tom jonesHenry Fielding’ten söz ederken, onun romancı yanı kadar roman kuramcısı ve eleştirmeni özelliğine de değinmek gerekir. Çünkü, roman yazımının en sorunlu yanlarından birisi olan “anlatıcının kimliği” meselesini ilk tartışan kişidir Henry Fielding. Öyküyü aktarma görevini romanda hiç yer almayan “bilinmeyen bir üçüncü şahsa” vererek, yazarlar arasında en yaygın olarak kullanılan anlatım tekniğini roman dünyasına sokmuş ve bu edebi alanın gelişmesinde büyük rol oynamıştır.

Henry Fielding, 27 Nisan 1707’de, soylu bir ailenin çocuğu olarak İngiltere’nin Somersetshire bölgesinde doğdu. Ailesinden geçimini temin edecek bir miras kalmadı ama iyi bir eğitim gördü Fielding. Hukuk eğitimini yarıda kesmesi, maddi koşullarının yetersiz olmasından kaynaklanmıştı yine de. 1728 yılından sonra Londra’ya yerleşti ve komedi/müzikal piyesler yazarak sürdürdü yaşamını. 1734’de, romanlarına konu ettiği söylenen Charlotte Cradocak ile evlendi. Siyasi yanı ağır basan taşlamaları ile dikkatleri üzerinde topladıysa da, parlamentoda kabul edilen bir sansür yasası, Fielding’in bu tür eserlerle para kazanmasına engel oldu; Fielding yeniden hukuk alanına döndü, 1740 yılında baroya kabul edildi. Aynı tarihlerde “The Champion” adlı dergide de köşe yazarlığı yapıyordu.

1740 yılında Samuel Richardson’un -roman tarihinin kilometre taşlarından olan- “Pamela”sı yayınlandığında, herhalde en çok etkilenen kişi, bu ahlaki öykünün savunduğu fikirlerden ciddi biçimde rahatsızlık duyan Henry Fielding olmuştu. Öyle ki, 1841’de, Richardson’un romanının parodisi niteliğindeki “Shamela” ile yanıt verdi Richardson’a. 1742’de ise, bir romanın nasıl yazılması gerektiğine örnek olmak üzere “Joseph Andrews”u tamamladı. Buradaki Joseph tipi, Richardson’un kadın kahramanı Pamela’nın erkek kardeşi olarak tarif edilmişti. Bir kurmaca metinden bir başka kurmacaya yaptığı gönderme ile modern romanın şafağında bugünkü post-modern metinlere örnek teşkil edecek bir denemeye girişmişti sanki…

40’lı yıllar Fielding için zorluklarla geçti; üç ciltlik “Denemeler”in yayınlanmasında sonra sağlığı bozuldu, karısı ve kızını kaybetti. Maddi zorluklar içerisindeydi. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, 1749’da “Tom Jones”u tamamladı. Kitaptan elde ettiği gelirle rahatlamasının yanı sıra, yaptığı çalışmalarla, hukuk alanında da önemli bir kişilikti artık. 1751’de üçüncü romanı olan “Amelia” yayınlandı. Ama yorulmuştu Fielding’in bedeni. 1754’de hava değişimi için gittiği Lizbon’da hayata veda etti.

Tom Jones’un “sergüzeştleri”

Suçkov, “Gerçekçiliğin Tarihi” adlı incelemesinde, kökleri “Pikaresk”lere uzanan Avrupa romanının, uzun bir süre roman kahramanının sayısız engellerle karşılaşıp bu engelleri aştığı olaylar dizisi çerçevesinde yazıldığını vurgular. Ona göre, ilk romanlarda, kahramanın kişiliği ya da anlatıcı, hem çevreden pek az etkilenir, hem de hazır bir biçimde sunulur. Olaylar ise sonu gelmez bir zincir halinde, peşpeşe ilerler. Yazarın hikayesini anlatmak için hangi biçimi seçeceği hiç önemli değildir, genel kalıp hep aynıdır. Geniş bir zemin çizip, anlatıyı olaylarla doldurmak, araya kendi halinde birtakım hikayeler sokuşturup işi eğlenceye dökmek yazarlar için kolay, okuyucu içinse çekicidir.

Tom Jones”ta da aynı serüven kalıbını görürürüz. Onsekiz bölümden oluşan romanda, annesi tarafından terkedilmiş, kimsesiz bir bebeğin büyümesi, aşık olması, türlü felaketlerden, maceralardan sonra hem sevdiğine hem de mutluluğa kavuşması anlatılır. Erdem ve erdemsizlik, iyilik ve kötülük tarzındaki ahlaki durumların sürekli irdelendiği serüvenlerde, kahramanımız Tom Jones’un başı bir türlü dertten kurtulmaz. Richardson’un bütünüyle zıtlık olarak işlediği söz konusu ahlaki durumlar yoktur Fielding’in hikayesinde. Tom Jones, çoğu kez arzularının esiridir, mesela kendisini büyüten ailenin verdiği parayı har vurup harman savurur ya da başka bir kadınla birlikte olarak sevgilisi Sarah’ı düş kırıklığına uğratır. Ama sonuçta sağduyusu vardır Tom’un. Hatalı hareket etse de kalbi temizdir ve bütün olumsuzlukları bu iki özelliği sayesinde yenmesini bilir.

Fielding’in roman kahramanları, “doğasal insan” tanımına uygundur. Yine Suçkov’a göre; “kendi doğası ne buyuruyorsa öyle hareket eder Tom Jones”, ola ki kendi doğası bir an yalnız bırakabilir onu, iyi ama Tom Jones’un kendi iç erdemleriyle ne ilgisi var bunun? İnsan doğası öyleydi ki, Tom Jones da öyle yapıyordu.”

Aydınlanmacılar’ın inançlarına göre, insanların zihinlerine akılcı fikirler aşılamakta önemli işlevleri olan sanat ve edebiyat sayesinde, varolan toplumsal ilişkiler düzeltilebilirdi. Bu nedenle, 18.yüzyılı gerçekçi yazarlarının ürünlerine bol miktarda eğitici, öğretici ve ahlaki öğe katılmıştır. Ancak egemen ahlakla da çelişiyordu bu yazarlar. Sonuçta, ortaya çıkan metinlere baktığımızda hem ahlakçı bir yanları olduğunu, hem de var olan ahlaki doğmaların acımasızca eleştirildiğini görürüz.

“Roman geleneksel epic, fabl ve trajedi kalıplarından farklı olarak, allegorik/evrensel tiplerin değil, belirli bireylerin özgün yaşam ve deneyimlerini kapsayacak -akılcı- bir düşüncenin ürünüdür. Yine aynı felsefe, bilinç ve zaman/mekan ilişkisini işaret eder. İlk romancılar da yarattıkları kahramanların inandırıcı olabilmeleri için onların yaşadıkları dönem ve yeri iyice belirtmeye çalıştılar. Yazar, insan yaşam ve deneyiminin gerçek bir tablosunu çizmek, okuyucuyu kişilerin ve olayların gerçekliğine inandırabilmek için, onlarla ilgili zaman ve mekana dair en ince ayrıntılarına dek bilgi verirken kanıtsal/bilimsel bir dil kullanmaya özen göstermiştir.” Fielding’in öykü sırasında sık sık ve uzun uzun kendi düşüncelerini aktarmasının sıkıcılığının mazereti burada aranmalıdır.

Fielding’in romana getirdiği yenilikler

Fielding’e kadar İngiltere’de roman yazımı konusunda ciddi bir gelişme yaşanmış; “Robenson Crueso” ve “Gülliver’in Gezileri” gibi önemli metinler üretilmişti ancak kuramsal anlamda roman sanatı üzerinde yapılmış çalışmalar yoktu. Fielding, önce “Joseph Andrews”ta, yeni bir yazı türü yaratmakta olduğunu ilan etti. Öyle ki, kendi kitabının kişilerinin niteliklerini, olayların gelişimini ve anlatım özelliklerini bile açıkladı. Ardından “Tom Jones” geldi. Bu romanının giriş yazısı ile Fielding, İngiltere’de ilk kez bir roman kuramı oluşmasına öncülük etti. Ayrıca, “Tom Jones”, İngiliz edebiyatında “hanlar yazını”nın da başlangıcı oldu.

Kitabını tasarlarken, Fielding “samimi bir insanın başına gelenleri sade ve basit” bir tarzda işleyerek, komik bir macerayı roman haline getirmeyi düşünmüştü. Yani, Forster’in dediği gibi, “Fielding romancılığa Richardson’a özgü bir dünyada soytarılık ederek başlıyor, ama yazarlığının sonunu kendine özgü bir dünyada -”Tom Jones” ve “Amelia”nın dünyasında- ciddileşerek getiriyordu”. Dönemin ahlakına, mesela; gayri meşru -iyi- bir gence kapanan kapılara meşru olanın kötülüğünü işleyerek karşı çıkan Fielding, gerçekçilik tutkusuyla, soyluluğun gülünç yanlarını da vurgulamayı başarmıştı.

“Tom Jones”un dikkat çekecek yanlarından birisi, kurgusundaki kusursuzluk, daha doğrusu katılıktır. Her şey, yazarın kafasındaki plana göre ilerler. Hikaye birbirine eşit üç parçadan oluşur; Tom’un çocukluğunun geçtiği kırsal hayatı, hanların çevresinde geçen maceralar ve Londra… Böylelikle dönemin İngiltere’sindeki toplumsal yaşantı tamamen resmedilir. Ancak bu kuralcı tarz, doğal insan Tom Jones’un doğallığını zaman zaman saçmalaştırıverir. Romanda bir başka sorunlu nokta ise Fielding’in yarattığı karakterlerle arasına bir mesafe koyamamasında görülür. Roman yazarları sıklıkla yarattıkları kahramanları ile duygusal bağlar kurarlar. Bu bağlar roman kahramanlarının birbirleri ile olan ilişkilerine de yansır. Henry Fielding gibi gerçekçi bir yazar da kurtulamamıştır sözkonusu duygu yoğunluğundan. Tom’a, Sarah’a, Tom’u büyüten Allworthy’e ve Lady Bellastone’a bol miktarda iyilik şırınga eder.

Henry Fielding’ten söz ederken, onun romancı yanı kadar roman kuramcısı ve eleştirmeni özelliğine de değinmek gerekir. Çünkü, roman yazımının en sorunlu yanlarından birisi olan “anlatıcının kimliği” meselesini ilk tartışan kişidir Henry Fielding. Öyküyü aktarma görevini romanda hiç yer almayan “bilinmeyen bir üçüncü şahsa” vererek, yazarlar arasında en yaygın olarak kullanılan anlatım tekniğini roman dünyasına sokmuş ve bu edebi alanın gelişmesinde büyük rol oynamıştır.

A. Ömer Türkeş
http://kitapeki.com/, 05.06.2016

KİTABIN KÜNYESİ
Tom Jones
Yazar: Henry Fielding
Çevirmen: Mina Urgan
Yayıncı: İletişim
09 / 2015
1064 Sayfa

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Gülten Akın: Orhan Veli, kendi yazdıklarının öneminden çok, kendinden sonrakilere etkisi ile dikkate değer.

Next Story

Murat Belge’den ‘Step ve Bozkır’

Latest from A. Ömer Türkeş

Dostoyevski ve Polisiye – A. Ömer Türkeş

Polisiyelerden söz açıldığında, pek çok incelemeci ve eleştirmen, türün yüksek edebiyata giren ürünlerine örnek olarak Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” romanını gösterir. Elbette hem suçu

Yakılmak istenen Rousseau’nun romanı “Emile”

Rousseau’nun ikinci romanı olan “Emile”, aslında yazarın insanların eğitimi ve kültürel gelişimi hakkındaki düşüncelerini yansıtıcı bir niteliktedir. Başkalarının koyduğu kurallara göre eğitilen insanların özgür
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ