Edebiyat Yarışmaları ve Dionisos Şölenleri? ? Hikmet Temel Akarsu

Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizinden geçerken, kendisini içine düştüğü bataklıktan çıkarmak için ön şart ileri süren uluslararası para kuruluşları IMF ve Dünya Bankası her fırsatta içine düşülen krizin ekonomik değil, siyasi olduğunu hissettirmekteydi. Sadece söz konusu kuruluşlar değil, aynı zamanda gelişmiş Batı ülkelerinin Türkiye?ye destek vaadeden yöneticileri de siyasi partiler yasasında yapılacak değişikliklerle, demokratik parti yönetimleri oluşturulması, lider sultasının ortadan kaldırılması, devletin ekonomiden elini çekmesi, kayırma, iltimas ve ?nepotist? anlayışların (eş-dost-akraba kayırma ekonomisi) terkedilmesini ve saygın bir demokrasi kurulmasını, ekonomik kurtuluşun birinci şartı olarak ileri sürmekteydiler.

Batılı kuruluşlar bu konuda ne denli ciddi olduklarını Haziran 2001?de patlak veren Türk Telekom krizi esnasında bir kez daha göstermiş; ekonomik erki elde bulundurmak adına şirket yönetimini kendi siyasi kadrolarına teslim eden hükümetin bir kanadının dayatmasına boyun eğmemiş, bütün ekonomik programı bir kez daha çıkmaza sokmak pahasına, kredileri durdurarak çok değerli bir müttefikini bile yeri geldiğinde ilkeleri uğruna gözden çıkarabileceğini göstermiştir.

Türkiye?nin yönetimsel açıdan bu durumlara düşmüş olması elem vericidir; ancak, kendisine bu dayatmalarda bulunan ülkelerin ve ekonomilerin temsilcilerine, kredi veren kuruluşlarına, siyasi liderlerine ve onların anlayışlarına öfkelenmek yerine öncelikle neden bu durumda olduğunu analiz etmelidir. Neden Türkiye bu durumdadır?.. Ya da kredi almak için avuç açtığı Batı neden bambaşka durumdadır?.. Neden Türkiye iki günde bir iflasın eşiğine gelmektedir? Neden Batı aradaki farkı açarak zenginleşmekte ve ilerlemektedir?

Günümüz dünyasının en gelişkin medeniyeti olan ?Batı sistemi?, iltimas, kayırmacılık, dalkavukluk, hilebazlık, nepotizm türü kurnazlıklardan nefret eder. Bunun her konudaki çöküş ve gerilemenin ana nedeni olduğunu bilir ve serbest yarışmaya inanır.

Batı sistemi, temellerini sırasıyla Antik Yunan, Roma, Rönesans ve Aydınlanma üzerine bina etmiştir. Temel felsefesini oluşturan Antik Yunan?da yarışma her alandadır: Yiğitlikte, Olimpiyat?ta, sanatta, edebiyatta, felsefede… Edebiyatın, dolayısıyla da insanlık kültürünün temelini oluşturan Klasik Yunan Tragedyası, bağbozumu mevsiminde yapılan Dionisos Şölenleri?ndeki tiyatro eseri yarışmalarına dayanır. Bu yarışmalara her yıl çok sayıda sanatçı katılır; nesnel, demokratik kriterler içinde değerlendirilirdi. Sözkonusu edebiyat yarışmalarının sağlıklı biçimde yapılabilmesi, başarılı eserlerin sahnelenebilmesi ve bütün site halkının aktiviteye katılmasını sağlamak uğruna Antik Yunan kentlerinin istisnasız hepsi devasa amfiteatrlarla donatılmıştır. Buralarda düzenlenen edebiyat yarışmalarının sağlıklı, demokratik, adaletli olabilmesi için her şey, bugün ?şeffaflık? adı verilen anlayışta olduğu gibi hakkaniyet ilkelerine göre düzenlenmiştir. Bu bağımsız, dürüst, şeffaf, demokratik yarışmalardan Aisiklos, Euripides, Aristophanes, Sofokles gibi sayısız deha çıkmıştır. Onların büyük yapıtları, Kral Oidipus, İphigeneia Aulis?te, Antigone, Agamemnon ve daha yüzlerce büyük yapıt da bu yarışmaların ortaya çıkardığı değerlerdir. Daha sonraları bu yapıtların Shakespeare dahil pekçok Avrupalı dehaya ilham kaynağı olarak aydınlanmayı ateşlediğini bilmekteyiz.

Sadece edebiyatta değil, savaş meydanlarında, yiğitlikte, çarpışmada da yarışma, meydan okuma ve kazanma en önemli erek, birincil hedef olarak hayatın esas kaygısıdır. Akhilleus, Hektor?la dövüşürken, Herakles canavarlarla çarpışırken, Odysseus Tepegöz?ü tepelerken hep bu yarışma, kazanma, başarma güdüsü içinde davranmaktadır. Bunun sembol ifadesi olan Olimpiyatlar antikitenin günümüze taşınmış en görkemli animasyonlarıdır. Ne mutlu ki, bu harika karnavallar -dünya savaşları gibi aymazlık dönemlerini saymazsak,- ölümsüzce, sonsuza dek varolacak gibi gözükmektedirler.

Tüm bunları neden sayıp dökmekteyiz?

Çünkü ülkemizde geçtiğimiz yıl yapılan edebiyat yarışmalarında, uzmanların çok çok iyi anlayabileceği gibi ve kültürel ortamımızda hep olageldiği gibi yine iltimas ve kurnazlık kazandı. Ülkenin edebiyat ?iktidarı?nı(!) elinde tutan çevrelerin, bulundukları bu tasarruflardan dolayı, topluma ve kültüre ne kötülükler yaptıklarını bilebilmeleri olanaksız. Çünkü bunu bilebilecek bir bilince sahip olsalardı bu şekilde davranarak en büyük kötülüğü kendilerine yaptıklarını da anlayabilirlerdi.

Ülkemizin kültür hayatına, ideolojisine ve dolayısıyla gelişmesine büyük zararlar veren bu anlayışların yadsıma duygusu içine ittiği, çok sayıda yetenekli ve birikimli edebiyat insanı küskünlük içinde parkuru terkeder ve kahrederken bazı yeteneksizliklerin ödüle boğulması, ?sanatta yarışma olmaz? gibi doğruluğu çok tartışılır bir kabulü gündeme taşımıştır. Bugün Türkiye?de edebiyat alanında ürün veren çok sayıdaki parlak genç yazar yarışmaları yadsımıştır. Çok haklı olarak, edebiyat yarışmalarını görmek, duymak bile istememektedirler. Çünkü temiz duygularla dolu bu genç edebiyatçılar orada ne dolaplar döndüğünü ne tezgahlar yapıldığını artık gayet iyi bilmektedirler.

Oysa edebiyatta yarışmanın olamayacağı şeklindeki sav yanlıştır. Edebiyatta yarışma pekala olur. Üstelik çok da yararlı olur. Bunun en büyük kanıtı da Antik Yunan Tragedyası ve Dionisos Şölenleri?dir. O şölenler ki, Batı kültürü, bir bakış açısına göre, oradaki edebiyat yarışmaları üzerine kuruludur. Ve o kültürün çocukları, bugün uzaya açılmaya hazırlanırken karşılarına kurnazlıklarla çıkan ve para isteyen batık ekonomilere önce siyasi ve ahlaki olarak ıslah olmalarını önermektedirler. İltimas ve kayırmaya, idareyi maslahata son verilmesini istemektedirler. Yetenek, zeka ve yaratıcılığın ödüllendirileceği dürüst bir sistemi önermektedirler. İşin dramatik yanı şu ki; bu vazedilenler zaten Cumhuriyet?in de idealleridirler…

Bu dayatma ve içine düştüğümüz ideolojik sefalet ülkemiz için hazindir. Ama bizim gerçeğimiz budur. Bunu kabullenip çareler üretmedikçe, Mithat Cemal Kuntay?ın o ünlü sözünü yüz yıl önce olduğu gibi yüz yıl sonra da tekerrür edeceğizdir: ?Bu memleket adam olmaz!?

O yüzden, ideolojiyi üreten başat kesim olan edebiyatçılar, sanatçılar ve aydınların içinde olduğu yanlış davranışların silsile takip ederek tüm toplumu sardığı ve zehirlediğini iddia etmek abartı sayılmamalıdır. Yani; ?Balık baştan kokar,? pek betimleyici bir atasözüdür bu noktada. Edebiyatı, sanatı, kültürü ve ideolojisi kayırmacılık ve iltimas üzerine kurulu bir toplumda, doğru dürüst tümce kurmakta bile zorlanan populist siyasetçilerin nasıl davranması beklenir?

O nedenle, büyük pişkinlik içinde muvazaalı edebiyat ödüllerini ?götürenler? de, onlara kültürümüzün hicap duyulacak davranış biçimini uygulayarak karşılık esasına dayalı olarak iltimas edenler de şunu bilmelidirler ki, bu tür Doğulu kurnazlıklarla varılacak yer çöküntü ve sefalettir. Osmanlı bunu yaşadı. Bu kafayla gidersek, yazık ki aynı son bizi de bekler!
(Bu yazı, E Dergisi?nin Mayıs 2002 tarihli nüshasında yayımlandı.)

Yazan: Hikmet Temel Akarsu
İstanbul, 2 Eylül 2001

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir