Yaşar Kemal’in “Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana” romanı ile başlayan, “Karıncanın Su İçtiği” ve “Tanyeri Horozları” kitaplarıyla devam eden Bir Ada Hikayesi dörtlemesi, son kitabı “Çıplak Deniz Çıplak Ada” ile tamamlandı.
Bir Ada Hikâyesi dörtlüsü, savaşlardan, kırımlardan, sürgünlerden arta kalan insanların, Yunanistan’a gönderilen Rumların boşalttığı bir adada yeni bir yaşam kurma çabalarını konu alır. Umut romanın başkahramanıdır. Dörtleme hem bir Yaşar Kemal klasiğidir hem de diliyle, yarattığı kişilerle, yarattığı doğayla Yaşar Kemal’in romancılığında önemli bir yeniliği işaret eder. Yaşar Kemal, mitos yaratıcısıdır… Ağıtların diliyle, kendi özgün dilini (hiçbir yazara benzemez ve asla taklit edilemez) harmanlamış, çeviride bile yitmeyen anlatısını kurmuştur. Bu dörtlüyse, tarihle destanların kaynaşmasıdır. Yaşar Kemal tarihi roman yazmaz bu dörtlüde, bir tarih var eder.
“Çıplak Deniz Çıplak Ada”, Yaşar Kemal’in yerlerinden edilen insanların Ege’de bir adada yeni bir yaşam kurma çabalarının destansı öyküsü Bir Ada Hikâyesi’nin dördüncü ve son kitabı.
Dörtlünün bu son romanında, geçmişin yaraları kapanmaya yüz tutmuş ama izleri kalmıştır… Ağaefendi’yle Melek Hatun, Poyraz’la Zehra, Ali Hüseyin’le Nesibe muradına erecektir; Lena Ana’nın hasretle yollarını beklediği kayıp oğulları da geri dönmüştür ama balıkçıların reisi Hıristo’nun başına beklenmedik bir olay gelir. (Tanıtım Bülteninden)
Yaralar kapanır ama ya izler – Asuman Kafaoğlu-Büke
(04.10.2012, Radikal Kitap Eki)
Yaşar Kemal, Anadolu?nun 20. yüzyılda yaşadığı en büyük trajedilerinden birini, mübadeleyi, evinden ve toprağından uzak düşmeyi Çıplak Deniz Çıplak Ada ile anlatmaya devam ediyor.
Son yıllarda ilgi gören bilim dallarından biri, sinirbilim. Nörobilim adamları, insan beynini, duygularımızın gücünü, dünyayı algılama biçimimizi anlamaya ve bir formüle oturtmaya çalışıyorlar. Beynin kimyasını analiz ederek, davranış ve duygularımızın doğası hakkında bilgi edinmek istiyorlar. Nasıl aşık olduğumuzun, dost seçtiğimizin ya da neden bir dosta güvendiğimizin sırları peşindeler. Benzer şekilde edebiyat eleştirmeni de okuduğu romanları, şiirleri, öyküleri anlamanın yolunun analiz etmekten geçtiğini düşünür. Formüller hazırdır: kurgunun dengesi, yükselişi, sonlanışı, karakterlerin dramatik gelişmesi derken her romanda keşfedilmeyi bekleyen bir kalıp görmeye başlar. Ta ki karşısına Yaşar Kemal?in bir romanı çıkıp da o güne kadar öğrendiği tüm analiz yöntemleri çökene kadar. Aşkın ve dostluğun formülü olamayacağı gibi, Yaşar Kemal?in romanları da formülle anlaşılacak eserler değildir.
Dört ciltlik ?Bir Ada Hikayesi? romanlarının sonuncusu Çıplak Deniz Çıplak Ada yine yüzyıllar öncesinin destanlarına bağlı bir anlatıyla sürüyor. Yaşar Kemal, Anadolu?nun yirminci yüzyılda yaşadığı en büyük trajedilerinden birini, mübadeleyi, evinden ve toprağından uzak düşmeyi anlatmaya devam ediyor. İlk cildi 1998 yılında yayımlanan dörtlüyü, yaklaşık on beş yıl sonra açık uç bırakmadan, tüm karakterleri bir araya getiren şekilde bitiriyor.
Anadolu, Ege ve tüm Ortadoğuda, evrenin varoluşundaki büyük patlama benzeri bir şey oluyor geçtiğimiz yüzyıl başlarında. Savaşlar ve Osmanlı?nın parçalanması ardından darmadağınık oluyor nüfus. Dörtlemenin ilk cildi Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana bu parçalanmayı, dağılmayı, kimsesiz kalmayı anlatıyordu; son cildi ise hayatın yeniden anlam bulmasını, ailelerin kurulmasını anlatıyor. İlk kitap, Lena Ana savaşta kaybettiği oğulları yerine Vasili ile Poyraz Musa?yı koyunca, yeni bir hayata geçileceği umudunu vererek sonlanıyordu. Bu son kitap umudun doğru olduğunu, yeni hayatın mümkün olduğunu, insan sevgisinin üstün geleceğini gösteriyor bize. Bunca parçalanış, kimsesizlik, ıssızlık, yeni ailelerin ve dostlukların kurulmasıyla dağılıyor. Yaşar Kemal, cennetten kovulan insanın kendi cennetini yarattığı bir destan kuruyor.
Roman, adaya yeni gelen bir çift ile başlıyor: Kerim ve Peri. Kerim, keskin bir nişancı, Poyrazı öldürmek üzere Şeyh tarafından yollanıyor adaya. Eğer Poyrazı öldüremezse, bunun kendi hayatına mal olacağını biliyor, çünkü kendisinden önce bu cinayeti deneyip başarılı olamayan her silahşör, kayıplara karışıyor. Peri, onu öldürmekten vazgeçirmeye çalışsa da, ?Ben bir silahşörüm, işim öldürmek? diye yanıtlıyor sevdiği kadını. Poyraza garip bir şekilde saygı duyar gibidirler, bir yandan da çok korkarlar öldürülmesi gereken bu adamdan. Onun madalya sahibi bir savaş kahramanı olduğunu da bilirler.
Adaya ulaştıklarında günlerdir yemek yememiş, açlıktan halsizlerdir. Öldürülmeyi beklerlerken, hiç tahmin etmedikleri bir biçimde karşılanırlar. Poyraz Musa?nın dostu Nişancı Veli onları öldürmek nerede, kucaklayarak karşılar. Aynı sıcaklık Lena ana ve Poyraz Musa?dan da gelir: ?Hoşgelmişsiniz çocuklarım, hoş gelmişsiniz. Hepimiz sizi bekliyorduk, hoş gelmişsiniz,? sözleriyle kucaklanırlar. Kerim ve Peri içlerinde kötülük olmayan gençler olduğu için bu karşılanma tüm süngülerini düşürür. Düşmanlık kalmaz. Çünkü düşmanlık tek taraflı olamaz Yaşar Kemal?in destanında. İyiliğin gücü yenik düşmez.
Homeros?un torunları
Yaşar Kemal?in destanlarla kan bağı, sözlü anlatı geleneğine kendini bağlamasından kaynaklanmaz sadece. Roman içinde mitolojiye ve halk efsanelerine sayısız kereler değinir. Bu romanında ilk dikkatimizi çeken adanın üç güzelidir: Melek Hatun, Zehra ve Nesibe. Mitolojideki üç güzeller Zeus ile Eurynome?nin kızlarıdır. Neşe, görkem ve güzelliği temsil ederler ve destanlarda birey olarak ele alınmaz, hep üçü bir arada anlatılırlar. Aşk tanrıçasının nedimeleri olarak da bilinen üç güzeller, düğünlerde, eğlencelerde, Apollon?un liriyle çaldığı güzel müziğe eşlik ederler ve etrafa her zaman neşe saçarlar. Elele tutuşmuş, birbirlerine sarılmış halde resmedilirler çünkü bolluk, zarafet ve güzellik bir bütündür, birbirinden ayrılmaz. Genelde hep baharın gelişiyle (Botticelli?nin İlkbahar tablosunda olduğu gibi) sevinç, aydınlık, bolluk ve doğanın güzelliğiyle resmedilirler. Ayrıca üç güzellerin en genci Aglaea, zanaatkâr tanrı Hephaistos?un karısı olur; bu da el sanatları ile güzelliğin birleşmesini simgeler. Yaşar Kemal?in romanında da güzellerin en genci Nesibe, doğanın özünü süzerek çıkartan ve nesillerdir kök boya yapan bir ailenin yakışıklı oğluyla evlenecektir. Tüm roman ziyafetlerle donatılmış masalarda, birbirlerini deli gibi seven çiftlerin bakışmaları, sabırsızlıkla kavuşmayı beklemeleriyle geçer. Aşıkların önünde duran engeller baharla birlikte yavaş yavaş ortadan kalkar, denge bulunur.
Aşk ve bahar
Zaten her şeyin mor menekşelerin açmasıyla başlayacağını, her şeyin ilkbahar ve çiçeklerle çözüleceğini tüm karakterler bilir. Büyük bir sabırsızlıkla her gün pınarların olduğu yerlere gidip bakılır, açtı mı mor menekşeler diye. Çünkü bilirler ki çiçeklerin güzel kokusuna kimsenin yüreği dayanmaz. Aşkın ivmesidir ilkbahar. Doğanın canlanışıyla birlikte aşk da doruğunu bulur. Çıplak Deniz Çıplak Ada, Yaşar Kemal?in aşk üzerine yazdığı en güzel satırlarla dolu baştan sona. Erteleme tekniğiyle kurguya ayrı bir zarafet katıyor. Bir öpüşme anını ya da iki elin birbirine değmesini ciltler boyunca uzatarak, okurun da nefesini kesiyor.
Bu dörtleme aynı zamanda ölümden bıkmış bir nesli de anlatıyor. Ölüm içine doğmuş yeni nesil, artık öldürmek istemiyor. Ölümü ve savaşı geride bırakmak istiyorlar. Bu, bir bakıma, onların destanı. Gençler ile yaşlılar arasında düşünce farkı en çok kendini geçmişe bağlılık konusunda gösteriyor. Örneğin, adanın en güçlü ve saygın adamı Musa Kazım, diğer bilinen adıyla Ağaefendi, Girit?te bıraktığı servetini unutamaz bir türlü. Rüyalarına her gece Girit?te yılkıya bıraktığı atı, yanında çalışan seyisi ve evi girer. Geldiği bu adayı evi olarak görmez. Aklında hep geri dönmek, eski hayatına kavuşmak vardır.
Oysa kızları için durum böyle değildir. Onlar adayı cennet olarak tanımlarlar. İkisi de burada aşkı bulmuştur ama babaları geri dönmek arzusunda olduğu için üzülerek beklerler. Adadaki herkes Girit?in en zenginlerinden Ağaefendi?ye karşı çok saygılıdır. Adaya yerleşen diğerlerinden farklıdır Ağaefendi. Elbette burada ağalık yoktur. Herkes sürgündür. Eşittir. Yine de ona Ağaefendi derler. İnce Memed?in ağası gibi değildir, aslında belki romanın en korunmaya muhtaç karakteridir ve kızları dahil herkes onu korur. Herkesin bildiği gerçekler ondan gizlenir çünkü üzülmesi istenmez. Ayrıca gerçeklerle bağı gün geçtikçe zayıflayan biridir Ağaefendi. Geçmişte bazı anılara takılı kaldığı ve kendi yarattığı hayallere inanmaya başladığı görülür. Kızları ise onun aksine çok gerçekçidir. Babalarındaki gerçekten kopuşu görürler. Ölü atının hala yaşadığına inanması, geride bıraktığı insanları idealize etmesi, onu bir çeşit Don Kişotlaştırır. Evinden, bahçesinden, Girit?ten, varlığından, sahip olduğu her şeyden kopartılıp getirilmiş olmayı kabul edemez bir türlü. Zihin sağlığını da ancak her an geri döneceğine ve kurduğu hayallere inanarak korur. İki nesil arasındaki en önemli fark budur. Gençler yeni bir hayata kendilerini hazır hissederken, yaşlılar bu değişime ayak uydurmakta zorlanırlar. Onurları kırılır.
Fethi Naci, Yaşar Kemal?in Romancılığı adlı incelemesinde Yaşar Kemal?in diliyle ilgili olarak çok güzel bir tanımlama yapar: ?Ancak şiirle uğraşmış yazarlar düzyazıyı ustalıkla kullanabiliyorlar; şiiri bırakmış da olsalar, şiirle içli dışlı olmak, Türkçenin olanaklarını sonuna kadar zorlayabilmek için gerekli.? Yaşar Kemal dilin ve düşüncenin tüm olanaklarını zorlayan ve yenilik getiren bir yazardır. Hiç kimse Anadolu?nun doğasını ve insanını onun gibi anlatamaz. Onun gibi hissettiremez.
Gerçek bir aydın: Yaşar Kemal
Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli. Van Gölü?ne yakın Ernis köyünden olan ailesinin Birinci Dünya Savaşı?ndaki Rus işgali yüzünden uzun bir göç süreci sonunda yerleştiği Osmaniye?nin Kadirli ilçesine bağlı Hemite köyünde 1926?da doğdu. Doğum yılı bazı biyografilerde 1923 olarak geçer. Ortaokulu son sınıftan bırakıp ırgat kâtipliği, ırgatbaşılık, öğretmen vekilliği, kütüphane memurluğu, traktör şoförü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. 1940?lı yılların başlarında Pertev Naili Boratav, Abidin Dino ve Arif Dino gibi sol eğilimli sanatçı ve yazarlarla tanıştı. On yedisinde siyasi nedenlerle ilk kez tutuklandı. 1943?te bir folklor derlemesi olan ilk kitabı Ağıtlar?ı yayımladı. Askerliğini yaptıktan sonra 1946?da gittiği İstanbul?da havagazı şirketinde gaz kontrol memuru olarak çalıştı. 1948?de Kadirli?ye döndü, bir süre yine çeltik tarlalarında kontrolörlük, arzuhalcilik yaptı. 1950?de Komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklandı, Kozan cezaevinde yattı. 1951?de salıverildikten sonra İstanbul?a gitti, 1951-63 arasında Cumhuriyet gazetesinde Yaşar Kemal imzasıyla fıkra ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Bu arada 1952?de ilk öykü kitabı Sarı Sıcak?ı, 1955?te ise bugüne dek kırktan fazla dile çevrilen romanı İnce Memed?i yayımladı. 1962?de girdiği Türkiye İşçi Partisi?nde genel yönetim kurulu üyeliği, merkez yürütme kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğradı. 1967?de haftalık siyasi dergi Ant?ın kurucuları arasında yer aldı. 1973?te Türkiye Yazarlar Sendikası?nın kuruluşuna katıldı ve 1974-75 arasında ilk genel başkanlığını üstlendi. 1988?de kurulan PEN Yazarlar Derneği?nin de ilk başkanı oldu. 1995?te Der Spiegel?deki bir yazısı nedeniyle İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi?nde yargılandı, aklandı. Aynı yıl bu kez Index on Censorhip?teki yazısı nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edildiyse de cezası ertelendi. Yaşar Kemal, yirmiyi aşkın ödül, ikisi yurtdışında beşi Türkiye?de olmak üzere, yedi fahri doktorluk payesi aldı.
KİTAPTAN BİR BÖLÜM
İkisi de küreklerin fışkırttığı suların içinde kalmışlar, denize girmiş çıkmış gibi olmuşlar, giyitleri üstlerine yapışmıştı. Karşıdan gelen yel onları azıcık kendilerine getirdi.
Peri duyulur duyulmaz bir sesle ?Kerim, dur, dur! Batıyoruz,? dedi, can havliyle Kerimin kolunu çekti. Kayık sağa sola sallanırken, denizin üstüne fırlamış yüzen kürekleri gördüler. Küreksiz kalan kayık ha bire dönüyordu. Uzaklaşıp giden kürekleri görünce Kerim çabucak kendine geldi, sol eliyle küpeşteye yapıştı, sağ elini kullanarak küreğe yaklaşmaya çalıştı. Kürekler yavaş da olsa uzaklaşıyorlar, Kerim eliyle kayığı çekemiyordu. Peri de ona yardım etmek için bir eliyle küpeşteye yapıştı, ne yazık ki öteki eli denize yetişmedi. Denize yetişmek için çabalıyor, bir türlü ulaşamıyordu.
Kerim:
?Kayık devrilecek Peri,? dedi. ?Baksana, elin ulaşmıyor. Çekil oradan, çabalama, kayık devrilecek. Doğrul Peri, batıyoruz doğrul.?
Peri elini sudan çekti, doğruldu. Kerim de doğruldu, eliyle alnındaki terleri sildi ya her yanından ter fışkırıyordu, döndü küreklere baktı, düşüncelere daldı, bu beladan nasıl kurtulacaklardı. Peri de geldi onun yanına oturdu. Uzun bir süre konuşmadılar. Gözlerini denizin üstünde yüzen küreklerden alamıyorlardı.
Kerim birden canlandı, sol eliyle küpeşteye yapıştı, sağ elini de denize daldırdı, kayığı yakındaki küreğe çekmeye çalıştı. Tek elle çalıştığı için kayık çok yavaş gidiyordu. Kürek de gittikçe, belli belirsiz de olsa, onlardan uzaklaşıyordu. Gün geldi tepeye oturdu. Kerim tepeden tırnağa tere, suya batmış, küreğe hiç olmazsa biraz yaklaşmak için umutsuzca uğraşıyor, terden gözleri yanıyordu. Gözlerini de bir türlü silmek aklına gelmiyordu. Neredeyse hiçbir yeri göremeyecekti. Peri gözlerini küreklerden aldı ötelere baktı, ölüyoruz, diye düşündü. Keşke seni buralara getirmeseydim, ölüyoruz işte.
Bir yel eser de dalgalar patlarsa kim bilir deniz bizi nerelere götürüp atar, ölüyoruz işte. Göz göre göre ölüyoruz. Adamıza varmışken dönmeseydik, şimdi evimizdeydik. Orada yaşamanın, o yemyeşil, düğme gözlü adamın elinden kurtulmanın bir yolunu nasıl olsa bulurduk. Her insanın bir yumuşak yeri vardır. İşte şimdi balıklara yem oluyoruz.
Gözlerini Kerim?e dikmiş, güzel bakır rengi yüzüne hayranlıkla bakıyordu. Küreklerin ellerinden kayıp gittiğini, her şeyi, her şeyi unutmuş, Kerim?in yüzüne bakmaya doyamıyordu. Kerim birdenbire küpeşteye yapıştı, suya ulaştı, eliyle kayığı çekmeye çalıştı. Peri de onun gibi yaptı. Onun eli küpeşteye, göbeğine kadar yatmasına karşın suya ulaşamadı. İkisinin ağırlığı altında kayık az daha yatsa suyla dolacak, batacaklardı. Peri, ayıldı kendisini soldaki küpeşteye attı, kayık dengelenir gibi oldu. Kerim iki elini birden denize daldırdı, çekmeğe başladı. Kayık yerinden kıpırdamıyor, küreklerse uzaklaşıyorlardı.
?Devriliyoruz, batıyoruz,? diye bağırdı Peri. ?Batıyoruz, batıyoruz.?
Kerim duymuyordu. Onu var gücüyle omuzlarından tuttu. Kayığın içine çekti. Kerim?in elleri daha denizin içindeydi, suları gücü yettiğince dört bir yana savuruyordu.
?Kerim, Kerim, Kerim,? diye bağırdı Peri, Kerim?in elleri suyun içinde öyle kalakaldı. Biraz sonra da doğruldu oturak tahtasının üstüne oturdu, sağına soluna umutsuzca bakındı. Başı önüne düştü, öylece kaldı, konuşmuyorlardı. Kayık dönüyordu. Peri de geldi Kerim?in yanına oturdu. Gözlerini uzaklara dikti bakmaya başladı, kürekler denizin üstünde yüzüyor, gittikçe de uzaklaşıyorlardı.
Kerim ayağa kalktı, soyundu, soyunmasıyla denize atlaması bir oldu, sağdaki küreğe yüzdü. Yüzmeyi Fırat?ta öğrenmişti. Uzaklaşmış gitmiş küreğe çabucak ulaştı getirdi, kayığın içine attı. Peri olduğu yerde kalakalmış, kıpır kıpır ediyor koskocaman açılmış gözlerle Kerime bakıyordu ya belki de ne olup bittiğinin farkında değildi. Kerim öteki küreği de aldı, kayığın içine koydu. Yanlardan kayığa binemeyecekti, kayık devrilebilirdi. O zaman da arkadan denemeliydi. Ne olursa olsun kayığa binmekten başka bir umarı yoktu. Kayığın arkasında bir süre durdu, kendini hazırladı. Peri gözlerini dikmiş ona öylece bakıyordu. Tepeden tırnağa hayranlığa kesmişti. Onu böyle çırılçıplak gün ışığında hiç görmemişti.
Kerim bir süre durdu, kayığı tuttu, tutmasıyla uçması bir oldu, kendisini kayığın içinde buldu. Çarçabuk da kurundu, kürekleri okşadı ıskarmozlara baktı, kürekleri suya indirdi, oturdu kürekleri çekmeye başladı. Peri şaşkındı. Uzun uzun, döne döne uzaklara baktı, sonra gülümseyerek Kerim?i kucakladı.
?Kurtulduk,? dedi.
Kerim de gülümseyerek sevgi dolu gözlerle onu okşadı, ?kurtulduk,? dedi. Birbirlerine sarıldılar.?
Kitabın Künyesi
Çıplak Deniz Çıplak Ada
(Bir Ada Hikayesi – 4)
Yaşar Kemal
Yapı Kredi Yayınları / EDEBİYAT / Roman
İstanbul, Eylül 2012, 1. Basım
272 sayfa