Zaro Ağa, King Kong ve Che Guevara! ..

zaro ağa1930 yılının temmuz ayında, New York Limanı’na yanaşan geminin güvertesinde bir yolcu, kentin siluetini oluşturan gökdelenlere uzun uzun bakmaktadır … O yolcunun, karşısındaki gökdelenlerin katlarıiı.dan daha fazla ya şı vardır!.. İstanbul’dan gelmektedir ve adı da Zaro Ağa’dır. O yıl, Amerika Birleşik Devletleri 154, Zaro Ağa ise 153 yaşındadır. Yani, ABD sadece 1 yaş büyüktür yeni ziyaretçisinden!

Zaro Ağa, 1777 yılında, Bitlis’in Merment Köyü’nde gözlerini dünyaya açtığında, New York’taki gökdelenlerin hiçbiri daha doğmamıştı… Büyük bir törenle karşılanır Zaro Ağa, gazeteciler günlerdir yolunu gözlemektedir … Dünyanın en uzun yaşayan adamının fotoğrafı ertesi gün gazetelerin sayfalarında yer alır.

Herman Norden adlı bir Amerikalı davet etmiştir Zaro Ağa’yı Amerika’ya … New York Limanı’nın girişindeki ünlü Özgürlük Anıtı’nı görsün, önünde fotoğraf çektirsin diye mi? Ne gezer!.. Norden’in amacı, Zaro Ağa’nın yanında Amerikalılar’ın fotoğraf çektirmesidir. Dünyanın en yaşlı adamını görebilmek için sirk çadırından -içeri girenler, 10 dolar karşılığında onunla fotoğraf çektirebilmekteydiler!.. Zaro Ağa’yı öperken poz vermek istiyorsanız, 5 dolar daha fazla ödemeniz gerekirdi!..

Ekmek parası kazanmak için köyünden çıkıp İstanbul’a gelir Zaro Ağa … Ortaköy’de oturup, Boğaz’ın kıyısındaki Ortaköy Camii’ne bakanlar, Zaro Ağa’nın o mabedin yapımında çalıştığını bilmezler. Nusretiye Camii’nin yapımında da ter akıtmıştır Zaro Ağa ve daha pek çok eserin … Sonra köyüne geri döner Zaro Ağa ve orada evlenir. İstanbul’a tekrar geldiğinde gümrüklerde hamal olarak çalışmaya başlar. Öylesine güçlü, öylesine kollu kuvvetlidir ki, kısa sürede Hamallar Kahyası olur. İki metre boyundaki bu iyi kalpli devi Rus Harbi’nde cephede görürüz. Bacağından yaralanır Zaro Ağa. İyileşince de yeniden işinin başına döner ve tarihimizdeki ilk Hamallar Teşkilatı’nı kurar.

Zaro Ağa doğduğunda Osmanlı tahtında 1. Abdülhamit oturuyordu. III. Selim, kendini öldürmek isteyenlere karşı canını bir neyle korumaya çalışırken Zaro Ağa İstanbul’ daydı. iV Mustafa döneminde de vardı Zaro Ağa, il. Mahmut döneminde de … Dahası, bir padişahın resminin ilk kez asıldığı binanın yapımında da işçi olarak çalışmıştır. O bina Selimiye Kışlası, duvarına asılan resim de II. Mahmut’ un portresidir… Sultan Abdülmecit döneminde, 1. Tanzimat’ın ilan edilişinde de yaşıyordu, Abdülaziz döneminde trenin İstanbul’a ilk gelişinde de … V. Murat’ın özgürlükçü aydınlarla dostluklar kurduğunu da duydu Zaro Ağa, il. Abdülhamit döneminin ünlü jurnallerini de … V. Mehmet’ in Alman kralından etkilenerek bıraktığı “Wilhelm-kari” bıyıklarını da gördü, Vahdettin’i İstanbul’dan götüren İngiliz zırhlısı Malaya’yı da … Üstelik o Zaro Ağa ki, Vahdettin’in kıyısından attığı adımla 600 yıllık bir dönemi kapattığı Dolmabahçe Sarayı’nın yapımında da çalışmıştır!..

10 padişah eskitir Zaro Ağa … Ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün dönemine de tanıklık eder. Onca deprem, yangın, savaş görür Zaro Ağa. Hiçbirinde yıkılmaz, hepsinin ağırlığını kaldırır. Ama, yaban ellerde para karşılığında bir sirk hayvanı gibi teşhir edilmesi ağrına gider yaşlı devin. Koca çınarın yüreği de, bedeni de bu ağırlığı, bu yorgunluğu kaldıramaz … 9 ay, evet tam 9 ay gezdirilerek, bir sirk çadırında, hayatını sırtında taşıdığı yüklerle kazanan Zaro Ağa’nın sırtından para kazanır birileri!..

Zaro Ağa, New York’tan ayrılırken, kentin siluetine yeni bir gökdelen eklenmektedir. Yapımına 17 Mart gününde başlanılan Empire State binası ülkesine geri dönme mutluluğunu yaşayan Zaro Ağa’mn gözüne takıldı mı, gökdelenin yapımında çalışan işçileri görünce İstanbul’da temelini alınteriyle suladığı binaları anımsadı mı, bilinmez. Bildiğimiz, Empare State binasının 41 O günde tamamlandığı ve 1 Mayıs 1931’de büyük bir törenle açıldığıdır.

Empire State binasıyla, Zaro Ağa arasındaki birliktelik yalnızca bu tarihi buluşma değildir. 1933 yılında yönetmenliğini Merian C. Cooper ve Ernest B. Schoedsack’ın yaptıkları King Kong adlı film ile Zaro Ağa’nın Amerika seferi arasında benzerlikler vardır. Sinemanın klasikleri arasına giren King Kong, yerlilerin taptıkları, saygı gösterdikleri dev bir gorilken, onun görkeminden para kazanmak isteyenler tarafından doğasından kaçırılarak New York’a getirilir. Gözünü para bürümüş insanların elinde King Kong, Zaro Ağa’yla aynı kaderi paylaşmaktadır. Senaryonun sonu farklıdır yalnızca; Zaro Ağa ait olduğu topraklara geri dönerken, King Kong, Empire State binasının tepesine tırmanacak ve kendisine saldıran uçakları sinek gibi avlayacaktır. Dev goril, kaçırdığı aşık olduğu kadın avuçlarında zarar görmesin diye kendini feda ederken, Zaro Ağa’nın yaşlı ve aşklardan yorgun kalbi sıcak yuvasına doğru yola çıkacaktır.

William F. Smith’in kullandığı B-25 tipi uçak, 28 Temmuz 1945’te Empire State’e doğru uçarken, gökdelenin tepesinde King Kong yoktu!.. 79. ve 80. katlar arasına çarpan uçak 14 insanın ölümüne neden olurken, Betty Lou Oliver adını da Guennes Rekorlar Kitabı’na yazdırır! Uçak binaya çarptığında Oliver, görevli olduğu asansör kabiniyle 75 kat aşağı düşse de, burnu bile kanamadan dışarı çıkacak ve adımlarını asansörle en yüksekten düşen ve de ölmeyen insan kimliğine doğru atacaktır.

Yolu New York’a düşen Sunay Akın, Empire State’in en tepesine çıkmaya, oradan da Manhattan Adası’na King Kong gibi bakmaya karar verir. Binanın yanına geldiğinde uzun bir kuyrukla karşılaşan şair, bu sevdasından oracıkta vazgeçer. Dünyanın her kıtasından gelen insanları gözlemlemek daha ilginç gelir, Empire State’in 1930’larda ünlü oyuncak fabrikası Marx tarafından üretilen teneke oyuncağını İstanbul Oyuncak Müzesi’ne kazandıran ve tepesi ne de bir King Kong oyuncağı koymayı ihmal etmeyen şaire. Kuyruktaki insanlardan birinin üstündeki tişörtte Che Guevara’nın resmi vardır. Ne var ki, bu resimde, yıldızlı beresinin altındaki Che’nin yüzü bir maymun olarak çizilmiştir. Ernesto Che Guevara da, tıpkı King Kong gibi, Amerikalı yerlilerin saygı duyduğu bir efsanedir. Kızılderililerin maymun olarak çizilmesi ise Beyaz Adam’ın uyguladığı yeni bir aşağılama metodu değildir. King Kong’un tepesinde özgürlük uğruna uçaklarla savaştığı Empire State’in kuyruğunda, maymun yüzlü bir Che!.. Sunay Akın için bu metafor, gökdelenin tepesinden görülen manzaradan daha şiirseldir.

cheChe Guevara’nın, Granma yatıyla Küba Devrimi’ne doğru yola çıkmadan önce ailesine yazdığı son mektubun son satırında tanıdık bir isimle karşılaşırız: “Geleceğim Küba Devrimi’yle bağlantılı. Onunla beraber ya galip geleceğim ya da öleceğim. Öngörmediğim bir nedenden dolayı daha fazla yaşayamazsam, eğer kader beni yenilgiye taşırsa, her ne kadar yerinde olmasam da, içten olan bu satırları bir veda olarak kabul et. Hayatım boyunca doğrularımı hatalarla ve denemelerle aradım, doğru yolda ve beni kurtaracak hızımla ilerlerken bu döngüyü kapattım. Şu andan itibaren ölümümü bir sıkıntı olarak düşünmüyorum sadece, Türk şair Hikmet gibi, mezarıma sadece bitmemiş bir şarkının üzüntüsünü götüreceğim.”

Kızılderili liderin şarkısı yarım kalmaz, tam aksi, Küba Devrimi’nden sonra büyük bir koro tarafından söylenmeye başlanır. Bolivya’da susturulur, özgürlük şarkıları söyleyen koca yürek. Canlı olarak yakalanan Che’yi kimin öldüreceği askerler arasında yapılan bir kura sonucu saptanır. Mario Teran’dır, Che’nin şu son sözlerini duyacak olan katilin adı: “Buraya beni öldürmeye geldiğini biliyorum. Vur beni korkak, yalnızca bir adam öldürmüş olacaksın.”

Che’nin cesedi bir helikopterin iniş takımlarına bağlanır ve özgürlükleri uğruna canını verdiği Bolivyalı yerlilerin üstünden Vallegrande’ye götürülür. Cesedi buradaki bir hastanede küvete konarak basına gösterilir. Bir doktor tarafından elleri kesilen Che’nin bedeni bilinmeyen bir yere gömülür …

Efsanenin sona erdiğini ilan etmek için Che’nin cesedinin bağlanarak sergilendiği helikopter, iki milyar dolarlık gaz ve bir milyar dolarlık petrolün karşılığı olarak Gulf Petrol tarafından, Bolivya Başkanı Barrientos’a verilmiştir. Tarihin gördüğü en zalim, en hırsız devlet başkanlarından biri olan Barrientos bu helikopterle Bolivya’yı dolaşıp halka para saçmıştır. Diktatörün gökyüzünden yağdırdığı sadece para değildir. Helikopterden halka binlerce futbol topu da dağıtmıştır. Propaganda gezilerinden birinde helikopter yine başkanın halka para dağıtması için alçalır. Yükselecekken tellere takılan helikopterin dengesi bozulur ve kayalara çarparak infilak eder. Böylelikle, helikopteri her görüşlerinde akıllarına Che’nin cansız bedeninin yaptığı son yolculuk gelen yerlilerin laneti tutar ve paralarıyla beraber yanan Barrientos’un zulmü tedavülden kalkar.

Ressam Bedri Baykam Küba’ da yaptığı çalışma sırasında bulur, Che’nin Nazım Hikmet’in dizesiyle bitirdiği mektubunu. Baykam’ın Kemik adlı romanındaki bir sahne, New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerinin iki uçağın çarpması sonucu yıkılmasından çok önce yazılmıştır. O bölümü okuyalım: “Selim ağzına giren ve eriyen kar tanelerini dilinde ve dudaklarında hissederek yürürken, solundaki televizyon, 3-D ve multivizyonların serili olduğu vitrinlerindeki görüntülerden biri birden gözüne takıldı. Dev bir Jumbo 797, New York Midtown’daki dev PAN/AM binasına göbekten giriyor, orada anında patlayıp dağılırken o ‘büyük elma’nın simgelerinden olan dev binayı da resmen göbeğinden ikiye bölüyordu.”

New York’un her yerinde “911” yazmaktadır. Bu, acil durumlarda yardım istemek amacıyla aranılması gereken telefon numarasıdır. Ne gariptir ki, ikiz kulelere uçaklarla yapılan saldırının tarihi 11 Eylül’dür. Yani, 9. ayın 11. günü!.. Amerika’da tarih yazılırken öncelik güne değil, aya verilir. Bu da demek oluyor ki, teröristler yaptıkları saldırı unutulmasın diye New York’ta her an göze gelen “911” tarihini belirlemiş olabilirler. Belki de, Amerika’nın acil durumlardaki yetersizliğiyle, ellerinden hiçbir şey gelemeyeceğiyle alay etmek için 9. ayın 11. gününü tercih etmiş olabilirler!..

Baykam, 11 Eylül saldırısının kokusunu önceden sezdiği romanında, faciaların tarihinde çok önemli bir konunun altını çiziyor: “Yirmi dakika önce New York’ta vuku bulan ve o anda hala süren bu çağdaş ‘Titanikvari’ felaket, sanki aynı anda İstanbul’da da yaşanıyordu. Tabii o anda muhakkak Paris, Londra, Sidney veya Montreal sokaklarında da aynı durumlar vardı. Dünya artık tüm keyif, arzu, hüzün ve korkularını aynı anda yaşamaya alışmıştı.”

11 Eylül saldırısından sonra Bedri Baykam’ın duyarlılığı gerçeğe dönüşür ve biz, masum insanların öldüğü o korkunç görüntüleri tekrar tekrar izlemek zorunda kalırız.

İstanbul’a geri dönen Zaro Ağa, 1934 yılının Haziran ayında ömrünün ilk ve son doktorunu görecektir. 29 Haziran günü gözlerini Şişli Etfal Hastanesi’nde dünyaya kapayan Zaro Ağa’nın ölümünden üç yıl sonra, 1937 yılının mart ayında, Cumhuriyet gazetesinde şu ilan çıkar:

MEZARDAN BİR SES
Neden 157 sene yaşadım? Bu sırrı öğrenmek istersiniz değil mi? Çünkü,
HÜSEYİN AVNİ AKÇABOGAZ YOGURDU
yedim. Bunu böyle bilin, siz de yiyin, yaşarsınız.
ZARO AGA

Maymuna benzetilen Che tişörtleri gibi, Zaro Ağa’nın ölümünden sonra da, birileri sırtından para kazanmaya · devam ederler … 1997 yılında, Bolivya’nın Vallegrande kenti yakınlarındaki bir uçak pisti kazılır. Topraktan, elleri olmayan bir insan iskeleti çıkarılır. DNA testleri, üstüne yıllarca uçakların inip kalktığı kemiklerin Ernesto Che Guevara’ya ait olduğunu kanıtlar!

SUNAY AKIN
AY HIRSIZI
TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 2009

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir