“Ben Buradayım…” Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası, tam 4 yıllık bir çalışmanın ürünü. Akrabalar, çocukluk arkadaşları, eski dostlar, başka yazarlar derken Yıldız Ecevit, 100?e yakın kişiyle görüşmüş. Ne var ki, ”Ben Buradayım”, Oğuz Atay?ın günlüğü ya da dostlarından alınan bilgiyle oluşturulmuş bir biyografik kitap değil. ”Ben Buradayım”ın en önemli özelliği, okura Oğuz Atay?ı, Atay?ın kurmaca dünyasından – ”Tutunamayanlar”, ”Tehlikeli Oyunlar”, ”Korkuyu Beklerken”, ”Bir Bilim Adamının Romanı”, ”Oyunlarla Yaşayanlar”, ”Günlük” ve ”Eylembilim”den yola çıkarak sunması.
Oğuz Atay, Oğuz Atay’dır
Kuşkusuz, şöyle düşünenler çıkacaktır: Oğuz Atay?ın büyükannesinin Fransız olmasının, ağzının tadını bilen gurme yanının, çocukluk tutkusu atletizmi ya da bir tarihte çok sıkı yakın dostlarıyla birlikte kısa film çektiğini öğrenmenin yazarlığı açısından nasıl bir önemi olabilir? Hatta, hatta şunu da diyenler olacaktır; ”Yahu şart mıydı şimdi bunları anlatmak?” Tabii, şöyle bir gelişme de yaşanabilir: ”Ben Buradaydım”da adı anılan A kişisi filanca tarihteki o olay öyle değil böyle olmuştur diyebilir ya da B kişisi C ve D kişilerinin yaşanılanları çarpıttıklarını savlayabilir pekala. Veyahut, feşmekan bir ad da ilk iki romanını adadığı büyük aşkını, çok da bilinmeyen ilk evliliğini içeren böylesi bir çalışmayla Oğuz Atay?ın anısına saldırıldığını öne sürebilir. Peki, bütün bunların olabilirliliği, Oğuz Atay?ı, yazınsal kimliğini, anlam ve önemini okur nezdinde etkiler mi? Elbette, hayır. Oğuz Atay, Oğuz Atay?dır! Ya, ”Ben Buradayım”ın değerinden bir şey eksiltir mi? Gene hayır. Hayır çünkü: Yıldız Ecevit?in 4 yıllık çalışmasının ürünü olan ”Ben Buradayım” her şeyden önce Oğuz Atay?ın sadece yaşadıklarının – aşklarının, evliliklerinin, ayrılıklarının, anne – babasının, solla ilişkisinin, büyük düş kırıklığıyla son bulan dergi macerasının, en yakın arkadaşıyla kurdukları inşaat firması Betonar?ın iflasının, beyin tümöründen öleceğini sezmesinin vs.?nin – ya da kişiliğinin ipuçlarının izini süren bir kitap değil. ”Ben buradayım”, Atay?ı bizzat kendinden (tıpkı ”Tutunamayanlar”ın Turgut Özben?inin arkadaşı Selim Işık için ”Sen olmadan seni nasıl öğrenmeliyim?” demesi gibi), yani külliyatından, ?yalan bir dünya?dan, kurmaca dünyasından – ”Tutunamayanlar”, ”Tehlikeli Oyunlar”, ”Korkuyu Beklerken”, ”Bir Bilim Adamının Romanı”, ”Oyunlarla Yaşayanlar”, ”Günlük” ve tamamlanmamış romanı ”Eylembilim”den – öğrenmeye çalışan bir kitap. İşin Türkçesi; ”Ben Buradayım”, her şeyden önce, yazınsal bir inceleme – araştırma, (Joyce?dan Musil?e, Kafka?dan Canetti?ye, Dostoyevski?den Gonçarov?a, Shakespeare?den Herman Hesse?ye uzanan, zevkli, son derece heyecan verici) derinlemesine bir çözümleme, bir yakın dönem Türk edebiyat tarihi. Ve elbette, bir değerlendirme. Özetlersek, ”Ben Buradayım”daki Oğuz Atay, Yıldız Ecevit?in Oğuz Atay?ı. Burada, galiba en doğrusu, Yıldız Ecevit?in sık sık vurguladığı gibi, ”Tehlikeli Oyunlar”ın, pekçok Hikmet?ten müteşekkil Hikmet Benol?unu anmak. Hikmet I, Hikmet II, Hikmet III, Hikmet IV, Hikmet V?i…
Hangi koşullarda yazıldı?
Uzun lafın kısası; bir zamanların göz ardı edilen, şimdinin kült ismi Oğuz Atay?ın biyografisini yazmak hiç de kolay değil. Zaten Yıldız Ecevit de önsözünde buna dikkat çekiyor, kitabı hangi koşullarda hazırladığını şöyle anlatıyor: ”Onu nasıl / nerede bulacak, ne tür bir kurgu aracılığıyla aktaracaktım? Bu kronolojik bir olaylar zinciri aracılığıyla verilebilecek bir şey değildi. Zor bir işe kalkışmıştım. Üstelik bu gizil Oğuz Atay?a yoldaki birkaç kapıyı aralamamda anahtar olabileceğine inandığım önemli yaşam tanıklarından kimileri, yapmaya çalıştığım işten hiç hoşnut görünmüyorlar, bana karşı – bir paparazziye gösterilecek türden – kuşku / küçümseme içeren, hatta nezaket sınırlarını aşan ?caydırıcı? bir tutum içinde bulunuyorlardı. Onların desteği olmadan ne kadar ilerleyebilirdim?”
‘içinde yaşadığı zaman onu affetmedi’
Neden biyografi, neden Oğuz Atay?
Biyografik içerikli bu kitabı yazmayı, odağında Oğuz Atay olduğu için kabul ettim. Oğuz Atay ?80?li yıllarda hazırladığım karşılaştırmalı doktora tezimde konunun bir parçasıydı. Daha sonra, uzmanlık alanım olan Alman edebiyatından modern Türk edebiyatına geçiş yaptığımda, konu dağarcığımın odağındaki isimlerden biri oldu. Ancak, ben edebiyat araştırmacısıyım, bir biyografi yazarı değil. Bu kitaptan sonra bir başka biyografi yazmayı düşünmüyorum. Zaten ”Ben Buradayım…”ı da bir biyografi olarak tanımlamak zor. Kitap, Oğuz Atay?ın biyografik yaşamında olduğu kadar, onun kitaplarının dünyasında da geçiyor. Kitabın alt başlığı ”Oğuz Atay?ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası”.
>>Neden Atay?ın günlüğüyle ya da yakın çevresinin anılarıyla yetinmediniz de kurmaca dünyasını biyografik çalışmanızın en önemli tanığı kıldınız peki?
Başta Selim Işık, Turgut Özben ve Hikmet Benol olmak üzere Atay?ın kurmaca kişileri, onun en tarafsız, en içten yaşam tanıkları çünkü. Oğuz Atay?ın yaşamının içine girdikçe şaşkınlığa düşüyor insan. Metinleri büyük ölçüde otobiyografik verilerden besleniyor. Somut yaşamında başından geçen olaylarla dokumuş onları. Ama çoğu yazarın estetik zaafı olan otobiyografi kullanımı, onda sanatsal bir güce dönüşüyor. Onun metinleri otobiyografinin kurmaca ile dansı. Çoğunlukla istediği gibi yönlendirememiş olsa da, üzerinde inanılmaz derinlikte, incelikte düşünülmüş bir yaşam onunki. Bu nedenle, kurmaca dünya ile bütünleşmesi, onun içinde erimesi zor olmamış. Ben de bu sıradışı durumdan kitabımda yararlandım; Atay?ın biyografik dünyasını, onun kurmaca metinlerinden veri parçacıklarıyla harmanlayarak oluşturdum; kitabımın kurgusunu ?biyografinin kurmaca ile dansı? üzerine oturtmak istedim.
>>Ben, okurken heyecanlandım, siz gerçekle kurmaca arasındaki parallelikleri keşfederken neler yaşadınız peki?
İşin oyunsu bir zevkle bütünleşen yanıydı o, puzzle çözen bir çocuğun doğru parçayı bulduğundaki sevinci gibi. Atay?ın ”Olaylar” dergisi sırasında yaşadıklarından bulup çıkardığım bir ?Yüzbin Lira? meselesi vardı: Kıbrıslı bir iş adamının dergiye bağışlamak istediği para. Bu parayı, ”Tutunamayanlar”daki tiyatromsu metin kesitinde YÜZBİN adlı absürd bir oyun kişisine dönüşmüş biçimde yakaladığımda, yerimden fırladığımı hatırlıyorum. Ancak yakaladığım koşutluklar çoğu zaman bu kadar eğlenceli değildi. Acıyla kotarılmış olanlarında, Atay?la özdeşleştiğim anlar çok oldu.
>>Önsözde umutsuzluğa düştüğüm zamanlar oldu diyorsunuz. Sizi en çok etkileyen, sarsan ne oldu?
Ben masa başında çalışmaya alışmış biriyim. Dışa dönük bir izlenim bırakıyor olsam da içimde bir münzevi barındırıyorum. Üniversitedeki görevimi bırakıp aktif yaşamdan çekilmem ve çoğunlukla bir Ege kasabasında yaşıyor olmam da bu gizli münzevinin güdümünde gerçekleşti. Ama bu kitap beni insanların içine çekti, Atay?ın yaşamına tanık olmuş insanlarla içli dışlı bir dört yıl geçirmeme neden oldu. Bu arada çok değerli dostlar da edindim. Ancak yılların gerisinden gelen, üstü tozlanmış, acı, düşkırıklığı ya da pişmanlıkla bütünleşen kimi anıların kimi yaşam tanıklarını pek mutlu etmediği zamanlar oldu. Bu arada, aldığım tepkiler nedeniyle duygusal olarak hırpalandığımı söylemeliyim. Ama beni en çok etkileyen, sarsan olgu, insanlarla yaşadıklarım değildi. Onun yaşamını öğrendikten sonraki dönemde bir süre, kitaplarının sayfalarındaki o iç dünya seli ete kemiğe bürünmüş, nedensellik kazanmış, bir edebiyat metni olmaktan çıkmış, olağanüstü duyarlılıkta bir insanın yaşam karşısındaki umarsız savaşımının canlı bir belgesine dönüşmüştü. Sözcüklere dökülmesi zor, sıradışı bir empati yaşantısıydı bu. O süre içinde nesnel edebiyat araştırmacısı kimliğimin dışına çıktığımı itiraf etmeliyim. Her ne kadar kitapta nesnel bir tutum izlemiş olsam da, yine de duyguyla yazdığım bir metin oldu ”Ben Buradayım…”.
>>”Ben Buradayım”, aynı zamanda Oğuz Atay?ı okumuş olanlarla bundan sonra okuyacaklara sunulmuş bir kılavuz. Dahası, yakın dönem bir edebiyat tarihi, Kafka?dan Beckett?e, Dostoyevski?den Joyce?a, Ahmet Hamdi Tanpınar?dan Kemal Tahir?e uzanan bir inceleme. Atay?ın yazınsal dünyasını inceleyen, değerlendiren bir kitap. Dolayısıyla tartışmalar da yaratacaktır. Yeni bir Oğuz Atay tartışması çıkar mı sizce?
Onu bilemem. Kitapta Oğuz Atay?ın romancılığındaki aşamalar konusunda kimi saptamalarım var. Benimle aynı kanıda olanlar da olabilir, karşı çıkanlar da. Ancak, yaptığım saptamalarda her zaman belgelere dayanmaya çalışırım. Bu kitabın bir tür Oğuz Atay ansiklopedisi olmasını istedim. Yalnızca yaşamı yok burada. Kitaplarının tümünü tek tek inceledim, içlerindeki motifsel örgüyü de biçimsel çatıyı da ortaya çıkarmaya çalıştım. Bu kitapların içinde oluştuğu edebiyat ortamını görüntüledim. Başta Dostoyevski olmak üzere, onun ruh dostu yazarlarıyla olan ilişkisini sergilemeye çalıştım; yaşamını oluşturan parçacıklarla metni bütüne doğru dokumak istedim.
>>Peki sizce Oğuz Atay, döneminde niçin anlaşılmadı? Cehaletten mi, fazla politize zamanlar olduğu için göz ardı edildi, yoksa bazıları anlamasına anladı ama kıskandı, bu nedenle mi sustu? Salieri?nin Mozart?a tahammül edememesi gibi.
Oğuz Atay?ın yaşarken yok sayılmasının nedeni, söylediklerinizin tümünü içine alıyor. Çağını aşan, dâhi özellikli sanatçıların ortak yazgısı anlaşılamamak ve dışlanmak. Sanatın gelişmesi, yasallaşmış statükocu estetiğin dışına çıkmakla mümkün olabilir ancak. Stefan Zweig?ın bir sözü var: ”Özlerini yaşadıkları zamanın elinden kurtarıp bütün zamanlar için yaşatabilmeyi başaran” insanlardan söz ediyor Zweig. Atay bu insanlardan biriydi. Bu nedenle içinde yaşadığı zaman onu affetmedi. Özgür yaratım zamanla daha üst boyutlara ulaşmada tek yoldur. Türk edebiyatında bu yolu açan kişi Oğuz Atay, bir öncü, bir tür estetik devrimci. O tüm devrimciler gibi bunun bedelini ödedi. Ve tüm devrimciler gibi, ediminin kazancını sonraki kuşaklara aktardı. Eğer yaşarken değeri anlaşılsaydı, kuşkusuz on beş yıl daha kazanırdı Türk edebiyatı.
?Tutunamayanlar?ı ilk okuyanlar neler söylemişti?
OĞUZ Atay, ”Tutunamayanlar”ı bitirdikten sonra bir kez daha elden geçirmiş. Çünkü romanı her okuyan, bu alışılmadık metin karşısında şaşkınlığa düşüp, kısaltmasını istemişler. Önerileri göze alarak metni kısaltmış Atay; hatta kimi yerleri de baştan yazmış. 1970 Temmuz?unda günlüğüne, ”Bu arada kitabı bitirdim, yani üç yüz sayfa yazdım; onun telaşı vardı,” diye yazar.
Vüs?at O.Bener
”Roman olarak gevşekti dokusu, bir dağınıklık hissettim. ?Büyük bir çıkış yapıyorsun?, ilk?e imza atmak gibi büyük bir cesaret var bunun içinde. Ama biraz toparlaman lazım metni. Lütfen bunun üzerinde çalış ve kimi yerleri ayıkla,? dedim ona. Benim önerim, romanda değişiklik yapılması yönünde değildi kısaltılması yönündeydi; uzundu, tekrarlar vardı. Birkaç ay sonra ?Tutunamayanlar?la yeniden geldi bana. Metni elden geçirmiş, yeniden yazmış, ciltletmişti, altı ciltti sanırım. Ne kadar kısalttı bilemem. Sanıyorum, değişiklik büyük ölçüde ?Şarkılar? bölümünde oldu.”
Uğur Ünel
”Tutunamayanlar, vahşi bir tarla gibiydi; elden geçirildi, ayıklandı, kısaltıldı.”
Yurdanur Salman
”Ben Amerika?dan döndükten sonra, bir gün bana bir roman yazdığını söyledi; kalın bir kitapmış. ?Arkadaşlarıma verdim okusunlar diye, çoğu sekseninci sayfadan ötesine geçemedi,” dedi. Sonra da ?Kitabı okumak ister misin?? diye sordu. Bazen Türkçe düzeltme önerilerimi kabul ediyordu, bazen de ısrarlı oluyordu: ?Bu kullanımın nedeni var, bunun böyle kalmasını istiyorum. Ben burada belli bir yazarın üslubunu taklit ediyorum, bunun taklit olduğu anlaşılmalı,? diyordu.”
Dostoyevski mi Tolstoy mu? / Oğuz Atay – Kemal Tahir ilişkisi
”Dostoyevski, kendisiyle ilk tanıştığı lise yıllarından başlamak üzere, yaşamının her döneminde Oğuz Atay?ın en sadık kaldığı yazardır. O günlerde edebiyat çevrelerinde, ?Dostoyevski mi yoksa Tolstoy mu daha güçlü yazar?? tartışması gündemdedir. Yaşar Kemal Tolstoy?u, Kemal Tahir ise Dostoyevski?yi savunmaktadır. (..) Oğuz Atay?ın o yıllarda başlayan ve yetmişlerde yeniden canlanan Kemal Tahir ilişkisinin, yazarın Dostoyevski hayranlığından da ivme aldığı düşünülebilir. Ellilerin ikinci yarısında genç sosyalistler ve edebiyatçıların, çevresinde bir tür dergah oluşturdukları güçlü bir kişiliktir Kemal Tahir. (…) İçlerinde Kemal Tahir dergahına ilk giren Turhan Tükel olur; sonra bir gün Baylan Pastanesi?nde, o günlerde yazarın kitaplarını okumakta olan Halit Refiğ ve Metin Erksan?ı tanıştırır Kemal Tahir?le. Daha sonra Oğuz Atay ve Orhan Şahinler de Kemal Tahir?i dinlemeye gidenler arasına katılırlar. Altmış öncesi yıllarda ?Oğuz dahil hepimiz Kemal Tahir?le çok yakın idik. Hepimiz belli bir ölçüde ondan etkilenmekteydik. Her yeni kitabını çok dikkatli okurduk.? Halit Refiğ, Oğuz Atay?ın Kemal Tahir?e olan yakınlığını bu sözlerle dile getirir. Ancak, birkaç yıl sonra Atay?ın Kemal Tahir?e olan yakınlığına gölge düştüğünden söz eder Halit Refiğ:”Bir karşılaşmamızda, ?hep tarihten bahsediyor yahu,” gibi Kemal Tahir hakkında beni şaşırtacak bir biçimde, böyle hafife alır, küçümser bir ifade kullandı.”
Klan…
”Atay?ın edebiyat alanındaki en büyük çıkışını oluşturan ilk iki romanı ”Tutunamayanlar” ve ”Tehlikeli Oyunlar” ya Sevin Seydi?nin çok yönlü desteği altında onunla aynı mekanı paylaşırken ya da uzakta, onun bıraktığı boşluğu yazıyla doldurma çabası içindeyken oluşmuştur. Bu iki büyük metnin kurmaca yüzünde, çok katmanlı bir dünyada alışılmamış kurgu trükleriyle yer yerinden oynarken, arka plandaki yaşam mutfağında ise alışılmamış güçte bir tutku kotarılmaktadır. İki romanını da Sevin Seydi?ye adar Oğuz Atay: ikisinin de ilk sayfasında bu romanların ona armağan edildiği yazar. ”Tehlikeli Oyunlar”ın yazarının, Sevin Seydi?nin romandaki kurmaca taşıyıcılarından Bilge?ye yönelerek söylediği gibi, bu metinde ”Belki de bu satırların yazarından ve onun kafasını sürekli meşgul eden senden başka gerçek bir varlık yoktur ortada.” 1956 yılında Oğuz Atay?ın yakın arkadaşı Uğur Ünel?le nişanlanan Sevin Seydi, sıradışı özellikleriyle girer yaşamlarına. İstanbullu Sabetayist bir burjuva ailesinin kızıdır Sevin; babası Edip Seydi İstanbul?daki mason örgütünün önde gelen isimlerinden biridir. Sevin liseyi Arnavutköy Amerikan Kız Koleji?nde okuduktan sonra Londra?da resim eğitimi görür. Çok okuyan, zeki ve entellektüel bir kızdır. Ufak tefek ve esmerdir; klasik ölçütlere göre güzel denmeyecek bir fiziksel görünüme sahiptir. Ancak, üst düzeyde gelişmiş yaratıcı / artistik yapısı ve rafine beğeni düzeyi aracılığı ile etkileyici bir kadına dönüşür. Büyüsel bir çekim gücü ve kendine özgü havası olan Sevin Seydi?nin çevresinde yarattığı karizma aylasının oluşumunda en önemli rolü, güçlü zekası ve kültür birikiminin oynadığından kimsenin kuşkusu yoktur.(…) Sevin Seydi 1957 yılında Uğur Ünel ile evlenir. Evli kaldıkları on yıl boyunca Oğuz, Uğur?un da Sevin?in de en yakın arkadaşlarıdır. (…) 1967 yılında farklı nedenlerle Oğuz Atay da Sevin Seydi de eşlerinden ayrılırlar. Aynı dönemde yaşadıkları yalnızlık ve mutsuzluk bir süre sonra bu iki insanı bir araya getirir.” Kitaptan
Soldan kopma
”1960 yılının son çeyreğinde ”Olaylar” dergisinde yaşadığı düş kırıklığı Oğuz Atay?ı, uygulamaya çalıştığı köktenci sosyalist yaşam pratiğini yeniden gözden geçirmeye yönlendirir. Kendini solcu arkadaş grubundan çekmiş, ideolojiyle bütünleşmiş kişilere kuşku ve sakınımla yaklaşmakta olduğu bir sürecin içine girmiştik: İdeolojik ölçütler artık onun yaşamının belirleyicileri olmaktan çıkmıştır. 1961 yılı başında Melek Sineması?nda Fikriye?ye yeniden rastladığında, evlilik konusundaki düşüncelerinin artık daha yumuşak bir zeminde yer alıyor olduğu kesindir.
1956?daki ilk birlikteliklerinin üzerinden dört, beş yıl geçmiştir. Oğuz bu arada askerliğini yapmış, Denizcilik Bankası?nda işe girmiş, solculukla bütünleşen yoğun bir yaşam okulunu geride bırakmıştır. Fikriye ise yaşamındaki en büyük arzusunu gerçekleştirmiş, 1958 yılında Londra?ya gitmiş, orada iki yıllık bir moda okulunu bitirmiştir. Cihangir / Güneşli Sokak?ta, terzilik işini şimdi modist kimliğiyle yapmaktadır. (…) Oğuz?un evlilik kararı aile çevresinde olumlu yankı almaz. Çok değer verdiği annesi Muazzez Hanım, onun kendinden yaşlı bir kadınla evlenmesinden hoşlanmamıştır. ”Tehlikeli Oyunlar”da Hikmet?in annesi Mukadder Hanım da oğlunun evlenmek üzere olduğu Sevgi ile ilgili olumlu duygular beslemez.”
Ve ilk ayrılık…
”Fikriye?den ayrılırken yalnızca kitaplarını alır yanına. Fikriye ile bir daha görüşmezler. Evlenirken olduğu gibi boşanırken de tanığı Uğur Ünel?dir. Atay?ın ilk iki romanında, evliliğinden ve ayrılığından yaşam parçacıklarının sıkça kullanılmış olduğu gerçeğinden yola çıkarak, metinlerde onun evli kadın figürlerine olan duygusal yaklaşımının bir grafiğini çıkartamaya çalıştığımızda, olumsuzdan olumluya giden bir tablo ile karşılaştığımızı görürüz. (…) ”Oyunlarla Yaşayanlar”da özeleştirisinde daha da ileri gidiyordur Oğuz Atay?ın oyun kişisi; oyunda Fikriye gibi terzilik yapmakta olan karısı için, ”Karımın evi geçindirmek için dikiş dikmesini bilmezlikten geliyorum,” diyordur. ”Tutanamayanlar” romanında birey insanın gelişmesini engelleyen karşıt dünyanın ögesi konumundaki evli kadın, ”Tehlikeli Oyunlar”da romanın ana erkek kişisiyle birlikte düzenin dişlileri arasında öğütülen bir tutunamayana dönüşür; ?ikisi de daha önce, toplumun bir kenarına itilmişti,? der anlatıcı onlar için.
SERPİL GÜLGÛN, 08 Mart 2005
http://www.milliyet.com.tr/ozel/kitap/080305/01.html
Yıldız Ecevit, ‘Ben Buradayım’da Oğuz Atay’ın yaşam öyküsünü anlatırken, Atay’ın eserleri ile yaşamının örtüştüğü yerleri ve hayatındaki esin kaynaklarını da keşfediyor.
2005 yılı, Oğuz Atay’ın dördüncü doğumuna sahne olacak gibi görünüyor. Edebiyatımızda daha önce örneği olmayan iki kitap, Oğuz Atay’la yeniden tanışmamızı sağlıyor. İlki, Yıldız Ecevit imzasını taşıyan Ben Buradayım. Altbaşlığıyla Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası. Atay’ın yaşamıyla yapıtları arasında tanıklıklar, belgeler eşliğinde iz süren nefes kesici bir polisiye!
Polisiye sözü, yanıltıcı olabilir. Ortada bir ‘kurgu’ var ama bu anlatısal değil, bilimsel düzlemde gerçekleştirilen titiz bir kurgu. Yüzlerce puzzle parçasını ustalıkla bir araya getirerek oluşturulan belgesel, analitik bir portre. Polisiye yakıştırmam, bu belgesel analitik portrenin oluşturulma sürecine, serüvenine ilişkin. Ecevit’in bütün serinkanlılığına karşın o tutkulu serüven ve heyecan yansıyor kitaptan.
Henüz basım aşamasındaki ikinci çalışma, en az Ecevit’inki kadar heyecan verici. Ondan ötesi ise, dramatik! Psikoloji alanındaki büyük birikimini ve uzmanlığını yazınsal alana yönelten, Tevfik Fikret’ten Freud’a ilginç, analitik portreler çıkartan Serol Teber’in ne yazık ki son ürünü… Kasım 2004’te kaybettiğimiz Teber, Okuyanus Yayınları arasında çıkacak olan kitapta Tutanamayanlar’ın Politik Psikolojisi’ni inceliyor.
Tutunamayanlar’dan yola çıkıyor ama Teber aslında Atay’ın yarım kalan Eylembilim’inin, öteki boyutuyla Türkiye’nin Ruhu’nun izini sürüyor denebilir. Kimlik krizinin (‘tutunamayanlar’) tarihsel, siyasal, psikolojik ve yazınsal düzlemdeki karşılıklarını yetkin biçimde sergileyip tartışıyor.
Şimdilik burada sadece birkaç koordinatı anmakla yetineceğim: Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Türklerin tarihi üzerine ‘asıl kaynak’ değerlendirmesinin yeniden anımsanması – Bireysel ve toplumsal ‘mürekkep lekesi yorumlama (Rorschach) testi’ niteliğindeki Tutunamayanlar ve Tehlikeli Oyunlar romanları üzerine kimi anımsatmalar – Huzursuz Mümtaz(lar)ın gitgide yoğunlaşan trajedileri -‘Nizam-ı Alem’in ‘daire-i adliyesi’nden Alaaddin’in Dükkanı’na… (bkz: Kara Kitap – ZC)- Bilge Karasu’un uykusuz geçen ‘gece’sinden bir ‘dipnot’: “Bunları yazmakla çıldırmaktan kurutulunur mu?”
Tutunamayanlar’ın Politik Psikolojisi’ni tartışmayı kitabın yayımına bırakıp ilk sözüme dönüyorum. Gerek Ecevit, gerek Teber’in çalışmaları, Atay’ın dördüncü doğumu olacak. Özellikle son yirmi yıldaki mitsel, efsanevi hayranlık halesinin -ve aynı şekilde karşıtlığın- gerçeklikle yüzleşmesini de sağlayayacağını umalım bu yeniden doğumun.
Dünyaya geliş safhaları
Atay’ın biyolojik doğumu 1934, ölümü 1977’yi gösteriyor. Bir yazar olarak doğumu ise 1970’tir. Son derece stratejik hesaplarla, şişi ve kebabı yakmama itinasıyla bölüştürülen TRT Roman Yarışması’nda Tutunamayanlar da ödüllendirilmiştir. Atay, bir arkadaşına dönemin meşhur bir şarkısının melodisiyle “Biz sanatçı olduk ş.i.m.d.i…” diyerek anons eder.
Yağma yok! Ödülle öyle hemen sanatçı olunmaz. Dost, arkadaş çevresinin ve yarışma jürisinin malumu olan kitabın gün yüzüne çıkabilmesi, bir yıl boyunca çalmadık kapı bırakmadan süren hayal kırıklıkları silsilesi sonucu gerçekleşecektir. O da kitap ancak ikiye bölünerek, ilk cildi aralık 1971’de, ikincisi 1972’de çıkar. Tabii sessizlik ve anlaşılmazlık duvarlarına çarpar… ‘Düşük doğum’ diyebiliriz buna. Tutunamayanlar’ın düşük olması ‘yapısal’ ve kaçınılmaz bir durumdur. Aynı zamanda ‘konjonktürel’ ve de ‘konvansiyonel’ bir yazgıdır. Çünkü, o sıralar Türkiye toplumu zaten dilsizliğe mahkûmdur. Bkz: 12 Mart darbesi…
Tutunamayanlar’ın ikizi Tehlikeli Oyunlar’ın, ısmarlama proje kitaptan yine benlik arayışına uzanan Bir Bilim Adamının Romanı ve hikâyelerini topladığı Korkuyu Beklerken’in, tiyatro çevresinden tanıdıkların ‘yerli oyun yok’ teranesi ve önerisiyle kaleme aldığı Oyunlarla Yaşayanlar’ın akıbeti de farklı olmayacaktır. Güncesinde kaydettiği üzere, ‘yaşarken unutulup gitme’ye mahkûm edilmiştir. İTÜ’den hocası Mustafa İnan’ı konu ettiği Bir Bilim Adamının Romanı’nda işaret edildiği üzere, “bazı şeylerin anlaşılmasını sağlamak için de sonunda ölmek” gerekir.
Sanatçıdan da öte efsane-kurban ve kahraman olarak asıl doğumu, ölümünden altı yıl sonra, o da rastlantılar silsilesiyle gerçekleşir. Kayıp günce defterinin bulunması, ocak 1984’te Ömer Madra ve Enis Batur’un girişimleriyle Milliyet’te bazı bölümlerin tefrika edilmesi, nihayet İletişim Yayınları’nın tüm yapıtlarını yayımlamasıyla Atay yeniden ve gerçek doğmunu yaşar. Biraz da mitleşerek…
Tutunamayanlar ya da Oyunlarla Yaşayanlar artık birer yapıt adı olmaktan öte, bir ‘kimlik’tir, konumdur, durumdur. Okur katındaki bu mitsel
-yapıtla yazarı ve kendisini; okuru da özdeşleştiren- algılamanın ötesinde zaman zaman titiz yazınsal, bilimsel girişimlere de rastlanır. Bunlardan kitap boyutu alan ikisi de akademik çalışma. İlki bir Alman’ın; Tatyana Seyppel’in hazırladığı Oğuz Atay’ın Dünyası (çev: Tanıl Bora, İletişim Yayınları, 1989).
Diğeri akademik kariyerini yine Alman Dili ve Edebiyatı üzerine yapan Yıldız Ecevit’in doktora tezi: Oğuz Atay ve Max Frisch’de Aydın Sorunsalı. Bu tezin bir bölümü Oğuz Atay’da Aydın Olgusu adıyla yine 1989’da kitaplaşır. (Ara Yayıncılık.)
Ecevit, 1980’lerdeki doktora çalışmasının ardından özellikle 2001’de yayımlanan Türk Romanında Postmodernist Açılımlar’la Oğuz Atay’a yeniden dönüyor. Şimdi elimizde olan Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası altbaşlıklı portre çalışması Ben Buradayım, aradaki dört yıllık dönemin ürünü.
Metamorfozlar
Atay’ın ancak ölümünden sonra (o da adı Türkçeleştirilerek!) yayımlanan Demiryolu Hikâyecileri-Bir Rüya’daki sorusu aforizma gibidir: “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” Sorunun ilk bölümü, Ecevit’in kitabına da kaynaklık ediyor. Atay’ın kim, ne ve nerede olduğu sorusunun yanıtı çıkıyor karşımıza. Ecevit, ‘her yapıt son kertede otobiyografiktir’ önermesini Atay özelinde deyim yerindeyse satır satır iz sürerek doğruluyor.
Kendini, yaşadıklarını doğrudan anlatı nesnesi yapma, yapıtı sakatlayan bir olgu, eğer son kerte ilk kerte olur; hayatım roman, denirse… Yazılanla yaşananın farklılığı gözetilmez, dönüştürülmezse… Bu, günümüzdeki sayısız örneğin de gösterdiği gibi itirafçılığa, daha da ötesi teşhirciliğe dönebiliyor. Atay’ı edebiyatımızda öncesi ve benzeri olmayan, tek örnek haline getiren, kendine, yaşadığı iklime öncelikle kurmaca ekseninden bakması, bunu yetkin biçimde işleyebilmesidir.
Ben Buradayım, her şeyden önce 1980’lerdeki yeniden doğumda Tutunamayanlar’ı kutsal kitaba, manifestoya, yazarını da ilaha, peygambere, kurban-kahramana dönüştüren çıplak, mitsel algılamanın yanlışlığını ortaya koyuyor. Edebiyat ve okur çevresi için Atay’ın farklı durumlara, zamanlara karşılık gelen ‘doğum safhaları’ndan söz ettim. Yaşamı ve reel kimliği için de aynı durum geçerli. Tutunamayanlar’daki bir dizi Turgut Özben’ler gibi yazarı da farklı zamanlarda farklı kimlikler, konumlar sergiliyor.
Okullarını birincilikle bitiren Atay, bohem çevreden sosyalist kimliğe uzanacak, 1950’lerde ‘İkinci Yeni’ akımına yataklık eden Pazar Postası’nın ikinci -ve solcu- dönemine aktif olarak emek verecektir. Daha ötesi, toplumsal-siyasal devrim için insanın, bireyin dönüşümü -daha doğrusu inşasını- öngören ‘Ne Yapmalı’ adlı bir manifesto, program kaleme alacaktır.
27 Mayıs sonrası toplumsal hareketliliğin ilk evrelerinde sosyalist bir dergi çıkarma girişiminin başarısızlığa uğraması, onu sol çevreden uzaklaştırır. Evliliği de ‘klan’ adını verdikleri asıl nefes aldığı ressam, müzisyen dörtlü arkadaş grubundan, çekirdek çevreden görece kopuşu getirir. Hayat gailesi öne çıkmıştır. Klandan bir arkadaşıyla ortak Betonar adlı mühendislik, müteahhitlik şirketi kurarlar. Onun yanında üniversitede ders vermeye başlar…
Şirket iflas eder, evlilik de öyle. 1967 klana, hayata ve yazıya dönüşüdür. 1970’e dek süren Sevin Seydi’yle birlikteliği Tutunamayanlar’ı ve sonrasında Tehlikeli Oyunlar’ı getirir. Ardından yine ayrılık ve yazın piyasasındaki hayal kırıklıkları… Hocası Mustafa İnan’ı konu ettiği biyografik roman, ilk iki romanından, hikâyelerinden, tiyatro oyunundan farklı bir yazarı ortaya koyduğu gibi, reel yaşamda da Atay’ın farklı yönelimlere geçişini işaret eder. 1970’lerin ortaları, bir dönem dergâhına uğradığı Kemal Tahir’i ve onun üzerinden ulusallığı, Türkiyeliliği yeniden keşfettiği dönemdir. Bu yeni dönem, belki de gençlik döneminde ‘Ne Yapmalı’ manifestosuyla başladığı serüvende geldiği yeri ortaya koyacaktır: Eylembilim’e, Türkiye’nin Ruhu’na uzanacaktır… Ancak, hâl buna mani olur! Tutunamayanlar’daki beyin tümörü kurgudan gerçeğe dönmüştür…
Görüldüğü gibi, tek bir Oğuz Atay yok. Bu arada, akademik yaşamdaki özenini, disiplinini özellikle vurgulamak gerekiyor. Akademisyenliğin de ötesinde, çalıştığı bölümün başkanlığını üstlenir. Gereğinde işgaldeki öğrencilerin polis baskınına uğrama tehlikesi karşısında silah satın alıp işgale katılma da vardır yöneticilik sürecinde… Özetle bir ‘tutunamayan’ değil Atay. O konumu sorgulayan, tartışan bir yazar. Yazgısı, o konumdan geçtiği için…
Yapıtlar, tanıklar, belgeler eşliğinde bir olguyu, bir kimliği, bir hayatı önümüze seriyor Yıldız Ecevit. Meraklısı olanlar için babasının taşralı ve alaylı ve de ilk cumhuriyet mahsulü bir hukukçu, daha sonra milletvekili oluşu, annesinin Fransız kanı taşıması, ilk eşinin terzi ve kendisinden yaşça epey büyük oluşu, yapıtlarına esin kaynağı olan sevgilisi, daimi dostu Sevin Seydi’nin Sebatayistliği, son eşi o dönemin genç bir gazetecisi Pakize Kutlu.
Tutunamayanlar’daki kimi tiplerin gerçek yaşamda kimler olduğu, kimi sahnelerin hangi olgulara karşılık geldiği vb ‘bilgiler’ de mevcut bu portrenin içinde. Atay’ın ressam olmak isterken zorunlu mühendisliği, gurmelik derecesindeki yemek tutkusu, Uşaklıgil ailesinin ve de Bülent Ecevit’in romanını yazma projeleri, Beyaz Mantolu Adam’ı filme alması gibi başka ayrıntılar da… Tüm bunlarla ve asıl şimdi okuyabiliriz Atay’ı; Türkiye’nin ‘ruhu’na yolculuk babında.
ZEKİ COŞKUN, 18/03/2005 tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki
Oğuz Atay’ın dünyasını tanımak, yaşamla roman arasındaki gelgitleri izleyerek, onun romancılığının, bireysel dünyasının ayrıntısına inebilmek için Yıldız Ecevit’in ?Ben Buradayım…’ – Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası’ndan çok yararlanacaksınız.Yıldız Ecevit’in kitabının kurgusundan söz etmeliyim önce.Metinleri, özellikle Tutunamayanlar’ı, Oğuz Atay’ın diğer eserlerini iyice tahlil ettikten sonra dostlarıyla görüşmüş; bunların kitaptaki izdüşümlerini, anıların ne kadarının romana sızdığı konusunda yoğun bir araştırma yapmış.Bu iki ayaktan sonra, gerek roman kuramı üzerine, gerek onun etkisi altında kaldığı kahramanların ışığında gerçek Oğuz Atay’ı ve belki de roman kahramanı Oğuz Atay dünyasını değerlendiriyor. Onun romanını ele alıyor.
Yıldız Ecevit’in incelemesinde okurun ilgisini çekmesi gereken bölümler, onun siyasal eğilimlerle bağlantısı.
Tanıdıklarının, dostlarının söyledikleri, bana göre, benim de yakından tanıdığım Oğuz Atay’la her zaman uyuşmuyor, ancak bir yazarın başka başka dostları tarafından prizmatik biçimde algılanması olarak da tanımlayabilirim.Yıldız Ecevit’in kitabının niteliği, yazılma yöntemi, kaynakların kullanılması konusunda bilgi veren Sunuş’u mutlaka okumanızı isterim.
Oğuz Atay’ın bir sözüyle başlıyor sunuş:
?İyi bir hayat hikayesi yazmak, bir hayat yaşamak kadar zordur.’
Ecevit, çalışmalarının bir aşamasında şu yargıya varıyor: ?Beni Oğuz Atay’ın dünyasının en saklı köşelerine değin götürebilecek olan o tek yola, ne onunla yaşamı paylaşmış insanların kılavuzluğunda ulaşabilirdim, ne de kendisinin günlüğünde yazdıkları aracılığıyla: O, Atay’ın kurmaca dünyasının sayfaları arasından geçiyordu.’Batı ile Doğu’nun birleştiği apartmandan, lisedeki oyunculuktan üniversite yıllarına, mesleki çalışmalarına kadar, yaşamının her evresi bu kitapta var.
Babanın, belki de geniş açıyla aile çevresinin yarattığı tepki müzik zevkindeki ikilemi doğurur. Hem alafrangayı, hem de alaturkayı sever.
Korkut Boratav, onun ?sol’la ilişkisini şöyle tanımlar:
?Ankara’da askerliğini yaptığı sırada karşılaştığı sol kesim onu heyecanlandırdı. Buradaki çevre çok katı ve dogmatik değildi. Biz entelektüel perspektiften bakan yumuşak insanlardık, edebiyatla da ilgiliydik. Hem entelektüel hem de siyasal boyutu olan, dünyayı değiştirmek isteyen böyle bir fikir akımı, böyle bir çevreyle karşılaşınca tutkuyla sarıldı.’
En çok hangi yazarları severdi?Bir söyleşisinde açıklıyor: ?Sevdiğim yazarların başında Kafka ve Dostoyevski’yi sayarsak, Tutunamayanlar’ı okuyanlar için şaşırtıcı olmaz herhalde. İnsanı, bu arada Selim Işık’ı yalnız bırakanların dünyasında böyle yazarlara da tutunamazsak sonumuz ne olur?’Oğuz Atay en çok hangi yazarlardan etkilendi? Doğrudan ya da yakın dostlarının anlattıkları, verdikleri adlar da, yazarın saptamaları da onun edebiyat dünyasını oluşturan kaynakları belirliyor. Böylece okura bir değerlendirme kapısı daha açıyor.
Kemal Tahir’i önemsediğini bildiğimiz Oğuz Atay, Türk edebiyatçılardan kimleri okuduğunu bir konuşmasında söylüyor: ?Türk yazarlarından da Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan’ı, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı… Son zamanlarda daha çok şairleri izliyorum. Ece Ayhan, Cemal Süreya.’
Dil konusunda ne düşünüyordu Oğuz Atay?
?Osmanlıca parodisinin yanı sıra Öztürkçe parodisi de içerir. Bir hesaplaşma romanı olan Tutunamayanlar’ın sayfaları boyunca dille de hesaplaşıyordur Oğuz Atay.’
?Ben Buradayım…’ Oğuz Atay’ı okuyanların, okuyacak olanların, tanıyanların, bilenlerin mutlaka okuması gereken bir çalışma. Bir yazarı, daha yakından, deyim yerindeyse derinlemesine tanıyacaksınız.
Doğan HIZLAN, 28 Mayıs 2005 tarihli Hürriyet Gazetesi
“İyi bir hayat öyküsü yazmak, bir hayat yaşamak kadar zordur? (1)
(bir bilim adamının romanı)
Okur olarak biyografik romanlara mesafeli durmamın yanı sıra, hayran olduğum bir yazarın biyografisi olmasından dolayı da, Yıldız Ecevit?in kitabı gerçekten almaya karar vermesi zor kitaplardandı. Çünkü, günümüz pop kültüründe her şey tüketilmek içindi ve Oğuz Atay?ın tüketimin parçası olmasına dolaylı destek olabilecek popüler bir kitabı satın almak istemiyordum. Bir taraftan da, ara okumalarla kitabın sayfalarında gezinirken Tutunamayanlar ile ilgili alt başlık çok ilgimi cekmisti. ?Tutunamayanlar?ın kurgusu, uzun bir hazırlık dönemi içinde oluşturulan bir plan üstüne yapılmış değildir. ?Çok kısa ve genel bir plan yaptıktan sonra daktilonun başına oturuyorum ve konuyu, bir kerede, hiç düzeltmeden baştan sona yazarım. Sonra ortaya çıkan metne göre planda değişiklik yaparım ve hepsini bu sefer yeniden yazarım? diyordur Atay, Tutunamayanlar romanı ile ilgili olarak kendisi ile yapılan bir söyleşide.? (2) Tutunamayanları yayınlatmak için epey uğrastıktan sonra, tam da ümidini kesmişken Sinan Yayınlarının sahibi Hayati Yazıcı?nın Oğuz Atay?ı arayıp romanı basmak istediğini söylemesini de ?Tutunamayanlar? alt başlığından öğrenmiştim. Merakım ağır bastı.
Kitapta, Oğuz Atay?ın hem hayatının hem de eserlerinin dönemlere göre ayrı ayrı alt başlıklarda anlatılması, okuyucunun, yazarın kurmaca dünyası ile gündelik dünyası arasında paralelliği ve her iki dünyasındaki değişmeleri takip etmesini kolaylaştırıyor.
Yıldız Ecevit?in, edebiyat konusundaki akademik yetkinliği, özellikle Atay?ın kitaplarını incelediği bölümlerde dil ve anlatımda ön plana çıkıyor. Kitabın önsözünde bu konuda şunları yazıyor Yıldız Ecevit; ?Ben Buradayım…? aynı zamanda Oğuz Atay?ı ?Hayatı ve Eserleri? türünden bir alt başlığın ciddiyeti içinde de ele alan bir başvuru kitabı olmalıydı. Bu önceki Yıldız Ecevit?in yazmaka istediği, yalnızca bir biyografi değildi; Oğuz Atay odağında üreyen, onu, yaşamı ve yaşamda bıraktığı tüm izlerle birlikte bütüne doğru ayrıntılı bir biçimde dokumaya çalışan bir monografiydi. Biyografiyi monografiye dönüştürerek onu daha teknik renklerle boyayan Yıldız Ecevit, bir yaşan öyküsünün ardına takılıp, koltuğuna yaslanarak rahat bir okuma serüveni yaşamak isteyen okuru düş kırıklığına uğratmayı da göze aldı.? ?Hem ciddi ve bilimsel olmak istedi hem de hafif/uçucu ve yaşam dolu; hem iç dünyanın derinliklerine doğru kulaçlamak istedi, hem de yüzeyde iz sürmek.? (3)
Oğuz Atay üstüne biyografik bir kitap yazmanın sanırım en zor kısmı, günümüze sadece kitapları ile kalmış, sadık ve tutucu bir okur kitlesine sahip yazarın, gündelik hayatını popülerliğe kaçmadan anlatabilmek. Yıldız Ecevit bu zorluğu, kitapta özel hayat kısımlarını sadece tanıkların sözlü anlatımlarına dayandırarak; Atay?ın iç dünyasını ise kurguladığı metinlerdeki satır aralarında arayarak aşmış.
Kitabı okurken an geliyor insan Oğuz Atay?ı kahraman Selim Işık?la veya Hikmet Özben?le bağlantılandırıyor; an geliyor birinin yazar diğerinin kurguladığı kahramanı olduğunun ayrımına varıyor.
Anlatımındaki sağlam sıralama mantığı sayesinde, boşluğa düşmeden hem yazarın hayatındaki kilometre taşlarını, hem de eserlerinin oluşum ve sonrasını rahatlıkla takip etmek mümkün. Kitap boyunca, bir yandan Atay?ın üniversite yılları, dergi günleri, evlilikleri, dostlukları üstüne o günleri paylaşanların sözleriyle kurulan hayatı zaman dizinsel olarak okumak; bir yandan da kurgu dünyasındaki derinliği, renkliliği, romanlarını yazarken ki ruh halini, kurgularındaki değişimi Atay?ın kendi eserlerinin içinde iz sürerek gözlemlemek mümkün.
Yalnızca Oğuz Atay?ın beynindeki uru önceden hissetmesi ve rüyalarını önemsemesi üzerine yazdığı bölümün kimi yerinde ?rüya/gizli ilimler/ burçlar ve fal ansiklopedisi?ni kaynak göstermesi ile bilimselliğini bir ölçüde kaybediyor.
Kitabın bir diğer önemli katkısı, Oğuz Atay?ın başucu kitabı katagorisinde değerlendirdiği kitapları, kendisine duygu akrabası seçtiği yazarları Atay?daki etki ve yansımaları ile bize ulaştırmaya çalışması.
Kimler mi bunlar? ?Atay, 1971 yılında kendisi ile yapılan ilk söyleşide, Türk ve dünya romanlarından etkilendiği kitap ve yazar adlarını bir çırpıda ard arda sıralarken, kendi kurmaca dünyasının yaşam kaynağına giden yolun üzerindeki kilometre taşlarını da işaretliyordur: ?Dostoyevski, Stendhal, Henry james, Tolstoy… Ecinniler, Budala, Hanry James?den Portrait of a Lady, Parma Manastırı, Savaş ve Barış, Anna Karanina, Kafka tabii, Şato ve Dava, Lewis Caroll-Alis Harikalar Diyarında, Türk yazarlarından da Sabahattin Ali?nin İçimdeki Şeytan?ı, Yusuf Atılgan?ın Aylak Adam?ı… Son zamanlarda daha çok şarileri izliyorum, Ece Ayhan, Cemal Süreya.? (4)
Oğuz Atay okurlarının, mutlaka okumalarını ve kütüphanelerinde referans kitap olarak özel bir yerde bulundurmalarını; Oğuz Atay?la yeni tanışan okurların ise kendi iç seslerine göre ya tüm eserlerini okuduktan sonra ya da eserler arasında, daha derinlemesine araştırma yapmak için, bu kitabı okumalarını öneriyorum.
Kendi adıma Oğuz Atay?la çıktığım okuma yolculuğunda önüme ışık tutup yolculuğumun keyfini artırdı Yıldız Ecevit?in bu çalışması.
?Tesir etmeyen, iz bırakmayan okumak neye yarar?
İnsan kendisine ilave etmek için okur, unutayım diye
değil.?
(Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üstüne Makaleler)
İlgilenen okur için kitabın alt başlıkları:
– Yaşam Yolunda İlk Adımlar
– Ankara ve Okul Yılları
– Teknik Üniversite ve Gençlik Yılları
– Ankara?da Askerlik
– ?Askerliğini Yaparken Süleyman Kargı ile Tanıştı?
– ?Pazar Postası?
– ?Düşünün, Bir Kerede Cevap Verin?
– ?Olaylar? Dergisi
– Klan
– Fikriye ile Evlilik
– Betonar
– Karşıtlıklar Evreninde Varolmak
– Dostoyevski
– Sevin
– ?Tutunamayanlar?
– ?Aklına Geleni Yazmış Bu Romancı!?
– ?Tehlikeli Oyunlar?
– Meydan Larousse?
– Pakize
– ?Bir Bilim Adamının Romanı?
– ?Oyunlarda Yaşayanlar?
– ?Türkiye?nin Ruhu?, Halit Refiğ, Kemal Tahir
– ?Korkuyu Beklerken?
– İ.D.M.M.A?dan Eylembilim?e
– ?Ölüm de Bir Rüya Değil mi??
– Ölümden Sonra Yaşam
Dip Notlar:
1- sayfa 11
2- sayfa 18
3- sayfa 241
4- sayfa 252
Nilhan Coşkun, İzinsiz Gösteri Dergisi
http://korsanoguzatay.blogspot.com/2006/03/o-hep-burada-okuduklarimdan-nilhan.html
Yıldız Ecevit’in yazdığı “Ben Buradayım…” adlı biyografik çalışma, aklımızda tamamen basmakalıplaşmış ‘hayatı – sanatı – eserleri’ kalıbına hiç benzemiyor.
Türkiye’de çok fazla biyografi yazılmadığını zaman zaman konu ediniriz. Ama eskisine oranla bu alanda bir şeylerin kıpırdadığını ve değişmeye başladığını da söylüyoruz bir yandan.
Şu sıralarda Yıldız Ecevit’in “Ben Buradayım” adını verdiği Oğuz Atay biyografisini okudum. Alt başlığı “Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası” olan bu çalışma İletişim Yayınları’ndan, 2005’te yayımlanmıştı.
600 sayfaya yaklaşan, hacimli bir kitap. Dolayısıyla, Türkiye’de yapılan biyografik çalışmalar arasında, özel bir yeri var. Aklımızda tamamen basmakalıplaşmış bir ‘hayatı – sanatı -eserleri’ kalıbı vardır. Bu kitap öylelerine hiç benzemiyor.
Hayat ve eser
Atay’ın vakitsiz ölümünden bu yana çok fazla zaman geçmedi. Dolayısıyla onu tanıyanlarla uzun uzun konuşmak ve veri toplamak mümkündü. Yıldız Ecevit bunu yaptığını ve şöyle böyle yüz kişiyle konuştuğunu söylüyor.
Belli ki bunların büyük çoğunluğu Oğuz Atay’ın entelektüel arkadaşları. Ama bir iki noktada berberinin birkaç anısını da aktarmasından, fırsat bulduğu kadar bu çevrenin dışından da veri toplamaya çalıştığını çıkarıyorum.
Tanıyanların hayatta olması, sayılarının çokluğu, biyografi yazarı için önemli avantajlar. Dezavantaja da işaret ediyor Yıldız Ecevit: İnsan belleğinin ele avuca gelmezliği. Söylediği gibi, herhalde kimse onu kandırmaya çalışmadı, ama insanlar hatırladıklarını değiştirerek hatırlıyor, ellerinde değil. Bu durumda, kimin anlattığına güveneceksin?
Oğuz Atay’ın kendisinin de Mustafa İnan’ın biyografisini yazarken karşılaştığı ve yakındığı güçlük, “Daha insanlarımız arkalarından belge bırakmaya alışmamışlar” cümlesiyle anlattığı durum, herhalde kendisi için de bir ölçüde geçerliydi.
Ama Oğuz Atay, bir anlamda ‘belge’den bol miktarda bıraktı: Kitaplarını, bu arada “Günlük” gibi, nasıl yazdığına dair önemli ipuçları veren bir metni.
Bunlar, Yıldız Ecevit’in çalışmasında asıl temeli oluşturuyor. Alt başlıktaki “Biyografik ve Kurmaca Dünyası” sözünü bir kere daha hatırlatayım. Kitap bu başlığa uygun bir yöntemle yazılmış. Biyografisi yazılan kişi bir yazar olunca, biyografiyi yazanın ilgisi de öncelikle eserlere dönüyor.
Ancak bu durum bizi, bir zamanlar (Yeni Eleştiri’nin egemen olduğu yıllarda) ‘tabu’ sayılan bir anlayışa geri götürebilir: Yazarın hayatıyla yazarın eserini bir arada açıklama tarzına. Nitekim bu zaman zaman artarak görülüyor.
Şimdi, romanda yazar, karakterine “Ben zaten değerlerimi inkâr ettim” yolunda bir söz söyletmişse, bu arada kendisi de “Betonar” adında bir inşaat şirketi kurmuşsa, bu ikisi arasında bir bağlantı kurmanız ‘meşru’ mu?
Hiç öyle şirket işine girişmese, o karakter o lafı etmez miydi? O karakterin ettiği o lafın (herhangi bir lafın) karşılığı yazarın hayatında bulunur mu? Aramak gerekir mi? Yazarın hayatını pek iyi bilmediğimiz zaman eserlerini yorumlamak ve anlamak için bir yöntemimiz kalmıyor mu?
‘Cult figure’ Atay
Sanatı anlamak için uyguladığımız her yöntem bize bazı şeyler kazandırır ama bazı sakıncalar da getirir. İmkân olduğu zaman biyografinin de bize açıklayacağı çok şey olabilir; ama biyografik açıklama, yazarın soyutlama yeteneğinin yerine ikame edilmeden.
Yıldız Ecevit, Oğuz Atay romancılığının Türkiye’de ‘alımlanması’nın sefaletine bolca değinmiş. Zaten kitabına, yazarın bu konudaki sitemini ad olarak seçmiş. Oğuz Atay’ı, sanatını seven herkese acı veren bir durum bu, tabii.
Ama bizim gibi ömrü yetenler, bunun tersine döndüğünü, bu sefer Oğuz Atay’ın bir ‘cult figure’ haline geldiğini gördük. Buna sevindik tabii; bir biçimde “Hak yerine geldi” demenin rahatlığını duyduk. Ama Oğuz Atay kendisi, “Belki bir gün”den öte bir şey diyemeden ayrıldı aramızdan.
Yıldız Ecevit’in bu ‘alımlama’ sürecinde benim oynadığım rol hakkındaki değerlendirmesine de pek katılmadım. Ama bunu tartışmanın yeri burası değil. İyi ve faydalı bir kitap olduğunu tekrarlayarak bitirmek istiyorum.
Oğuz Atay’ın metinlerinden alınacak (büyük) keyfi aldıktan sonra, bir de onun hakkında bilgi edinmek isteyenler için, çok içten bir çalışmanın ürünü olan bu kitap, en zengin yardımcı olacaktır.
Murat Belge, 14 Ocak 2007 tarihli Milliyet Gazetesi
“BEN BURADAYIM”
Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası, Yıldız Ecevit, İletişim Yayınları, Mart 2005, 580 sayfa