Kitap Okurunun 10 Hakkı

Daniel Pennac, okuma ile ilgili görüşlerinin yer aldığı “Roman Gibi / Kitaplara ve Okumaya Dair” kitabında, bir kitap okurunun haklarını sıralıyor:

1) Okumama hakkı.
2) Sayfa atlama hakkı.
3) Bir kitabı bitirmeme hakkı.
4) Tekrar okuma hakkı.
5) Canının istediğini okuma hakkı.
6) “Bovarizm” hakkı.
7) Canının istediği yerde okuma hakkı.
8) Çöplenme hakkı.
9) Yüksek sesle okuma hakkı.
10) Susma hakkı.

***

Bir romanı sonu gelmeden bırakmak için sayısız neden vardır: Önceden okumuşluk hissi, bizi sürüklemeyen bir öykü, yazarın tezlerine bütünüyle muhalif olmamız, tüylerimizi diken diken eden bir üslup veya tersine, daha ileri gitmek için hiçbir neden bırakmayan bir üslup boşluğu… Diş çürüklerini, kısım şefimizin zulmünü veya kafamızı felç eden bir kalp çarpıntısını da dahil edebileceğimiz diğer nedenleri sayıp dökmemiz gereksizdir.

Kitap elimizden mi düşüyor?

Düşsün!

Hem bir saatlik okumayla avunmamızı isteyen Montesquieu değil miydi?

Yine de bir kitabı okumayı bırakmamızın sebepleri arasında öyle bir şey var ki birazcık üzerinde durmaya değer: Anlaşılmaz bir yenilgi duygusu. Açtım, okudum ve benden daha güçlü olduğunu sezdiğim bir şey tarafından bastırıldığımı hissettim. Sinirlerimi topladım, metinle kavga ettim, ama nafile, burada yazılı olanın okunmaya değer olduğunu düşünmem boşuna, hiçbir şey anlamıyorum -veya hiç denecek kadar az şey anlıyorum-, bana bir tutamak sunmayan bir “gariplik” hissediyorum.

Elimden bırakıyorum.

İyi kitaplar yaşlanmazlar

Daha doğrusu, bir kenara bırakıyorum ve bir gün yeniden dönmeyi tasarlayarak kitaplığıma yerleştiriyorum.

Andrey Biely’nin Petersburg’u, Joyce’un Ulysses’i, Malcolm Lowry’nin Yanardağ’ın Altında’sı, beni bir kaç sene beklediler. Daha bekleyen başkaları da var, aralarında, ihtimal, yeniden ele almayacaklarım da. Üzülecek bir şey yok, böyle işte.

“Olgunluk” kavramı garip şeydir okuma alanında. Belli bir yaşa gelene kadar belli okumalar yapacak yaşta değilizdir, pekala. Fakat, iyi şarapların tersine iyi kitaplar yaşlanmazlar. Raflarımızda bizi beklerler ve yaşlanan biz oluruz. Kendimizi onları okuyacak kadar “olgun” sandığımızda bir kere daha varırız üzerlerine. O zaman iki şeyden biri olur: Ya buluşma gerçekleşir ya da yeni bir fiyaskoyla karşılaşırız. Belki bir daha deneriz, belki de asla. Ama kuşkusuz, şimdiye kadar Büyülü Dağ’ın doruğuna ulaşamadımsa, bu Thomas Mann’ın suçu değildir.

“Nasıl olur da Stendhal’ı sevmezsiniz ayol?”

Bize karşı koyan büyük romanın mutlaka başka bir romandan daha büyük olması gerekmez… Burada, ne kadar büyük olursa olsun onunla, anlamaya ne kadar yetenekli olduğumuzu düşünürsek düşünelim bizim aramızda, etkisini göstermeyen bir kimyasal reaksiyon vardır. Bir gün, o an’a kadar bize yüz vermeyen Borges’in eserine yakınlık duyarız, ama hayatımız boyunca da Musil’inkine yabancı kalırız…

Öyleyse tercih bizim: Ya bu durum bizim hatamızdır, bir tahtamız eksiktir, onulmaz bir parça budalalık barındırıyoruz diye düşünecek ya da ne olduğu konusunda bir anlaşmaya varamadığımız zevk kavramından yana olacak ve bizim kitaplarımız diyebileceğimiz yapıtların listesini çıkaracağız.

Çocuklarımıza bu ikinci çözümü tavsiye etmek daha isabetli olur herhalde.

Çünkü, bu onlara nihayet şu ya da bu kitabı neden sevmediğimizi anlayarak okumanın verdiği biricik zevki sunabilir. Keza, ukalanın tekinin kulağımızın dibinde haykırmasını yüreğimiz kıpırdamadan dinleme zevkini de:

“Nasıl olur da Stendhal’ı sevmezsiniz ayol?”

Öyle işte, bal gibi olur!

Daniel Pennac
Roman Gibi / Kitaplara ve Okumaya Dair
Çeviri: Mustafa Kandemir
Yayına Hazırlayan: İ. Kaya Şahin
Yayın Yönetmeni: Müge Gürsoy Sökmen
Kapak Resmi: Gustave Dore
Kapak Tasarımı: Emine Bora
Kitabın Baskıları:
1. Basım: Şubat 1998
s. 118-119.
Metis Yayınları

Daniel Pennac
1944 yılında Kazablanka’da doğdu. Babasının sömürgelerde subay olması nedeniyle çocukluğu yolculuklarla geçti. Küçük yaşta verildiği yatılı okulda tüm zamanını okuyarak geçirdi. 1970 yılında Fransızca öğretmenliğine başladı, Paris’in bir banliyösü olan ve yazdıklarına esin kaynağı oluşturan Belleville’e yerleşti. Kışla yaşantısı ve askerlik üzerine olan ilk kitabı Le Service Militaire au service de qui? (Askerlik Hizmeti Kime Hizmet Ediyor?) 1973 yılında Editions du Seuil tarafından yayımlandı. Siyasal temaları işleyen iki kitap daha (Les Enfants de Yalta – Tudor Eliad ile, Lattès, 1977 ve Père Noël – Tudor Eliad ile, Grasset, 1979) yazdıktan sonra, kendi deyimiyle “anlamlı” kitaplar yazmayı bırakarak, 1982 yılında Nathan Yayınları tarafından yayımlanan Cabot Caboche adlı anlatısıyla çocuk edebiyatına yöneldi. 1982’den bu yana çocuk kitapları (L’œil du Loup, Nathan, 1983), polisiyeler (La Vie Duraille, Fleuve Noir, 1985), “masumiyetin ta kendisi olan ancak yine de başkentteki polislerden yakayı sıyırmayı beceremeyen” Benjamin Malaussène’in maceralarının anlatıldığı bir dizi roman (Gulyabaniler Cenneti, Silahlı Peri, Küçük Yazı Satıcısı, Monsieur Malaussène, Monsieur Malaussène au Théâtre, Messieurs les enfants, Des chrétiens et des Maures, Aux fruits due les passion) yazdı. Yazdığı polisiyelerle Reims Kenti Polisiye Roman Ödülü’nü (1985), Grenoble Kenti Polisiye Roman Ödülü’nü (1987), Küçük Yazı Satıcısı ile 1990 Inter Kitap Ödülü’nü aldı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir