KİŞİLİK VE İŞÇİ SINIFI
Çağımız insanının temel sorunu, yani yabancılaş­mayı aşmak için birey ile toplumun, Ben ile dış dünyanın birleştirilmesi, Kafka’nın yapıtlarının çekirde­ğini oluşturur. Bir toplum teki niteliğiyle, umutsuz bir bireysel başkaldırıyla yabancılaşmış bir dünyanın kar­şısına dikilmek değil, bir yere alınabilmek, bir topluma ait olmak, böylece de korkudan, yalnızlıktan kurtulmak, Kafka’nın yıkılması olanaksız tutkusudur. Milena’ya yazdığına göre «her şeyi kapsamına alan» korkusu, «belki yalnızca korku değildir, korku uyandırı­cı ne varsa tümünden güçlü olan bir şeye duyulan özlemdir…»

Kafka’nın «yalnızlık ile toplum arasındaki sınır bölgesi»ne yerleşik oluşunun karmaşık ve tehlikeli yanı, bu toplumun belirsiz ve bir başkasıyla değiştirilebilir nitelik taşımasıdır. Bu toplum bir tür X, yerine çe­şitli şeylerin konulabileceği bir birimdir ve Kafka’­ nın yaşamının sonunda bu toplum «Yahudilik» tarafından temsil edildiğinde, karar hiçbir içimde inandırıcı olmamıştır. İşçi sınıfından yana yapılan, içinde bulunulan çağa uygun düşen seçim Kafka’nın temel yaşantısı doğrultusunda bir seçim değildi.

Kazanç amacma yönelik iş hayatınm babalar-dünyası’na başkaldıran Kafka, «personelin tarafmı» tutmuştu. Ama gerek babasmm fabrikasında, gerekse özellikle memur olarak çalıştığı İşçi Kaza Sigortası Kurumu’nda işçileri savaşan bir sınıf olarak değil, güçsüz bireyler olarak tanıdı. Fabrikada aşağılanan kadın işçilerden dehşetle söz eder; bunlar «insan sayılmıyor, selamlanmıyor, geçerken çarpanlar onlardan özür dilemiyor, küçük bir iş için çağrıldıklarında bunu yapıyorlar, ama sonra hemen makinanın başına dönüyorlar, bir baş hareketiyle nereden başlayacakları gösteriliyor, üstlerinde iç etekleri var, en küçük bir gücün elinde bile çaresizler…» Öte yandan yardım arayanlar, makina yüzünden sakat kalmış olanlar, haklarını aramak üzere değil, ama dilekte bulunmak için kuruma, bu «karanlık bürokrat yuvasına» gelenler ise, sabırları ve acizlikleriyle Kafka’yı bir sınıf olarak güç taşıdıklarına inandırabilmekten uzaktırlar. «Ne kadar alçakgönüllü bu insanlar», der Kafka Brod’a. «Bizden dilekte bulunmaya geliyorlar. Kuruma saldırıp altını üstüne getirecek yerde, dilekte bulunmaya geliyorlar.»

Yarı resmi nitelikte olan kurum, işçi hareketi karşı­sında verilmiş bir ödündü; kâğıt üstünde etkili olmakla birlikte, gerçekte acınası bir konumdaydı. İşverenler kendilerine düşen yasal payı ödemeyerek kurumu dolandırıyorlardı; bürokratlar ise korumaları için onlara emanet edilenlerin savunucuları değil, iktidarın kapılarının bekçileriydiler. Kafka’nın yazdığı kuşkusuz olan iki gazete makalesinde, 1909 yılında bu oyunlar gözler ön ine serilmişti. Şöyle deniyordu bu yazı­larda: «35 000 işletmeye bakan bu büyük kurumun ancak şimdi, yani kuruluşundan 20 yıl sonra kazalardan koruma alanındaki yükümlülüklerinin bilincine varması, çok acı bir şey…» Aslında kurum «tek yaşam belirtisi giderek artan bir gelir açığı olan ölü bir beden »e benziyordu. «Kamuoyu artık uzun bir zamandan bu yana Prag’daki kurumun gayretkeşliğine gülmek için bir neden bulamamaktadır.»

Kafka için önemli olan, her zaman genelleme dü­zeyinde kapsamı genişletilmiş olan değil, ama dolaysız yaşantı, somut ayrıntıdır. 1914 Savaşımı Kafka, bir yazar gözlemiyle önceden kurmuştu; sonra savaş ger­çekten ‘ çıktığında yazar, gözlemler ve saptamalar yaparak bir kenara çekildi.

Bu tutuma çıkış noktası alman yer, Prag’dı; Prag’­ da dışa karşı eksiksiz örgütlenmiş bir vatanseverlik, buna karşılık siyah-sarı bayrakların taşındığı, ulusal Alman nitelikli gösterilerin ardında sessiz bir Çek protestosu sergilenmekteydi —Kafka ise iç dünyasında hem bir kenarda duran, gösterilerden hoşlanmayan, hem de hiçbir topluluğa ait olmadığı için hüzünlenen insanın ikilemini yaşıyordu. «Görkemli zamanlar» etkilemiyordu Kafka’yi; ama küçük ayrıntılar gibi görünen şeylerin etkisi altındaydı. 1915 yılında trende Galiçya’dan kaçan yaşlı bir çifte rastlamış­tı. Yaşlı adam «özlemle yoğrulmuş bir acıyla yaş­lı karısının  çenesini okşuyordu. Yaşlı bir kadının çenesinin altının okşanmasında kendine özgü bir sihirli hava vardır. Sonra ağlayarak birbirlerinin yüzlerine baktılar. Belki bu değildi düşündükleri, ama şöyle yorumlanabilirdi:
İki yaşlı insan arasındaki bağ gibi acınası ve küçük mutluluk bile savaşın yıkımına uğruyor…»
Böylece dile gelen, Kafka’nm her zaman somut ve dolaysız nitelikteki insancılığıdır.
Kafka’nm işçiler karşısındaki tutumu da kişisel yaşantılarının ve deneyimlerinin toplamından kaynaklanır:
Kapitalizmin ve bu sistemde yer alan iktidar aygıtlarının olumsuzlanması, aşağılananlardan ve ezilenlerden yana çıkılması, ama işçi sınıfının tarihsel gücüne güven duyulmaması. İşçilerin Kafka’nın karşısına tek tek ve acı çeken kişiler olarak çıktıklarını bir yana bırakalım; Habsburg Devleti’nin ulusçuluk yüzünden bölünmüş, devrimci ve Avusturya’nın bütününü kapsayan boyutlardan yoksun işçi hareketinin sanatçı açısmdan, yazar açısından çekici bir güç taşıyabilmesi olanaksızdı. Avusturya’nın önemli yazarlarından hiçbirinin (sömürülenlerin ve ezilenlerin savaşımına duydukları yakınlığa karşın) 1914’den önce ya da 1918’den sonra işçi sınıfına katılmamış oluşu, yalnızca bu yazarlarm bir eksikliği sayılamaz; bu durum büyük bir olasılıkla işçi hareketinin ortak bir devrimi hedef almak yerine, burjuva sınıfının birbiriyle çelişen ulusal istemlerinin egemenliği altına girmesiyle bağıntılıdır.

Her büyük devrim, yabancılaşmayı parçalar. Sı­nıflar ve insanlar birbirlerinin karşına gerçek yüzleriyle çıkarlar; olayların gücüyle dolaysız kararlara, başka deyişle özgürlüğe, kendi kendilerine giden yolu bulurlar. Avusturya’da 1919 yılı Ocağının grevinde böyle bir devrim olasılığı belirmişti; 1918 Kasımı, Avusturya’da bir devrimden çok bir yıkılış yapısındaydı.

Yeni kurulan Çekoslovakya’da yaşayan Almanca yazan Kafka için ise durum karmaşıktı; yabancılaşma konumunda bir değişiklik olmamış, eskisinin yerine beraberinde yeni güçlükleri de getiren yeni bir bü­rokrasi geçmişti ve «Şato» romanı, kısmen bu konumu yansıtıyordu. Kafkanın Rus Devrimi’ne, bu devrimi dünya tarihi açısından bir dönüm noktası olarak kavramaksızın, yakınlık duyduğuna ilişkin belirtiler vardır. Kafka için, başka deyişle bu hasta ve yalnız adam için bürokrasinin kalıcı bir iktidar olduğu yolundaki yaşantı ve deneyim, kesinlik niteliğini kazanmıştı.

«İnsan, olayları etkileyebiliyor», diye yazar Milena’ya, «çünkü halk olmaksızın savaş yapılamaz ve halk, bu durumda söz söylemek hakkını kazanıyor; ama olaylar gerçekte yalnızca bürokrasinin kavranılması olanaksız hiyerarşisi içersinde değerlendiriliyor ve karara bağlanıyor…» Kafka, Janouch’la konuşurken, gerçekten devrimci niteliteki her gelişmenin sonunda ortaya Bonapartizmin çıktığını söyler. «Devrim buhar olup dağılır, geriye yalnızca yeni bir bürokrasinin çamuru kalır.»

Kafka, çağının olumsuz yanını olağanüstü bir güç­le özümsedi; «olumluya dönüşen olumsuz»un algılanması, olumsuzun olumsuzlanması için ise gerekli organa sahip değildi. Devrimin bir çırpıda, kesin olarak yabancılaşmayı aşmadığı, gelişmenin sürekli olarak ve tırmanan bir helezon biçiminde kemikleşmeyle savaşması gerektiği yolundaki sezgisi yerindeydi; ancak kemikleşmeyi algılayışındaki berraklık ölçüsünde, sürekli gelişimin çelişkilerle dolu sürecine, bu geliş­menin içerdiği «Her şeye karşın!» savma; tüm bozgunlara, yanlış yollara, içinde buzları çözecek mevsimlerin özüne geçilmesi olanaksız bir güçle hazırlandığı buzlanma dönemlerine karşın ileriye ve yükseklere yönelik bir devinime yabancı kaldı. Bu nedenle Kafka’nın karamsar dünya görüşü, gerçekte basite indirgeyici yapıda bir tarih felsefesidir.

Bu tür bir felsefe eğer gerçekliğe hiçbir bakımdan uymasaydı, tehlikesiz sayılabilirdi. Söz konusu felsefenin tehlikeli yanı, gerçekliğin etkin güçlerine ve görünümlerine uygun düşmek, ama bunlara karşı etkin olanı gözden kaçırması ya da perdelemesidir. Kö­tülüğün kaynağı doğru olmayanda değil, yarı doğruda yatar. Kafka’nın romanları temelsiz karabasanlar değildir; düşlerin ve gülmecenin çarpıtması içersinde, milyonların yaşadığı bir gerçeklik, bir örneğine daha rastlanılması olanaksız iktidar yoğunlaşmasmdan ve güçsüz bireylerden oluşma bir dünyadır; bu dünyada kitleler, toplum tekinin büyük kararları asla etkileyemeyeceği duygusunun egemenliği altındadır.

Kafka, büyük yazar olarak büyük üne layıktır. Ama başarı­sının boyutları, sarsıcıdır. Kafka’nın yapıtlarının onayladığı ve vurguladığı atmosfer, insana aykırı düşen bir dünyaya gerçeklik tanımanın, boyun eğişin atmosferidir.

Kafka’nın yaratısı yıkıma, sanki bu yıkım insanoğlu için önceden saptanmış sonrasız bir yazgıymışçasma, soluk bir zafer parıltısı katar. Umut kıvılcımı, çıkış yolunu arayış önemsenmez. Doyuma varmış, kendini beğenmiş bir nihilizmin Kafka’ya atıfta bulunduğu, çok sık rastlanan bir durumdur. Yapılması gereken, bu «Kafkaizm» karşısında Kafka’nın yazınsal edim ipi yeterince değerlendirebilmektir.

Ernst Fischer
Franz Kafka
Çeviren: Ahmet Cemal
B/F/S

Previous Story

‘İstanbul’da 1 Mayıs’ – Nazım Hikmet

Next Story

Nazım Hikmet’in kendi sesinden 1 Mayıs kutlaması / Türkiye işçi sınıfına selâm!

Latest from Biyografiler

Van Gogh’un kitap tutkusu

Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ