“Herkese bir bakışı var ölümün.
Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak.
Bir ayıba son verir gibi olacak.”
Cesare Pavese
Yaşamın ucuna ya da Hamlet’in sözcükleriyle “o kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya”ya, o ölüm denen meçhul ülkeye doğru usulca ilerleyen bir garip yolcuydu Pavese. Ne yapsa uzaklaştıramayacağı, yaltaklanan bir köpekti “ölüm”. “Herkes ölmek için yaşar, düşmek için yükselir” diyordu Christopher Marlow. Evet, ölmek için yaşamıştı Pavese, “ölümün nişanlısıydı” ve hep “o nişanlı” için yaşamış, bir gölge gibi peşine düşmüştü ölümün, ölümünün: bir ayıba son vermek istercesine. Kısacık hayatı boyunca Hamlet’in o meşhur repliğini yineleyip durmuştu adeta: “Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu!”
Pavese’nin 1935-1950 yılları arasında tuttuğu günlüklerde, amansızca yaşama uğraşına rağmen, ağır aksak ölüme doğru yol alışının ayak sesleri, belirgin şekilde işitilir. Günlüğün 10 Nisan 1936 tarihli sayfasında “Ben hiçbir zaman dünyayı umursamadan, hayatın tadını çıkarabilen rahat bir insan olamadım. O yürek yok bende!” der örneğin. Çünkü daima rahatsızdır, tadını çıkaramadığı bu hayattan. 19 Ocak 1938’de “Yalnızlık acı çekmektir; sevişmek acı çekmek, malını mülkünü çoğaltmak ya da yığınlara karışmak acı çekmek; bütün bunlara son verir ölüm” der ve adeta intihar düşüncesine sımsıkı sarıldığını ilan eder bu sözlerle. Gerek kadınlarla ilgili hayal kırıklıklarına gerekse hayatın dayattığı bütün acılara ve dindirilemez yalnızlığına, kendi eliyle bir son vermek ister. Ve yalnızca ölüm bir son verebilirdi çektiği bütün kahırlara: tıpkı Hamlet’in dediği gibi “Ölmek, uyumak sadece!/Düşünün ki uyumakla yalnız/Bitebilir bütün acıları yüreğin,/Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.”
“Kendimle bir hesaplaşma dönemi bu
Öte yandan her şeye rağmen kendi “ben”ini arayan ve zaten “hayat yaşantı aramak değil, kendimizi aramaktır” diyen Pavese, içindeki anlamsız çöküntüyü, can sıkıcı aylaklığı, bir oyunun yeniden başlamasından önce indirilmiş bir perde gibi, bir Tanrı nimeti olarak kabul etmesi gerektiğini, eski değerlerin çoğunun geçerli olmaktan çıktığını ve bunun kendisiyle bir hesaplaşma dönemi olduğunu da duyumsar. 16 Şubat 1936’da, bu dönemi şu sözlerle resmeder: “Kendimle bir hesaplaşma dönemi bu. Bütün o hamlıkları ve umutsuzluk nöbetleriyle çocuksu bir toyluğa dönüyorum yeniden. Yeniden Çalışmak Yorar’ı henüz yazmamış o adam oluyorum. Yirmi-yirmi beş yaşlarında olduğu gibi, tırnaklarımı yiyerek insanlardan ürkerek ışıktan ve doğadan tiksinerek çocukça ama kahredici korku nöbetleriyle sarsılarak saatler geçiriyorum. Bu fırtınalı denizin ötesinde nasıl bir dünya var bilmiyorum, ama her okyanusun, uzak da olsa, bir başka kıyısı vardır, ben de o kıyıya ulaşacağıma inanıyorum. Bütün bunlara ikinci bir kez daha katlanmak zorunda olmak hayattan bıktırıyor beni.” Bu bıkkınlığa neden olan “bilinç”tir elbet. Çünkü yine Hamlet’ten ödünç alarak söyleyecek olursam: “Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor/Yürekten gelenin doğal rengini./Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar/Yollarını değiştirip bu yüzden,/Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.”
Ecele teslim olmak ağır gelir
Kuşkusuz sürekli intiharı düşünür Pavese, ama beri yandan da hiçbir zaman bunu gerçekleştiremeyeceğinden emin gibidir. Çünkü 10 Nisan 1936’da şöyle yazar günlüğüne: “Ne zaman bir güçlükle ya da acıyla karşılaşsam, hep intiharı düşünmeye yargılı olduğumu biliyorum. Beni korkutan da bu: Temel ilkem intihar, gerçekleştiremediğim, hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğim, ama düşüncesi duyarlığımı okşayan intihar.” Ne var ki ölmeyi beklemek, ansızın bir dönemeçte karşısına çıkan bir arabanın altında kalarak ya da amansız bir hastalığa yenik düşerek ecele teslim olmak da ağır gelir Pavese’ye. Bu nedenle 8 Ocak 1938’de, üşütmemeye ve dönemeçlere dikkat etmek gerektiği konusunda kendisini uyarır: “Bir arabanın altında kalmanın ya da öldürücü bir hastalığa yakalanmanın korkusuyla kendini öldürmeyi düşünmenin hiç de gülünç ve saçma bir yanı yoktur. Acı çekme derecesinin dışında, insanın kendini öldürmek istemesi, ölümünün önemli, bilinçli ve yanlış yorumlanmaması gereken bir eylem sayılmasını istemesidir. Bu yüzden intihar edecek bir kimsenin ezilmek ya da zatürreeden ölmek düşüncesi gibi anlamsız bir şeye katlanmamasını doğal karşılamak gerekir. Onun için üşütmemeye ve dönemeçlere dikkat.” Çünkü kendi ölümünü seçmek ister Pavese. Boyun eğmek istemez ecele: “sabahtan akşama dek, uykusuz,/sağır, eski bir pişmanlık/ya da anlamsız bir ayıp gibi/ardını bırakmayan bu ölüm”e.
Bunu da bir süre önce, 30 Kasım 1937’de şöyle dile getirmiştir günlüğünde: “Ölüm ister istemez olağan nedenler yüzünden gelecektir. Bu kaçınılmaz sonu insanın tüm hayatı hazırlar ve yağmurun yağışı gibi doğal bir olaydır bu. İşte bu düşünceye bir türlü boyun eğemiyorum.” İnsan bu dünyaya gelişini kendisi seçemez ama Pavese en azından ölümünü seçebilmeyi ister, ölmeyi beklemeyi değil. Ve “neden?” diye sorar: “İnsan neden dilediği gibi, kendi seçme hakkını kullanarak ona bir anlam vererek arayamaz ölümü? Bunu yapamaz da ölmeyi bekler elleri bağlı? Neden? Neden şu: İnsan bir gün daha, bir saat daha yaşarsa, ölmekle yitireceği seçme özgürlüğünü kullanma fırsatını elde edebilir düşüncesi ya da umuduyla hep geri bırakır bu kararı. Kısacası −burada kendi adıma konuşuyorum− nasıl olsa daha vakit olduğunu düşünür insan. Böylece ecel gelip çatar ve belli bir nedene dayanarak hayatta en önemli eylemi gerçekleştirmek gibi bir fırsat kaçırılmış olur.” Pavese türlü kaygının içinde boğulsa da bu fırsatı kaçırmamaya niyetlidir.
“Bütün gücüm yaratıcılığa yönelecek”
Ecele çelme takıp, bu fırsatı onun ellerine bırakmamakta kararlıdır Pavese. Ama yine de nerede, ne zaman geleceği belirsiz o eceli korkuyla, ürpererek beklemek, huzurunu kaçırır. Bu sebeple olsa gerek ki “Ölüm huzurdur, ama ölüm düşüncesi her türlü huzuru ortadan kaldırır” diye yazar günlüğünün 7 Haziran 1938 tarihli sayfasına. İşte bu huzursuzluğu, bu ölüm düşüncesini ortadan kaldırmak için ve ölüm, onu herhangi bir yerde, herhangi bir şekilde bulmadan önce, uçurumun kenarına gidip, derinliğini ölçüp kendisini boşluğa bırakmalıdır. Her insan gibi ölüm gerçeğiyle her zaman karşı karşıyadır Pavese ve “Göz kırpmadan son dakikaya kadar onu düşünmek gene de en kolay yoldur” der 19 Ocak 1939’da. Oysa aynı yıl 1 Ocak’ta şu satırları not düşmüştür günlüğüne: “Uzun uzun düşünmelerle, zincirden kurtulmayla (yarı içeride, yan dışarıda) geçen bir yıl; bir-iki yeni eser, ama özgürlüğe kavuşmak ve kendimi anlamak için artan bir istek. Artık başlayabilirim. Gerçekleşebilecek bir biçimde düzenlediğim çalışma hayatım artık kargaşalıktan kurtulabilir; bu düzene göre, sağduyuya bağlı bir yalnızlık hayatı başlayacak ve bütün gücüm yaratıcılığa yönelecek.” Bu sözler, adeta “bunalım”dan bir “yaşama felsefesi” yaratacak gücü toplamaya çalışan bir adamı işaret eder. Ölüme eş olduğu yolda yürürken, sanki kendi yüreğine kulak verir, sessizliğin, yalnızlığın, acının tüm benliğini saran ulumalarını dinler, henüz gizli ama yükselmeye hazırlanan, bu bomboş günlerin üzerinde, sonunda yine de doğuverecek olan yıldızını bekler gibidir Pavese. Ama ne ki gerçek öyle değildir. Nermi Uygur “En zor yaşam bunalımlı dönemlerdeki yaşam. Bir bakıma, yaşamanın öbür adı bunalım. (…) Bunalımlı yaşayışsa −kördövüş. Sis. Kargaşa. Tatsızlık. Şimdi değil, hep böyle” der. Pavese’nin yaşayışı da bunalımlı bir yaşayıştır, bir kördövüştür: dört bir yanı sis, kargaşa ve tatsızlık kuşatmıştır. Adeta kendi dışına sürülmüştür Pavese. Çünkü Uygur’un dediği gibi “İnsan birden kendi dışına sürüldü mü, anla ki bunalım var”dır.
“Nasılsa bir gün olacak bu”
“Ömrümüzün her günkü işi, ölüm evini kurmaktır. Hayatın içinde iken ölümün de içindesiniz; çünkü hayattan çıkınca ölümden de çıkmış oluyorsunuz. Yahut şöyle diyelim, isterseniz: hayattan sonra ölümdesiniz; ama hayatta iken ölmektesiniz. Ölümün, ölmekte olana ettiği ise ölmüş olana ettiğinden daha acı, daha derin, daha can yakıcıdır” der Montaigne ve bu sözler, adeta Pavese’nin ölüme giden yolunun resmini çizer. Artık, hayatın içindeyken de ölümle kol koladır Pavese, çünkü daima “doğanın hareketsizliğini, sessizliği, ölümü arar” (9 Ocak 1950), hiç bıkmadan… O ölüm ki sabahtan akşama kadar onunladır. “Tam bir bilinmezlik içinde ölmeye hazır mısın?” diye sorar kendine, “Nasılsa bir gün olacak bu” der, 24 Ekim 1948’de.
Yaşamın gerçekleri ile insanlık değerleri arasındaki uçurumu en derinden hissedebilenlerdendir Pavese. Yaşam, onun için hiç kolay olmamakla birlikte yaşanılası kadar güzel de değildir. Çünkü −Hamlet’in tiradıyla söyleyecek olursam− “Kim dayanabilir zamanın kırbacına?/Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,/Sevgisinin kepaze edilmesine,/
Kanunların bu kadar yavaş/Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine./Kötülere kul olmasına iyi insanın/Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?/Kim ister bütün bunlara katlanmak/Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek.” Ama hayatın önüne sürdüğü tüm açmazlara, bunalımlara, kötülüklere rağmen o, sırf zavallı bir misafir olarak yaşamaz şu karanlık yeryüzünde, elinden geleni yapar: şiir verir insanlara. 1950 senesinin 16 ve 17 Ağustos’unda günlüğüne şu satırları düşer: “Yapacağımı yaptım şu dünyada, elimden geldiğince çalıştım, şiir verdim insanlara, pek çoklarının acılarını paylaştım. Demek yaptığım işte kralım. On yıl içinde her şeyi gerçekleştirdim.” Bu satırlar, Pavese’nin yeni doğumlara gebe olmadığını ve artık yazacak bir şeylerinin kalmadığını da gösterir adeta.
“Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım”
“Ölümün bizi nerede beklediği belli değil, iyisi mi biz onu her yerde bekleyelim” der Montaigne. Ne ki Pavese ecelini bekleyemeyecek kadar tez canlıdır ve hiç ummadığı bir anda o, ecelinin karşısına çıkmayı tercih eder. İntiharından yalnızca sekiz gün önce yazdığı satırlar, Pavese’nin günlüğünün son sayfasıdır. 18 Ağustos 1950 tarihli o sayfada şöyle der: “Gizlice en korkulan şey hep gerçekleşir sonunda.” Şu cümlelerle de günlüğüne son noktayı koyar: “Tiksiniyorum artık bütün bunlardan. Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım.” Bu satırlar, Pavese’nin ilk düşündüğünde çok kolay sandığı, ne ki sonradan o kadar da kolay olmadığını anladığı bireysel macerasına −ölüme− doğru son adımlarını attığını gösterir. “İnsanı taş ya da kırık kalpli yapan” bu dünyadan çekip gitmeye hazırdır. Takvimler 26 Ağustos 1950’yi gösterirken, Strega Ödülü’nü kazandıktan sonra Torino’da, Roma Oteli’nin 346 numaralı küçük odasında aldığı uyku ilaçlarıyla, sınırlarından kimsenin dönmediği o bilinmez ülkeye artık varır Pavese. Başarının doruğunda ve henüz 42 yaşındadır. Bu arada yaptığı işte kral olmayı da başarmıştır, ama ne var ki artık yazmamayı seçmiş, usulca ve yine yapayalnız bir şekilde ölüme yol almıştır. Kısacık ömründe elinden geldiğince çalışmaya ve yazarak varolmaya gayret eden Pavese, o öldükten sonra da yaşayacak bir Yaşama Uğraşı ve pek çok kitap bırakmıştır geride. İnandığı şeyi gerçekleştirmiştir böylece ve hiç kuşkusuz ölümsüzler arasına karışmıştır. Çünkü şöyle der 5 Şubat 1939’da: “Bir şeye inanmak demek, biz öldükten sonra var olacak bir şey bırakmak ve yaşarken bizden daha uzun ömürlü bir şeyle ilinti kurmanın hoşnutluğunu duymak demektir.”
Her şeye rağmen yaşayıp gitseydi keşke
Montaigne’in dediği gibi ölmek, yaradılışımızın şartıdır; ölüm bizim mayamızdadır, ondan kaçmak, kendi kendimizden kaçmaktır. Bu tadını çıkardığımız hayat kadar ölümün de yeri vardır elbet. Ve davetsiz bir misafirdir ölüm, çat kapı geliverir ansızın. Ama gelin görün ki edebiyat tarihindeki pek çok isim gibi Pavese de davetsiz misafirden hiç hoşlanmadığı için, tüm hazırlıklarını yapıp buyur eder onu içeriye. Ama ben yine de o kara yazgının kötü bir sürpriz yapıp, ansızın kapıyı çalmasından yanayım. Buna hazır olmanın yolu da “kaderini sev” (amor fati) diyebilmekten, hayatı olduğu gibi kabullenmekten ve her şeye rağmen ona “evet” demekten geçiyor sanırım. İşte bunu dedikten sonra, o davetsiz misafir kapıyı ansızın çalana kadar, insan yaşama uğraşını sürdürmek için bıkmadan didinir, bahçesini ekmeye coşkuyla devam eder ve boyuna aşağıya yuvarlanan kayayı, azimle tepelere doğru çıkarmaktan vazgeçmez diye düşünüyorum. Tıpkı Montaigne gibi, “Ben insanın iş görmesini, yaşama çabasını uzatabildiği kadar uzatmasını isterim. Ölüm, lahanalarımı dikerken bulmalı beni; ama ölüm korkusu, hele kusurlu bahçemi yitirme korkusu içinde değil.” Dolayısıyla Pavese de ölüme eş olmak yerine, yaşama çabasını uzatabildiği kadar uzatabilseydi keşke, demeden edemiyor insan. Keşke, her şeye rağmen yaşayıp gitseydi; bata çıka!
Tam da Nermi Uygur’un dediği gibi:
Bir tekne
Bandırası meneviş meneviş yaşam-bunalım
Adı mı
Bir bordada Yaşa Gitsin
Öbüründe Bata Çıka
İskele sancak belli değil
Heey Gezgin!
Kaynaklar
Pavese, Cesare (2017). Yaşama Uğraşı. Çeviren: Cevat Çapan. İstanbul: Can Yayınları. On İkinci Baskı.
Montaigne (2010). Denemeler. Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları. Yirminci Baskı.
Uygur, Nermi (2017). Bütün Eserleri II (1. Cilt). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Birinci Baskı.
Shakespeare, William (2012). Hamlet. Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Sekizinci Baskı.