“Akıl kendi mekânını yaratır, cehennemi cennete, cenneti cehenneme çevirebilir.”

Kayıp Cennet ne anlatıyor?
John Milton’ın destansı şiiri Kayıp Cennet, etkisi bakımından İngiliz edebiyatında Shakespeare’in ardından ikinci sırada gelir. Milton’ın bu eseri ne anlatıyordu, neden önemliydi?

Milton’ın Kayıp Cennet adlı eseri bugün pek okunmuyor. Ama bu ay 350 yılını dolduran bu destansı şiir, bugün bile İngiliz edebiyatını şekillendiren eşsiz eserlerden biri olmaya devam ediyor.

10.000 mısrayı aşkın bu destanda cennete girme savaşı ve insanın cennetten kovulmasının hikâyesi anlatılır. Onlarca bölümde cennetin kaybedilmesini, gözden düşen Şeytan’ın ve insanın gözüyle anlama çabası görülür. Dinin eskisi kadar etkili olmadığı laik bir çağda bile bu destan okura isyan, hasret ve kefaret arzusu konusunda etkili bir tefekkürü ifade eder.

Varlıklı bir aileden gelmesine rağmen Milton’un dünya görüşü kişisel ve siyasi mücadelelerle şekillenir. İngiltere’nin iç savaş sürecinde (1642-51) sıkı bir cumhuriyetçi olarak tanınır. 1649’da İngiliz kralı I. Charles’ın idamından iki ay sonra Milton yeni cumhuriyette Yabancı Diller Sekreteri sıfatı ile diplomatlık yapar. Zira İngilizcenin yanı sıra Yunanca, Latince, İtalyanca, Felemenkçe, Almanca, Fransızca, İspanyolca dillerinde şiir yazan, İbranice, Aramice (Suriye’de konuşulan) ve Süryanice okuyabilen bir şairdi.

Avrupa’da Milton, İngiltere’deki radikal yeni rejimin ve Cumhuriyetin bilge savunucusu olarak ün kazanmıştı. Fakat gözleri iyi görmediği için diplomatik seferlerini sınırlamak zorunda kaldı. 1654’te tamamen kör olmuştu. Yaşamının son 20 yılında şiirlerini kendisi söylemiş, başkaları yazmıştı.

Kayıp Cennet’te Milton kör peygamberlerin ruhunu çağırmak için klasik Yunan şiirinden, Homeros’tan yararlanır, aklın gözüyle gören Teb kâhini Tresias’tan yardım umar.

Milton 1658’de Kayıp Cennet’i yazmaya başladığında yastaydı. O yıl hem 23. Sonesinde ölümsüzleştirdiği ikinci karısını, hem de Koruyucu Lord unvanı ile Cumhuriyet döneminde İngiltere’yi yöneten Oliver Cromwell’i kaybetmişti. Onun ölümü cumhuriyetin yıkımını hızlandırmıştı. Kayıp Cennet işte bu yıkılan dünyaya bir anlam verme, Tanrı’nın işlerini insanın ve Milton’un kendi gözünde meşru kılma çabasıydı.

Fakat bu kişisel özellikler, şiirde teolojinin tuttuğu yeri gölgeleyemez. Edebiyat eleştirmeni Christopher Ricks’in dediği gibi “Sanat sanat için midir? Sanat Tanrı içindir.” Milton’ın bugün fazla okunmamasının nedeni, ‘yıkılan’ bir dünyayı dini bir lafızla açıklamaya çalışmasıdır. Zira onun döneminde gözde olan bu dinsel ifadeler artık kullanım dışıdır. Püriten Milton hoşgörü, boşanma ve kurtuluş gibi çok çeşitli konularda teolojik tartışmalarla geçirmişti ömrünü.

Kayıp Cennet “Hain Melek” olarak bilinen Şeytan’ın yaratıcısı Tanrı’ya karşı isyanının ardından cehenneme gönderilmesi ile başlar. “Cennetin Tiranlığı” olarak gördüğü şeye itaat etmeyi reddeden Şeytan, Tanrı’nın yarattığı insanı günaha teşvik ederek intikam alır. Milton kurtuluş yolunu göstermeden önce “İnsanın İlk İtaatsizliği”nin canlı bir dökümünü verir.

Rick Kayıp Cennet’in “Tanrı’nın adaleti konusunda ateşli bir tartışma” olduğunu ve Milton’ın Tanrı’sının katı ve zalim olduğunu söylüyor. Tersine Şeytan’ın ise karanlık bir karizması (“kulağa hoş gelir sözleri”) ve kendi kaderini eline alma gibi devrimci bir talebi vardır. Konuşmalarını demokratik yönetim diliyle, “özgür tercih”, “rıza”, “halkoyu” gibi kavramlarla süsler ve “Cennette kul olacağıma Cehennemde kral olurum” der.

Cromwell gibi Milton da görevinin Tanrı’nın yeryüzündeki krallığında yol göstermek olduğuna inanıyordu. ‘Kralların kutsal hakkı’ konseptinden nefret etmekle birlikte, Benjamin Franklin’in ifadesiyle “Tiranlara Karşı İsyan Tanrı’ya İtaattir” düşüncesiyle Milton kendisini Tanrı’ya teslim etmektedir.

Kayıp Cennet çoğunlukla siyasi ve dini tartışmalara konu olsa da aslında aşk da içerir. Milton’a göre Havva biraz da Adem’e yakın olmak için günaha girmiş, Adem de “seni kaybetmek kendimi kaybetmektir” sözleriyle onu takip etmiştir.

Kayıp Cennet 1667’de Londra’da yayımlandığında Milton artık gözden düşmüştü. 1660’ta Stuart hanedanlığı yeniden tahta geçmeden birkaç ay önce Milton bir bildiri yayınlayarak krallığı reddetmişti. Bunun üzerine eserleri yakılmış, Londra Kalesi’nde hapsedilmiş, idamdan kıl payı kurtulmuştu.

Oysa Kayıp Cennet kraliyet yanlıları tarafından bile övgüyle karşılanmıştı. “İnsan beyninin ürettiği en üstün eserler” arasında yer aldığını söyleyenler vardı.

Milton ayrıca sansüre karşı duruşuyla bilinir. “Bilme, konuşma ve vicdanıma göre özgürce tartışma özgürlüğü olmalı” diyordu bir yazısında. Şiir dili de yeniydi; kendi ifadesiyle “kafiyenin sıkıntılı ve modern sınırlarından arınmış” bir tarz kullanıyordu.

Frankenstein’ın yazarı Marry Shelley’nin Kayıp Cennet’ten esinlendiği, ünlü İngiliz şair Wordsworth’un de ünlü Londra 1802 sonesine başlarken Milton’a yakardığı bilinir.

Ancak 20. yüzyılda bir “Milton Tartışması” çıktı ortaya ve onun mirasını eleştirenler oldu. Bunlar arasında TS Eliot ve “Milton en kötü zehirdir” diyen Ezra Pound da vardı. Destekçileri arasında ise CS Lewis gibi inançlı Hristiyanlar da “Bu destanın bu kadar iyi olmasının nedeni Tanrı’yı kötü gösterdiği içindir” diyen William Empson gibi ateistler de vardı. Malcolm X de hapisteyken Kayıp Cennet’i okumuş, Şeytan’a sempati duymuştu.

Son yıllarda Kayıp Cennet yeni hayranlar yarattı. Bazıları kelime kullanımı ve müzikalite bakımından Milton’ın Shakespeare’i aştığını iddia ediyor.

Milton’ın mısralarıyla bitirecek olursak: “Akıl kendi mekânın yaratır, kendi başına cehennemi cennete, cenneti cehenneme çevirebilir.”

Benjamin Ramm
BBC Culture 20.04.2017

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir