzluğa düştüğü oluyor. Anlatınızdan umudunuzu koruduğunuz anlaşılıyor, umudunuzu nasıl diri tutuyorsunuz?

Hayallerimizin güzelliğine güveniyorum. Düşüncelerimizin doğruluğuna güveniyorum. Başkaldırmanın, bilinçlenmekten de öncelikli ve kadim bir insanlık durumu olduğuna inanıyorum. Bunun böyle olduğunu biliyorum. Okuduklarımızdan, yaşadıklarımızdan, binlerce yıllık insan değerlerinden dolayı, umutluyum.

Biliyoruz ki, yolları yolcular güzelleştiriyor. Düşleri yoldaşlar güzelleştiriyor. Ve yoldaşlarımız, dünyanın en güzel insanları!

Sizce Gezi Direnişi geleceğe nasıl taşınır, Türkiye halkına neler öğretmiştir?

Cevabı dostum, Haziran’da bunun.

Şaka bir yana, Birleşik Haziran Hareketi beni heyecanlandırıyor. Yıllardır olmadığı kadar hareket halinde olmamı sağlıyor. Toplantılara, eylemlere katılmak, bir şeyler yapmak… İyice anladım ki, insanları “apolitik” diye eleştirmek anlamsızmış. Umutlu veya umutsuz olmak meselesi, bu… Umut, mücadeleye katılımı; mücadele ise umudu büyütüyor.

Görüşme: Zübeyde Duran
http://ilerihaber.org/zafer-kose-yle-kus-sesleriyle-direnenler-uzerine/10262/

KÜNYE: Kuş Sesleriyle Direnenler, Zafer Köse, Siyah-Beyaz Yayınları, Aralık 2014, 310 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir