Kierkegaard: Umutsuzluk bir avantaj mıdır yoksa bir kusur mudur?

GÜCÜL (POTANSiYEL) UMUTSUZLUK VE GERÇEK UMUTSUZLUK
Umutsuzluk bir avantaj mıdır yoksa bir kusur mudur? Saf diyalektik içinde kalırsak her ikisidir. Belirgin bir durum düşünülmeden, umutsuzluk yalnızca soyut bir fikir olarak ele alınırsa, onu büyük bir avantaj olarak düşünmeliyiz.

Bu acıyı çekmek zorunda olmak bizi hayvanın üstüne yerleştirir ki bu, tinselliğimizin yüceliğinin veya sonsuz dikeyliğimizin işareti olan dikey yürüyüşten çok farklı bir biçimde bizi ayırt eden bir gelişmedir. O hâlde insanı hayvandan üstün kılan, onun acı çekmesinin gerekliliğidir. Hıristiyanı, doğada yaşayandan üstün kılan, onun bu acının bilincinde olmasıdır; tıpkı, bir Hıristiyanın mutluluğunun umutsuzluktan arınarak iyileşme olması gibi.
Böylece, umutsuz olabilmek sonsuz bir avantajdır ve bununla birlikte umutsuzluk zavallılıklarımızın yalnızca en korkuncu değildir, aynı zamanda mahvolmamızı da sağlar. Genellikle, olabilirin gerçekle ilişkisi kendini başka biçimde gösterir çünkü, örneğin istediğine erişmek bir avantajsa istenen şey olmak daha da büyük bir avantajdır yani olabilirden gerçeğe geçmek bir gelişmedir, bir yükseliştir. Buna karşılık umutsuzluk yoluyla gücülden gerçeğin içine düşülür ve burada gücülün gerçek üzerindeki sonsuz payı düşüşün derinliğini belirler. O hâlde, umutsuz olmamak yükselmek demektir. Ama tanımımız hâlâ açık değildir. Buradaki olumsuzluk topal olmamak, kör olmamak vs. gibi bir olumsuzluk değildir. Çünkü umutsuz olmamak, umutsuzluğun mutlak eksikliği anlamına geliyorsa, bu durumda gelişme, umutsuzluktur. Umutsuz olmamak, umutsuz olmaya yatkınlığın yok edilmesi anlamına gelmelidir: Bir insanın gerçekten umutsuz olmaması için, her an içinde bu olasılığı yok etmesi gerekir. Genelde gücülün gerçekle ilişkisi başkadır. Filozoflar gerçeğin, yok edilen gücül olduğunu söylemektedirler, bu tam doğru değildir; çünkü gerçek doymuş bir gücüldür, eyleme geçen bir gücüldür. Burada, aksine, gerçek (umutsuz olmamak), dolayısıyla bir olumsuzluk, güçsüz ve yok edilmiş potansiyel bir güçtür, genelde gerçek olabiliri doğrular, burada ise reddeder.
Umutsuzluk, ilişkisi kendine ait olan bir sentezin içsel uyumsuzluğudur. Ama sentez uyumsuzluk değildir, sentez uyumsuzluğun yalnızca bir olasılığıdır veya onu içerir. Yoksa umutsuzluğun hiçbir izi olmazdı ve umutsuz olmak yalnızca doğamıza özgü olan bir insan özelliği olurdu; yani umutsuzluk var olmazdı, insan için hastalık gibi, ölüm gibi yalnızca bir acı olurdu. O hâlde umutsuzluk içimizdedir, ama sadece bir sentez olsaydık umutsuzluğa düşemez-dik ve bu sentez doğarken Tanrı’dan kaynağını almamış olsaydı umutsuzluğu yaşayamazdık.

O hâlde umutsuzluk nereden kaynaklanıyor? İçinde, sentezin kendine bağlandığı ilişkiden; çünkü Tanrı insanı bu ilişkiye dönüştürürken onun ellerinden kaçıp kurtul” masına izin vermiştir, yani bundan böyle yolunu bulma işi ilişkiye aittir. Bu ilişki düşüncedir, benidir ve burada her umutsuzluğun, var olduğu sürece, her zaman dayandığı sorumluluk bulunmaktadır; umutsuzların, umutsuzluğu bir felaket gibi ele alarak kendini ve diğerlerini aldatmadaki ustalıklarına ve söylevlerine rağmen umutsuzluğun dayanağı olan sorumluluk bulunmaktadır; baş dönmesi durumunda, birçok bakımdan doğadan farklı olmasına rağmen umutsuzluğun anımsattığı gibi, umutsuzluğun zihinle olan ilişkisi, baş dönmesinin ruhla olan ilişkisiyle birçok benzerlik taşımaktadır.

Daha sonra uyumsuzluk, umutsuzluk var olduğunda, bundan uyumsuzluğun varlığını sürdürdüğü sonucu çıkar mı? Kesinlikle hayır; uyumsuzluğun süresi uyumsuzluktan değil, kendine bağlanan ilişkiden kaynaklanır. Diğer bir anlatımla, bir uyumsuzluğun ortaya çıktığı ve var olduğu sürece ilişkiye dönmemiz gerekir. Örneğin birinin ihtiyatsızlık nedeniyle bir hastalık kaptığı söylenir. Daha sonra hastalık ortaya çıkar ve bundan itibaren bu, kökeni gitgide daha fazla geçmişe ait olan bir gerçeğe dönüşür. Hastayı hastalık gerçeğini olasılığı içinde her an eritme amacındaymışız gibi kınamakla bir zalim ve bir canavar oluruz. Evet! Doğru! Hastalığa hatası sonucu yakalanmıştır, ama bu hata bir kez oluşmuştur. Hastalığın sürmesi, hastalığa bir kez yakalanmasının yalın bir sonucudur ki hastalığın gelişimini her zaman bu tek kez olan şeye bağlayamayız; hastalığa yakalanmıştır ama, hâlâ yakalanıyor olduğunu söyleyemeyiz. Umutsuzlukta olaylar farklıdır; umutsuzluğun gerçek anlarının her biri olasılığına indirgenmelidir; umutsuzluğa düşülen her an, umutsuzluğa yakalanılır, şimdi, gerçek geçmiş hâline gelerek durmadan yok olur, umutsuzluğun her gerçek anında umutsuz kişi olası tüm geçmişi bir şimdi gibi taşır. Bu olgu umutsuzluğun, zihnin bir kategorisi olmasından ileri gelir ve insanın sonsuzluğuna denk düşer. Ama bu sonsuzluktan, sonsuza değin kurtulamayız; özellikle onu bir hamlede atamayız; onsuz olduğumuz her an, ya onu fırlatmışızdır ya da fırlatıyoruzdur, ama sonsuzluk geri gelir, daha doğrusu umutsuzluğa düştüğümüz her an, umutsuzluğu yakalarız. Çünkü umutsuzluk, uyumsuzluğun değil, kendine yönelen bir ilişkinin sonucudur. Ve insan, bu ilişkiden ancak kendi benliğinden sıyrılırsa kurtulabilir ki sonuçta ben ve ilişki aynı şeydir; çünkü ben, ilişkinin kendi üzerine geri dönmesidir.

SØREN KIERKEGAARD

ÖLÜMCÜL HASTALIK UMUTSUZLUK
DOĞUBATI YAYINLARI
Özgün Metin: Sygdommen til Döden
Çeviride Kullanılan Metin: Traite du desespoir, Gallimard/1973
Fransızcadan Çeviren: Mehmet Mukadder Yakupoğlu
Yayıma Hazırlayan: Necmettin Sevil

Previous Story

Stefan Zweig: Kader, hep güçlülerden ve zorbalardan yanadır.

Next Story

Kierkegaard: Umutsuzluk “ölümcül hastalık”tır, çelişkili işkencedir, ben’in hastalığıdır

Latest from Felsefe

Nietzsche

FRIEDRICH NIETZSCHE: Felsefede “Akıl”

Felsefede “Akıl” 1 Soruyorlar bana, nedir filozoflardaki bütün bu alerji diye?… Sözgelimi tarih duygusu eksiklikleri, oluşun düşünülmesine bile duyduktan nefret, Mısırcılıkları.[17] Bir davayı tarihsellikten
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ