“An”ın mutluluğudur bir ömür süren

İnsanoğlu, mutluluğu hep uzaklarda yahut çok büyük “şeyler”de arar durur kimileyin. İnsanlığın bu en büyük özlemi, erişilmezi mutluluk hali, sadece uzak bir hayal olarak kalır kimileri için. Oysaki hemen yanı başımızdadır, burnumuzun ucunda… Yakalamak için çoğu zaman elimizi uzatmak yeter de artar. Aslında insanın kendi elindedir biraz da, mutlu olmak ya da mutsuzluğa kucak açmak… Sadece bir “an”dır belki de mutluluk; hayali, insanı bir ömür boyu mutlu kılacak bir an… Sevgiliyle göz göze gelinen an, bir annenin bebeğini ilk kez kucağına aldığı an, çok uzaklardan gelen bir mektubun sıcaklığını parmak uçlarında hissettiğin an… Bu liste öylece uzayıp gidebilir. O sebeple “an”ın kıymetini bilmek belki de aslolan… Çünkü geriye dönüp bakıldığında, anılar çöplüğünden belli başlı bazı “an”lardır size ötelerden göz kırpan ve kimileyin yüzünüze çocuksu bir tebessüm konduran, kimileyinse yüreğinize bir tutam hüzün bulayan…

Öyküleri, romanları ve ayrıca birçok gazete-dergide yazdığı eleştirel yazılarıyla tanıdığımız, çağdaş edebiyatımızın güçlü kalemi Erendiz Atasü’nün “Hayatın En Mutlu An’ı” adlı öykü kitabında karşımıza çıkan kahramanlar da mutluluğu sorguluyor. Hayatın ta içinde yaşarken, bir yandan bedeller ödeyerek tökezleyen kahramanların, hayatlarının en mutlu “an”larına, acılarına, hüzünlerine ve kimileyin yabancılaşmalarına tanıklık ediyoruz. Erendiz Atasü’nün Everest Yayınları’ndan çıkan ve yedi öyküden oluşan bu son kitabı, “an”ın öneminin bir kez daha farkına varmamızı sağlıyor.

Öykü ve romanlarında kadın dünyasına eğilen, onların duygu dünyasına tercüman olan, çoğu kere kelimelere dökülemeyen cinselliğini dile getiren, aşka bakışını, ataerkil bir toplumda aşkı ve cinselliği yaşayışını/yaşayamayışını ortaya koyan Atasü’nün bu son kitabındaki öykülerinde de asıl kahramanları, kadınlar olarak karşımıza çıkıyor.

“Hanımefendi ve Kocakarı” başlıklı öykü, kitabın ilk öyküsü. Vali Bey’in eşi olan, yazlık sitenin yayıldığı koyun kayalıklarda biten ucundaki evde yaşayan yaşlı kadının solan elbisesiyle birlikte bedeni de eskir, yaşlılık onu hırpalar. Yıllar pek çok şeyi tarumar ederken yaşlı kadın yalnızlığıyla baş başa kalır, görkemli hayatı giderek sönükleşir. Yaşlılık pek çok şeyi değiştirir; solgun gençlik hatıralarından gayrı… Ve hiçbir iz bırakmadan bu dünyadan silinip gider Hanımefendi; mezarının başına bir taş dikeni bile olmamıştır…

Kitapta kahramanı kadın olan öykülerin yanı sıra kahramanı yazar olan öyküler de okuyoruz. “Fikir Ayrılığı” adlı öyküde dört edebiyatçı arkadaş üzerinden yazarlığı, edebiyat dünyasındaki ilişkileri-oyunları, yazmanın hem acı hem de haz veren yanını aktarıyor Atasü. Öyküdeki yazarlardan biri, yazmaktan vazgeçmeyi ciddi olarak düşündüğünü dile getiriyor mesela. Çünkü: “Kimsenin okumadığı şeyleri yayımlatmak için yayıncılarla didişip de ne olacaktı! Yazıp zulaya atmak çözüm değildi; çünkü boşa giden emeği çağrıştırıyordu.” Aslında ne tuhaftır yazmak: “Yazmanın hem yazara acı çektiren, onun geren hem hazla ödüllendiren, tazeleyen o ikili doğası olmadan bu işi sürdüremez tükenirdim. Ne tuhaftır yazmak, gerçekten yaşadığımı ancak yazarken hissedebiliyorum; yazmanın hazla ve elemle atan ritmini içimde duymazsam her şey boş…” Yine aynı yazar kahraman, yayın piyasasına dair de birkaç kelam ediyor ve “sanatçı kimdir?” sorusuna açıklık getiriyor: “… kendini yenilemesini bilen ayakta kalır, yayın piyasasında da bu böyledir, hayatın diğer alanlarında da. Sanatçı yalnız insandır; kimseye borcu yoktur, kendinden başka”.

Öykülerin tümünde kahramanların peşini bir gölge gibi takip eden geçmişin izlerine, toplumsal ve tarihsel gerçekliklere, yaşlılık, yalnızlık ve ölüme, aşka-sevgiye, ayrılıklara, özlemlere, kısacası hayata tanık oluyoruz. Tarihsel bir izlek de karşımıza çıkıyor; kahramanların yaşantıları memleketin içinde bulunduğu koşulları da aktarıyor. Cumhuriyet dönemi ve sonrasındaki zor koşullar da fon oluşturuyor öykülere. Ülkenin kötü yönetilmesi ve art arda gelen, silinmeyecek izler bırakan darbeler öykü kahramanlarının hayatlarına damgasını vuruyor. 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin kapanmayan yara izlerine rastlıyoruz öykülerde. Kitaba da adını veren “Hayatın En Mutlu An’ı” adlı öykünün kahramanı Şafak Gazioğlu, Cumhuriyet rejimine inanmış bir gençtir ve bu uğurda ağır bedeller ödemiştir. Ve Şafak’ın “Bildiği tanıdığı ülkesi sonuncu vefasız sevgili gibi kayıp gidiyordu ellerinden; can mı çekişiyordu, deri ve doku mu değiştiriyordu? Emin olamıyordu. Memleketle arasında beliren buzul çatlağa gömmeye çalışıyordu ıstırabını, yabancılaşmaya.” Ülkenin gerçeklerini, “Bağışıklık Yetmezliğinde Ayrılık” adlı öyküde de görüyoruz: “Yıpratıcı bir ülkede yaşıyorlardı, küçük aksaklıkların büyük vurgunların gizlediği, kara ölümlerin kol gezdiği, cinayetlerin faillerinin yakalanmadığı, her şeyin rastlantılara bağlı olduğu… Hırpalayıcı bir ülkede… İnsanlar çabuk yaşlanıyordu, orada. Arkadaşlar, eşler yitiyordu kargaşada. Yalnızlık basıyordu yürekleri ve kuşatıyordu kişiyi.”…

“Üniformalı Adam” adlı öyküde ise siyasi tutuklu olan bir kadın kahramanla karşılaşıyoruz. Demir parmaklıkları ardında bırakıp özgürlüğe kavuştuğu sırada, mutlu “an”lar yaşayacağı bir yabancıyla karşılaşır. Yedek subay olan bu üniformalı adamla aşkı yaşar kadın ya da öyle sanır. Belki sadece şehvettir duyumsadığı… “Kabulleniş” adlı öyküde de Naime Hanım’ın karşı binada, kirli mavi badanalı apartmanda yaşayan adama olan aşkına tanıklık ediyoruz. Yine anılar, geçmişe dair “an”lar, mutluluklar söz konusudur. Ancak Naime Hanım, karşı apartmandaki adamın yani Kenan’ın komutanının karısıdır; dolayısıyla ne umabilirlerdi ki birbirlerinden. Azıcık bir şey belki…

Ve son öykü, “Seni Sevmiyorum” başlığını taşıyor. Tıpkı “seni seviyorum” demek kadar zordur kimileri için “seni sevmiyorum” demek, ilişkiyi noktalamak. “-Seviyorum-u söylenişindeki kolaylıktan ürküp de telaffuz edemeyenler, -sevmiyorum-u ağızlarına büsbütün alamıyorlardı. O -mi- hecesi yok muydu, o hınzır -mi- hecesi!”… Kızın aşkını yaratan neydi peki: “…an’ları tüm ömre bedel kılan o yaşam gücü” belki de…

Elif Şahin Hamidi
(elif.sahin@gmail.com)

“Hayatın En Mutlu An’ı”, Erendiz Atasü, 138 sf., Everest Yayınları, 2010

NOT: Bu söyleşi, Remzi Kitap Gazetesi, Temmuz 2010 sayısında yayımlanmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir