Gorki’nin Ana’sı: “Bizleri köpekler gibi tasmalı, zincirli tutuyorlar, cehalet içinde bırakıyorlar, korku içinde yaşatıyorlar…”

anaAna, kâğıtları topladıklarını, ceketlerin altına, ceplere sokup sakladıklarını görünce yeniden güç kazandığını duydu.
Daha sakinleşti. Gurur duyuyordu. Bunun sevinci coşturdu onu. Valizden tomar tomar bildiri çıkarıp sağa sola saçıyordu.
Bir yandan da konuşuyordu.
«Oğlumu ve arkadaşlarını niye yargıladılar, biliyor musunuz?
Söyleyeceğim, ve siz inanacaksınız ak saçlı bir Ananın sözlerine: Dün onları mahkûm ettiler, çünkü onlar size, hepinize gerçeği anlatıyorlardı. Bu gerçeği hiç kimsenin, ama hiç kimsenin suçlayamayacağını dün anladım.»

Gitgide büyüyen ve yoğunlaşan kalabalık susmuş, Ana’yı canlı bir halka içine almıştı.
«Çalışmak, yoksulluktan, açlıktan ve hastalıktan başka
bir şey kazandırıyor insanlara. Her şey aleyhimizde. Tüm
ömrümüzü sabahın köründen gece yarılarına dek çalışıp didinerek
tüketiyoruz, çirkefin aldatmacanın içinde sürünüyoruz,
kahroluyoruz, öte yanda ise başkaları çektiğimiz çileler
sayesinde çatlayıncaya dek yiyor, içiyor, eğleniyor. Ve bizleri
köpekler gibi tasmalı, zincirli tutuyorlar, cehalet içinde
bırakıyorlar, korku içinde yaşatıyorlar… Evet, hiç bir şeyden
haberimiz yok, ve her şeyden korkarız! Bizim yaşamımız bir
geceden ibaret, zifir karanlık bir gece!»
Birkaç yerden boğuk sesler yükseldi:
«Gerçekten öyle!»
«Kapat şunun çenesini!»
Ana, kalabalığın gerisinde sivil polisi gördü; yanında iki
jandarma vardı. Son tomarları da dağıtmak için acele etti,
ama elini valizin içine sokunca orada bir başka ele rastladı.
«Alın! Alın!»
«Dağılın!» diye bağırdılar jandarmalar kalabalığı geriye
iterek.
Kalabalık, bu itiş kakış arasında belki de istemeyerek
jandarmaları sıkıştırıyor, hareketlerine engel oluyordu. Kır
saçlı, dürüst bakışlı, yüzünden iyilik akan bu kadının çekiciliği
vardı. Yaşamın akışı içinde birbirinden kopmuş, yalnızlaşmış
bu insanlar şimdi onun sözleri karşısında bir bütün
halinde kaynaşıyorlardı. Belki de çoktandır bekliyorlardı bu
ateşli sözleri, susamışlardı belki feleğin sillesini yiyen, onurlarını
unutan bu fakirler.. Ana’ya en yakın duranlar susuyorlardı.
Pelageya onların dikkatli doymaz gözlerini görüyor, ılık
soluklarını yüzünde duyuyordu..
«Git burdan, kocakarı!»
«Yakalayacaklar seni!»
«Hiç korktuğu yok!»
Jandarmalar yaklaşıyorlar:
«Yallah! Dağılın bakalım!» diye bağırıyorlardı.
İtilip kakılanlar sendeliyor, birbirlerine tutunuyorlardı.
Hepsinin, söylediklerini anlam aya, inanmaya hazır
olduklarını sanan Pelageya bütün bildiklerini, kudretini hissettiği
bütün düşünceleri telâşla anlatmak, ortaya dökmek
istiyordu. Sözler, fikirler, benliğinin ta derinliklerinden hiç çaba
harcamadan fışkırıyor, dudaklarının ucuna geliyordu bir
şarkı gibi. Ancak, sesinin titrediğini, kısıldığını farkediyor ve
bundan utanıyordu:
«Oğlumun sözü, işçi sınıfının bir evlâdının, nam uslu
bir insanın tertemiz sözüdür! Dürüst insanlar cesaretlerinden
tanınırlar!..»
Genç gözler coşkuyla bakıyordu A na’ya.
Göğsüne bir darbe yiyip sendeledi, sıranın üzerine çöktü.
Başlar üstünde jandarmaların elleri sallanıyordu. Adam ları
yakalarından, omuzlarından tutup bir kıyıya itiyor, şapkalarını
kapıp uzağa fırlatıyorlardı. Ana’nın gözleri karardı, yer
sallandı. Gelgelelim tuttu kendini, gücü yettiğince bağırdı:
«Halk tüm gücünü tek bir güç halinde birleştirmeli!»
Jandarmalardan birinin iri, kırmızı eli boynundan yakalayıp
sarstı.
«Kapa çeneni!»
Ensesi duvara çarptı. Korku bürüdü yüreğini. Ama içinde
yanan ateş, korkusunu dağıttı.
«Yürü!» dedi jandarma.
«Hiç bir şeyden korkunuz olmasın! Bir ömür boyu çektiğiniz
çileden beteri yoktur… »
«Sus diyorum sana!»
Jandarma kolundan tutup kabalıkla çekti. İkinci bir
jandarma öbür kolundan yakaladı, sürükleyip götürdüler.
«… her gün yüreğinizi kemiren, göğsünüzü kurutan bu
çile… »
Sivil polis, Ana’nın üstüne yürüdü, yumruğunu sallayarak
bağırdı:
«Susacak mısın, kahpe!»
Pelageya’nın gözleri büyüdü, ateş saçtı, çenesi titredi.
Dizlerini bükerek sürükleyenlere karşı direndi.
«Dinlen bir ruh öldürülemez… »
«Köpek!»
Sivil polisin yumruğu Ana’nın suratına indi. Hınçlı bir
ses işitildi:
«Haketti bunak karı!»
Ana’nın gözlerinde şimşekler çaktı, siyah kırmızı bir
perde kör etti onu bir an, kanın tuzlu tadı doldu ağzına.
Çevreden yükselen haykırışlarla kendine geldi.
«Vurmayın!»
«Hey! Çocuklar!»
«İtoğlu it!»
«Vur kafasına!»
«Akıl, kanla boğulmaz!»
Boynundan, sırtından itiyorlar, omuzlarına, başına
vuruyorlardı. Her şey sallanıyordu, haykırışlar, çığlıklar, dü­dükler
girdabında siliniyordu. Sağır olmuş gibiydi. Soluğu
tıkanıyordu. Yer kaydı ayakları altından. Dizleri büküldü.
Vü­cudu duyduğu acılardan titredi, ağırlaştı, sallandı. Dermanı
kesiliyordu. Ama gözleri, hâlâ çakmak çakmaktı; çevresinde
yiğitçe parlayan bir sürü başka göze takılıyordu. Bu parıltıyı
iyi bilirdi ve severdi de.
Kapıya doğru ittiler onu. Bir elini kurtarıp pervazı yakaladı,
asıldı, direndi:
«Gerçeğin ateşi kan deryalarında bile söndürülemez…
»
Eline vurdular.
«Çılgınlar! Bu yaptığınız size ancak kin kazandırabilir.
Ve bu kin boğacaktır sizi!»
Bir jandarma boğazına sarıldı, sıktı.
Bir hırıltı çıktı Ana’nın boğazından:
«Zavallılar…»
Bir. hıçkırık karşılık verdi.

ANA / Maksim Gorki / Türkçesi: Zaven Biberyan
Oda Yayınları, 10. Basım/Eylül 1992

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir