Virginia Woolf, 75 yıl önce bugün, 28 Mart 1941’de hayatına son verdi. Eşi Leonard Woolf, birlikte geçirdikleri 30 yılı, 5 ciltlik “Virginia ile Yaşantım” adlı kitabında anlattı. Bu kitap, 1989 yılında, İtalya’da Serra-Riva Yayınevi tarafından tek cilt olarak basıldı. Henüz Türkçeye çevrilmeyen kitaptan kimi bölümler, 3 Ağustos 1990’da Cumhuriyet gazetesinin kitap ekinde, Eren Yücesan’ın çevirisiyle yayımlandı:
‘Virginia bir dâhiydi’
Virginia, yakından tanıdığım ve tanımlarken dâhi sözcüğünü kullanmadan edemeyeceğim tek kişidir. Onun bazı zihinsel özellikleri, sıradan insanlardan, hatta kendinin sıradan zihinsel işleyişinden değişikti. Virginia yemek yemek, gezmek, şundan bundan söz etmek, alışveriş yapmak, okumak gibi gündelik işlerden büyük tat alırdı. Her tür insandan hoşlanır ve en basitiyle bile tanışır tanışmaz derin bir dostluk kurardı. Gerçekte yabancılar karşısında tuhaf bir çekingenliğe sahipti. Bu bazen ona zor onlar yaşatırdı. Günlük yaşantısında ve başkalarıyla ilişkilerinde Virginia da başkaları gibi konuşur, düşünür, davranırdı ama sanki kırılmaz bir fanusla çevriliydi. Bu da -sıradan- insanların gözünde onun tuhaf görünmesine neden olurdu.
Birlikte yaşadığımız yıllar boyunca, aşağıda anlatacağım türden ilginç, acayip durumlarla karşılaştım. Londra’nın veya bir başka büyük Avrupa kentinin sokaklarında gezmeye çıkarsanız, her köşe başında, ilk bakışta gülünç görünen insanlar, özellikle kadınlara rastlarsınız. Bunlar zayıf veya şişman, orta yaşlı veya geçkince olabilirler, ama ortak özellikleri ya günün modasını abartmış olmaları ya fazla takıp takıştırmaları, kadın modasının karikatürü olmalarıdır. Virginia ise tam tersine, herkesçe çok güzel bulanan, seçkin bir kadındı. Ayrıca kişisel de olsa, giysi seçiminde belli bir beğeniye sahipti. Ama gene de sokaklarda ona bakanlar nedense komik ve tuhaf bir görüntü ile karşılaşmış gibi davranırlardı.
Bense kalabalıkta tam anlamıyla yiten kişilerdenim. Başka bir kente gitsem, oranın giysilerine benzemeyen giysilerimle bile dolaşsam beni kimse fark etmez; Barselona’da İspanyol sanırlar, Stockholm’de İsveçli. Ama Barselona’da da Stockholm’de de on kişiden dokuzu durup gözlerini Virginia’ya dikmeden edemezdi. Bu sadece yurt dışında böyle değildi üstelik. Durup ona bakmaya başlarlar ve birbirlerini dirsekleriyle dürter “şuna baksana!” derlerdi birbirlerine. Piccadilly’de, Lewes High Street’te herkes dikkati çekmeden geçer, Virginia herkesin gözüne batardı. İnsanlar birbirlerini dürtmekle de kalmaz, ona bakıp gülerlerdi, onda gülünç görünen bir şeyler olmalıydı. Kalabalığın olağan saydığı bazı karikatür kılıklı kadınlar, Virginia’yı görünce basanlardı kahkahayı. Belki de giysilerinin her zaman sıradan kişilerinkinden değişik olmasındandı bu.
Ama belki de başkalarının gülmesine yol açan onun yürüme tarzıydı. Aklı hep bir şeylere takılı gibi yorgun adımlarla, sanki bir düşte gibi salınırdı Londra sokaklarında. Yaşlı kocakarılar ve kikirik kızlar onu görünce başlarlardı kıkırdamaya…
Virginia’nın ardından…
Onu ne evde ne bahçede bulamayınca ırmağa gideceğini anladım. Tarlaların arasından Ouse’e koştum ve hemen kıyıda yürüyüş bastonunu buldum. Bir süre daha onu aradım, sonra eve dönüp polise haber verdim. Onu, üç hafta sonra buldular. Birkaç çocuk, gövdesini suda yüzerken görmüş. 18 ve 19 Nisan günleri o korkunç teşhis koyma ve Hewhaven morgundaki sorgulama sürdü. Virginia, Brighton’da 21 Nisan Pazartesi günü yakıldı. Oraya tek başıma gittim. Bir keresinde, ona bir ölü yakma törenine en yakışacak müziğin Beethoven’in 130 sayılı si majör kuarteti olduğunu söylemiştim. Bu inanılmaz güzellikteki parçanın bir yerinde sanki bir duraksama vardır. Eğer bu pasaj tam krematoryumun kapılarının açılıp tabutun içine itildiği ana denk gelirse, sanki ölünün sonsuzluğa kaydırıldığı hissedilebilir demiştim. O da bana katılmıştı. Her zaman bu parçanın benim ya da onun cenaze töreninde, yakma anında çalınabileceğini düşünmüştüm. Ama dediğim pasajın, fırının kapağının açılış anına denk gelmesi koşuluyla.
Ne var ki Virginia’nın cenazesi töreni hazırlanırken bu tasarımı gerçekleştiremedim. En azından 25 yıldır dost olduğum dekanın evinin bulunduğu tepeye tırmanıp ona cenaze ile ilgilenmesini rica ettiğimde, ona Beethoven’in bu parçasından söz etmeye gücüm kalmamıştı. Törenden önceki korkunç haftalar beni inanılmaz bir durağanlık içine itmişti. Kendimi tükenmiş hissediyor, sanki, ancak inine, mağarasına sürüklenecek takati kalmış yaralı bir hayvana benzetiyordum. İşin hoş yanı, cenazeyi yakma töreni sırasında Glück’ün Orfeosu’ndan “Mutlu Gölgeler” adlı parçasını çaldılar. Ben Beethoven’i akşam evde dinledim.
Virginia’nın küllerini bahçemiz olan çayırın sınırında yükselen karaağacın dibine gömdüm. Bir zamanlar bahçenin orasında iki karaağaç vardı ve dalları birbirine dolanmıştı. Biz onlara Virginia ve Leonard adını takmıştık. Ama 1943 yılının Ocak ayının ilk haftasında şiddetli bir fırtına ağaçlardan birini devirdi.
Kaynak: http://kulturservisi.com/