Sibirya diyerek geçmemek gerekir. Hala bugün dahi dünyada ağır cezaevi koşulları, sürgün, zor hayat şartları, soğuk denilince ilk akla gelen doğal ve gerçek zindanların en meşhurlarından biri. Romanın babalarından Dostoyevski’nin de burada dört yıl sürgünde kaldığını biliyoruz. Bir yazar için dünyanın neresinde olursa olsun cezaevi, insanı, insanın ruhunu mahkumlar özgülünde tanımak için üniversite gibi bir yer. Yazar mahkum olupta cezaevine dair birşeyler karalamamış edebiyatçı henüz yok. Sibirya’nın ne olduğunu anlamanın dışında Orhan Kemal’in, Kemal Tahir’in, Aziz Nesin’in mahkum kahramanlarını anlamak için de bulunmaz bir kaynak ?Ölü Evinden Anılar?.

Yazar dahası yarattığı kahramanı cezaevini ölü evi diye adlandırır. Orada insanlar hala yaşamalarına rağmen ölüdürler ama bunun farkında dahi değildirler. Yaşayan ölüler gibi bir şey kastedilen. Roman Sibirya’nın nasıl bir yer olduğunun anlatımıyla başlar. Sonra sıra buranın göçmenlerinden Aleksandr Petroviç Goryançikov’a gelir. Eski bir Sibirya mahkumu olan Goryançikov on yıllık kürek mahkumluğu cezasından sonra Sibirya’nın yerleşim yerlerinden birine kapağı atmış dahası cezası bitmesine rağmen orada kalmış esrarengiz, ketum ve kendi halinde biridir. Yazar, Goryançikov’un sürekli bir şeyler karaladığını anladığında o artık ölmüş geriye on yıllık sürgün hayatından kalan anılarını anlattığı karalamalar kalmıştır.

Dostoyevski o andan itibaren onun anılarıymış gibi aktardığı anlatıda tutukevinde kalan ikiyiz elli kişinin en prototiplerini roman boyunca büyük bir ustalıkla yansıtır. Kahramanların derinleştirilmiş hikayelerinin dışında içerideki günlük yaşam, mahkumların birbirleriyle olan ilişkileri, hiç ama hiç yalnız olmadıklarından garip nir aile diye adlandırdığı bu topluluğu uzun uzun akıcı ve sade bir dille anlatır.

Roman bitip tükenmek bilmez olaylar, kısa içiçe geçmiş birbirine bağlı hikayecikler, insan biyografileri, içeriye nasıl düştükleri, önceki hayatları ile ustaca süslendirilerek bitene kadar akıcılığını yitirmez. Mahkumların yaşam mücadelesi, hayatta kalmak için koşulların dayattığı zorluklardan dolayı olağanüstü yaratıcılıkları onları bize uzak değil aksine bizden biriymiş gibi yapar. İnsandır nihayetinde mahkum, dünyanın neresinde olursa olsun evrensel ortaklıklardır sözkonusu olan. Geçmişe duyulan özlem, aile, sevgi, dayanışma, özgürlüğe duyulan açlık, bitmek tükenmek bilmez umutlar romanın her yerine dağıtılmış şekilde karşımıza çıkar.

Akim Akimiç roman boyunca Goryançikov’un yanındadır. Cahildir Akimiç, kıt zekalıdır ama kurallara bağlıdır ve kavgacıdır. Diğer mahkumlar bu özelliğinden dolayı ondan çekinirler. Akimiç bir hayatta kalma ustasıdır. İhtiyar, Binbaşı, Sirotkin, Gazin, Dutov, Orlov ve daha nice mahkum uzun romanın sayısız kahramanlarından bir kaçıdır.

?Ölü Evinden Anılar? kadar detaylı, kapsamlı, çok boyutlu bir cezaevi romanını edebiyatta bulmak zor. Yazar büyük bir ustalıkla ve göze batan bir yetkinlikle neden sonuç, çözüm, cezaevi felsefesi, politik nedenler, yorum, açılımlar yerine gözlemlerini, anılarını, fantezilerini seçkin bir kalemle başarılı bir tarzla aktarır. Dev bir cezaevi ve Sibirya klasiği ortaya çıkmış. Dostoyevski’nin neden romanın babası olduğuna yine haklı bir kanıt bu eser.

Süleyman Deveci
www.criticus.eu

Kitabın Künyesi
Ölü Bir Evden Hatıralar
(Toplu Eserleri 12)
Fyodor Mihailoviç Dostoyevski
İletişim Yayınevi / Dünya Klasikleri Dizisi
Yayın Sekreteri : Emre Ayvaz
Uygulama : Hüsnü Abbas
Önsöz : Ronald Hingley
Montaj : Şahin Eyilmez
Kapak Uygulama : Suat Aysu
Editör : Belce Öztuna
Düzeltmen : Defne İpek
Dizi Editörü : Orhan Pamuk
Çeviri : Ergin Altay
İstanbul, 2006, 1. Basım
376 sayfa

Previous Story

Örtmeli Küçelerde Kalan Anılar – Müslüm Üzülmez

Next Story

Mihri Belli – M. Şehmus Güzel

Latest from Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Dostoyevski: Gelgeç gönüllü, tutarsız bir yaratık olan insanoğlu, belki de satranç oyunları gibi hedefi değil, hedefe giden yolu sever. Kim bilir, belki insanın yöneldiği tek hedef, hedefini elde etmek için harcadığı sürekli çabadır, başka bir deyişle yaşamın kendisidir.

IX Elbette şaka ediyorum, sayın okuyucularım, şakalarımın bayat kaçtığını da bilmiyor değilim; ama söylediklerimin tümünü şaka sanmak da doğru değildir. Belki dişlerimi gıcırdata gıcırdata
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ