İlk kitap, 1989’da çıktı. ‘Sokağın Zulası’ bir şiir kitabıydı. Onu da bir (TKP) parti yayınevi bastı. Rahmetli Ali Taygun da merkez komitesindeydi partinin. Onun yanına gittim ve sanat komitesini oluşturduk. Ali Abi, ‘Çıplak Ayaklı Gece’yi okuyunca “Ahmet, sen polisiye yaz” dedi. Önce anlamadım; zoruma gitti. Beni küçümsüyor zannettim.
Sonra fark ettim ki, polisiye aslında sistemi eleştirmek için iyi bir yol. Yoğun şekilde polisiye okudum. Hepsini karşılaştırdım ve bir politik zemin oluşturdum. Shakespeare’le Dostoyevski’yi örnek aldım. ‘Hamlet’, ‘Macbeth’, ‘Suç ve Ceza’, ‘Karamazov Kardeşler’, cinayetten yola çıkıp toplumun ruh halini anlatır. Benim kurgum biraz daha Agatha Christie, yani finali belirsiz olan, merakla okunan metinler. Klasik anlamda polisiye yazmıyorum. İlk polisiye romanım ‘Sis ve Gece’, yasak bir aşk bağlamında MİT’in sivilleşme sürecini ve bir yargısız infazı anlatır. Patasana’da Hititler’in ikinci başkenti ‘Kargamış’ı yazdım. O bana, büyük bir kapı açtı. ‘Patasana’, ‘Kavim’, ‘Beyoğlu Rapsodisi’, ‘Bab-ı Esrar’, ‘İstanbul Hatırası’ bir zincirin farklı halkalarıdır. Tarihi zeminde polisiyedir. Hani Umberto Eco, ‘Gülün Adı’nı yazdı, polisiye roman dedi. Orhan Pamuk ‘Benim Adım Kırmızı’yı yazdı, polisiyeydi ama polisiye demedi. Benim için fark etmiyor, ben güzel yazmaya çalışıyorum. İleride sanat tarihçileri tanımlamaya değer bulursa yazdıklarımı, sınıflandırabilirler.
Söyleşi: Faruk Bildirici
Hürriyet Gazetesi Pazar Eki, Temmuz 2010