Kuzey İskenderun Körfezi ve Bahtiyar Baba – Müslüm Kabadayı

Gezi, coğrafi ve halkbilimi bakımından gezginin ufkunu açtığı kadar, toplumların nitelikleri açısından da gezgini insan manzaralarıyla donatır.  Gezilerim sırasında tanıştığım onlarca kişiden yaşamı, öyküleri, yetenekleri ve kazanımları bakımından ilgimi çekenleri okurla tanıştırmayı, meraklılarıyla buluşturmayı hep önemsedim.

27 Ağustos’ta Ceyhan’a bağlı İncirli köyündeyiz, eşim Sevda ve kızımız Evin’le. Burası, İskenderun Körfezi’nin kuzeyinde BOTAŞ tesislerinin bitişiğinde bir köy. AKP iktidarınca belde belediyeleri kapatıp büyükşehirlerin mahallesine dönüştürülmeden önce belediyelikmiş İncirli. Bu küçük ve şirin beldeye can veren temel unsur Akdeniz. Sahilinin kumundan tutun da başka yerlerde pek bulunmayan bıldırcın balığına, karidese, kaya koruğuna kadar yöre halkının midesine ve cebine kaynak sağlayan Akdeniz’in bu noktası, giderek insan sağlığı için tehlikeli hale gelmeye başlamış. 1974’ten itibaren BOTAŞ’ın tesisleri, daha sonra çevrede kurulan termik santraller, Toros Gübre Fabrikası, çimento fabrikası yetmiyormuş gibi yeni enerji şirketlerinin burada binlerce dönüm arazi kapattığı söyleniyor. Türkiye’nin kaymağını yiyen tekellerin çıkarı için topraklarımız, denizlerimiz, dağlarımız, sularımız ve ormanlarımız teker teker yağmalanıyor; bunlara artık köylerin, kasabaların ve giderek kentlerin yerlerinden taşınması eklenirse hiç şaşırmamak gerekir. Çünkü, paranın saltanatını için her şey feda edilebilir zihniyetinin egemen olduğu bir yağma düzeni söz konusu bu güzelim ülkemizde.

Türkiye’nin en güzel sahillerinin bulunduğu Burnaz-Yumurtalık coğrafyasını, doğaya ve insan sağlığına zarar veren sanayi tesisleriyle doldurma projesini kim başlatmış bilemiyorum ama hiç akıllıca bir iş yapılmadığı apaçık ortada. Bilimsel planlamaların yapıldığı ülkelerde olsa böyle bir coğrafya, narenciye başta olmak üzere tarımın çok verimli biçimde yapılacağı, sahillerinin turizm bakımından ekonomik kaynak olacağı, balıkçılık başta olmak üzere denizden çok yönlü yararlanılabilecek bir kalkınma planı uygulanırdı. Bu görüşümü, sahilde tanıştığım Kurtkulağı köyünden olup Viyana’da uzun yıllar çalışan Burhan Eker’le paylaştığımda, “Avusturya’da şu sahilin yarısı kadar yer olsa ihya ederler.” dedi. Denizde yüzerken tanıştığımız, Ceyhan’da Mavi Radyo/Gazete sahibi Tamer Arslan’la bu yanlışı konuştuğumuzda, “Buralar kaderine terk edilmiş gibi. Acı ve üzücü bir durum.” diye değerlendirdi.

Sonda söylemem gerekeni başta söyleyerek kahramanımızı tanıtmak istiyorum. Aydınlı Yörüklerinin yaşadığı İncirli köyü, bu gidişle yöredeki sanayi ve enerji tesislerinin sağlığı tehdit etmesinden dolayı taşınmak zorunda kalabilir.

Türkiye ekonomisine ciddi katkısı yanında Kerkük ve Bakü petrollerinin gemilerle birçok ülkeye taşındığı bir coğrafyanın köyü olan İncirli’ye hayat veren BOTAŞ işçilerini de anmadan geçemeyiz. Bugüne kadar binlerce işçi ve emekçinin çalıştığı bu kamu kuruluşunda İncirliler de yer alıyor. Buraya 1980’de gelen ve 10 yıl önce emekli olan Şarkışlalı Ali Karacan bunlardan biri. “Bahtiyar Baba’nın Yeri”nde tanıştığımız bu emekli işçi, yöredeki Sugözü köyünden evlenmiş, bir bakıma buralı olmuş. BOTAŞ mutfağından emekli olduktan sonra 10 yıl kadar Esentepe Balık Lokantası’nı işletmiş. Anladığımız kadarıyla balıkçılık, buranın önemli geçim kaynaklarından.

“Bahtiyar Baba”yı, gerçek adıyla Semih Yücel’i tanımamıza vesile olan kişiyse, kendisini 3 yıl önce Burnaz’da tanıma olanağı bulduğumuz ve bir bakıma yörenin Rubin Hood’u olarak gördüğümüz Kaplan Yılmaz. Tarihi İsos kentinin limanı olan Burnaz sahillerinde yaşayan 1500 dolayında insanın kamu hakları ve çevrenin güzelleştirilmesi için mücadele eden Kaplan Yılmaz’ı ve Burnaz’ı konu edinen yazımı üç yıl önce kaleme almış ve basın yoluyla yöneticilerin, siyasilerin dikkatine sunmuştum. Sorun, halkın sahilden daha modern biçimde yararlanmasını sağlamakla çözüleceğine, ne yazık ki halkın emeğiyle yaptığı barakalar yıkılarak binlerce insan mağdur edilmiştir. Bu olaydan sonra denizden kopmayan Kaplan Yılmaz, Burnaz’a birkaç km uzaklıktaki İncirli’ye gelip yerleşmiş. Bu kez de buranın sorunlarının çözümü ve garibanların yaşama hakkı için mücadeleye devam etmiş. İşte onun korumasıyla İncirli’de tutunan Semih Yücel, nam-ı diğer “Bahtiyar Baba”, 1962 Erzin doğumlu emekli bir işçi. Feleğin çemberinden geçtiği ışıldayan gözlerinden okunan bu zayıf ve zarif insanla tanışmamıza vesile olan Kaplan Yılmaz’a teşekkür ediyorum.

Selanik göçmeni dedesi Koca Ahmetoğlu Ali, önce Ceyhan’a bağlı Mustafabeyli’ye yerleştiriliyor. Daha sonra bazı yakınlarıyla birlikte Erzin’in Bahçelievler Mahallesi’ne yerleşirler. Karısı Ayşe ile burada yaşama tutunurken 9 çocukları olur. Koyun ve kaz sürüleri besleyerek geçimlerini sağladıkları bu çocuklardan Salih ve Ayşe Yücel’in oğlu olarak dünyaya gelen Semih Yücel, ilk ve ortaokulu Erzin’de tamamlar. Çalışma yaşamına 15-16 yaşlarında atılır. Kendisinin deyimiyle Türkiye’de adım atmadığı Aygaz dolum tesisi yoktur. Afşin başta olmak üzere birçok yerde elektrik işleri yapmıştır. Sarıseki’de Nafta tankında çalışmıştır.

Ailesinde “göçmenlik hikayesi” olanlar her zaman ilgi alanıma girmiştir. İki nedenle. Birincisi, göçün o insanların belleğine kazıdığı travmayı anlamak ve konuşup yazarak çözümlemek. İkincisi, yeni göç travmalarının yaşanmaması için kamuoyunu, ilgilileri ayıktırmak. Ayrıca, bu insanların göç sonrası melezlenme, özellikle kültürel melezlenmeleriyle neler ortaya koyduklarını göstermek. Bu açıdan bakıldığında Semih Yücel’in biyolojik ve kültürel melezlenmeyle ilgili oldukça zengin bir deneyim kazandığını söyleyebilirim. Kendisi amcasının kızıyla evlenmiş, üç çocukları dünyaya gelmiş. İlk çocukları olan Seval’i okutmak için bir fırında ekmek dağıtım işini yıllarca sürdürmüş. Anadolu Üniversitesi Maliye Bölümü’nden mezun olan ve Eskişehir’den evli Seval’den bir kız torunu var. Kızımız Evin’i gördüğünden itibaren, çok özlediğini söylediği torunu Eylül’ün yerine koyarak ilgilendi. Anadolu sıcaklığını genlerinde taşıyan ve bizimle yaşadığı hızlı sosyalleşmeyi burada da sürdüren Evin, Semih Amca’sıyla da iyi anlaştı. Onun çalıştırdığı kafeteryanın da biricik çocuğu oluverdi.

Girit ve Balkan göçmenlerinde gördüğümüz temiz ve titiz kişilik, Semih Yücel’in de benliğine işlemiş. Birkaç saatlik uykuyla gece-gündüz açık tuttuğu işyerini canlandırmaya çalışıyor. Bu terk edilmiş mekanı tertemiz yapmış, etrafını gül, begonya ve reyhanlarla süslemiş. Bu kadar çok reyhan ekmesinin bir nedeni de sivrisineğin gelmesini önlemesiymiş.

İnsanların sahilde güneşlenmeleri için şezlong ve şemsiye alıp yerleştirmiş. Sahili kirletenlere karşı da savaş açan “Bahtiyar Baba”dan öğrendiğimiz basit ama her ev için önemli bir bilgiyi paylaşmak isterim. Bıçakları, porselen tabakların arkasına sürterek jilet gibi yapmak… Birlikte kahvaltı ve sıcak yemekleri Sevda Hanım’ın el emeğinden yedikten sonra, “Sıcak yemekten mahrum kalalı midem küçülmüştü. Bu özlemimi giderdiğiniz için size teşekkür ederim.” demesi de bizi mutlu etti.

İncirli’de tutunmanın kolay olmadığının farkında. Bir yandan aile sorunlarını çözmek için uğraşırken, diğer yandan yeni tanıştığı insanlara kucak açıyor. Bize anlattığına göre birkaç kez kucak açtığı, güvendiği bazı insanlardan darbe yemesine karşın. Kendisinin deyimiyle çok yorgun düşmesine karşın dinlenme olanağı bulamayan bir insan emekçisi…

“İnsan emekçisi” niye dediğimi, ona “Bahtiyar Baba” denmesinin öyküsüyle betimlemek isterim. İncirli sahilindeki kafeteryasının yan tarafına bir akşam bir araba gelip park etmiş. Bakmış içinde genç bir erkekle genç bir kadın var. Merakla yanlarına gidip kim olduklarını sormuş. “Biz yeni evlendik. Balayına gidecek paramız olmadığı için bu sahilde birkaç gün arabamızla kalmak istedik.” demişler. Kafeteryanın üst katında baraka gibi de olsa yatacak yer hazırlayan Semih Yücel, “Burada arabada yatamazsınız kardeşim. Hemen bizim yukarıya çıkacaksınız. Sizden para da istemiyorum.” demiş. Kısa süre de kalmış olsalar, buradan çok mutluluk duyarak ayrılacakları gün, kendisine sürpriz yapan yeni evliler, “Bundan böyle senin adın Bahtiyar Baba olsun!” derler. O da bunu benimser ve kafeteryanın görünen yerlerine “Bahtiyar Baba’nın Yeri” diye yazar.

Başkalarının bahtiyar olmasından mutluluk duyan bir insandan “kötülük” gelmez. İnsanın bin bir hali vardır, insan manzaralarıyla dolu topraklarda yaşıyoruz. Karşılaştığımız insana özgü tüm durum ve olayların özünde “var olmayla var etme-yok etme savaşı” yer alır. Birlikte olduğumuz dört gün boyunca Semih Yücel, diğer adıyla “Bahtiyar Baba”, var olmak yanında kendince var etmek için yaşayanlardan. Toprağı, yaşamı seven ve başladığı her işe dört elle sarılan bu insanın paranın kölesi olmadığı için yaşadığı yıkımlardan da doğru sonuçlar çıkarmasını beklemek gerekir. “Bahtiyar Baba”lara, kendilerini de bahtiyar edecekleri eşit ve özgür bir gelecek dilemek, bunun için mücadele etmek de en büyük bahtiyarlık değil midir? Bunu başardığımız zaman, sadece insanların bahtiyarlığı değil, her gün biraz daha tahrip edilen doğamızın da yok olma tehlikesinden kurtuluşunu sağlarız…

Müslüm Kabadayı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir