Site icon insanokur

Fakir Kene – Birhan Keskin “Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun”

Sanat ki artık düşünümsüz olamaz, şenlikten kendi isteğiyle vazgeçmek zorundadır. Onu buna zorlayan da, her şeyden önce yakın geçmişte gerçekleşmiş şeylerdir der; Adorno. O, bu değerlendirmeyi Auschwitz’e atıfla yapacaktır ki bizim o kadar geriye bile gitmemize gerek yok maalesef. Aylardır bir savaşın içerisinde yaşıyoruz, acı çekiyoruz çektiriliyoruz. Ölülerin istatistikleri içerisinde kaybolup gidiyoruz. Yaşam artık şen değil ve yaşamın şen olmadığı yerde sanatın da bundan etkilenmesi doğal olarak karşımıza çıkan bir durum. Birhan Keskin’in kitabında yer alan şiirler de bu acılardan bağımsız değil ve “şen” olamayan bir sanatın göstergeleri olarak çıkıyor karşımıza. “Kargo” adlı şiirin şu dizeleri de bu durumu en iyi yansıtanlardan:

“Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun.
Hem zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun.”

EMEK EREZ, “Mutlu güneşler gönderen kitap”, 29 Şubat 2016

Bazı kitaplar ve yazarlar sizi heyecanlandırır. Kitabın çıkacağını duyduğunuz an bir etkilenme hisseder ve beklemeye başlarsınız. Bilirsiniz ki o kitapla karşılaşmak size güzel duygular hissettirecektir. Okurken içinize ılık ılık yayılacaktır kelimeleri, bazen tüyleriniz diken diken olacak bazen de gözünüz siz fark etmeden doluverecektir. Ulus Baker bize şöyle bir Spinoza varsayımından bahseder: “Karşımızdaki birisinin, herhangi bir duyguyla etkilendiğini görürsek biz de aynı duygu ile etkileniriz.” [1] Yine Baker başka bir metninde bu etkilenme durumuna şöyle bir yorum da getirir: “Ama duyguları belirleyecek olan fikirler gökten zembille inmezler; onlarla sokakta karşılaşırız, onlarla kitapta karşılaşırız, filmlerde, otobüslerde duraklarında beklerken, reklam tabelalarını seyrederken karşılaşırız bu karşılaşmaların ‘bedensel karşılaşmalar’ olmadığını söylemek budalalık değilse nedir?” [2] Baker’in “bedensel karşılaşmaları” vurgulaması bahsettiğimiz Spinoza varsayımının, daha çok bedenlerle ilgili olmasındandır. Ancak Baker bizim bir kitaptan, filmden ya da bahsettiği farklı durumlardan da aynı etkiyi alabileceğimize inanır. Ve haklıdır da bana kalırsa, bazı kitaplar en başta bahsettiğimiz duygulanmaları biz de yaratıp, gerçekten de yazarının etkilendiği duyguyla etkilenmemizi sağlar ve bize güzel karşılaşmalar yaşatırlar.

Tüm bunlardan bahsetmemize sebep olan kitap ise; Birhan Keskin’in Metis tarafından basılan yeni kitabı Fakir Kene. Kitap gerçekten bize duygusunu öyle iyi geçiriyor ki aklımıza yukarıda kısaca fikirlerinden bahsetmeye çalıştığımız düşünürlerin öğretilerinin gelmemesi olmazdı gibi geliyor bana. Keskin’in yeni kitabının bence üç ana teması var: kadın, doğa, ölüm. Bu temalardan da anlayabileceğimiz üzere kitap bizim gündemlerimizin tam ortasında bir yerde duruyor.

Neredeyse her gün bir kadına şiddet, tecavüz, taciz haberine uyandığımız bir coğrafyada, Birhan Keskin’in isyanlı şiirleri tüm bunlara direnen kadınların sesine ekleniyor. Örneğin; Aslı Serin ile birlikte yazdıkları “Anitsayac” [3] adlı şiir; kadına yüklenen toplumsal rollere, kadın bedeninin bir nesne olmanın ötesine gidemediği reklamlara, “çocuk gelinlere” kısaca kadınların yaralarına dokunan pek çok şeye gönderme yapıyor:

“Giydiğimiz etek boyuna, doğuracağımız çocuğa karar verenler kim
Kadınlar ilk sevişmesinde neden babasının yüzünü gördü
Küçücük kızlar dedesi yaşındaki adamlarla neden
Neden genelevler var neden hep bir kadın otobanda
Ütü reklamında bir kadın çıplak
Otomobil fuarında bir kadın öyle arabalar üstünde, neden
Doğum günlerimizde bize mutfak robotları hediye edenler kimlerdi
Şakağımıza silahı dayayanlar kimler, kimlerdi Birhan?”

Kadın ile aynı kaderi paylaşan doğa ve varlıkları ise bir başka gündemimiz. Devamlı kesilmeye çalışılan ağaçlar, tecavüze, şiddete uğrayan köpekler, hatta kediler ve diğer canlılar; rant, talan, yok olan çiçek, toprak, böcek… Arkamız, önümüz, sağımız, solumuz beton. Böyle bir gerçekliğin içerisinde yaşıyoruz ve tüm bunlara dur demek için direniyoruz. Ve Keskin’in şiirlerinde bu gerçekliğimiz de yerini alıyor:
“Yağmurdan sonra yayılan huzurun adıyla konuşuyorum:

Bak sana çimenlerin derin nefesiyle, soruyorum;
Şehrin perçemleri sizin gözlerinize niye batıyor?
Biz, üç beş adam, ömrünü çimenlere adayan
Razıyız gölgesinde uyuduğumuz ağaçtan.
Ve zerre ipimizde değilsin başkan.”

Sanat ki artık düşünümsüz olamaz, şenlikten kendi isteğiyle vazgeçmek zorundadır. Onu buna zorlayan da, her şeyden önce yakın geçmişte gerçekleşmiş şeylerdir der; Adorno. [4] O, bu değerlendirmeyi Auschwitz’e atıfla yapacaktır ki bizim o kadar geriye bile gitmemize gerek yok maalesef. Aylardır bir savaşın içerisinde yaşıyoruz, acı çekiyoruz çektiriliyoruz. Ölülerin istatistikleri içerisinde kaybolup gidiyoruz. Yaşam artık şen değil ve yaşamın şen olmadığı yerde sanatın da bundan etkilenmesi doğal olarak karşımıza çıkan bir durum. Birhan Keskin’in kitabında yer alan şiirler de bu acılardan bağımsız değil ve “şen” olamayan bir sanatın göstergeleri olarak çıkıyor karşımıza. “Kargo” adlı şiirin şu dizeleri de bu durumu en iyi yansıtanlardan:

“Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun.
Hem zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun.”

Kitapla ve de Birhan Keskin ile ilgili bahsetmeden geçilemeyecek bir şey de isyanı ifşa eden dil. Bu dil üniformasız bir dil, devlet gömleğini üzerinden çıkarmış bir başkaldırı dili ve de kadınca bir dil. “Ateşli silahlar elimizde, Uma’nın kılıcı belimizde, Savunma ve dövüş sanatlarında ustalıklı. Anitsayac’ta bu kadar kadın ismi yeter. Yeter, yeter artık çıkalım zıvanadan” derken; “Bu medeniyet denen şeyin naylon poşetine koyayım” derken veya “Senin parmağında pırlanta, senin yüzüne tuscany ışığı, Alnıma kömür karası benim. Alnıma kara yazı” derken, yansıyan bir dil bu. Sınıfsal eşitsizlikleri, tüm yaşananları ve yaşatılanları, öfkeyi haykıran ama şiirselliğini de koruyan bir dil bahsettiğimiz.

Ayrıca şiire konu edilen karakterlerin bize yakınlığı da önemli bana kalırsa; her apartmanda ya da mahallede bizi sorulara boğan, yalnızlığını kendince anlatan yaşlı Firdevs teyzeler, şiirden anlamayan Avni abiler… Birhan Keskin’in şiirinde bir yerde karşımıza çıkıyor ve tanıdık birilerini anımsayıp gülümsüyor, bazen de kederleniyoruz.
Birhan Keskin Fakir Kene kitabıyla bize bir “kargo” yollamış, ben bir okur olarak kargoyu teslim aldım ve güç buldum. Kargodan “ısınmam için küçük güneşler” çıktı, “bir inanç bir inat” çıktı, “uzak olan ama belki de dokunabileceğim umutlu günler” çıktı, “tabiat, ağaçlar, güzel çaylar” çıktı. Siz de Birhan Keskin’in okuruna gönderdiği kargoyu teslim alın, belki karanlık günlerde ve soğuk akşamlarda ısınmak için ihtiyacınız olur.

Notlar:
[1] Baker. U, (2014), Sanat ve Arzu, s. 102.
[2] Baker. U, (2009), Yüzey Bilim Fragmanları, s. 34.
[3] ‘anitsayac’, Türkiye’de kadına yönelik şiddet nedeniyle ölen kadınların anısını yaşatmak için internet üzerinden kurulmuş bir anıt ve her gün güncelleniyor. http://www.anitsayac.com/
[4] Adorno, W. T., (2012), Edebiyat Yazıları, s. 155.

AYNUR KULAK, “Birhan Keskin’den kargo var”, Kitap Eki, 2 Mart 2016

Şiir’i yazamam. Şiir de yazamam, yazmadım şimdiye kadar hiç.
Şair de yazamam. O şiirin şairini, bu şiirin şairini, cesaret edemedim şimdiye kadar hiç.
Elimde bir kitap tutuyorum: fakir kene.
Fakat bu şiir kitabını da yazamayacağım besbelli. Yazmaya yeltenemem. Elimde tuttum kitabı, Birhan’ı gördüm. Öyleyse; hiçbir şey yazamıyorsam eğer, Birhan’ı yazarım diye düşündüm.
İyice boşalttım sağımı solumu; büyükçe bir yer açıyorum size Birhan, buyrun. Bu buyrun’un çok içten olduğunu izin verirseniz eğer -ki seversiniz kendisini biliyorum- Gülten Akın dizeleriyle anlatmak istiyorum.
Odaklandım, yok başka hayatım
Olsaydı severdim.
Düpedüz haksızlık ediyorum kendime. Ben size odaklanamam. Heves benimkisi. Size ulaşma isteği. Size yer açınca, buyur edince sizi, ‘size ulaşabilirim belki’ düşüncesi. Fakat nasıl da unuttum! Söylemiştim ya demin; şair de yazamam ben, şiir de…
Hiç zaman kaybetmeyelim bu yüzden, kusura bakmazsanız ben yürüyüp gideyim.
Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun. Lazım olursa açar okursun. Olmazsa da olsun, bir zararı yok burada dursun.
Birhan yapmayın. Daha ilk dizelerde böyle yazmasaydınız da diyemem ki şimdi size. Ben yürürken bıraktıklarınız, bıraktığınız yerde nasıl dursun?
Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir okursun. Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun. N’olacak ki, bırak patronlar seni kovsun!
Burada bir tutam sabır var. Kendiminkinden kopardım bir parça, (bende çok boldur) lazım oldukça ya sabır ya sabır, dokunursun.
Peki Birhan. Ayna’yı ve Sabır’ı (bende de çok boldur) koyduğunuz yerden alıyorum. Ben şahane bir okurum çünkü sizin mısralarınızı okuyorum. Diğer bıraktıklarınızı fakir kene’nin çıkmasını bekleyen şahane okuyucularınıza bırakıyorum.
Yürüyüp gidemiyorum artık. Sadece yürüyorum. “Kargo” geldi fakir kene dimağıma girdi. Çıkartabilene aşk olsun.
Sayfaları çeviriyorum. “Kardeş Payı”na geçiyorum. Bu on bir şiir demek Birhan. “Hidrofor”da doktora neler söylemişsin? “Tespih”i nasıl çektin, bir ara anlatırsın. Firdevs teyze ile aranızda geçenler? Adım adım “Zillet”e gelmişsin sonra. Fakat dur! Ondan önce birkaç mısra okuyacağım “Tespih”den size, sana…
Bu o evler ki kahırdan büyümüş kalpleri
Odaları yoklukla genişler sofaya doğru
Ah bu benim kör şefkatim bu benim
Ah benim bir boşluğu yoklayan bu elim
Birhan bu senin tespih çeken elin, tespih gibi sıralanan mısraların, tespih sabrı çeken evlerin. Sonra şehir, sonra İstanbul. Sonra Zillet işte. Fakat okuyamayacağım. Neden mi? Sayfaya bir bakar mısınız?
59 kere art arda yazılmış, tekrarsız tek bir mısra, tek sayfa, bir benzeri daha olmaksızın.
İstanbul sana tepeden baktım.
Birhan bu zilleti nasıl bu kadar basit ve bu kadar büyük yazdın!? Art arda tekrarsız bir sağanak bu, bu bir zillet. Yağmur, çamur, hor görülme, miskinlik ve kentsel dönüşüm ve bozgun, bozulma, alçalma, küçülme, aşağı düşme. Aziz mertebesi nerede? Hem bu kadar mütevazi, hem tepeden, İstanbul’a nasıl da böyle baktın?
Ağacın altına oturup çay içelim mi Birhan? “İskelede bir çırak”ı okurum bu arada ben ve siz “Çimenlerin efendisi”ne inat ağacın dibine sırt üstü uzanarak mırıldanırsınız;
Razıyız gölgesinde uyuduğumuz ağaçtan.
Ve zerre ipimizde değilsin başkan.
Sonra “Kardeş Payı”nı okuyacağım ben, içimden. Sorma nedenini, öyle işte… İçimden okumak istiyorum, bu konuda buruğum biraz, fakat sizin yine de duyacağınızı biliyorum. Sonra Kara çıkalım okuruz, “Sağlıklı yas” var sonra. Tam da şimdi bir mısra okuyayım sana “Sağlıklı yas”dan
Ben rüyaya inanırım mesela, mıhlanmış duygulara.
Bu mısraya vurulalı o kadar uzun zaman oldu ki… Derkenar yazıma eşlik etti biliyor musunuz? Nereden bileceksiniz… Size bu ağacın dibinde söylemek nasipmiş Birhan.
http://www.anitsayac.com
Bu internet sitesinin altına ne yazmışsın okuyayım size:

Çaresizlik var Birhan bak:
Türkiye’nin güneyinden üzücü haberler geliyor
Türkiye’nin kuzeyinden üzücü haberler geliyor
Türkiye’nin doğusundan üzücü haberler geliyor
Türkiye’nin batısından üzücü haberler geliyor
Türkiye giderek üzücü bir habere dönüyor

Size bir şey diyeyim mi Birhan? İlk önce kendi kendine söyleme gereği duyuyor insan, aslında insan da demeyeyim şair diyeyim (insanın ötesinde demek istedim şair olan çoğu zaman insan olandan daha değerli benim için) değil mi Birhan? O yüzden önce kendine hitap ettin değil mi? Bu memleket üzücü Birhan Mezopotamyadan beri. Siz de bilirsiniz, biz de biliriz, herkesler bilir de bir şey yapılmaz.
Siz biraz kestirin isterseniz uzanmışken ağacın altında, ben “Dogmayaydın”ı okuyayım.
Kıyamaya kıyamaya çok mısra atlıyorum Birhan. Mısraların hepsini yazsam olmayacak. Yazabilecekken bütün mısraları yazmıyorum canım bak. Şu şahane okurlar ağaç diplerine gelip, şöyle sırt üstü uzanarak, okusunlar diye fakir kene’yi…
Çok sayfalar atladım Birhan, çok mısralar. “KARGO” bölümünü bitirdim “KÜÇÜK ŞEYLER” bölümüne geldim. Küçük küçük mısralar beş sayfa. “ALWAYS ON THE MOVE” bölümünde beş şiir bilmem kaç mısra. Bazı mısraları okurken durdum. Hani şekeri emerken dilinle damağına bastırırsan ya, somurursun…
Ameller niyetlere göredir böyle bilmiştim,
ama dünya değişti, annem öyle diyor.
Biricik idim ben de bir zaman, bak incitmişler bir harfimi,
saksıda üzgün bir bonzai, incittirmem başka yerimi,
Şiirin adını yazmayacağım, fakir kene’yi alsınlar bulsunlar, okusunlar. Ne sayfalar atladım, hangi şiirleri kendime sakladım? Bir çay daha içersek bir tek size söyleyebilirim Birhan. Ben açık içerim çayı, siz demli. Kışları seversiniz, yazlara uzak ve altı yıl olmuş biz şahane okuyucular sizi bekleyeli.
Sen beni yazda görme, bir şeye benzetemezsin.
Yazları atlayalım o zaman. Hiç olmadı varsayarak üç yıla düşürelim sizi bekleme sürecini Birhan. Siz o sırada “CÜMLE KAPISI”nda Zehra teyzem’i uğurladınız, okuyunca öğrendim. Okuyacaklar ve öğrenecekler diğer şahaneler de eminim bundan.
Sizin kitabınızı ilk olarak alacak olanlar 1991 ile 2002 yılları arasında basılmış beş şiir kitabınızın (Delilirilikler – Bakarsın Üzgün Dönerim – Cinayet Kışı – Yirmi Lak Tablet – Yeryüzü Halleri) 2005 yılında basılan Kim Bağışlayacak Beni ismiyle bir kitapta toplandığını öğrenecek. Adı Ba olan kitabınızı, adı Y’ol olan kitabınızı, adıSoğuk Kazı olan kitabınızı alacaklar peş peşe. İnanın bana, olacak bunlar. Çünkü fakir kene girecek dimağlarımıza vesselam, yapışacak.

N. KÜBRA AKALIN, “Bir kargonuz var!”, Posta, 3 Mart 2016

Birhan Keskin, 6 yıldan sonra yeni şiir kitabıyla döndü.
Birhan Keskin’in her dizesi okuyucusunu hırpalar. Burada hırpalamak kelimesini kötü bir anlamda kullandığım sanılmasın. Keskin okuyucusu bunu ister çünkü… Şair o dizeleri yazarken ne hissediyorsa okuyucusu da o hissi yakalamayı ister… Bir dizede soluklanmak bazen bir ömür alır. Bir kelime öteye geçemezsin, yaşayıp sindirmen gerekir.
Keskin’in yeni kitabı Fakir Kene de işte bu duygularla çok uzun zamandır bekleniyordu. Kitabın çıkacağı haberi duyulduğunda “evde bir şenlik havası” esti. Ve nihayet kavuşma günü geldi çattı…
Fakir Kene şairin diğer kitaplarına göre daha toplumsal şiirleri barındırıyor içerisinde. Farklılıklar buradan şaşırtmayı başarıyor. Önceki kitapları gibi bir duygu yoğunluğu bekleyenler için ilk okumada bir nevi hüsran bile olabilir. Zayıf bulunabilir. Ancak bu biraz kolaycılık olacaktır. Sindire sindire okumak iyi gelecektir.
Yaşadığımız ülkede istemesek de içine çekildiğimiz siyaset, doğa katliamları, cinayetler, yaşam ve ölüme artık yeter diyor Keskin’in dizeleri… Ve daha da mühimi unutmamamız gerekenleri hatırlatıyor yeniden ve yeniden.
Fakir Kene’de beni çok etkileyen kitabın son bölümündeki “Zehra Teyzem” oldu. Giden ve kalan arasındaki o ince, yakan çizgi öyle iyi anlatılmış ki… Şair ilk kez bir ölüyü gördüğü ânı anlatırken dünyayı sanki durduruyor. Bir filmin içinde sanki o ânı yaşar gibi hissediyorsunuz.
Demem o ki, evet Keskin’in bu kitabı diğerlerine benzemiyor, bambaşka dönmüş Keskin. Keskin’in dizeleri öyle bir kere okuyup kenara bırakabilecek cinsten değil. Yaşam ve ölüm arasında upuzun bir yolun kapısını aralıyor şair; gerisi okuyucunun yaşadığı hayatta ne hissettiğine bağlı…
Fakir Kene bana, “kal burada, bak yalnız değilsin”i hissettirdi. O yüzden yazıyı bitirirken şairin “Kargo”sundan bir parça paylaşarak bitireyim istedim…
“sana buraya bazı şeyler koyuyorum. yol boyunca aklında olsun. lazım olursa açar okursun. olmazsa da olsun, bir zararı yok burada dursun.
şuraya bir cümle koydum. bırak, acımızı birileri duysun. hem zaten şiir niye var? dünyanın acısını başkaları da duysun!
acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. ortada dursun. olur ya biri eline alır okşar, biri alnından öper. az unutursun.
buraya tabiatı koydum. ağaçları, suyu, ovayı, dağı. onlar bizim kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun…”

ÖMER ERDEM, “Hidrofor”, Radikal Kitap, 4 Mart 2016

Hidrofor sesi makineden, horultu insandan yükselir. Her ikisi de sinir bozucudur ve insanı canından bezdirir. Horlayan kişiyi dürtebilir, insan olmanın halleri içinde bir yere yerleştirebilirsiniz. Ama hidrofor sizi duymaz, o size kulak vermez, o sizi anlayamaz ki. Foorrrrrrrrrrrrrrrrhhg Tag diye bir biteviye ses çıkarır. Yükselir. Durur. Tekrar başlar. Kısa, çok kısa süren umudunuzu elinizden alır, başa döner. Sonra da sizi “yıllardır uykusuz bırakır.” Ve “Benim en büyük gerçeğim uykusuzluğum doktor” diye diye çare arasınız. “Üstelik münavebeli çalışmıyor müdürüm, müdürüm mü dedim, pardon doktor” diye tekrar sıçrar, akıl ve dil sürçmesine uğrarsınız. Ülkeniz olmuştur apartman, dilinize dönüşmüştür hidrofor. Makine gibi, makine kadar sert, ‘küstah ve acımasız’…
Derdi olan şairler, şu otuz yıllık, insan, hayat ve değişim dinamiğimizi çok yerinde ve kendilerine pek özgü şiir diliyle yakaladılar. Onlardan birisi de hiç şüphesiz Birhan Keskin oldu. Ülkesini bir metafor olarak “hidrofor”a benzetip de hiç isim vermeden onu “duyurabilmek” için hem vicdan sürekliliği hem şiire samimi bağlılık gerektirir. İdrak bu şiirin ana vasfıdır. Yeni kitabı Fakir Kene açık ve açıktan bir Türkiye okuması olarak şimdi önümüzde. Okur, kendi aktüalitesinden, modern şiirin canlı olgusal algılarını bütün kucaklayacaktır şüphesiz. Birhan Keskin şiiri, bugün, “bir balığın yaralı ağzıyla konuşuyor”sa, yaşadığımız döngünün travmatik eğrilerine yönelttiği keskin ve özlü bakış yüzündendir.

İstanbul örneğinde insanın içine çöken yaşantısızlık, “Sen hiç esenler otogarını gördün mü ablam/ Esenler otogarından İstanbul’a kavuşur mu hiç insan” diye sorabilmekle anlamını bulur. Onca yükselme, büyüme, gelişme “söylemine” kilitlenen çağdaş fert, şairin dilinde büyük kopuşun sembolüne dönüşmekte, doğadan bu kopuş “- Bir acı biber bile yanındaki bibere sarılıyordu” mısraında estetik ve vurucu izahına kavuşur. Zillet şiirindeki, inatlı ve inatçı tekrar bir hidrofor sesi homurtusuyla “İstanbul sana tepeden baktım” diye diye yükselir. Bir bina değil “zina” olduğu aşikârdır her şeyin. “Ağaçlara, suya, ovaya ve dağa” baştan beri aşina bu şiir, okura, daha ilk baştan “Kargo” metaforu ile kendisini emanet eder. Sonuçta, okur-insan, şair-insanla buluşacaktır, erek budur.
Şiirsel ritm

İsyan birkaç koldan birlikte yürür Fakir Kene’de. İlk isyan, şehrin içinde, doğaya, ağaca, yaşamanın nefes alıp vermenin önüne dikilen “betonadır.” Hafıza, “başını yatırınca toprağa, gökteki yıldızları da/ işte öyle allahım bilirsin çok güzel yapmıştın bu yeryüzünü” diye mırıldanırken, şimdinin “toki, beton ve hızlı tren seviciliğine” karşı koyar. Belki günü gelip, bir Trakya, Hıdırellez sembolü olan “silkinti otu”yla buluşacaktır, buluşmalıdır insan. “Şimdilik uzak gibi görünüyor” olsa da, “umutlu günler” duygusu hep alttan alta yaşar bu şiirde.

“Sağlıklı yas”, “http:// www.anitasayac.com”, şiirlerinde ise, başka bir duyarlık ve karşı koyuş işler. Cinsel ayrımcılık, kadın cinayetleri, kadına karşı şiddet, tarihsel algının notasal vuruşlarıyla güncellenir. Ülkenin aktüel gerçeği, şiirsel elekten geçirilir. Zaman zaman da mensur şiirin içinden kurar Birhan Keskin dilini. Fakir Tene’nin belirgin özelliklerinden birisi de, şiirsel ritmi, iç buluşlarını ve kendisine özgü duyuruşlarını yüksek ve çok yenilikçi buluşlar ve genişlemeler içermese bile bir tür olağanlık iklimi oluşturmayı başarmasıdır. Özel hayatın bağları ile de düğümlenmiş bu duyuş, onun şiirinde risksiz, yadırgatıcılıktan uzak, ferahlık verici bir açılım intibaını taşıyor.

“Bizim millet şiiri sevmediği gibi el ele tutuşmayı da sevmiyor” diye göz kırpan bu şiir, “Kala kala bana kaldı evet,/ Bir gülün merkezini aramak” şuuruyla kendi tahtına oturuyor. Bu yüzden bağışlayın, “bugünlerde sadece bir şairi ve şiirini seveceğiz, duyduğumuz mutluluktan dolayı da üzgünüz,,,”

TANITIM BÜLTENİ
Kim Bağışlayacak Beni, Ba, Y’ol ve Soğuk Kazı kitaplarının ardından Birhan Keskin’den yeni şiir kitabı: Fakir Kene. On dokuz şiir var Fakir Kene’de. Kitabın başlangıç şiiri olan “Kargo”dan şu alıntı, şairden okuruna bir “teselli”, bir “şifa” niyetine…

Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir
okursun. Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun. N’olcak ki,
bırak patronlar seni kovsun!
Burada bir tutam sabır var. Kendiminkinden kopardım bir parça,
(bende çok boldur) lazım oldukça ya sabır ya sabır, dokunursun.

KİTABIN KÜNYESİ
Fakir Kene
Birhan Keskin
Metis Yayıncılık / Edebiyat-Şiir Dizisi
Türkçe
80 s. — 2. Hamur– Ciltsiz — 13 x 19 cm
İstanbul, 2016

İÇİNDEKİLER
Kargo

KARDEŞ PAYI
Hidrofor
Tespih
Firdevs teyze
Zillet
İskelede bir çırak
Çimenlerin efendisi
Kardeş payı
Kara çıkalım
Sağlıklı yas
Anitsayac
Dogmayaydın

KÜÇÜK ŞEYLER
I-VI

ALWAYS ON THE MOVE
Bırak bırak
Hıdırellez
Always on the move
Parmağımda bir mavi yüzük
Yaz! Deli tetikte

CÜMLE KAPISI
Zehra teyzem

Exit mobile version