Dağların Dilinin Peşinde? Müslüm Kabadayı

O; merak etmekle kalmaz, kafasındaki sorunun yanıtını buluncaya kadar peşine düşerdi meraklarının. Yıllar önce Mürselek?e gittiğinde, köyün eski muhtarı Veli Önal?dan duymuştu Peltek Çavuş?un adını. Cebel-i Akra?nın deniz gören yamaçlarında kurulan bu yirmi haneli köy, toprak damlı evleri, asırlık meşe ağacının gölgesinde dinlenen davarları, hayvanları ıslıkla yönlendiren çobanlarıyla dikkatini çekmişti. Bu eski masallarda kalmış köylere benzeyen Mürselek?te basit görünen hayat, anlatılanlara bakılırsa, çok ilginç ve zengin hikayelerle örülmüştü. Peltek Çavuş?un hikayesini de tam bilen kimse yoktu köyde, Fransız işgal yıllarında öldürüldüğü söyleniyordu. O dönemi bilen kimse yaşamıyordu köyde, ancak yiğitliği ve yaptıklarıyla ilgili rivayet çoktu. Yıllar önce buralara küsüp giden oğlu Eğitmen Fethi?nin de İstanbul?da yaşadığını öğrenmişti.

Bir kış gecesi Mürselek?te yaşamakta olan Veli Doğru?nun ev telefonunu aradığında, yıllardır merak ettiği ve görüşmek istediği Eğitmen Fethi Bey?e ulaşabileceği bir telefon numarasını öğrenebilmişti. Aradığı cep telefonu, Fethi Bey?in hem yeğeni hem de damadı olan Ahmet Öztürk?e aitti. Sesi oldukça net ve gür gelen Ahmet Bey, ?Amcam şimdi Akaret?lerde kalıyor. Sorunlu bir durum var, yine de size kaldığı evin telefonunu vereyim ama İstanbul?a geleceğiniz zaman birkaç gün önceden mutlaka beni arayın. Görüşmenizi sağlarım,? dedi. Böyle ilgilenen bir ses duyduğuna çok sevinmişti. Beşiktaş?ta tekstil işiyle uğraştığını söyleyen Ahmet Bey?in verdiği ev telefonunu bir gün sonra aradığında, ahizeden gelen sesin gürlüğüne, canlılığına şaşırmıştı. Veli Doğru, onun doksan yaşını devirdiğini söylemişti çünkü. Önce kendini tanıttı. Karşıdaki ses, ?Arayacağını biliyordum, Ahmet söz etmişti senden,? dedi. Ondan, Fransız işgal yıllarında babasının neler yaptığını öğrenmek istediğini söyledi. ?Hamzaderesi vakasını duyuk musun?? dedi Fethi Bey. ?İlk kez sizden duyuyorum,? dedi utangaç bir sesle. Yıllardır yöreyle ilgili araştırmalar yapar, önemli bulduklarını gazete ve dergilerde yayımlardı ama bu olaydan nasıl olup da habersiz kaldığına şaşırdı. Ahizedeki sertleşerek yükselen sese karşı mahcup olmuştu. Fethi Bey, ?Bak hemşehrim, bu vakanın önü arkası bilinmeden Hatay?ın tarihi yazılamaz. Babamın kurtuluşçuluğunu o bölgede kanıtlayan ilk mücadele de orada başlamıştır. Bunların ayrıntıları telefonla konuşulmaz, sen gel misafirim ol. Uzun uzun konuşur, dertleşiriz,? dedi. O, bu asırlık çınarın davetine teşekkür ederek adresini aldı.

Emine Öztürk Mürselek

Aradan bir ay geçmemişti daha, eşi Sevda Hanım?la sırt çantalarına yükledikleri fotoğraf makineleri, kamera, defter, kitap ve dergilerle soluğu Beşiktaş İskelesi?nde almışlardı. Ahmet Bey?in söz ettiği ?sorunlu durum? kafasını kemiriyordu. Hem belleğinde yer alan çarpıcı olay ve durumların yaratabileceği sıkıntılar, hem de aile içinde bu konularla ilgili yayın yapmak isteyenlerin varlığı nedeniyle Fethi Bey?le röportaj yapmanın zorluğunu hissediyordu. Ahmet Bey?e samimi olduklarını, kendilerinin hukuklarına saygılı davranacaklarını telefonla anlatmak yanında güvenini daha çok kazanmak amacıyla, dostluk kurduğu Veli Önal?ı da Beylikdüzü?nden Beşiktaş?a gelmesi için ikna etmişti. Boğaz?ın nemiyle kemikleri sızlatan bir soğuk hava vardı dışarıda. Yavaş yavaş karla karışık yağmur da yağıyordu. Şöyle bir çevreyi kolaçan ettikten sonra kıyıdaki Beltaş Kafe?de beklemeye karar verdiler. İçeride yer bulamadılar, elektrikle ısıtılan dışarıda boş bir masa bulup yerleştiler.

Önce Ayışığı köyünden Nafel Yılmaz katıldı aralarına. Çok düzgün giyimli, yakışıklı Nafel Bey?in Türkçeyi akıcı kullanması dikkatini çekti. Konuşmanın akışı içinde öğrendi ki, eskiden askeri okullara kitap yazan bu emekli asker, şimdilerde Orhan Kemal?in anlatısına benzer öyküler kaleme alıyormuş. Dedesi Nafel Hoca?nın köylerinde yetmiş yıl önce eğitmenlik ve imamlık yaptığını, hatta ?komünist imam? olarak bilindiğini, onun romanını yazmak için bilgiler topladığını söylediğinde şaşırmadı. Anne tarafından akrabalık bağları olduğu için ön bilgisi vardı. Hele dedesinin annesi Ümmühan Hanım?ın Kürt bir kadın olarak oğluna kazandırdığı mertlik ve yardımseverlik duyarlığını anlattığında Nafel Bey, eşi Sevda Hanım?ın Urfalı bir Kürt olarak gösterdiği ilgi dikkatini çekti. ?Kan çeker,? diye halkın boşuna konuşmadığını, aslında bunun kültür aktarımıyla, evrimiyle ilgili olduğunu düşündü. Hele bu aktarımda insani güzel değerlerin olması, onu bir bakıma sevindirdi.

Yaklaşık bir saat sonra köylüsü ve çocukluk arkadaşı Mehmet Gündüz damladı aralarına. O da inşaat şirketinde çalıştığı İzmit?ten gelmişti. Özellikle Fethi Bey?in, babası Kara Cuma?nın Kırıkhan Soğuksu?daki Eğitmenlik Kursu?ndan arkadaşı olduğunu öğrendiğinde, onunla bu kadim ilişkiyi yeniden canlandırmak istemişti. Bu derin arzusu ve merakı gözlerindeki ışıktan fark ediliyordu. Nafel Bey?le tanışınca, onun annesiyle kendi annesinin amca çocukları olduğunu söyledi. Arkasından da, ?Yahu arkadaş, şu duruma bir bakın, analarımız akraba ama biz Beşiktaş?ta tanışıyoruz. Bu insanoğlu çok garip bir varlık, ayrık otu gibi. Dönüp dolaşıp sonunda bir yerde buluşuyoruz yahu!? dedi Gündüz. Bir bakıma duruma tercüman olmuştu.

Ahmet Öztürk, Fethi Öztürk ve Müslüm Kabadayı

Zaman hızla ilerliyordu, bir yandan çaylar ve kahveler içiliyordu ama Fethi Bey?le tanışmalarını sağlayacak Ahmet Bey henüz iştirak etmemişti masalarına. O merak içinde kıvranırken cep telefonu çaldı, arayanın Ahmet Bey olduğunu görünce ikircikli bir duyguya kapıldı. Araması güzeldi ama ya gelemeyeceğini söylerse kaygısını da duymadı değil. Ses yakından geliyordu, arkasına dönüp baktığında kendisine bakan beyaz saçlı, orta boylu etine dolgun yakışıklı birini gördü. El salladı, karşılık verdiğini görünce müthiş bir sevince boğuldu. Kucaklaştıklarında bütün kaygıları yel olup gitmişti üzerinden. Masadakilerle tek tek el sıkışıp tanıştı Ahmet Bey. Kısa sürede sıcak bir atmosfer oluşmuştu, anılar paylaşılmaya başlandı. Sorular yanıtları, yanıtlar yeni soruları takip ediyordu. O, hiçbir şeyi kaçırmadan belleğine nakşediyordu. Birden ak saçları ve kırçıl sakalıyla maviş maviş bakan Veli Önal?ı gördü kapıdan içeri girerken. ?İşte geldi eski muhtar,? deyip ayağa kalktı ve onu karşılamak üzere yürüdü. Onlar kucaklaşıp yılların özlemiyle koklaşırlarken, masalarda oturan gençler de şaşkın gözlerle alışık olmadıkları bu sıcak buluşmayı izliyorlardı. Artık kentlerde böyle sıcaklıklardan eser kalmamaktaydı nerdeyse.

Mehmet Gündüz, Fethi Öztürk, Müslüm Kabadayı ve Veli Önal

Fethi Bey?le tanışmanın zamanı gelmişti, beklenen herkes masadaydı çünkü. İçini büyük bir heyecan sarmıştı; acaba nasıl karşılanacaklardı, ya orada ters tepen bir söz ve davranış gelişirse, diye içini kemiren kurtla yeni şeyler öğrenmenin heyecanı içinde boğuşuyorlardı. Yıllardır böyle görüşmeler yapıyordu toplumun değişik kesimlerinden insanlarla. Bir yandan bunun verdiği rahatlık vardı üzerinde ama diğer yandan da kaygılanıyordu merak ettiklerini öğrenmesinin önüne engel çıkar diye. Beşiktaş Meydanı?na yakın bir sokağın dik merdivenlerine tırmandıklarında, kaygılarını basamaklara dökerek yürüyordu artık. Soldaki bir apartmanın kapısını açınca Ahmet Bey, ?Ben burayı biliyorum, şu karşıdaki dershane binasında eskiden Belgesel Sinemacılar Birliği?nin dairesi vardı, oraya gelmiştim. Yahu, okullar yozlaştırılırken, bu dershaneler de mantar gibi her yerde bitiyorlar,? dedi.

Sevda Hanım önden, kendisi arkasından daireye girdiler. Salondan sesler geliyordu. Gür bir sesin yankısıydı dışarıya gelen, telefondaki sesle ilişkilendirdi hemen, ?Nihayet göreceğim,? dedi içinden. Salona girdiğinde pencere tarafındaki koltukta oturan ve iri gözleriyle kendisini süzen kişinin Fethi Bey olduğunu fark edip doğruca onunla tokalaştı, başını eğdiğinde ?Hoş geldiniz hemşehrim,? diyerek yüzlerinden öptü asırlık çınar. Herkes yerine oturdu, hal ve hatırlar soruldu. İçerde Ahmet Bey?in eşi ve Fethi Bey?in oğulluğu Mustafa Bey de vardı. Sohbetin koyulaşmaya başladığı bir zamanda Mustafa Bey?in emekli öğretmen olduğunu öğrendiler. Oldukça durgun, hatta sert görünüyordu. Birlikte fotoğraflar çekilirken, önce aynı kareye girmek istemediğini ima eden bir tavır gösteren Mustafa Bey de yavaş yavaş atmosfere girmeye başlıyordu, yine de sonuna kadar mesafeli davrandı. Ahmet Bey?in kaygılarında haklı olduğunu, o zaman daha iyi anladı.

Mustafa Öztürk, Fethi Öztürk ve Müslüm Kabadayı

Önce kahveler söylendi, sonra çaylar geldi sohbetin yoğunluğunda. O, canlı tanığın ağzından, yüzyıl öncesinde yaşanan can alıcı bir olayı ve orada kahramanlaşan Peltek Çavuş?u dinlemek istiyordu bir an önce. Sanki geçen her saniye, canlı tanığın başına bir şey gelecek kaygısıyla onu huzursuz ediyordu. ?Fethi Amca, sizinle uygun olduğunuz ve istediğiniz konuda söyleşmek isterim. Ancak, sizin bunları konuşmayalı dilinizin şiştiğini fark ediyorum. Bana telefonda söylediğiniz üzere Hamzaderesi vakasının ve olayda babanızın rolünün Hatay tarihi bakımından çok önemli olduğunu düşünüyorum. Nedir bu olay önemli kılan?? diyerek esas konuya odaklanmasını sağlamaya çalıştı Fethi Bey?in. Sürekli bir şeyler anlatmak telaşına giren bu birikimli insan, zeki ve atak insanların gözlerindeki derinlikle baktı ona ve ?Anladım, sen de sabırsızsın, hemen konuya girmek istiyorsun. Madem daha sonra da görüşebileceğimizi söylüyorsun, tamam o zaman,? dedi.

Arkaya doğru kaykılıp ellerini belinin üstünde kenetleyerek yavaş yavaş olayı canlandırarak anlatmaya başladı. ?Babam iki kez askere gitmiş. İlk gidişinde Yemen bölgesinde bulunmuş. O zaman seferberlik yokmuş daha. Tahminim 1913?te gelmiş oradan, on üç ay kadar köyde kalmış. Sonra Çanakkale?ye gitmiş. Bunun nedeni de şu: Babam çocukluk ve gençliğinde iyi bir eğitim almış. Medresede okuduğu gibi o zaman Suriye de Osmanlı toprağı olduğundan Karaduran?da İtalyanların kurduğu misyonerlik okuluna giderek orada İtalyanca ve Ermenice öğrenmiş. Anadili Türkçe gibi Arapçayı da konuşan bir adamdı babam. Kürtçe de bilirdi. Askerdeyken bu dilleri bilmesi sayesinde onu çavuş yapmışlar. Yazışma ve görüşmelerde ondan faydalanmışlar. Çanakkale?ye de bunun için çağırmışlar kendisini. Mustafa Kemal?in maiyetinde bulunmuş. Atatürk?le hatıralarını, bize anlatırdı bazen.?
?Hocam, babanızın Çanakkale?de bulunduğu yıllarda Altınözü Mukabrıs?tan Mehmet Lütfi Bey, kurmay binbaşı olarak Mustafa Kemal?le çalışıyormuş. Hiç adını duydunuz mu?? diye sordu her şeyi cam gibi hatırlayan Fethi Bey?e. ?Bu ismi duydum ama kendisini tanımadım,? dedi. ?Çanakkale?den sonra Filistin cephesinde de bulunmuş bu komutanın oğlu Kasım Yücel?i tanıdım ben. Antakya?nın usta fotoğrafçılarındandı ve şairdi. Geçen sene kaybettik kendisini. Onun verdiği bilgi ve belgeler yanında özel çabalarıyla Mehmet Lütfi Bey?in torunu Arif Okay, dedesinin anılarını yayımladı. Orada babanızla ilgili bilgi var mıydı şimdi hatırlayamıyorum ama tekrar bakıp sizi bilgilendirmek isterim. Hatta kitabı size göndereyim,? dedi ve merak ettiği bir şeyi sordu Fethi Bey?e: ?On dokuzuncu yüzyıldan Osmanlı?nın yıkılışına kadar Suriye ve Lübnan bölgesinde yüz elliye yakın yabancı okul faaliyetteymiş. Bu Kesap?taki Grek Katolik Manastırı?yla Evangelist Okulu?nu kaynaklarda okumuştum ama Karaduran?daki İtalyan Okulu?ndan haberdar değildim. Babanız oraya nasıl kabul edilmiş ve onların misyonerlik faaliyetlerine karşı daha sonra nasıl direnmiş??

Böyle bir soruyu bekliyormuşçasına koltuğuna yaslanan ve seğiren gözünü hafifçe ovalayan Fethi Bey, o heyecanlı atmosferden sıyrılarak tane tane konuşmaya başladı : ?Bak kardeşim, ben Hatay Türkiye?ye ilhak edildikten sonra 1940?lı yıllarda eğitmenlik yaptım Keldağ?ın eteklerindeki köylerde. Bizim bu dağın insanı damar damardır. İçinde çakşırı, zahteri(1) de var hababası(2) , eşek köftesi(3) de? Osmanlı döneminde dedem okur yazar değilmiş ama ?Bu köyden çocuklar okumalı, cehaletten kurtulmalıyız,? demiş. Görgülü, kültürlü bir adammış; bizim oralarda okul bulunmadığından köyümüze en yakın ve Ermeni dostlarının yaşadığı Karaduran?a, kafası çalışan babamı okumaya gönderiyor. Okula gittiğinde, oradakiler ?Burası gavur okulu, sen çocuğunu niye buraya veriyorsun?? diyorlar. Dedem de, ?Okusun da isterse gavur olsun, okuyan adamın gavurluğu olmaz,? diyor onlara. Bunun üzerine babam var gücüyle okumaya başlıyor. Babamı orada yalnız bırakmıyor, hafta içi gidip kontrol ediyor. Hafta sonları da babam köye geliyor. O zamanlar dedemin ileriyi gören dostları, babamın yurtsever bir genç olarak yetişmesi için elinden tutuyorlar. Hele bunlardan Ovsıya Sağdıçyan vardı, biz ona Karaoğlan, Karadayı derdik. Çok temiz ve yiğit bir adamdı. Babama her zaman destek olmuş, o bölgede kol kanat germiş biriydi.?

O; yörede yaşayan Türkmen, Arap ve Ermenilerin içinde ortak vatan bilincine sahip bir kuşağın yetiştiğini, hatta bunlardan bazılarının yöre kent ve kasabalarında sosyalist faaliyet yürüttüklerini kaynaklardan okumuştu. Ancak, canlı bir kaynaktan o dönemin yöresel panoramasını bu çapta dinleme olanağı bulamamıştı. Böyle bir olanağı bulmuşken, kafasını kemiren tüm soruları bu asırlık çınarın önüne yığmak ve her birine ayrıntılı yanıt almak istiyordu. Oysa, zamanla da yarışmak durumundaydı. Bu buluşmada gündemine aldığı konularla sınırlı kalmak için kendini zor tutuyordu. Meraklı ve yaratıcı insanlar, hep dar zamanlarla boğuşmamışlar mıydı zaten? ?Peki, babanız Keldağ?daki işgalcilere karşı direnişi ne zaman ve nasıl başlatmış Fethi Amca?? diye sordu hemen.

Koltuğun yan tarafında duvarda duran çantadan mukavva kaplı ince bir kutu çıkardı yaşlı adam, iri parmaklarıyla içinde fotoğraflar çıkarmaya başladı. Başında siyah bir kefiye üzerine sarılı agili ve keskin bakışlı gözleriyle Peltek Çavuş?un fotoğrafını gösterdiğinde, içerdeki tüm gözler, belki yüzyıl öncesinden kalan bu fotoğrafa çevrildi. Fotoğrafla teknik ve sanatsal bakımdan ilgili olan Sevda Hanım, ?Fazla ışık vuruyor, biraz öne doğru eğin,? deyip kameraya kaydetmeye çalışıyordu. Elindeki fotoğrafa uzun uzun bakan Fethi Bey?in gözleri buğulanmıştı. ?Bak hemşehrim, babamı kaybedeli nerdeyse seksen yıl olacak. Onu her gün biraz daha özlüyorum. Sen, bunun ne demek olduğunu bilir misin? Benim nerdeyse torunlarımın torunları oldu ama onun gölgesine bile hasret duyuyorum. Boşuna dememiş eskiler, ?Büyüğün yoksa da yerine büyük taş koy,? diye. Bırak taş koymayı, çakıl koyacak bir vaktim bile olmadı benim. Çünkü babamın geriye bıraktıklarını tamamlamakla geçti ömrüm. Neyse, beni dipsiz kuyuya attın ama her zaman becerdiğim gibi yine çıkacağım o dipten,? dedi ve sesi titremeye başladı. Onun, duygu seline kapılıp göğsünün kabardığını hissettiğinde, ?Hocam, lütfen rahat olun. Su vereyim size,? diyerek onu yatıştırmaya çalışıyordu.
?Ha, nerde kalmıştık?? diye tekrar konuşmaya başladı Fethi Bey. ?Çanakkale zaferinden sonra babam iki üç yıl daha oralarda kalıyor, tahminim 1918 başlarında köyümüze dönüyor. Mütareke imzalanıp da ordu terhis edilince halkın başına gelecekleri anlamakta gecikmiyor. Zeki, uyanık bir adam tabii. Hemen Çandır, Çınar, Bezge?den ta Şıhköyü?ne kadar o zamanki adıyla Ordu mıntıkasındaki bütün dostlarını dolaşıyor. Kendine, ortalığın karışık ve bu siste dolaşmanın tehlikeli olduğunu söyleyenler oluyor. Yalnız Bezge?den Mulla Kâzım, Kırpüçük?ten Göbüt Yusuf, Çakşak?tan Ali Ağa, Sungur?dan Kâmil Hoca, Şıhköyü?nden Abdusselam Ağa onun söylediklerine değer veriyorlar. Abdusselam Ağa, Şıhköy merkezli bir muhtariyet kurmayı öneriyor. Babam da, Keldağ?la Şıhköy arasında çok mesafe olduğundan sürekli irtibat halinde çalışacakları bir muhtariyeti de Bezge?de kurmak istediğini söylüyor. İleri sürdüğü gerekçeler ve neyi, nasıl yapmak istediğiyle ilgili düşünceleri makul karşılanıyor. Sonunda anlaşıyorlar.?

Gözlerinden anılar fışkıran Fethi Bey?in söyledikleri kafasındakilerle buluştuğunda, ?Şenköy?de Abdusselam Ağa?nın liderliğinde bir muhtariyet kurulduğunu okumuştum, canlı kaynaklardan da araştırıp Hatay Gazetesi?nde yayımlamıştım. Ancak Bezge?de böyle bir girişim olduğunu hiç duymamıştım. Bu çok önemli, bildiklerinizi anlatır mısınız?? dedi ona.
?Bu girişim ete kemiğe bürünmeden sabote edildiği için kaynaklara geçmemiş olabilir. Babam, bizim yörenin o zamanlar kasabası olan Bezge?de bir toplantı düzenliyor. Yörenin ileri gelenleri, bunların arasında Kesaplı Ermenilerden, özellikle de Karadayı ve adamlarından bu girişimine destek gelmiş. Osmanlı düzeni dağıldığı için, herkes yörede lider olmak sevdasına düşmüş tabi. Önüne gelen esip gürlüyor. Toplantıda babam, ?Ey ahali, bakın Fransızlar önce İskenderun?a çıktı, şimdi de Antakya?ya geldi. Yarın öbür gün de bizim mıntıkayı işgale gelecekleri gün gibi ortada. Niye bizim burayı en sona bıraktılar? Çünkü, biz dağlıların direneceğini biliyorlar. Bakın Şıhköyü?nde Abdusselam Ağa bütün Kuseyr ileri gelenlerini toplayarak muhtariyetini ilan etti. Bizim de Bezge?de birleşerek muhtariyet kurmamızı bekliyorlar oradakiler. El birliği yaparak, omuz omuza işgal kuvvetlerine karşı savaşmamızda fayda görüyorlar. Bu düşünceye ben de çok kıymet veriyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?? diyerek katılanların görüşlerini öğrenmek istiyor. Mulla Kâzım yiğit adam tabi, canla başla destekleyeceğini söylüyor. Göbüt Yusuf ve birkaç kişi daha desteklerini açıklıyorlar. Yanına topladığı çakallarıyla meydana sıçrayan Kaltakoğlu Hanifi Ağa, ?Anamızı kim alırsa, babamız o. Sen Peltekoğlu?san, ben de Kaltakoğlu?yum,? diyor. Hava birden elektrikleniyor. Babam, Hanifi Ağa?nın oluşumu dağıtmak için bu kahpeliği yaptığını anlıyor ve kavgaya meydan vermemek için toplantıyı kapatıyor. Muhtariyet kurmak taraflısı olanlar, Mulla Ahmet?in evinde toplanıyorlar. Bezgelilerin öne çıkmasını isteyen babama, ?Başımızda sen olmazsan bu iş olmaz,? diyorlar. Böylece babam büyük bir sorumluluk alıyor omuzlarına. İlk iş olarak da Fransızlar?ın yöreye yapacakları intikalle ilgili istihbarat faaliyetini başlatıyorlar.?

İhtiyaçlarını gidermek üzere küçük bir mola istiyor Fethi Bey. O arada çaylar tazeleniyor. Mürselek?in eski muhtarı Veli Bey, ?Bakın profesör gibi adam. Her şeyi teybe almış gibi anlatır. Bütün yakınlarını adam etti ama kıymetinin pek bilindiğini söyleyemem,? dedi. O da Fethi Bey anlattıkça, sanki kendisi yeniden yaşıyormuşçasına heyecanlanıyor, arada bir söze karışmak istiyordu. Diğer koltukta oturan Mehmet Gündüz de bu derya deniz adamın dilinden babasıyla ilgili çıkacak sözleri duymak için sabırsızlanıyordu. Az önce gelmiş gibi kendini hissedenler, saatlerine baktıklarında aradan üç satın geçtiğini anlayınca telaşlanmaya başladılar. Gidecekleri yerler, görecekleri kişiler vardı daha. Zaman onları cendereye sokmaya başlamıştı bir yandan, diğer yandan da onu bulmuşken her şeyi kayıt altına almak istiyorlardı.

Fethi Bey koltuğuna yeniden oturur oturmaz, ?Gelelim Hamzaderesi vakasına. Bunun aslı astarı nedir?? diye sordu ona, konunun daha fazla dağılmaması için. Gür ve ateşli sesiyle hemen yanıtlamaya başladı Fethi Bey : ?Yaptıkları istihbarat sonucunda Fransızlar?ın Miyeydin tarafından Yayladağı?na çıkartma yapacaklarını öğreniyorlar. Hani şimdilerde Meydan dedikleri Samandağ sahilindeki son köy var ya, oradan yukarı? Babamın liderliğinde çete savaşına katılan arkadaşları, onları pusuya en iyi düşürecekleri yer olarak Hamzaderesi?ni seçiyorlar. Oraları gördün mü sen?? diye soran çınara, ?Bezge, Yayıkdamlar, Gözlüce, Aydınbahçe köylerini gezdim ama Hamzaderesi nerededir bilmiyorum,? yanıtını verdi. Bunun üzerine ateşli konuşmasını biraz daha harladı Fethi Bey: ?Bakın hemşehrilerim, bu söyleyeceklerimi birçok kimse bilmez. O zaman bizimkiler devletten silah ve cephane yardımı istiyorlar. Bir kapçık bile vermiyorlar babamgile. Bu Kaltakoğlu Hanifi Ağa?nın o zaman altmış yetmiş kişi silahlı adamı var çevrede. Onlardan da destek alamıyorlar. Güya bunlar Müslüman! İşte o zor zamanda Karaduranlı Ermeni Ovsıya Sağdıcıyan, bizimkilere sekiz on tane Alman mavzeri, iki çuval dolusu da fişek vermiş. İki de adam göndermiş bizimkilerle Hamzaderesi?nde savaşsınlar diye. Ordulu Müslümanlara göre de güya onlar gavur! Şimdi bakın kim yurtsever, siz bir düşünün. Bunu abartısız, yürekten inanarak söylüyorum. Eğer babamla Süveydiyelilerin arasını bu Müslüman geçinenler açmasaydı, Fransızlar bizim tarafı işgal edemezlerdi. Gözü kör olsun bu cahil milletin, çıkarcı ağaların.?
Yayladağlı birinden ilk kez böyle sözler duymanın şaşkınlığı ve aynı zamanda sevinci içindeydi. Ne yazık ki okullarda bunlar öğretilmiyordu, ders kitaplarında böyle örneklere yer verilmiyordu. Hiçbir ders kitabında böyle bir olayı anlatan metin okumadığını düşündü. Daha derinlere daldı, bir insanı toprağına bağlı kılan neydi acaba? Neden topraklarından koparılan insanlar çocukluklarının geçtiği yere hep özlem duyarlar, diye sorularını çoğaltmaya başladı. Bu soruların yanıtının, toprağı ana gibi görmekte gizlendiğini düşündü sonra. İnsan, varlık sebebi olan anasından ve topraktan, onun için kopamaz, sonucuna vardı böylece. Hele o toprağa bir de alınteri düşmüş, göz nuruyla o toprağı yeşertmişse, diye geçirdi yüreğinden. İşte böyle insanlar yurtsever olurlar, hangi milletten ve dinden olduklarının hiçbir önemi yoktur o zaman, diyerek içinden kesinleştirdi görüşünü.
O, kısacık zaman diliminde bunları beyninden ve yüreğinden geçirirken, haksızlıklara öfkelenen yüreği yine kabarmıştı Fethi Bey?in. Çayından bir yudum içerek koltuğun arkasına doğru yaslandı, derin bir soluk aldıktan sonra anlatısını ateşlemeye yeniden başladı. ?Ha, Gözlüce?yle Körfe ve Kerer arasında kalan derin ve uzun bir vadidir Hamzaderesi. Peltek Çavuş?un liderliğinde Mustafa Kahraman dayım, Yeniceköy?den Karaoğlan, Urfayıl?dan Kör Memet, Gözlüce?den Hallıç Memet, Kırpüçük?ten Göbüt Yusuf, Çakı?dan Ağca Memet, Karadayı?nın adamları Ofsep ve Minasyan?ın da içinde olduğu yirmi yirmi beş kişiyle bizimkiler, vadinin her iki tarafındaki tepelere yuvarlayabilecekleri ne kadar kaya varsa yığıyorlar. Köylerden buldukları martin, çifte, tabanca ne varsa onları da kuşanarak pusuya yatıyorlar. Yüzlerce Fransız askeri, katırlara ve atlara yükledikleri makineli tüfekleri ve küçük toplarıyla Fenk tarafından çıkıp Hamzaderesi?ne giriyorlar. Birlik vadiye tam girdiğinde, kayaların arkasından ocaklarından çıkan karıncalar gibi harekete geçen bizimkiler, arka arkaya kayaları yuvarlamaya başlıyorlar. Neye uğradıklarını şaşıran Fransız askerlerinin, silah ve cephane yüklü katırlarla atlarının önemli bir kısmı kayaların altında kalıyor. Kurtulanlarla bu kez silahlı çatışmaya giriyorlar çeteler. Kurtulan Fransız askerlerinin ellerinde makineli tüfekler, ağır silahlar bulunduğu için bizimkiler, kurşunları azalmaya başlayınca, daha önce yaptıkları plan çerçevesinde geri çekiliyorlar. Bir grup Gözlüce ve Urfayıl tarafından, diğer grup da Kerer tarafından Keldağ?a çekiliyorlar. Sırtlarını, içi cevher dolu Keldağ?a veriyorlar.?

?İçi cevher dolu? sözünü duyunca, mitolojik kahramanlarıyla ünlü antik dönemin Cacius?una dair ip uçları yakaladığını düşünüp, ?Fethi Amca, Keldağ?ın içinde ne cevheri var ki?? diye sordu. Koltuktan kalkıp balkon penceresinden Boğaz?a doğru bakan asırlık çınar, Zeus?un Antakya?ya uçurduğu kartalın Cacius?ta kanat çırpışlarını adeta canlandırırcasına kollarını havaya kaldırıp indirdi. Kollarını tekrar aşağı indirdiğinde ani bir hareketle ona döndü ve ?Sen hiç Kılıçdağı tarafından dolaştın mı Keldağ?ı?? diye patlayan bir sesle sordu.

?Yayıkdamlar?dan Karamağara?ya indim ama o sarp tarafa hiç gitmedim,? diye karşılık verdi Fethi Bey?e. ?O zaman iyi dinle hemşehrim, çok eskilerden beri bu kel görünen dağın altından mermer, granit gibi birçok maden çıkarılmış. Çandır köyünün üst tarafındaki Barleam Manastırı?na çıktın mı?? ?Hem de iki kez çıktım,? yanıtını alınca da ondan, ?O manastırın bütün işlemeli taşları, üst tarafındaki kayalıktan sökülerek yapılmıştır, fark ettin mi?? diye sordu. ?Dikkatli her göz bunu fark eder. Kayalıkların peynir dilimi gibi kesilmesinden belli oluyor zaten,? yanıtını verdi Fethi Bey?e.

Soru yanıtlarla konunun derinliklerinde kaybolmamak için bu yaşlı kurda, ?Peki, Hamzaderesi çatışmasından sonra Peltek Çavuş?lar ne yapmışlar?? dedi. ?Bak hemşehrim, benim dilim şişmiş yıllardır bu mevzuları aklı başında birileriyle konuşmayalı. Rahat vermiyorsun ki gürül gürül akayım. Seni bulmuşken, sepetimdeki pamuğu boşaltayım. Ben artık gidiciyim; bugün var, yarın yoğum. Sen de uç dallarımda kalan cevizleri afara(4) etmeyi bil yahu!? diyen bu asırlık çınarın daha fazla sınırlandırmaya gelmeyeceğini fark eden O, ?Seni dinliyorum Fethi Amca, su kendi yolunu bulurmuş, nasıl istiyorsan oradan ak,? diyerek yaşlı kurdun yüreğine su serpti.

?Keldağ?ın Kılıçdağı tarafındaki eskiden maden çıkarılan galerilerin içine gizleniyorlar bizimkiler. Babam önceden bu tünelleri temizletiyor, yiyecek ve giyecekleri, köylerden topladıkları silah ve mermileri dehlizlerde saklatıyor. Bir ölü, iki de yaralı çete dışında herkes büyük galeride toplanıyor. Yaralıları da Gözlüce?deki adamlarının evinde tedavi için bırakıyorlar. Kaleboğazı?ndaki atlı adamlarıyla Abdusselam Ağa?yı durumdan haberdar ediyorlar. Tabi o zamanlar babam ve çetenin ileri gelenlerini en çok tedirgin eden şey, Ordulu ağaların nasıl davranacağı mevzusudur. O zamanlar, Bezge tarafının ileri gelenleriyle Ordu ağaları arasında hakimiyet savaşı da açıkça sürüyor. Benim yetiştiğim dönemde de bu rekabet gizliden gizliye devam ediyordu. Neyse, bizimkiler çetelerle oturup vaziyeti enine boyuna tartışıyorlar. İhtimallere göre planlar yapıyorlar. Tabi, bu arada Süveydiye tarafından gelen takviye kuvvetleriyle birlikte Fransız askerleri toparlanıp vadiden çıktıktan sonra Bezge?ye geliyorlar. İşgalciler, Keldağ eteklerindeki ilk büyük kayıplarının intikamını Bezge?den alıyorlar, kasabayı yakıyorlar.?

Müslüm Kabadayı

(1)Kekik
(2)Adaçayının bir türü
(3)Yabani enginar.
(4)Toplanan sebze, meyve vb. şeylerden geriye kalanları devşirme.

Bir yorum

  1. harika sessiz kalmayı yeğliyorum çok anlamlı biryazı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir