Zamanın Elleri 2 – Mehmet Ercan

ne zaman gökyüzü öksüz çocuklar gibi ağlasa
siyahlar kuşanmış maskeli bir süvari
her akşam şiirin imgeden dağlarında
yüreğime saplı kılıcıyla dolaşır

ne zaman kuşlar ağıda dursa, üşür hüzün
güller solar, otlar gözyaşı döker, keklikler susar
iner düşlerime bir kanlı hançer
kanar onmuş yaralarım, dertlerim tazelenir

ne zaman ırmaklarla sevişsem, çocuğum sular
başlar bir makineli ateşi, yıldızlar düşer
kanım donar, ürpertilerle titrer tenim
sarar benliğimi bir cellâdın korkusu

ne zaman aylardan mayıs gelse usuma, ey umut
yollar gider içimden bilmediğim ülkelere
tutup elimden bir haşin rüzgâr
dolaştırır caddelerinde kentlerin

ne zaman bir kamışa üflesem sevinin soluğuyla
dilim misafir olur türküler ormanına
bir yanımda karacaoğlan, diğerinde pir sultanım oturur
başlar aşk ile kavganın düeti

ne zaman kalem olsam şiirle sevişen parmaklara
ansızın çıkar tenhada alev saçlı bir şair
güneşten atına binmiş ufka gider
ardından, pelerinleri havada uçan kara atılılar

ne zaman ellerimi uzatsam sen oluyorsun tuttuğum
gün gibi ışıtıyorsun yorgun şair yüzümü
güzel mevsim kokuyorsun, toprağımsın
sende yeşeren tohum oluyorum, bilmiyorsun

ne zaman bulutların yastığında dinlense başım
güvercinler mektuplar getiriyorlar güneşten
ufuk alevden çocuk doğururken, sevinçten ağlıyorum
neden ağladığımı soran olmuyor

ne zaman adını ansam kalbim kırık, duygularım perişan
gelip dizime oturuyorsun çocuklar gibi
sevincini, neşeni bırakarak dünyama
mahcup, kapıyı örtmeden sessizce gidiyorsun

ne zaman sokaklar dalgalansa ateşten bayraklarla
duygular alevlense, eller kilitlense ellere
çıkıp geliyorsun, binlerce kuştan yumrukla
korku, tırsa giden at oluyor karanlık

ne zaman dağlara el sallasam bir hücre mazgalından
paralar yüreğimi yoldaşların çığlığı
bir gül kanar çaresiz filistin askısında
gözyaşlarım sular yanaklarımın tarlalarını

ne zaman ipi kopmuş uçurtma olsa umudum
kuyuya atılan yusuf?u düşünürüm kardeşlerince
kurşun yemiş gibi irkilirim ansızın
dağları delen ferhat olurum yeniden

ne zaman yolculuğa çıksam kuşlarla ilkyaz oluyor
tozuyor yollar, ayaklarımda çayır, çimen kokusu
fısıldıyor kulağıma türkülerini rüzgâr
karşılıyor bizi zakkumlar, portakal çiçekleri

ne zaman akılıma zulada saklı bir silah gelse
on sekizinde deli fişek bir militan geliyor
şimdi sakalları ağırmış elinde baston
eski günlerini anımsar bakıp dağlara

ne zaman askeri bir tören seyretsem haki renkli
çakılıyor çivi gibi usuma karabasan bir eylül
önünde eğiliyorum er(dal)güllerin
okşuyorum saçlarını ellerimle onların

ne zaman bu şiiri bitirmeye çalışsam
yaz diye üsteliyor sonraki dörtlük
uzatsam kızıyor editörler
şikâyet ediyorlar yer darlığından

ne zaman kısa bir şiire başlasam, uzuyor
fırat?a, dicle?ye dönüyor dizelerim
onlar hâkim ben katip oluyorum
tutabilene aşk olsun sözcükleri

ne zaman gökyüzü öksüz çocuklar gibi ağlasa
siyahlar kuşanmış maskeli bir süvari
her akşam şiirin imgeden dağlarında
yüreğime saplı kılıcıyla dolaşır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir