Adam Smith’in Bilim Felsefesi

Adam Smith
İskoç Aydınlanması’nın önemli filozoflarından biri de Adam Smith’tir. Smith her ne kadar ekonomi-politiğin kurucusu olarak ün salmış olsa da düşünce tarihinde esasen ekonomi-politiğin kendisinin sadece bir parçası olduğu genel bir ahlak sistemi kurmuş olan önemli bir filozof olarak geçer. Felsefe ya da sisteminin kökeninde, en çok etkilendiği filozof olarak Hume’un muhayyile anlayışı ve duygudaşlık görüşü bulunan Adam Smith “duygudaşlığı” bir yandan başka bir kimsenin durumunu anlama yeteneğimizle özdeşleştirirken, diğer yandan kişinin sosyal etkileşim yoluyla oluşan ahlaki kimliğinin temeline oturtmuştur.
Çok daha önemlisi, onun adaletin temelinde bulunan bir haklar teorisiyle adaletin koruyucusu olarak belli bir politik yönetim teorisi geliştirdiği kabul edilir. Pazar ekonomisini insanın aydınlanmış ya da basiretli özçıkarının ifadesi olarak değerlendiren Smith, aslında özçıkarın insan doğasının temel, özsel bir yönü olması nedeniyle, bütün toplum biçimlerinde başında olduğunu düşünmekteydi. Fakat özçıkar esas itibariyle ticaret toplumunda öne çıkmak durumundaydı; bunun da nedeni, ticaret toplumunun, kişinin çıkarının peşinden koşmasını bireysel özgürlükle tam ve kusursuzca bağdaşan bir şey haline getirmiş olmasıydı.

(a) Bilim Felsefesi
Adam Smith’in (1723-1790) iki temel eseri vardı: The Theory of Moral Sentiments [Ahlaki Duygular Teorisi] ve iktisat tarihinin en önemli, en azından Marx’ın Kapital’i ve Keynes’in Genel Teori’siyle birlikte birkaç büyük eserinden biri olarak görülen An Inquiry into Nature and Causes of the Wealth of Nations [Ulusların Zenginliğinin Doğası ve Nedenleri Üzerine Bir Soruşturma]. Bu eserlerinde belli bir iktisat teorisiyle, ona uygun bir yaşama felsefesi veya ahlak anlayışı geliştiren Smith üzerindeki en önemli etki kaynağı, bir süre öğrencisi olduğu David Hume olmuştur. Hume felsefesinden “muhayyile” ya da “imgelem” kavramını alan Smith, bu kavram aracılığıyla belli bir bilim felsefesi telakkisi geliştirmişti. Muhayyileyi, “beşeri dünyayı yaratan ya da daha doğrusu ona şekil veren etkin zihinsel güç” olarak tanımlayan Smith, onunla insanın gerek fiziki ve gerekse moral dünyanın algılanan unsurları arasında bağlantılar kurabildiğini öne sürmekteydi. Muhayyilenin ona göre, biri failler olarak kişilerle, diğeri ise insan varlıklarını da kapsayacak şekilde şeylerle ve olaylarla ilgili iki ayrı türü vardır: Söz konusu iki muhayyile türünden ikincisi, zihnin bilim ve sanatları kapsayan teorik faaliyetinin temelini oluşturur. Muhayyilenin faaliyetinin, dünyada bir düzen ve tutarlılık arayışını ifade ettiğini bildiren Smith’e göre, insanın bu arayışı amacına ulaştığı zaman, zihin belli bir tatmine ve hazza ulaşır; fakat amacına erişmediği veya karşılık bulmadığı zaman, merak ve kaygı içinde kalır.
İnsan teorik muhayyilesine, daha ziyade açıklayıcı nedenler bulmak amacıyla başvurur. Muhayyile, insanın şeyleri düzene sokma yeteneğinin bir ifadesi olup, insan onunla bilim, sanat, felsefe ve teknolojiyi yaratır. Gerçekten de bilimin deneyimin kaosundan muhayyilenin düzen yaratma teşebbüsünü ifade ettiğini, bunu en iyi doğal dünyayı açıklamak üzere makinelerle kurulan analojilerde gördüğümüzü söyleyen Smith, bu muhayyile anlayışını bilimin metodolojisiyle ilgili görüşlerinde ifade eder. Ona göre, bilimsel bir metodoloji, Newton’un da göstermiş olduğu üzere, tüm alanlarda deneysel verilerin teorik bir model ya da sistemle olan sentezinden meydana gelir. Newton’un sisteminin insanın gerçekleştirebilmiş olduğu en büyük başarıyı ifade ettiğini öne süren Smith, bu başarının, Newton’un gök mekaniğinin yasalarını keşfetmiş olmasından değil, fakat bütün bilimsel ve felsefi araştırmaların amacını ve yöntemini gözler önüne sermesinden kaynaklandığını söyler. Ona göre, bir araştırma belli bir fenomenler alanı veya bütününü yöneten yasaları ortaya çıkarmayı amaçladığı zaman gerçekten bilimsel ya da felsefi bir araştırmadır. Newton’un büyüklüğü de işte buradan gelir: O, tikel durumları yöneten özel birtakım yasalarla yetinmek yerine, genel yasalar inşa etmeyi, bir sistem kurmayı amaçlamıştır. Bu açıdan bakıldığında, yerçekimi yasasının, sadece gezegenler için değil, fakat tüm kütleler için geçerli olan bir yasa olduğunu söylemek doğru olur.
Newton’un doğal alan için yaptığını, sosyal alan için yapmaya kalkışan Hume benzeri diğer Aydınlanma filozofları gibi, Adam Smith de şu halde sosyal fenomenleri araştırmaya koyulduğu zaman, insan davranışıyla ilgili genel yasalara erişmeyi amaçlar. Tek tek bireyler olarak insanlar veya toplumlar, kültürleri itibariyle elbette farklılık gösterirler. Fakat insan varlıkları, temel doğaları itibariyle birbirlerine benzerlik sergilerler. Durum böyleyse eğer, insan davranışıyla ilgili olarak evrensel geçerliliği olan önermeler ortaya koymanın kesinlikle mümkün olduğunu söyleyen Smith, Hobbes’un yaklaşık yüzyıl kadar önce öne sürmüş olduğu görüşleri benimser: Bütün insanlar tarafından paylaşılan ortak bir insan doğası vardır ve bu doğanın temel özellikleri içebakış yoluyla tespit edilebilir. Bu yapıldıktan sonra, sosyal fenomenlerle ilgili bilimsel bir araştırmanın üzerine inşa edileceği ampirik temel elde edilmiş olur.

Ahmet Cevizci
Felsefe Tarihi
Say Yayınları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir