Değer hakkında tartışmalı da olabilecek şeyler yazdım. Toplum denilen şeyin var oluşunun temeline yerleştirmeye kalkıştığım bu kavram dışında bir başka önemli olgu daha var.
Tıpkı değer gibi toplumsal hayatımızın her anını kaplayan ve en az onun kadar önemli bir şey bu. Toplum geliştikçe geliştiği ve bugünkü haline geldiği kabul edilen dilden bahsediyorum.
Gündelik hayatın olağanlığı içerisinde gerçek içerimleri gizlenen olgular bunlar.
Yabancı dil öğrenmek gibi sıradan bir şeyin ardında çok önemli şeylerin gizlendiğini hayal etmek pek olağan değildir. Bu hayatımızın gayet doğal bir parçasıdır.
Örneğin Amerika keşfedildiğinde orada başka insanlarla karşılaştık ve kısa bir süre içerisinde dillerimizi birbirine kolayca çevirmeye başladık. Halbuki onlarla hiç bir ilgimiz yoktu. Biyolojik tür olarak aynı olmamız bu şaşırtıcı ortaklığı görmezden gelmemize yol açmış olabilir. Ses biçimleri ya da daha soyut ifade edersek kod biçimleri arasındaki farklar dillerin farklarını oluşturuyor. Bu farkları yok saydığımızda tüm insanların konuştuğu dil şaşırtıcı bir biçimde aynıdır. Biz buna gündelik yaşamın olağan bir parçası olarak pek şaşmıyoruz. Ancak gün gelip biyolojik olarak bizden farklı olan birileriyle karşılaştığımızda onlarla da aynı dili konuştuğumuzu göreceğiz. Tabi bunu da ilginç bir rastlantı olarak görüp kafamızda hemen normalleştirebiliriz.. . . Hatta bu benzerliğe dayanarak bir akrabalık bile hayal edebiliriz.
Ancak o iş orada kalmayacaktır. Şu sonsuzluğun içerisinde yaşayan tüm ötekilerle dilimizin aynı olduğunu er geç tecrübe edeceğiz. Bu da konuştuğumuz dilin ya da sözlerimizin bize değil tüm evrene ait olduğunu kanıtlayacak. Elbette buradan yola çıkarak sözün gerçekte bize değil Tanrı’ya ya da Allah’a ait olduğu fikrine de ulaşabiliriz. İşte bu nedenle dilin yaşanılan toplumun ya da milletin bir marifeti olmadığını anlamakla kendi gerçeğimize doğru bir adım daha yaklaşmış olacağız. Dil bırakalım toplumu insan ırkına ya da türüne bile ait değildir. Bizim ağzımızdan çıkan kod biçimlerini taklit edemeseler bile bir çok hayvan çeşitli düzeylerde sözlerimizi anlar ya da zaman içerisinde anlamaya başlar. Bu nedenle onlarla konuştuklarımıza dikkat etmemiz ve onlar bizi anlıyormuş gibi konuşmamız gerekir.
Dil hem soyut kavramları hem de somut nesneleri sözcükler biçiminde simgeler. Gerçekliğin hem somut yanına hem de soyut yanına dokunur. Bu nedenle tüm evren ya da varlığın temel çizgilerini ya da yanlarını kendi içerisinde taşır. İşte felsefe varoluşun en evrensel içerimlerine buradan ulaşır. Bu nedenle felsefe bir dil cambazlığı gibi görünürken, belki de hiç bir deneyle ispatlanamayacak bazı gerçekleri dil içerisinden damıtır.
Suat Kamil Aksoy