“Zenabir: Eşek Arıları” – Öznur Özkaya

Tiyatro sanatı gün geçtikçe yara alıyor, çöküş yaşıyor ülkemizde. Devlet & şehir tiyatroları sahnelerinin az sayıda olması ve zor koşullarda çok iş yapmaya çabalaması, özel tiyatroların az ödenek alması ya da hiç alamamasından dolayı bilet fiyatlarını ülke standartlarının üstünde tutması, eğitim sisteminde öğrencilere sanatsal merak, sevgi, ilgi sağlayabilecek içerikte dersler konulmaması hem tiyatrolara darbeyi vuruyor hem de seyirciyi giderek sanattan koparıyor. Ülkenin ekonomik koşulları da seyirciyi etkilemiyor değil. Geçim derdinde olan bir insan hangi salona koşarak gitmeyi hayal edebiliyor?

Hatırlayacağınız üzere, Kültür Bakanlığı?nın özel tiyatroların projelerine yönelik yapacağı destek listesinde geçtiğimiz yıllarda destek alan pek çok tiyatroya 2013- 2014 sezonu için destek çıkmamıştı. Söz konusu tiyatroların ?Gezi Direnişi?ni destekledikleri gerekçesiyle destek alamadıkları da aşikâr. Dostlar Tiyatrosu?ndan Genco Erkal?ın sözleri hala hatırımda: ?Bu destek devletin görevidir. İktidarların yandaşlarına dağıttığı ulufe değildir. Çağdaş demokrasilerde gelenek budur. Devlet sanatı destekler, içeriğine karışmaz. Ama anlaşılan şimdiki iktidarın en ufak bir muhalefete tahammülü yok. Gazete, televizyon derken şimdi de tiyatroda çatlak seslerin susturulması, cezalandırılması gerekiyor.?

İktidarın sanata bakış açısını örneklerle açıklamak kolay. Ucube diye nitelendirilen heykeller, yasaklanan oyunlar, Devlet Tiyatrosu?na ve İstanbul Şehir Tiyatrosu?na yapılan baskılar, salonları yerle yeksan etme istekleri hem muhalif olana tahammül edememe durumundan hem de kapitalizmin dinamiklerinden kaynaklı. Semih Çelenk; 30 Mart 2007 tarihli ?Kârhaneciler, Sanal Dünya, Şizofreni ve Tiyatr? başlıklı yazısında bu duruma şöyle değiniyor: ?Kapitalizmin çağımızdaki, güya ?insan?ı ve ?özgürlük?ü merkeze koyan bu azgın ?liberal? aşaması ve onun folklorik giysilerinden biri olan ?küreselleşme?nin tek bir parametresi var. O da ?kârlılık?. ?Kâr getirmeyen hiçbir şey gerekli değildir.? şiarından hareket eden bu azgın liberalizm, ?tüketici birey?i her şeyin merkezine koymaktadır. Tüketmeyen, yoksul, işsiz, aç insanları sistem dışı kabul etmekte; büyük kitleleri sadece bir ?güvenlik? sorununa indirgemektedir. Yani ya kârhane düzeninden yanasınız ya da sadece basit bir ?güvenlik? sorunusunuz.?

Aynı yazıda bir süreliğine internet üzerinde tiyatro adına yapılan tartışmalara katılmama kararı aldığını bildiren Semih Çelenk; bizlerle tiyatro salonlarında, sahnenin ışığında buluşmak istediğini belirtmişti. Ben de; yinelenen ve çekilmeyen bir karın ağrısıyla cebelleştiğimiz günümüz Türkiyesi?nde, özellikle vakit veya nakit azlığını ileri sürerek tiyatroya ender gidenlere oturup tiyatro oyunlarını okumalarını tavsiye ediyorum. Tiyatroyu seyreden yok bir de oyunları okuyan mı arıyorsun, demeyin. Her türlü bahanesi olanlara önerebileceğim en doğru şey bu, diye düşünüyorum.

Ve geçen yıl yayınlanmış olmasına rağmen henüz okuyabildiğim (ki bu da benim ayıbım) ?Zenabir? le tiyatro metni okumanın güzelliğine varıyorum. ?Zenabir?, Konya Selçuk Üniversitesi Dilek Sabancı Konservatuarı?nda Oyunculuk son sınıf öğrencileriyle 2012 ? 2013 yıllarında Semih Çelenk?in yaptığı ortaoyunu atölye çalışmasının bir ürünü aslında. S. Çelenk; ?Zenabir?i, Aristophanes?in ?Eşek Arıları? oyununun biçiminden yola çıkarak ortaoyunu üslubu içinde yeniden, serbest ve özgün bir biçimde yazmış.

?Zenabir?de, özellikle Pişekâr?ın taklit ettiği Sultan Muhalifi ile Kavuklu?nun taklit ettiği Sultan Muhibi arasında geçen diyaloglar manidar. Kadılık hastalığına tutulan Kavuklu?yu eve hapseden Pişekâr, babası Kavuklu?ya ve Zenabir takımına yanlışlarını bir bir sıralar. Zenabir takımından Kadıbaşı ?Aman, çabuk olalım, vre çabuk. / Bir amele?yi mahkeme edeceğiz, unutmayın. / Tam bir tepsi baklava çalmış tatlıcıdan. / Sonra da bir yazarcı hatta muzircı yazarcı / yazmış muzır laflar arka arkaya kitap diye milletin / aklını çelmek için. / Sonra da bir nümayişçi tantanacı / Bağırıp çağırmış Sultan hakkında geri ileri / Sultanımız tam vaktinde gelin, dedi. /? / Kırın bunların kalemini dedi ama bunlar aramızda / kalsın dedi.? (s.28) sözleriyle Kavuklu?yu acele ettirmeye çalışsa da; Pişekâr ?Demek işiniz gücünüz bu. / Dört bir yanda zorbalık edip / Şunu bunu hain diye damgalamak / ? / Bir köle oldun da farkında değilsin / Uyduruk delillerle, haksız hukuksuz / Hapsediyormuşsunuz milleti göz göre göre.? (s.36-37) diyerek Zenabir takımının yüzüne vurur adaletsizliklerini.

Pişekâr; memleket ekonomisinden gerçekte kadıların pek da pay almadığını kanıtlayıverir basit bir matematik hesabıyla. Babasıyla aralarında geçen şu diyalog sorunun özünü de görmelerini sağlar:
Kavuklu – Demek ki devlet akçesinin onda biri bile değil
Bütün kadıların aldığı para?
Pişekâr – Değil ya, ne sandın?
Kavuklu – Nereye gidiyor öyleyse bunca para?
Pişekâr – Memleket için çalışıyorum ben
Halk uğruna savaşıyorum diyenler yok mu?
Onlara gidiyor paralar
Çünkü sen bu güzel laflara kanıp
Başa getiriyorsun onları. (s. 43- 44)

Neyse ki, her ortaoyununun sonunda olduğu gibi tatlıya bağlanır acı işler. Oyunun sonunda Kavuklu dersini alır ve yükseltir sesini doğruluğa: ?Söyleyim; Adalet denen nane / Çiğnenmemeli öyle her ağızda / Ya da çalınmamalı yere adalet adalet diye / Herkesin harcı olmamalı / Sade ve sade erdemli ve vicdanlı / insanlar hüküm vermeli / ve her hüküm de hüküm veren de hükmeden de / Halka hakkınca hukukunca hesap vermeli / Lüzumu geldiğinde.? (s.61-62)

Sözün haklıdan, doğrudan ayrıldığına durmadan şahit oluyorsak da ülkemizde, Semih Çelenk?in ?Zenabir?in önsözünde de dediği gibi, ?Önce söz ve sonra öykü, sonra tiyatrodan başlayarak tüm sanatların içinde söz ve öykü, sahip olduğu zirveleri bırakmayacak, bayrak diktiği tepeleri düşmana teslim etmeyecek. Sözün ve öykünün namusunu koruyacak. Söz büyücüleri, öykü anlatıcıları, karabüyüye ve karabeylere bırakmayacaklar meydanı.?

* Zenabir, Semih Çelenk, Kodeks Yayınevi, Nisan 2013.

ÖZNUR ÖZKAYA

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir