Vladimir Dudintsev, Bir Yılbaşı Öyküsü’nü yazdığında bu öykünün Türkiye?de bu kadar sevileceğini tahmin edemezdi. İnsanlığın derin aclarını dindirmek için uğraş verilen bir araştırma laboratuarında ?zaman öğretmen?in bilim insanlarına baykuş kılığında musallat oluşunun büyüleyici öyküsüdür bu.
Bir yılbaşı öyküsü, yeni yılla yüz yüze gelmek isteyenler için bire birdir: Ben bir peri masalı dünyasında yaşıyorum. Bir peri masalı ülkesinde, imgemde canlandırdığım bir kentte. Orada olağandışı yaşamları vardır insanların; ben de bu olağandışılıktan kendi payıma düşeni aldım. Size onlardan söz edeceğim biraz, çünkü yılbaşı gecelerinde insanlar böyle imge ürünü öyküleri dinlemeyi pek severler. Bu öyküde zamanın bize oynadığı oyunları, onun bizi kandırmasını konuşacağız.?(*)
Bir grup bilim insanıyla ilgilenen, onları sokak aralarında takip eden, pencere camından gözetleyen bir baykuş…
O, ölümün habercisiydi, kancayı taktıklarını ölüme yaklaştırıyordu. Lakin, ilginç bir adalet duygusu vardı; kurbanlarını öylesine, rastgele seçmiyordu… Zamanı ve yeteneklerini hovardaca harcayanlar, yaşamın nabzını artıramayanlar baykuşla tanışıyorlar, baykuş da onları ölümle tanıştırıyordu…
“Gölge gibi birşey sokaklarda yorulmaksızın beni izlemekteydi, ama çok uzaklardan… Saklanmak gibi bir kaygısı olmamasına karşın, takipçimin yüzünü bir kez olsun görme olanağını elde edemiyordum. Kadın mı erkek mi olduğunu bilmediğim bu kimse, gözetleme noktası olarak karanlık kemer altların ya da evlerin girişlerin seçiyordu. Bazen apaçık güneş ışığına çıktığı da oluyordu, ama gözlüklerimi çıkartmak için elimi cebime atar atmaz bu yabancı arkadaş hemen bir duvarın arkasına çekiliyordu. Benimle bu denli ilgilenen, sanki bana tutkun bu insanı görebilmek için… gölgesinde gözden yittiği kapılara, kemer altlarına gidip birçok kez baktım, ama oralarda kimseyi göremedim. Aradan çok geçmeden mevsimin ilk ince tül gibi karı yağdı. Bir gece tenha bir sokakta tek başıma yürüyordum, arkamda ayak sesleri duydum. Daha arkamı dönmeden gelenin o olduğunu anlamıştım. Ani bir hareketle geriye döndüm.? Kitabın arka kapak sayfa yazısı.
?Yaşamıma başlamak için ayaklarımın ucunda parıldayan zaman okyanusunun kıyısında duruyordum. Geleceğin köpüklü dalgaları bir biri ardından ayaklarıma vuruyor, beni ileriye gitmeye zorluyordu. Yarın bu ufkun öbür yanına doğru yelken açacağım.? (**)
(*) Bir Yılbaşı Öyküsü, Gelenek Yayınevi sayfa 1
(**) ” , Gelenek Yayınevi sayfa 54
Ender Özkahraman’ın 28/03/2008 tarihinde Radikal Gazetesinin Kitap Ekinde çıkan öyküye dair ‘Zaman Bir Bilmecedir’ yazısı
“İnsanlar, bir laboratuarda toplanarak çeşitli deneyler yapmaya başlar. Güneş ışınlarının özünü biriktirerek karanlıkta kalan bir kıtanın sakinlerine yetecek ışık ve sıcaklığı götürmektir amaçları
Bir dakikasını bile ziyan etmek istemeyeceğimiz bir hayat ve her saniyesini yüreğimizde hissedebileceğimiz günlerin hayalini kurmak… Gaile içinde herkesin bu hayali görebileceğinden ve bu durumun yaygın olduğundan bahsetmek bugün için biraz fazla iyi niyetli olur sanırım. Yine de insana ve onun meziyetlerine olan inancımız bizi akılcı sonuçlara, yani tüm varlığımızı kaplayan, içimizden çıkarılıp atılması ya da başka bir biçim verilmesi zor olan güçlü duygulara sürüklüyor. Bu bir marazi durumsa eğer, o zaman bizi iyileştirmesi için ruh bilimin aynı derecede güçlü bir duyguyu bulup yerine onu koyması gerekiyor. Evet, zaman akıp gidiyor ve biz onu durduramıyoruz. Her şeyin bir sonu olduğu gerçeği akla hemen hayatı getiriyor ve bir tarafta atan nabız; diğer yanda saatin tik takları bir şarkı gibi bize bu sürecin pek uzun sürmeyeceğini anlatmak istiyor. Rus edebiyatı bu şarkıya kulak verip güfte oluşturmak isteyen yazarların kaleminden çıkma örneklerle doludur.
Dostoyevski’den Tolstoy’a doğru uzanan bir yelpazede yazarların dönüp dolaşıp yine bu konu üzerinde kalem oynattığını görürüz. Beyhude amaçlar peşinde koşarak yaşamı tükettiğini son anda kavrayan ve “ya bütün hayatım, yaşadığım bilinçli hayat gerçekten gerektiği gibi değilse?” diye sorarak manevi acılar içinde kıvranan İvan İlyiç’ten tutun da “yaşama doymanın imkansızlığı bir yana bu konuda insana sadece bir şans tanınması bile acımasızlıktır, üç canım olsa gene az gelir” diyen Dulgorukiy’e kadar birçok roman kahramanı, insana tanınan zamanı ve olanakları sorgulamaktan geri durmamıştır. Bu sorgulamaların ne denli diyalektik olduğu bir yana, onların uzun ömürlülük üzerine gevezelik etmekten daha derin anlamlar taşıdığı aşikâr. 20. yüzyıla gelindiğinde, özellikle de Sovyet Devrimi’nin dünyadaki yansımalarından sonra benzeri birçok soyut konuda olduğu gibi zaman konusu da materyalist bir süzgeçten geçti ve ontolojik yanlarından arındırıldı.
Bunun meşhur bir örneği de Vladimir Dudintsev’in yazdığı uzun hikâyedir. Bilimkurgu gibi görünse de Bir Yılbaşı Öyküsü adını taşıyan bu anlatı aslında son derece gerçekçi ve güncel bir atmosferde geçer: Gezegenimizde güneş ışığı almayan bir kıtanın varlığı bazı insanları üzmektedir. Bu insanlar, güneş ışınlarının bilinmeyen özellikleri üzerine araştırma yapan bir laboratuarda toplanarak çeşitli deneyler yapmaya başlar. Güneş ışınlarının özünü biriktirerek karanlıkta kalan bu uzak kıta insanlarına uzun süre yetecek ışık ve sıcaklığı götürmektir amaçları. Kahramanlarımız benzer bir deney üzerinde çalışan ve masa arkadaşı olan biri genç, diğeri yaşlı; iki kişiden ibarettir. Şefleri olan adam, bir gün şaşkın bir vaziyette masaya gelerek elindeki eski taş parçasını onlara gösterir. Şef, hiyeroglifleri okumaya çalışırken iri kulaklı bir baykuş resmi görmüş ve uzun uğraşları sonucunda yazıyı deşifre etmeyi başarmıştır. Yazıda dokuz yüz yıl yaşam süren birinden bahsedilmektedir. Masadaki genç adam, bu uzun ömürlülük karşısında gıpta dolu bir ifade takınınca o güne değin hiç sesi soluğu çıkmayan yaşlı masa arkadaşı dile gelir ve “Her şey mümkündür” der. “Zaman bir bilmecedir.”
Hapis ve kaçış
Bu iki adam yıllardan beri aynı masayı paylaştıkları halde birbirleriyle neredeyse hiç konuşmamıştır. Traşsız suratı, pejmurde giyimi ve düğmelerinin yarısı kopuk paltosunu sandalye üzerine fırlatması dışında kimsenin dikkatini çekmeyen yaşlı adam, orada birdenbire dile gelir ve zamanın değeri hakkında bir hikâye anlatmaya başlar: “Günlerden birinde bir haydut çetesi, şehrin meydanlarından birinde toplanmış ve kendilerine ihanet eden altı arkadaşları hakkında ölüm hükmü çıkarmıştır. Beşinin cezası anında infaz edilir. Lakin altıncı kaçmıştır. Onun durumu biraz karışıktır. Kaçan adam haydutların en yaşlısı ve her şeyden evvel onların başkanıdır. Kaçtıktan kısa süre sonra kolluk kuvvetleri tarafından yakalanmış ve hüküm giyerek cezasını çekmek üzere uzak bir cezaevine gönderilmiştir. Yaşlı haydut cezaevinde okumaya başlar. Çok değişik kitaplar okumaktadır. Okumak ve düşünmekle geçen uzun bir sürenin sonunda bazı kuramlar geliştirmeye başlamıştır. Bu süreç içerisinde paha biçilemeyen bazı maddelere ait değerlerin hızla düştüğünü ve güzel giysilerin modasının geçtiğini ayrımsayarak birden insanları sevindiremediğini, dostluğu yaşayamadığını ve sevgiyi fark edemediğini anlar. Yaşını başını aldığı halde önüne birtakım hedefler koymuş ve onları hayata geçirmeye karar vermiştir. Uzun süre daha yatması gerekirken hapisten kaçarak bazı operasyonlar geçirir. Önce suretini, sonra sesini değiştirmiştir. Masallardaki gibi bambaşka bir insan olarak çıkmıştır şimdi ortaya. Kısa sürede iki fakülteden mezun olmayı başarmıştır. Halen o büyük hayalini gerçekleştirebilmek, insanların ihtiyaç duyduğu bir şeyi onlara verebilmek için çalışmayı sürdürmektedir.”
Onlara kendi hikâyesini anlatan bu yaşlı ve esrarengiz adamın sonraki safhalarda değil birkaç yılı, saatlerinin sayılı olduğunu anlaşılır. Çete elemanları izini bulur bulmaz öldürmüştür bu yaşlı haydutu. Sonraki kısımlarda masa komşusunun ölüm haberini alan genç bilim adamını ve geçirdiği değişimleri izleriz. Onunda artık düğmeleri kopuk bir paltosu vardır ve sandalyeye fırlatmaya başlamıştır. Aynanın karşısına geçerek o şık ve pahalı giysileri kuşandığı günleri geride bırakmıştır artık… Otuzuncu yaşını kutladığı gün kendisine bir mektup iletilir. “Öldüğüm zaman bu mektubu sana verecekler” diye yazmıştır masa arkadaşı olan yaşlı haydut. “Sen yetenekleri olan bir kişisin. Başkalarının bilmediği yanlarımı fark ettiğin ve zamana diğerlerinden daha çok değer verdiğin için yazıyorum sana. Yaşam yalnız bir kez yaşamak için verilmiştir. Yaşamdan haz duymanı istiyorum. Üzerinde milyonlarca insanın yaşadığı karanlık kıtayı unutmamalısın.” Anlatıcı adam, mektubu okuduktan sonra büyük ve kara bir cismin pencereden kendisini izlediğini fark eder. Bir baykuştur bu… Burada durup, yaşlı masa arkadaşının arketipi olduğunu sonradan anladığımız bu genç bilim adamının karanlık kıtayı kurtarmak için nasıl bir deney düzeneği hazırladığından ya da kendisine musallat olan baykuş sayesinde zamanın değerini anlayıp nasıl hummalı çalıştığından bahsetmeyeceğim artık. “İnsanların gereksinim duyduğu bir şeyi onlara vermeden dünyadan ayrılmaktan daha korkunç bir şey yoktur” diyen Dudintsev karşısında ister istemez insanın dili dolaşıyor. “Kapağı kaldırdığımda küçük, kızarmış bir kömür parçası ortaya çıkacaktı. Soğuyup, sönmeye hiç niyeti olmayan bu parça karanlık kıtayı ısıtıp ışığa kavuşturacaktı. Bütün odayı aydınlığa boğan, gözleri kör eden bir ışık elimde titreşiyordu. Bu uzun zamandır düşlerimden bildiğim bir ışıktı. Ta eskiden, düzeneğimi ilk kurduğumda, gözlerimi kapatınca görmüştüm onu.”
İlk defa 1974’de dilimize çevrilerek belirli aralıklarla yeni baskıları yapılan bu kitabın gençlere salık verilmesindeki nedenleri ve bugün dünyanın geleceği ve insanlığın kaderi için kaygı duyan herkese yol gösteren niteliğini finalinden ziyade, yine son kısımda yer alan kısacık bir pasaja bağlıyorum. İnsana ait korkunç bir gerçekliği onun yok edilmekte olan dünyasına meydan okuyarak dile getiren Dudintsev’in öngörüsünü, yani onu bugün dahi muteber kılan o ezeli kaygıyı imlemeden bitiremeyeceğim: “Radyodan halen karanlık kıtanın sesi duyulmakta, orada halen yeraltından kömür çıkarılıp, yapay ışık altında lahana yetiştirilmektedir.”
Kitabın Künyesi
Kitabın adı: Bir Yılbaşı Öyküsü
Kitabın yazarı: Vladimir Dudintsev
Yazılama Yayınevi sıra no: 4
Dizi: Öykü 1
Kapak: Gökçe Erbil
Sayfa sayısı: 44
Vladimir Dudintsev’in “Bir Yılbaşı Öyküsü” yapıtındaki iki bilimadamın ereği, “insanların gereksinim duyduğu bir şeyi onlara vermeden dünyadan ayrılmaktan daha korkunç bir şey yoktur” düşüncesi; günümüzde -bu yolda harcanan uğraşa, bilime ve bilimadamlarının çabasına karşın- tam tersine dönmüş gibi… İçinde yaşadığımız 20.yy insanı için, “VAR OLAN DEĞERLERİ İNSANLARIN ELİNDEN ALMADAN ÖLMEKTEN DAHA KORKUNÇ BİR ŞEY YOKTUR” anlayışına dönüşmüştür. Bir türkü var dizeyi tam anımsamasam bile öz olarak şöyleydi: “BEN SAĞA ZORLARIM, SOLA ÇEVRİLİR.” Bilim ve bilimadamları dünyayı aydınlatmak için ne denli zorlasa da, aydınlığın üstünü karanlıkla örtmeye çalışan baykuş gücü hep galebe gelmiştir; bu güç, insanların doğasında var olan ÇIKAR HIRSI olsa gerek… Doğan Soydan