Anton Pavloviç Çehov, Sıradan Dünyanın Sıradışı Yazarı – Ahmet Ümit

Anton ÇehovBirkaç yıldır ülkemiz yazın alanında sevindirici gelişmeler yaşanıyor. Ardı ardına açılan yayınevleri, sayıları her geçen gün artan kitabevleri, özenle basılan ürünler kitaba duyulan ilginin arttığını gösteriyor.
Okur sayısı henüz özlenen düzeyin çok çok altında olsa da, bütün bu gelişmeler olumlu bir sürecin başladığına işaret ediyor. Yazın dünyasındaki hareketlilik yazarlarımızın bilimkurgudan polisiyeye, biyografiden tarihi romana uzanan geniş bir yelpazede ürünler vermesine yol açarken, klasikler de eksiksiz olarak yeniden yayımlanıyor. Rus ve dünya edebiyatında kendine özgü bir yeri olan Anton Pavloviç Çehov’un tüm öyküleri de ülkemizde eksiksiz olarak yayımlandı.

Çehov’un yapıttan 1900 yılından itibaren yabancı dillere çevrilmeye başlanmıştır. Ülkemiz okuru ise Çehov’la tanışmak için ne yazık ki epeyce bir süre beklemek zorunda kaldı. Gerçekten de Çehov’un yapıtları Puşkin, Tolstoy, Turgenyev gibi Rus yazarla-nnkiyle kıyaslandığında oldukça geç Türkçeye çevrilmiştir. İlk Çehov çevirilerine 1935’te rastlıyoruz. 1940-50 yıllarında Tercüme Bürosu ve Tercüme Dergisi çevresinde toplanan çevirmenler Rusçadan yaptıkları çevirilerle Çehov’u Türk okurunun ilgisine sundular. Daha sonra da Çehov’un pek çok öyküsü ve oyunları çevrildi. Ancak, Mehmet Özgül’ün, Pravda Yaymevi’nin 1970 ba-sımlı 8 ciltlik “Anton Pavloviç Çehov’un Bütün Yapıttan” adlı yayınını temel alarak yaptığı çevirilerle bu büyük yazarın öyküleri ilk kez eksiksiz olarak dilimize kazandırılmış oluyor.

Anton Pavloviç Çehov da tıpkı Poe gibi, Kafka gibi çok kısa ömür sürmüş yazarlardan biriydi. 27 ocak 1860 tarihinde Rusya’nın taşra kentlerinden Taganrog’da dünyaya geldi, 15 temmuz 1904 günü Almanya’nın Badenwier kasabasında yaşama gözlerini

yumdu. Ama bu kırk dört yıllık yaşamına üç yüze yakın öykü, aralarında Vanya Dayı, Vişne Bahçesi, Üç Kızkardeş gibi başyapıtların da bulunduğu birçok oyun sığdırarak, Rus ve dünya yazınında yerini aldı.

Çehov’un sınıfsal kökeni Puşkin, Tolstoy, Turgenyev gibi büyük Rus yazarlarından oldukça farklıydı.

Onların hemen hepsi aristokrat bir kökenden geliyorlardı. Oysa Çehov’un dedesi bir toprak kö-lesiydi. Para biriktirerek kendisinin ve üç oğlunun özgürlüğünü zorla kazanmıştı. Çehov’un babası Pavel Yegoriç ise Taganrog kentinde küçük dükkân işleten bir bakkaldı. İşleri o kadar kötü gidiyordu ki borçlarını ödeyemeyince üç oğlundan yalnızca Çehov’u Taganrog’da bırakarak Moskova’ya kaçmak zorunda kaldı.

Aslında bu kaçış Çehov’u biraz olsun rahatlatmıştı, çünkü babası despot bir adamdı. Yanında çalıştırdığı oğluna da çırakları gibi sert davranırdı. Üç Yıl adlı yapıtında o günleri Çehov şöyle anlatıyor: İyi hatırlıyorum, daha beş yaşma basmadan babam beni okutmaya, daha doğrusu dövmeye başladı.

Beni sopayla döver, kulaklarımı çeker, başıma vururdu. Ben her sabah gözlerimi açar açmaz, acaba bugün beni dövecek mi, diye düşünürdüm. Bana ve kardeşlerime oyun oynamak, birbirimizle şakalaşmak yasaktı.

Sabah akşam kiliseye gitmek, papazlann ellerini öpmek, ayrıca evde de ilahi okumak zorundaydık. Kilisenin yanından geçtikçe çocukluğumu hatırlarım, içim burkulur. Sekiz yaşında babamın yanında çalışmaya başladım. Orada bir çırak gibi çalışır, her gün dayak yerdim.

Bu yüzden ailesi Moskova’ya taşınınca çıraklık etmekten, sopa yemekten ve kilisede ilahi söylemekten kurtuldu. Ailesi yanın-dayken vasat bir öğrenci olan Çehov’un dersleri düzelmeye başladı. Okulun başarılı öğrencileri arasında anılır oldu. Okul dışındaki zamanlarında kitaplara gömülüyor, eline geçen üç beş kuruşu biriktirerek tiyatroya gidiyordu. Kitaplar dışında en büyük eğlencesi tiyatroydu. Bu arada okul dergisine yazılar yazmaya da başlamıştı. Ama o sıralar on altı yaşında olan Çehov geçimini sürdürmek için çalışmak zorundaydı, dersler vermeye, geçici işlere girip çıkmaya başladı. Bu durum onun okuma-bilgilenme sürecini engelliyordu ama çevresini inceleme, tek başına ayakta kalabilme, insanları tanıma gibi farklı olanaklar tanıyordu. İlk gençlik yılları boyunca edindiği bu deneyim öykülerine de yansıyacak, inanılmaz çeşitlilikte meslekten gelen farklı yapıdaki karakterleri başarıyla yazmasında önemli bir etken olacaktı.

Liseyi bitiren Çehov, Taganrog’dan ayrılarak Moskova’ya gitti. Tıp fakültesine yazıldı. Ama sorunları bitmemişti. Ailesi yoksulluk içindeydi. Çehov para kazanmak zorundaydı. Elindeki parayla Moskova’da yayınlanan popüler bütün dergileri aldı. İnceledikten sonra bu dergilere fıkra, küçük güldürü metinleri tarzında yazılar yazmaya başladı. Gerçek ismini kullanmıyor, Çehonte, Anton Ç., Öfkeli Adam, Kardeşimin Kardeşi, Müşterisiz Doktor gibi takma adlarla yazılarını imzalıyordu. Önemsizmiş gibi görünen bu öykülerin bir kısmı 1884 yılında yayınlanan ük kitabında da yer almıştı.

Çehov üniversiteyi bitirip meslek yaşamına atıldığında da yazmayı bırakmadı. Oysa doktorluğu çok seviyordu. Mesleğim en iyi biçimde yerine getirmek istiyordu. Ama bu amacına hiçbir zaman ulaşamadı.

Yazarlık baskın çıktı, bütün zamanını edebiyat almaya başladı.

Çehov yazmaya çok erken yaşlarda başlamıştı, üretken bir yazardı, üretkenliği ona yalnızca para getirmedi, 1887 yılında Bilimler Akademisi’nin “Puşkin Ödülünü de kazandırdı. Bu Ödül onun yazarlığının onanmasıydı.

Kimi eleştirmenler Çehov’un en iyi öykülerini 1888 yılından sonra yazmaya başladığı görüşünde birleşmişlerdir. Daha önceki öykülerim para kazanmak için çiziktirdiği, bu nedenle de edebi değerlerinin düşük olduğu görüşünü dile getirmişlerdir. İşin tuhafı Çehov’un da bu görüşü benimsemesidir. Çok az yaratıcıda görülebilen bu engin gönüllülük ne yazık ki Çehov’a yarardan çok zarar getirmiştir. 1954 yılında, Çehov’un ölümünün ellinci yılı için ¦Sinn und Form dergisinde kaleme aldığı yazısında Thomas Mann şunları yazıyordu:

Çehov’un Avrupa’nın yanı sıra Rusya’da da büyük ölçüde hak ettiği değeri görememiş olmasının nedeni kendisine karşı son derece aklı başında, eleştirel ve şüpheci yaklaşımı ve başarılarıyla yetinmemiş olmasıdır

-kısacası, alçakgönüllülüğüdür. Alçakgönüllülük hoş bir özelliktir ama bu dünyada alçakgönüllüler saygı görmez, takdir edilmezler. Ne de olsa kendimize ilişkin görüşümüz, başkalarının bize ilişkin görüşlerini etkiler, o düşünceleri lekeleyebilir, çarpıtabilir. Bir kısa hikâye yazan olarak Çehov sanatsal açıdan değerli bir şey üretmediğine ve yeteneklerinin yetersizliğine öyle inanmıştı ki; kendisine biraz olsun inanç duyması yavaş yavaş ve güçlükle gerçekleşti -başkaları bize inandığında biz de ister istemez kendimize inanırız.1

I. Yeni Bulunmuş Hikâyeler, Peter Constantine’in önsözü, çev. Ahu Antmen, Yapı Kredi Yayınlan.

Günümüz eleştirmenleri hâlâ Çehov’un 1888’den sonra yazdığı öykülerin, ki bunların arasında “Bozkır”,

“6 Numaralı Koğuş”, “Kara Keşiş”, “Küçük Köpekli Kadın”, “Çukurda” gibi başyapıtların da bulunduğu dönemi önemli saymakla birlikte, daha önceki ürünlerine de daha esnek, daha nesnel bakmaya başlamışlardır. Kaldı ki ilk dönem yazdığı öyküler, dilini geliştirmesinde, öykü kurmasında, gözlem yapmasında yetkinleşmesini sağlamış, kendi üslubunu bulmasına yardımcı olmuştur. Çünkü gazete sütunlarının olanak tanıdığı ölçüde merammı anlatmak durumundaydı. Yani söz savurganlığı yapacak lükse sahip değildi, bu nedenle en doğru, en gerekli sözcükleri seçmek, fazladan tek bir cümle bile yazmamak zorundaydı. Bu sıkı işçilik, onu iyi bir yazar yapan nedenlerin başında gelir.

Çehov’un üslubuna baktığımızda iki büyük Rus yazarının, Puş-kin ile Gogol’ün birleşimini görür gibi oluruz: Puşkin’in an, akıcı diliyle, Gogol’ün ironiyle yüklü acımasız gerçekçiliği. Çehov’un öyküleri her sınıftan insanın anlayabileceği, zevkle okuyabileceği bir dilde kaleme alınmıştır. Bir anlamda Rus dilinin yalınlaştı-

nlmasında devrim yapmıştır. Rus eleştirmen A. Derman bu konuda şunlan söylemektedir: Rus edebiyatı çok çeşitli yönlerde gelişti, ilerledi. Ama ne Gogol, ne Dostoyevski, ne Tolstoy, ne de Turgenyev, Rus edebiyatını sadeleştirmeyi kendilerine iş edinmişlerdi. Oysa Çehov, bunu kendine iş edindi ve bu alanda başarı sağladı. Bu, edebiyatın demokratlaştırıl-masında atılmış yeni ve büyük bir adımdı.

Çehov’un okur kitlesini alabildiğine genişlettiğini kesin olarak söyleyebiliriz. Çünkü Çehov’u anlamayan bir okurun bulunabileceğini düşünmek zordur.2

Çehov öykülerinde olduğu gibi oyunlannda da yeni biçimler aramaktan yanaydı. Arayışı zaman zaman onun anlaşılmamasına yol açsa da bundan vazgeçmedi. Martı oyunu ilk gösterildiğinde fiyaskoyla sonuçlandı. Çünkü ne oyunu sahneye koyanlar ne de izleyiciler yeniliğe açıktı. Ancak daha sonra oyunun ruhunu kavrayan Stanislavski ve Moskova Sanat Tiyatrosu tarafından sahnelenen Martı büyük beğeni toplayacak ve yalnızca Rusya’da değil dünyanın her yerinde defalarca sahnelenecekti.

Çehov’un kendinden önceki Rus yazarları gibi gerçekçilik geleneğini sürdürdüğünden söz uimi^iik. ancak açık bir biçimde politik tavır içinde olmamıştır. Kuşkusuz ülkesinde sürmekte olan bas-2. Çehov Toplu Eserleri, Hasan Ali Ediz’in önsözü, Sosyal Yayınları.

kıçı çarlık rejimine karşı çıkmıştır, hatta Fransa’da sürmekte olan Dreyfus Davası’nda Dreyfus’tan yana tavır almış, bu konuda yazılar yazmıştır ama hiçbir politik partiye angaje olmamıştır. O sanatçının sınırsız özgürlüğünden yana tavır almıştır. Politikanın bu özgürlüğü sınırlayacağı korkusunu hep içinde taşımıştır.

Çehov ilk gençlik yıllarından itibaren verem hastalığının gölgesinde yaşamıştı. Hastalığın bedenindeki izlerini fark ettiğinde henüz bir üniversite öğrencisidir. Ama hastalığı yakıştıramamış, kendi kendini kandırmayı sürdürmüştür. Ta ki 1897 yılında verem kanıt gerektirmeyecek kadar belirgin bir biçimde, ağzından kan boşalarak kendini hissettirinceye kadar. Hemen tedavilere girişilmiş, hastalığa iyi geleceği düşünüldüğü için Çehov Yalta’ya taşınmıştır. Ancak hastalık sinsice ilerlemeyi sürdürerek 1904 yılında bu sıra-dışı, engin gönüllü Rus yazannm bedenini aramızdan almıştır.

Çehov öleli yaklaşık yüz yıl oluyor ama yapıttan güldürmeyi, eğitmeyi, düşündürmeyi, estetik haz vermeyi sürdürmekte. Hâlâ Anton Pavloviç Çehov’la, onun ironi, zekâ, merhamet yüklü öyküleriyle tanışmamış olanlar varsa bu büyük yazan tanımanın

tam sırası…

Ahmet Ümit
Yeni Binyıl Kitap,
18 şubat 2000

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir