İklim Değişikliği Konusunda Neden Anlaşamıyoruz? – Mike Hulme

İklim Değişikliği Konusunda Neden Anlaşamıyoruzİklim değişikliği, ‘çözüm’ bekleyen bir ‘problem’ değil, çevresel, kültürel ve politik bir olgudur. Mike Hulme, iklim değişikliği üzerinde uzmanlaşan bilim insanı ve yorumcu olarak yirmi beş yıllık profesyonel tecrübesine dayanarak, iklim değişikliğinin ortaya çıkışı ve çeşitli kavrayış biçimlerine ilişkin özgün bir açıklama sunuyor. İklim değişikliğinin detaylı bir bilimsel incelemesini yaptıktan sonra, konunun ekonomik, psikolojik ve sosyolojik boyutlarını ele alarak, bu olgunun atmosfer ve özellikle de karbondioksit gazının metalaştırılması için meşrulaştırma aracı olarak kullanıldığının altını çiziyor. Halkın ortak alanlarını yani atmosferin, küresel ısınma gerekçesiyle özel mülke çevrilerek, metaya fiyat biçen ve onu denetleyen piyasaya tahsis edildiğine ya da satıldığına vurgu yapıyor.

“Bu özel ve derin kitapta, değerli bir iklim araştırmacısı, iklim değişikliği konusunda ne yapmamız gerektiğini sürekli sorgulamamızın neden yanlış olduğunu ve hayal kırıklığı yarattığını göstermektedir.”
Sheila Jasanoff, Harvard Üniversitesi, Harvard, Pforzheimer Bilim ve Teknoloji Çalışmaları Profesörü

“Hulme, son birkaç yıldır, bazılarınca “iklim pornosu” (bazı bilimsel toplulukların ve medyanın, iklim değişikliğini felaket ve kıyamet söylemleriyle sunma eğilimi) olarak tanımlanan kavrama karşı çıkmıştır. Bu sürükleyici kitap, iklim değişikliğinin, bilim insanları tarafından ölçülebilir ve gözlemlenebilir fiziksel bir olgu olmaktan çıkıp nasıl sosyal, kültürel ve politik bir olguya dönüştüğünü resmederek konuya ışık tutar.”
Fiona Fox, Londra, Science Media Centre Müdürü

“Hulme’un asıl sorusu: ‘Tüm insanlığın uğraştığı bu proje gerçekte neyle ilgilidir?’ ve bu kilit soru, kitabı da ayırt edici yapan özelliktir.”
Alaistair McIntosh, Strathclyde Üniversitesi, Coğrafya ve Sosyoloji Bölümü, İnsan Ekolojisi Konuk Profesör

“İklim değişikliği konusuna ilişkin her kafadan bir sesin yükseldiği bu kaotik yayın dünyasında öne çıkacak bir kitaptır. Mike Hulme, bütünleştirici nitelikte sakin ve otoriter bir duruş sergilemektedir.”

Tim O’Riordan, East Anglia Üniversitesi, Çevre Bilimleri Onursal Profesörü

Önsöz
Yaklaşık yirmi yıl önce, iklim değişikliği politika araştırmaları alanına ilk adım attığımda, ABD Çevre Koruma Kurumunun eski başkan yardımcısı, zamanımı boşa harcadığım yönünde beni uyarmıştı, çünkü: ‘İklim değişikliği asla temel kamu politikası meselesi olmayacaktı.’ Bu konuda öne sürdüğü üç neden: ‘Bilimin oldukça belirsiz olduğu, etkilerinin çok uzak gelecekte anlaşılacağı ve sorunların da kolaylıkla belirlenemeyeceği’ yönündeydi. Bense buna karşılık, iklim değişikliğinin temel politik bir mesele haline gelmesinin nedeninin tam da bu öne sürülen nedenler olduğunu dile getirmiştim. Toplumda uzun süre ilgi odağı olmasını garantileyecek olan, iklim değişikliğinin –her insan için farklı anlamlar barındırmasıydı– sahip olduğu esneklikti.
On yıl sonra, Kyoto Protokolünün hemen ardından, iklim değişikliğinin ‘kötücüllüğünü’ bir sorun olarak kabul etmemizi pekiştiren, iklim değişikliğiyle[1] ilgili sosyal bilim araştırması üzerine gelişmiş bir rapor yayımladım. Buradaki kötücüllük, ahlaki bir hüküm değildir (buna karşın bazı insanlar için iklim değişikliği, ahlak dışı endüstriyel yaşam biçiminin bir sonucudur). Bu, şehir planlaması[2] çalışmalarından kaynaklanan, ‘tezat kesinlikler’ tarafından şekillenen ve dolayısıyla etkili ve uzlaşmaya dayalı çözümlere karşı çıkan akıl almaz derecede karmaşık problemleri tanımlama biçimidir.
Mike Hulme’un da bu kitapta değindiği gibi, on yıl sonra iklim değişikliği, insanoğlunun, iklim değişikliği koşullarına göre ekonomik kalkınma ya da yönetim şekilleri konusunda tercihler yapmak zorunda kalacağı gibi, çözülmesi gereken bir problem olmayacaktır. İklim değişikliğinin yaşamlarımız üzerinde bir tehdit oluşturduğu yönündeki algımız, Doğaya ilişkin görüşlerimize, bilimsel analizlere ilişkin değerlendirmelerimize, risk algımıza ve tehlikede altında bulunan şeylerle ilgili düşüncelerimize –ekonomik büyümeye, ulusal egemenliğe, türlerin yok oluşuna ya da gelişmekte olan ülkelerdeki marjinal çevrelerde yaşayan yoksulların hayatlarına– ve tüm bunlar arasındaki değiş tokuşun politik, etik veya ekonomik açıdan doğru olup olmadığına bağlıdır.
Bilim insanları, politikacılar ve toplum, iklim bilimiyle ilgili temel ilkeler ve sağlam bulgular konusunda uzlaşmaya varsalar da bilimin, olası sonuçlarına ilişkin anlaşmazlık yaşama ihtimalleri her zaman bulunur. Bilimin, politika konusunda uzlaşma ‘sağlaması’ ve daha iyi olanın ise sahip olduğumuz farklı görüşleri hafifletmesi, politik, milli, örgütsel, dinsel ve entelektüel kültürdeki farklılıkları önemsemez. Dolayısıyla bir grup insan tarafından kanıksanan fakat içerdiği fikir ve yükümlülüklerden dolayı bir başkası için kabullenmesi zor olan şey ‘bilginin rahatsız ediciliğidir’.[3]
İklim Değişikliği Konusunda Neden Anlaşamıyoruz adlı bu kitap, iklim tartışmalarındaki sosyolojik yönü en az iki önemli açıdan geliştirmektedir. İlki, kitabın güzide bir iklim bilimci tarafından yazılmış olmasıdır. İklim değişikliği söz konusu olduğunda, mesele her ne kadar doğal sistem yerine sosyal sistemlerin alanına girse de antropologlar, sosyologlar ve siyaset bilimcilere nazaran bilim insanları, politikacılar ve gazeteciler doğa bilimcilerin görüşlerini daha ciddiye alırlar. Bu durum, bilim insanlarının kendi uzmanlık alanlarıyla çok yüzeysel olarak bağlantılı olduğu durumlarda dahi geçerlidir (iklim modellemenin kuşkusuz sağlam olduğu konusunda ısrar eden Birleşik Krallık Hükümetinin eski iki baş mühendisi gibi). Çağdaş toplumda bilim, nihai meşruluk kaynağı olmaya başladıkça, bunu uygulayanların çoğu ‘iklim değişikliği biliminin oluşturulduğunu’ (ve aynı zamanda iklim politikasının da oluşturulduğunu) dile getirerek tartışılmaz doktrinin savunucuları oldukları yönünde hareket ederler. Diğer taraftan da klimatolojik bilginin oluşturulmasına daha yakın olan Hulme gibi iklim bilimi uzmanları, bilimdeki kaçınılmaz muğlaklıkların ve boşlukların da tam olarak farkındadırlar ve dolayısıyla epistemolojik belirsizlikler ve çakışan sosyal değerler ışığında nasıl hareket edeceklerine ilişkin stratejik toplumsal ve politik diyalogların gerekliliğinin de farkındadırlar.
İkincisi ve daha önemlisiyse, Mike Hulme’un, bilimsel otoritesini iklim tartışmalarındaki sosyolojik ve antropolojik anlayışa uygun hale getirmesinden daha fazlasını yapmasıdır. Hulme, iklim değişikliği tartışmalarını, farklı çıkar gruplarının kendi özel gündemleriyle şekilleneceği bir olgu olmaktan çıkararak, sosyal bilimcilerin yapmaya çalıştığından daha öteye geçmiştir. Aksine iklim değişikliği, günümüzün temel meseleleriyle ilgili toplumsal tartışmalar için oldukça gerekli bir alandır.
İklim, uygarlığa ve geleceğe ilişkin farklı görüşlerin ardında harekete geçirilmesi gereken bir olgudan daha fazlasıdır. Özünde yerelden küresele politik konuların şekillendiği temel anlatım biçimi haline gelmiştir. Bu durumda iklim değişikliği tartışmaları, çağdaş toplumdaki politik söylemleri şekillendiren sermaye ve sosyal sınıf tartışmalarının yerine geçmiştir. Bu bağlamda Hulme şunları dile getirir: ‘“İklim değişikliğine karşı savaşmak” için saflarımızı belirlemekten ziyade iklim değişikliği kavramıyla daha yapıcı ve yaratıcı bir ilişki içine girmeliyiz.’ John F. Kennedy’nin sözlerini yorumlayarak da şunları ileri sürer, ‘iklim değişikliği konusunda ne yapmamız gerektiğini değil, iklim değişikliğinin bizler için neler yapabileceğini sorgulamalıyız.’ Kendi sözleriyle de şunları dile getirir; ‘iklim değişikliğini hem bir büyüteç hem de ayna niyetine kullanmalıyız’: büyüteç olarak kullanıldığında, gerçekler ve toplumsal değerler bağlamındaki tercihlerin uzun vadeli sonuçlarına odaklanmak; ve ayna olarak kullanıldığındaysa ‘kendimiz ve tüm insanlık için gerçekte ne başarmak istediğimize yakından bakmak’.
Bu yüzden ‘iklim değişikliği’ kavramının esnekliği, etkili çözümler (karbon ticareti gibi) konusunda uzlaşmaya ve hatta ‘etkisiz çözümler’ ya da ‘eksik olarak kuramlaştırılmış anlaşmaların’[4] ortaya çıkmasına da engel değildir. Toplumun yararı ve ekonomik sorumluluklar konusunda karşıt görüşlere sahip kişilerin birbirleriyle yüzleşebilecekleri ‘güvenli’ (iklimin ortaya çıkardığı tehlikeler göz önüne alındığında bu durum ironik olabilir) bir ortam sağlar. Bu kitapta Hulme’un da gösterdiği gibi, ‘iyinin’ doğasına ilişkin içerik olarak zengin ve karmaşık olan toplumsal söylemi, atmosferdeki ‘makul’ seviyedeki karbondioksitle ilgili teknik ve politik tartışmalara indirgemek, konuyu saptırmaktan başka bir şey değildir.

Steve Rayner
James Martin Okulu Bilim ve Uygarlık Profesörü
Oxford Üniversitesi

Giriş
İklim Değişikliği Konusunda Neden Anlaşamıyoruz, iklim değişikliği kavramının nereden kaynaklandığını, değişik yerlerde yaşayan farklı insanlar için ne anlam ifade ettiğini ve bu konuda farklı görüşlere yer veren, aynı zamanda da iklim değişikliğini çeşitli açılardan ele alan bir kitaptır.
İklim değişikliğini olabildiğince gözlenebilir, sayılabilir ve ölçülebilir fiziksel bir olgu şeklinde ele alarak sunuyorum. Bir diğer konu ise, iklim değişikliğinin bilim adamları tarafından genellikle nasıl anlaşıldığı ve son yıllarda bilimin, iklim değişikliğini topluma nasıl sunduğuyla ilgilidir. Fakat toplumun, iklim değişikliğinin gözlenebilir gerçekleriyle yüzleşmesiyle ve bilim adamlarının dikkat çektiği tehlikeler hakkında bilgi sahibi olmasıyla birlikte iklim değişikliği, ağırlıklı olarak fiziksel bir olgu olmanın yanı sıra sosyal bir olgu haline gelmiştir. Bu iki olgu da birbirinden çok farklıdır. İnsanoğlunun, tüm dünyadaki fiziksel iklimi yeniden şekillendirme konusunda etkin bir role sahip olduğunu –zaman zaman istemeyerek de olsa– fark ettikçe kültürel, sosyal, siyasal ve etik pratiklerimiz de iklim değişikliğini yeniden yorumlar. İklim değişikliği kavramı artık, kökenini yalnızca doğa bilimlerinden alan bir olgu olmanın ötesinde seyreder hale gelmiştir. Bu süreçte, yeni kültürlerle tanışıp, siyaset, ekonomi, popüler kültür, ticaret ve din kavramlarıyla da karşılaşarak –genellikle medyanın aracılığıyla– yeni anlamlar kazanır ve yeni amaçlara hizmet eder.
Bu kitapta, mutasyona uğrayan iklim değişikliği fikrini inceliyorum. Bunu da fen bilimlerinin, sosyal bilimlerin ve beşeri bilimlerin kavramlarını, araçlarını, dilini ve ekonominin, siyasetin, dinin de söylemlerini ve pratiklerini kullanarak yapıyorum. İklim değişikliğini bu farklı bakış açılarından mercek altına aldığımızda, –kişinin kim olduğuna ve nerede durduğuna bağlı olarak– iklim değişikliği düşüncesinin bambaşka anlamlar taşıdığını ve de apayrı amaçlara işaret ettiğini görüyoruz. Bu farklı bakış açısı, iklim değişikliği üzerine yapılan salt bilimsel içerikli yorumlardan fazlasıyla köklüdür. İklim değişikliği hakkındaki uyumsuz söylemlerimiz, insanlığın öyküsündeki çeşitliliği, yaratıcılığı ve çelişkiyi, farklı etik, ideolojik ve politik inançları, geçmiş üzerine olan türlü yorumları ve de gelecek hakkındaki rekabetçi görüşleri açığa çıkarır. İklim değişikliği bağlamındaki bu anlaşmazlık, roman yazarı Ian McEwan tarafından şu şekilde ele alınmıştır: “Kendi aramızda anlaşabiliyor muyuz? Zeki fakat geçimsiz türleriz; bir araya geldiğimizde her kafadan farklı bir ses çıkar.” İklim değişikliğini anlamak ve siyasette yapıcı bir şekilde kullanmak istiyorsak öncelikle bu uyumsuz sesler ile çeşitli inançları, değerleri, istekleri ve tutumları, özellikle de iklim değişikliğinin, insan yaşamı ve karakteri için ne ifade ettiğini anlamalıyız. Ne anlatmaya çalıştığımı örneklemek gerekirse, iklim değişikliğinin önemi konusunda dolaşımda olan en belirgin söylemlerden dört güncel ve karşıt anlatım şeklinden bahsedeceğim.
Bir savaş alanı olarak iklim değişikliği: Bilgiye ulaşmanın iki farklı yolu olarak, çeşitli felsefelerin ve bilim pratiklerinin arasındaki rekabet alanı olarak iklim değişikliği, medyanın ve diğer sosyal aktörlerin kolaylıkla etkilendiği, ilgi uyandıran bir konudur. Bu ihtilaflar, sözümona bilim hakkında olsa da, iklim değişikliği konusundaki bilimsel tartışmalar sıklıkla, geleceğe yönelik alternatif görüşlerin ve toplum içindeki baskın otoritelerin arasındaki çekişmelere alet edilmesiyle sonuçlanır.
Meşrulaştırma aracı olarak iklim değişikliği: atmosferin ve özellikle de karbondioksit gazının metalaştırılması anlamına gelir. İklim değişikliği, halkın ortak alanlarını yani atmosferi, özel mülke çevirme konusunda en yeni gerekçe olarak görülür. Karbondioksit gazı salımı için yaratılan ‘mülkiyet hakları’, metaya fiyat biçen ve onu denetleyen piyasanın yanında bazı kuruluşlara tahsis edilmiş ya da ihaleyle satılmaktadır.
Esin kaynağı olarak iklim değişikliği: yeni oluşan ya da yeniden canlandırılan toplumsal hareketler için bir ilham kaynağıdır. İklim değişikliği, küreselleşmenin çirkin pratiklerinin bir temsili olduğundan, bunlara meydan okumak ve politik, sosyal ve ekonomik tutumlardaki değişimi kolaylaştırmak için, seçkin ve popüler olmak üzere, yeni etkinlik biçimlerinin ortaya çıkmasını destekler.
Bir tehdit olarak iklim değişikliği: etnik, milli ve küresel güvenliğe tehlike arz etmesi bakımından bir tehdit olarak ele alınmıştır. Bu konuyla ilişkili olan söylem, iklim değişikliğini, uluslararası terörün olası tehditleriyle karşılaştırarak, hükümetlerin, jeo-diplomasilerini yeniden gözden geçirmelerini gerektirmiştir. Bu konu son yıllarda özellikle Birleşik Krallık tarafından kabullenilmiş ve Nisan 2007’de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından gerçekleştirilen iklim değişikliğine ilişkin ilk tartışmanın da konusu olmuştur.
Tüm bu bilimsel, ekonomik, sosyal ve politik alanların arasındaki çekişmeler ve yenilikler, iklim değişikliği kavramının, belli bir esnekliğe ya da en azından bu niteliğe sahip olmasını sağlayan bir şekilde yapılandığını gösterir. Bu özellik, iklim değişikliğinin rahatlıkla geniş yelpazeli ideolojik projeleri desteklemesine olanak sağlar. İklim değişikliği, birçok farklı şekilde yapılanabilir ve biçimlendirilebilir. Bu yapılar bazen birbirlerini tamamlarlar ama genelde çelişen bir görünüm sergilerler.
Yukarıda bahsedilenlerin tamamı, bir konuyu yalnızca nihai sonuca ulaştırmanın ötesinde, iklim değişikliğinin çok daha ilginç bir öyküsü olduğunu gözler önüne serer. Bu öykü, Doğa ile Kültürün[1] buluşması, insanoğlunun bu iki alanda nasıl baş aktör olduğu ve bizlerin de Doğayı ve Kültür’ü mütemadiyen nasıl tekrar ve tekrar yeniden yarattığımızla ilgilidir. İklim değişikliği, bilimin öğretilerini ve yöntemleri kullanılarak keşfedilmeyi, kanıtlanmayı ya da çürütülmeyi bekleyen basit bir ‘olgu’ değildir. Dolayısıyla iklim değişikliği, siyasi ideolojilerin çatışması ve dini inançların çekişmesi gibi sorunlardan daha elzem çözüm bekleyen bir sorun da değildir.
İklim değişikliğiyle ilgili tüm anlatılanlar, bir kavramın yayılmasının ve bunun da bizlerin düşünme, hissetme ve eyleme biçimlerimizi nasıl değiştirdiğinin öyküsüdür. İklim değişikliği yalnızca içinde yaşadığımız dünyayı değil, aynı zamanda sosyal hayatlarımızı[2] da değiştirmekte ve hatta daha da ötesine uzanmaktadır. Dolayısıyla ‘İklim değişikliğini nasıl çözeriz?’ sorusundan ziyade, ‘İklim değişikliği, bireysel isteklerimize ve kolektif toplumsal hedeflerimize ulaşma biçimimizi nasıl değiştirir?’ sorusunu sormak yerinde olur. İklim değişikliği konusunda neden anlaşamadığımızı kavramanın dışında ayrıca, ‘geçimsiz türlerin’ ikamet ettiği kalabalık ve fani gezegende yaşamanın neye mal olduğunu anlamamız da yerinde olacaktır.
Bu kitapta ele aldığım iklim değişikliği, son otuz yıldan fazla bir zamandır karşı karşıya kaldığım iklimde yaşanan değişikliklerinden ortaya çıkmıştır. İklim değişikliğiyle olan karşılaşmam, ben üniversite öğrencisiyken başladı, araştırma görevlisi olduğum dönemde devam etti ve yakın zamanda ise profesör, araştırmacı, eğitimci ve de toplum sözcüsü kimliklerimle de devamlılığını sürdürdü. Bu kitabı neden ve nasıl yazdığımı kavramak için, öncelikle iklim değişikliğiyle olan karşılaşmamın çeşitli evrelerini anlamak gereklidir. İklim değişikliğiyle olan ilişkimi, bu süreçteki altı evreyle ilişkilendiriyorum. Şu anki bakış açımı, kişisel ve profesyonel deneyimlerim şekillendirmiştir. Yaşadığım bu evreleri, iklim değişikliğiyle ilişkilendirmeye değer görüyorum çünkü evreler arası yaptığım yolculuk –1970’lerin sonundan bugüne– iklim değişikliğinin, genellikle bilimsel olarak mesleki bir ilgi olmaktan öte güncel ve dünya çapında popüler bir söylemin konusuna dönüşmesiyle aynı zamana rastlamaktadır.
İklim değişikliğiyle ilk olarak, 1970’lerin sonunda İngiltere’de coğrafya öğrenimi görürken tanıştım. Dolayısıyla bu kavramın, coğrafyaya ve tarihe olan hayranlığımı daha belirgin kıldığını söylemek yerinde olur. Bu bağlamda okuduğum ilk kitap ise Hubert Lamb’ın 1977 Climate Change: Present, past and future [1977 İklim Değişikliği: Günümüz, geçmiş ve gelecek] adlı yapıtıydı. Böylece, 1978 ve 1988 dönemini kapsayan, ‘Gençlik İdealizmi’ adını verdiğim yolculuğumun ilk evresi başlamış oldu. Durham Üniversitesindeki coğrafya lisans öğrenimim bana, iklimlerin, insan evrimi zaman ölçeğine göre değiştiğini göstermişti. Buzul Çağının yakın zamanda geleceği ileri sürüldüğü zaman da bugün olduğu gibi gerçeklikten uzak olduğu savunuluyordu. O zaman da bugün olduğu gibi şaşkınlığa uğramıştım.
Buna müteakip, Wales Üniversitesinde doktora araştırma çalışmam olan Sudan’daki son yıllarda gözlemlenen yağış değişiklikleri beni, iklim değişikliği üzerine çalışmanın, Hıristiyan inancımdan[3] kaynaklanan hümanist ideallerimi tatmin etmenin bir yolu olduğuna ikna etmişti. Sudan’da 1980’lerin başlarında Sahel bölgesindeki kuraklığın sebep olduğu acı ve tahribata ilk elden şahit oldum ve iklim değişikliğini ve değişkenliğini daha iyi kavramanın da insanların çektiği bu acıyı azaltacağı kanısına vardım. İklim değişikliği, 1984’te Salford Üniversitesi coğrafya bölümünde öğretim üyesi olarak ilk profesyonel görevime adım atmamı sağladı. Böylece bu durum doktora sonrası araştırmamda, Birleşik Krallık’ta Norwich’te bulunan East Anglia Üniversitesinde Çevre Bilimleri Fakültesinin İklim Araştırmaları Birimi’ndeki Prof. Tom Wigley’le çalışabilmeyi garantiye almam için bir basamak oldu. Doktoramı yaparken ve de Norwich’te doktora sonrası dönemimde kendimi, nicel, özellikle de istatistiksel yöntemler uyguladığım iklim değişikliği çalışmalarına kaptırdım. Dolayısıyla bu da iklim değişikliğiyle olan yolculuğumun ‘Nicel Analiz’ adını verdiğim ikinci evresiydi. İklim değişikliği bilimine olan esas analitik katkılarım bu dönemde gerçekleşti. Küresel ve bölgesel yağış eğilimlerini incelemek için dünya çapındaki gözlemsel iklim verileriyle ve yeni oluşan iklim örneklerinin performansını değerlendirmek için de küçük ama gelişmekte olan uluslararası iklim örnekleme merkezleriyle –özellikle Birleşik Krallık’taki Hadley Merkezi– çalıştım. Bu çalışmalarda ve yayınlarımda, iklim değişikliğine, nicel verilerle açıklanan ve örneklerle anlaşılan fiziksel bir olgu şeklinde yaklaştım. Bu analitik döneme yerleşik, yolculuğumdaki bir diğer önemli evrede ise iklim değişikliğini ‘Siyasi İdeoloji’ olarak ele aldım. Böylece sera gazı emisyonlarından kaynaklanan küresel iklim değişikliğini, serbest-piyasanın, müşteri merkezliliğin ve kapitalist ekonominin alameti olarak görmeye başladım ve bu da benim karşı olduğum bir ideolojiydi. Bu karşı duruş, 1985 ve 1988 yılları arasında Salford Üniversitesinde, son sınıf coğrafya lisans öğrencilerine güncel iklim değişikliği üzerine verdiğim derste yararlandığım ideolojik bir çerçeveydi. İklim değişikliğini bu şekilde ele almak, Birleşik Krallık’taki Thatcher muhafazakârlığının hâkim olduğu on yıllık süre zarfında, siyasi görüşümü geliştirme konusunda bir hayli faydalı olmuştu. Akabinde de 1990 yılında İngiliz İşçi Partisine katıldım.
İklim değişikliğiyle ilgili düşünsel ve duygusal ilişkim, beni birçok açıdan geliştirdi. İklim değişikliğinin, ilk olarak 1988 yılında ‘sera yazının’ kamu bilincine girmesiyle, ben de yolculuğumun dördüncü evresine (‘Yaşam tercihleri) girerek, iklim değişikliğine olan katkılarımı gözden geçirmeye başladım. 1988 yılından itibaren, kendi karbon kullanımımı ve ekolojik ayak izimi azaltmak için, enerji talebi, ev alımı ve taşımacılık yöntemleri konusundaki tutumlarımı etkileyen kararlar aldım. Örneğin 2000 yılında, aile arabası olarak ilk nesil, elektrikle çalışan bir Toyota Prius satın aldım. Bu zaman zarfında da, mesleki konuşmalarımın dışında, çeşitli yerel topluluklara da iklim değişikliğinin nedenleri ve sonuçları hakkında konuşmalar yapmaya başladım.
Avrupa Birliğiyle yapılan bir dizi araştırma sözleşmeleri boyunca (Birleşik Krallık hükümeti ve diğer uluslararası yatırım kuruluşlarıyla), 1993 ve 2002 yılları arasında ‘Politika Senaryoları’ adını verdiğim, iklim değişikliğiyle olan yolculuğumun beşinci evresi başladı. Bu sözleşmeler, bir dizi iklim değişikliği tasarısının gelişimiyle ilgili olarak Birleşik Krallık, Avrupa, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli ve de Afrika ve Asya’daki diğer ülkeler ve bölgeler için öncülük etmemi gerektirdi. Bilhassa, Birleşik Krallık çevre bakanlığında sözleşmeli olarak, 1998 ve 2002 yıllarında Birleşik Krallık iklim değişikliği plan tasarısında ve sağlanmasında öncülük ettim. Bu senaryo çalışmalarında, gözlenen veriler ve iklim örneklerine olan yakınlığımla birlikte analitik uzmanlığımdan da yararlanılmıştı. Bu durum, profesyonel kariyerimi, toplumsal kararlar almak ve politik değerlendirmeler yapmak açısından olgunlaştırmıştır. 1990’ların sonu ve 2000’lerin başlarında, önemli uluslararası iklim yasalarının düzenlendiği yıllar zarfında iklim değişikliğini, bağımsız ve nicel bilimsel analizin bir nesnesi olarak görmekten çok, stratejik karar alma sürecinin ve kamu politikasının bir meselesi olarak görmeye başladım.
Altıncı ve de yolculuğumun sonuncu evresi ise 1999’da, Birleşik Krallık’taki üniversitelerin yeni ulusal iklim değişikliği araştırma merkezi için teklif verdikleri bir konsorsiyuma öncülük etmem istendiğinde başladı. Bu merkeze, on dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan bilim adamı John Tyndall’ın ismini verdim. Tyndall Merkezi, iklim değişikliğiyle ilgili araştırmaları, dünya genelindeki toplumların da dahil olabilecekleri bir yöntemle yürütmek için, doğa ve sosyal bilimlerinden, ekonomiden ve mühendislikten yararlanılarak tasarlanan ve yürütülen disiplinlerarası bir girişimdir. Başlangıçta iklim değişikliğinin, ekolojik bir bilimsel problem olarak yapılandığını düşünüyordum, ama şimdi bu kavramın, giderek farklı sosyal aktörler tarafından çeşitli şekillerde tekrar tekrar yorumlandığı büyük resmi görmeye başladım.
Çeşitli kuruluşlara ve gruplara –yerel mercilere, iş derneklerine, sivil gruplara, devlet memurlarına– konuşmalar yaptım ve meclis toplantılarına da tanıklık ettim. Yaptığım konuşmalar dışında, dünya genelinde Cayman Adaları, Çin, Kıbrıs, Çek Cumhuriyeti, Almanya, Hindistan, Letonya, Moldova, Amerika Birleşik Devletleri ve Zimbabwe gibi çeşitli ülkelerde gerçekleşen seminerlere katıldım. İnsanların politik, sosyal ve kültürel donanımlarına göre iklim değişikliğinin de farklı anlamlar taşıdığını görmeye başladım. İklim değişikliği kapsamındaki topluluk konuşmalarımın çoğalması ve çeşitlenmesiyle –İngiliz hükümetinin 2005 yılının Şubat ayında Exeter’de düzenlenen Tehlikeli İklim Değişikliğini Önleme üzerine verdiği konferansın etkisi olduğuna inanıyorum– iklim değişikliğiyle ilişkilendirdiğim daha evvelki yöntemlerden tatmin olmamaya başladım. Dolayısıyla iklim değişikliğinin çok çeşitli amaçlara uygulanabilir olmasına ve esnekliğine hayran kaldım.
Yolculuğumun ‘Kültürel Aydınlanma’ adını verdiğim bu son evresi, üniversitemde tarih yüksek lisansı yapmamla birlikte aydınlandı. Dolayısıyla ekoloji, Aydınlanma tarihi, bilim tarihi ve bilimsel bilginin sosyolojisi gibi çeşitli düşünsel gelenekler yelpazesiyle tanıştım. Tarihe ilişkin okumalarımın ve yedi yılı aşkın bir süre boyunca Tyndall Merkezindeki görevim sırasında edindiğim görüşlerin, 1980’li yılların başlarına uzanan araştırma kariyerimin önceki evreleriyle birleşmesi bu kitabın temelini oluşturdu.
İklim değişikliğiyle olan yolculuğuma yeteri kadar değindiğime göre, bir de yanlış anlaşılma ihtimaline karşı bu olguya ilişkin duruşumu da açık bir şekilde ifade etmeliyim. İklimin fiziksel özelliklerinin insanlara ve mekanlara karşı doğurduğu riskler, somut, ciddi ve sürekli artan insan müdahalesi ve yönlendirmesini gerektirir. Küresel iklimin fiziksel fonksiyonlarının değişimi dolayısıyla atmosferin de değişen bileşiminin etkisi altında yerel hava parametrelerinin de değişiminin, bir dizi insan aktiviteleri sonucunda olduğuna inanıyorum. Küresel iklimin tetiklediği risklerin tahmin edildiğinden daha ciddi sonuçlara yol açabileceği kanısındayım. Bu riskleri, maruz kalınan hassasiyeti azaltarak ve atmosfer bileşenlerinin daha da değişikliğe uğramasını önleyerek azaltmaya çalışıyoruz. Yine de bu çerçevede tasarlanan amaçların, –önemli ölçüde BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ile– hedefe ulaşmadaki tek ya da en uygun yol olduğuna inanmıyorum. İklim değişikliğinin, diğer her şeyi gölgede bırakan, ‘insanoğlunun yüz yüze kaldığı en büyük problem’ ve olması an meselesi bir felaket şeklinde bahsedilmesinden rahatsızlık duyuyorum. Bu tür söylemlerin, bilime gölge düşürdüğüne ve ayrıca iklime ilişkin bireysel ve kolektif karar alma sürecinde elzem unsurlar olan düşünme, hissetme ve bilme biçimlerini eksilttiğine inanıyorum.
Bu kitap, fikirlerimin gerekçelerini açıkça belirttiğim ve iklim değişikliği kavramını, daha yaratıcı ve küçültücü olmayan söylemin konusu olarak ele aldığım bir girişimdir. Bunun yanı sıra, düşüncelerin yalnızca içeriğe ve tek bir kişinin bakış açısına bağlı kaldığı bir kitaptır. Dünya genelindeki insanların iklim değişikliği konusunda neden anlaşamadığını kavramaya çalıştığımda; coğrafya eğitimi almış bir İngiliz, üniversitede çalışan bir profesör, Ortodoks, sosyal demokrat görüşe sahip ve de Avrupa’da yaşayan biri olarak kendi pozisyonumla sınırlı kalıyorum. Tüm kariyerim boyunca çeşitli insanların iklim değişikliğiyle ilgili kavrayışına, tanımlamalarına ve de deneyimlerini görmeme rağmen yukarıda belirttiğim gibi kendi konumuma yerleşik olan önyargılarından kaçamıyorum. Dolayısıyla okurlardan, bu önyargıların farkına varmaları –özellikle de Birleşik Krallık yazınının ve örneklerinin ön plana çıkması– ama daha da ötesine bakarak, vurgulanan argümanları içerik ve düşünce bağlamında yeniden incelemeleri ve ayrıca anlaşmazlıkların da bir öğrenme biçimi olduğunun farkına varmaları beklenmektedir.
Bu kitap on bölümden oluşmaktadır. İlk iki bölüm, kitabın geri kalan kısmı için zemin oluşturmaktadır. Birinci Bölüm –İklimin Toplumsal Anlamları– toplumların, zamanla, iklim kavramını oluşturma biçimlerini ve fiziksel özellikleriyle nasıl ilişkilendirdiklerini araştırmaktadır. İklim tarihiyle ilgili kısa ve öz bir okuma sunduğunu söyleyebilirim. İklim kavramına yüklenen bazı ideolojik amaçlar da belirtilmektedir. Bunun yanı sıra Birinci Bölüm, iklimdeki değişimlerin, uygarlıkların yükseliş ve çöküşünü anlatmak için farklı biçimlerde kullanılmasına da değinmektedir. İkinci Bölüm –İklim Değişikliğinin Keşfi– insanların, iklimlerin fiziksel özelliklerinin değişmesindeki etken rolü olduğuna inanmaya nasıl başladığımızı anlatan ve de bilimsel keşif yolculuğu olarak adlandırabileceğim bir bölümdür. Fikrin bilimsel soyağacını ise, iklimlerin zamanla değişmesi ve dünya genelinde kümelenmiş insan faaliyetlerinin iklim sisteminin işleyişini etkilemesi üzerine oluşturdum. Bu durum, iklim değişikliğinin tamamen doğal ve jeolojik zaman ölçeğine göre gerçekleştiği 19. yüzyıl anlayışıyla, iklimlerin, insan faaliyetlerine göre biçimlendiği ve insan evrimi zaman ölçeğine göre değiştiğini öne süren son yıllardaki anlayışla çelişmektedir.
Sonraki yedi bölüm ise, iklim değişikliği kavramını yedi farklı bakış açısıyla inceleyerek her bir durumda da iklim değişikliği konusunda neden anlaşamadığımızın nedenlerini ortaya koyar. Konuyu sırasıyla bilim, ekonomi, din, psikoloji, medya, kalkınma ve de yönetim olmak üzere bu yedi yön ya da mercek üzerinden ele aldım. Üçüncü Bölüm –Bilimin İşleyişi– iklim değişikliği konusunda anlaşamamamızın nedenlerinden birinin, bilimi ve bilimsel bilgiyi farklı şekillerde kavramamızdan dolayı olduğuna değinir. Bilim, anlaşmazlıklarla ilerler ve hatta aslında yalnızca çatışmalar ve itirazlarla gelişir. Ama bu anlaşmazlıklar çoğunlukla, kişilerin arasındaki temel farklılıklardan kaynaklanan bilimsel kanıt, kuram ya da varsayım gibi konular üzerindeki çekişmeler olarak sunulmuştur. Bunlar da genellikle epistemoloji, değerler ya da ilke oluşturmada bilimin rolü üzerinedir. Dolayısıyla bu bölüm, bilimin değişen doğasını ve bunun, insan kaynaklı iklim değişikliğinin nedenleri, sonuçları ve varoluşu üzerine yapılan bilimsel söylem bağlamındaki anlaşmazlıkların üzerindeki önemini inceler.
Dördüncü Bölüm –Değer Bağışı– ise dikkatleri ekonomiye çeker ve her şeyi değerlendirme biçimimiz farklı olduğundan, iklim değişikliği konusunda da bu yüzden anlaşamadığımızı ileri sürer. Bireylerin ve toplumların, etkinliklere, insanlara, varlıklara ve kaynaklara atfettikleri değerlerin çok çeşitli biçimleri vardır. Dolayısıyla bu bölüm, bu çeşitli çerçeveleri araştırarak iklim değişikliği konusunda ne yapılması gerektiğine karar verirken, bu değer çerçevelerinin neden bu kadar önemli olduğunu araştırmaktadır. Hangi değer sisteminin benimsendiğine bağlı olarak, iklim değişikliğinin ortaya çıkmasını irdeleyen oldukça farklı öngörüler vardır. İklim değişikliği tartışmalarında etiğin, tinselliğin ve teolojinin rolünü anlamak için, neye neden değer verdiğimiz üzerine düşünmek gereklidir. Beşinci Bölüm –İnanışlarımız– iklim değişikliği konusunda anlaşamamamızın nedenlerinden birinin, kendimizle, evrenle ve evrendeki konumumuzla ilgili farklı inanışlara sahip olmamızdan kaynaklandığını ileri sürer. Bu inanışların, tutumlarımız, davranışımız ve de sahip olduğumuz ilkeler üzerinde derin etkileri vardır. Dolayısıyla bu bölüm, dünyadaki belli başlı dinlerin iklim değişikliğiyle olan ilişkisini ve diğer büyük ölçekteki kolektif hareketlerin, bu olgunun tinsel ya da maddi-olmayan boyutlarını nasıl tanıdığına değinir.
Ayrıca iklim değişikliği konusunda anlaşamamamızın diğer nedenlerinden biri de Altıncı Bölümde –Korkularımız– incelendiği gibi, farklı şeyler için kaygılanmamızdır. Patolojik anlamda, insanoğlunun iklimle ilgili uzun bir geçmişi vardır. İklim-ilintili riskler bizi şaşırtmaya ve sarsmaya devam etmektedir. Olası ve tam olarak öngörülemeyen iklimdeki değişimler, haliyle bu korkuların artmasında önemli rol oynar. Bu bölüm, sosyal ve davranışsal psikolojiden, risk algısından ve kültürel kuramdan kavrayışlar geliştirerek, iklim değişikliği etrafında yapılanan riskleri inceler. Yedinci Bölüm –Risk İletişimi– bilginin, medya tarafından iletişime sokulup şekillendirildiğine ve iklim değişikliği konusunda anlaşamamamızın nedenlerinden birinin de iklim değişikliğiyle ilgili çeşitli ve tutarsız mesajlara maruz kalarak, onları farklı şekillerde yorumlamamızdan kaynaklandığına değinir. İklim değişikliğiyle ilgili toplumsal ve politik söylemler, iletişimde rolü olan çıkar grupları ve iklim değişikliğine ilişkin risk söylemiyle yapılanan bilimsel bilgiden ciddi ölçüde etkilenmiştir. Bu bölüm, iklim değişikliğinin medyada, kampanya şirketleri ve reklamcılar tarafından nasıl temsil edildiğini inceler. İklim değişikliğine ilişkin bu temsiller, bilimsel bilgi tarafından yapılanan ve tanımlanan iklim değişikliğiyle çelişmektedir.
Refah ve kalkınmaya ilişkin görüşlerimiz, iklim değişikliğine yön vermede oldukça güçlü etmenlerdir. Sekizinci Bölüm –Kalkınma Zorlukları– iklim değişikliği konusunda anlaşamamamızın sebeplerinden birinin, farklı kalkınma hedeflerine önem vermemiz olduğunu ileri sürer. Ayrıca yoksulluğu nasıl tanımladığımız ve dünyadaki eşitsizliği de nasıl algıladığımız bu noktada önem taşır. Bu bölüm, bu farklı görüşleri ve yaklaşımları çerçeveleyerek, iklim değişikliğinin, kalkınma anlayışı olmaksızın kavranamayacağını belirtir. Bunun yanı sıra, iklim değişikliği konusunda anlaşamamamızın bir diğer nedeni, farklı ideolojilere ve yönetim şekli anlayışına sahip olmamız, Dokuzuncu Bölümün –Yönetme Şeklimiz– konusudur. İklim değişikliği, 1980’lerin sonlarından beri güncel kamu politikasının meselesi olmuştur. 1997’deki Kyoto Anlaşması da yumuşatma politikalarının hedeflerini belirlemede uluslararası mutabakat ölçütü olmuştur. Yeni çeşit uyum yasalarına, gerekli veya istenilir olsa da olmasa da son yıllarda artan bir ilgi söz konusudur. Bu bölüm, hükümetlerin, iklim politikaları tasarısı ve uygulamasına ilişkin yaklaşım biçimlerini –yerel, ulusal ve uluslararası ölçekte– ve iklim yönetiminde devlet-dışı aktörlerin artışını inceler.
Kitabın son bölümü –İklim Değişikliğinin Ötesinde– önceki bölümlerde belirtilen kategorilerin ve anlaşmazlıkların ötesine geçerek iklim değişikliği üzerine yeni bir bakış sunarak, daha da ötesine bakmayı amaçlar. Bu bölüm, iklim değişikliğinin, ozon tabakasının delinmesine ilişkin sorununun çözülmesi için teknik ve politik olanakların seferber edildiği şekilde çözülecek bir problem olmadığını savunur. Dolayısıyla iklim değişikliği kavramına farklı bir açıdan yaklaşarak, iklim değişikliğinin nelere sebep olduğuna ya da olabileceğine ilişkin öngörüleri, yaratıcı psikolojik, dini ve etik çalışmalarla ortaya çıkarmamız gereklidir. İklim değişikliğinin, bu temel insani özelliklerle olan bağını kavrayarak, kültürü ve insan ruhunu da iklim kavrayışının tam ortasına yeniden konumlandıracağımız bir yol geliştiriyoruz. İnsanoğlunun, bir nesneden fazlası olması gibi, iklim değişikliği de fiziksel bir olgu olmanın ötesindedir. İklim değişikliğiyle ne zaman, nerede ve nasıl mücadele edeceğimiz konusundaki anlaşmazlıkları yumuşatmanın ötesinde iklim değişikliği kavramı, bireysel ve kolektif kimliklerimizin ve de projelerimizin, etrafında şekillenebildiği ve şekillenmesi gerektiği temsili bir kaynaktır.
Sonuç olarak, iklim değişikliği olgusunu tanımlamak için kitapta kullanılan bazı terimler hakkında birkaç noktaya değineceğim. Kullanılan en yaygın üç tanım şunlardır: ‘iklim değişikliği'[4], ‘küresel ısınma’ ve ‘sera etkisi’. East Anglia Üniversitesinden meslektaşım olan Lorraine Whitmarsh, bu terimlerin İngiliz halkı[5] için neden ve nasıl farklı anlamlara geldiğini araştırıyor. Tüm bu terimlerin (‘iklim değişikliği’ söz konusu olduğunda iki farklı anlam vardır)[6], örtük ya da popüler anlamlarından farklı olarak birer teknik anlamları da vardır. Bu terimler, dilbilimsel ve kültürel engeller üzerinden farklı şekillerde aktarılmaya başlandıkça, bilimsel İngilizce’nin resmi tanımlamalarından farklı olarak içinde daha fazla nüans barındıran anlamlar edinirler.
Bu değişimlerin baskın –ama tek de olmayan– sebebinin insan kaynaklı olduğunun üstüne basarak, ‘iklim değişikliği'[7] terimini, geçmiş, şimdi ve gelecekte olacak iklimdeki değişimleri ifade etmek için kullanıyorum. İklim değişikliğine ilişkin fiziksel neden ve sonuçların daha kesin bir çağrışımı gerektiğindeyse, ‘doğal’ ya da ‘insan-kaynaklı’ (antropojenik) sıfatlarını kullanıyorum. Dolayısıyla bu tutum, terimin, Hükümetlerarası Arası İklim Değişikliği Paneli tarafından kullanılan teknik anlamı –iklim değişikliğinin nedenlere bağlı olmaması– ve insan-kaynaklı sera gazları emisyonlarını vurgulayan popüler çağrışımı arasında durmasını sağlayarak bir uzlaşma oluşturur. Bu ikinci bahsedilen ifade genellikle ‘küresel ısınma’ şeklinde anlaşılmaktadır. 1824’te Joseph Fourier tarafından ileri sürülen ve 1859’da da John Tyndall tarafından uygulamalı olarak gösterilen ‘sera etkisinin’ teknik anlamı (artık toplumsal söylemde pek rastlanmamaktadır), atmosferdeki farklı ışınımsal ısınmanın fiziki işleyişini tanımlayan daha sınırlı bir anlama sahiptir.

[1] Kitabın bu kısmında ve diğer yerlerinde de, Doğa ve Kültür için büyük harf kullanıyorum çünkü her ikisini de varlıklar sınıfına dahil birer varlık olarak ele almaktansa, onların özgün birer varlık olduğunu belirtmek için büyük harf kullanıyorum. Kültür kavramının tekil olduğu birçok kültür vardır. Aynı şekilde, etrafımızda birçok farklı doğa olduğunu bilsek de, Doğa kavramı tekildir.
[2] 2007 yılının Eylül ayında BBC World Service’e iletilen 21 ülkeden 22.000 vatandaşın oyundan çıkan sonuçlara göre bu kişilerin %80’i, iklim değişikliğinin en büyük nedeninin insan aktiviteleri olduğuna inanıyor.
[3] Öykümün bu boyutu hakkındaki yazım için şuraya bakınız: Hulme, M. (2009) A Belief in Climate. Chapter in Berry,S. (ed.) Real scientists, real faith. Lion Hudson: Londra.
[4] Son yıllarda popüler söylemde, iklim değişikliği terimine ‘yıkıcı’ sıfatını yapıştırmak gittikçe yaygınlaşmıştır. Bu da hemen hemen olgunun dördüncü genel tanımını açıklamaktadır. Risk İletişimi adlı Yedinci Bölüm, bu yeni dilsel bileşimin bazı gerekçelerini ve içerdiği olası sonuçları inceler.
[5] Whitmarsh, L. (2008) What’s in a name? Commonalities and differences in public understanding of ‘climate change’ and ‘global warming’ Public Understanding of Science. (“Bir isim ne içerir?” “iklim değişikliği” ve “küresel ısınma” konusunda toplumsal anlayıştaki benzerlikler ve farklılıklar.)
[6] İklim değişikliği terimi, BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) bağlamında farklı anlamlar içerir; iklim değişikliği, doğal ya da beşeri nedenlere bağlı değildir. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) bağlamındaysa iklim değişikliği; yalnızca beşeri sebepler yüzündendir.
[7] 10. Bölüm İklim Değişikliğinin Ötesinde’de küçük harfli ‘iklim değişikliği’ ile büyük harfli ‘İklim Değişikliğini’ öne sürerek bu deyişin, fiziksel ve ideolojik çağrışımları arasında ayrımı belirginleştiriyorum.

[1] Rayner, S. ve Malone, E. L. (ed.) Human choice and climate change (4 cilt). Battelle Yayınları: Columbus, OH.
[2] Rittel, H. ve Webber, M. (1973) Dilemmas in a general theory of planning. Policy Sciences 4(2), 155-69.
[3] Thompson, M. ve Rayner, S. (1998) Cultural discourses, s.265-344, in Rayner and Malone (ed), Human choice and climate change.
[4] Verweij, M. ve Thompson, M. (ed.) (2006) Clumsy solutions for a complex world: governance, politics and plural perceptions. Palgrave Macmillan: Basingstoke, UK; and Sunstein, C. (1995) Incompletely theorised agreements. Harvard Law Review 108, 1733-72.

Kitabın Künyesi
İklim Değişikliği Konusunda Neden Anlaşamıyoruz
Yazar: Mike Hulme
Çevirmen: Merve Özenç
Yayıncı Alfa
03 / 2016
392 Sayfa
Tür: Ekoloji

Yazar hakkında:

Mike Hulme, East Anglia Üniversitesi’nde (UEA) Çevre Bilimleri Bölümünde İklim Değişikliği Profesörü ve Tyndall İklim Değişikliği Araştırma Merkezi’nin de kurucu müdürüdür. Hakemli dergilerde yüzün üzerinde makalesi, otuzun üzerinde kitap ve kitaplarda yer alan bölümleri yayımlanmıştır. Birleşik Krallık Hükümeti, Avrupa Komisyonu, Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UENP), Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) ve Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) için çeşitli iklim senaryoları ve raporları hazırlamıştır. Hulme şu sıralarda, 2006-2009 yılları süresince AB iklim politikası gelişimine katkı sağlayan yirmi altı enstitüden oluşan bir birlik olan, ADAM (Uyum ve Azaltım Stratejileri) araştırma projesine öncülük etmektedir. Global Environmental Change [Küresel Çevre Değişimi] dergisinde yardımcı editör, Wiley’in Interdisciplinary Reviews: Climate Change’in de [Disiplinlerarası Değerlendirmeler: İklim Değişikliği] baş editörüdür. Akademik, profesyonel ve toplumsal anlamda iklim değişikliği üzerine konuşmalar yapmaktadır ve bu konuda da sıklıkla medyada yazıları yer almaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir