META FETİŞİZMİ
I
“Meta fetişizmi”, bir kez mübadeleye girdikten sonra insanların emeğin ürünlerini nasıl yanlış kavradıklarını anlatır. Bu yanlış kavrayış, değer formlarına yaşadığımız dram içinde öncü roller verir.557 Değerin başkalaşımı; insanı, insanın üretici etkinliğini ve ürünlerini, bunların başına kapitalist toplumda neler geldiğini anlatan bir hikâyedir. Bu hikâyeyi cansız nesnelerin etkinliklerinin bir anlatısı olarak yanlış okumaya, bu cansız nesnelere sadece insanların sahip olabileceği nitelikler atfetmeye, cansız ilişkileri canlıların yerine koymaya Marx “meta fetişizmi” der.558
Marx’a göre “meta fetişizminin kökenleri (…) bu metaları üreten emeğin özgün toplumsal niteliğindedir.”559 Gördüğümüz gibi bu nitelik üründe, yani değerde yeniden üretilir. Değer, yabancılaşmış emeğin soyut ürünü olarak, böyle bir emek sarf eden bireylerin ilişkilerini yansıtır. Ancak değer, insan ilişkilerini içermesine rağmen, bu ilişkileri insanların ürünlerinin arasındaki ilişkiler olarak aktarır. Marx şöyle diyor: “Bu nedenle Galiani değer insanlar arasındaki bir ilişkidir dediğinde (…) şunu da eklemesi gerekli: Değer, şeyler arasındaki bir ilişki olarak yansıyan, insanlar arasındaki bir ilişkidir.”560
Marx’a göre insanlar arasındaki bağlar, mübadele değerinin parasal ifadesi nedeniyle bu kadar gizli kalabilmiştir. Marx şöyle devam ediyor:
Kişisel emeğin toplumsal niteliğini ve tek tek üreticiler arasındaki toplumsal ilişkileri açığa vuracağı yerde saklayan, işte bu metalar dünyasının nihai para-formudur. Ceket ya da çizmelerin ketenle bir ilişkisi vardır; çünkü keten soyut insan emeğinin evrensel cisimleşmesidir, dediğimde bu ifadenin saçmalığı açıktır. Yine de mont ve çizme üreticileri bu malları evrensel eşdeğer olarak ketenle ya da altın ve gümüşle (ki aynı şeydir) karşılaştırdıklarında kendi kişisel emekleriyle toplumun ortak emeği arasındaki ilişkiyi aynı saçma formda yansıtırlar.561
İnsanlar arasındaki ilişkiler şeyler arasındaki ilişkiler olarak bu kadar ustaca gizlenince, nasıl olup da şeyler arasındaki ilişkilerin insanlar arasındaki ilişkiler olarak anlaşıldığı bizi şaşırtmamalı. Meta fetişizminde değerin başkalaşımının görünüşü “öz”le karıştırılır. Değeri sadece ürünlerin mübadele edildiği oran olarak ele alarak insanlar bu ürünlere, eşdeğerlerin mübadelesini mümkün kılan kişisel bağlar atfederler. Buna bakarak Marx, metanın gizemli bir şey olduğunu söyler; “çünkü metadaki insan emeğinin toplumsal niteliği, bu emeğin ürününün üzerine yapıştırılmış nesnel bir nitelik olarak görünür.”562
Bu bağlamda, metanın “doğal bir fiyata”, içerdiği insan faktöründen bağımsız olarak parayla ve diğer metalarla bir ilişkiye sahip olduğu düşünülür. Aslında üretimde rolü olan insanların arasındaki ilişkileri yansıtan bu fiyat, hem kullanım değerinin yabancılaştırılmasına dayanan mübadele değerine işaret eder hem de metanın fiziksel niteliği gibi toplum dışı bir niteliği olarak ele alınır. Yani ayakkabıların hem topukları vardır hem de çifti 5 dolardır. O halde değerin diğer formlarıyla meta fetişizmi olgusu daha açık bir şekilde “şeyleşme” olarak tanımlanabilir. Sermaye, kâr “elde ediyor” görünür; bu getiri sermayenin doğası, sermayenin gerçeği olarak ele alınır ve bu nedenle kâr hak edilmiş bir ürün olur.563 Kabul edilmelidir ki, bu biçimde bir anlatı karmaşık bir durumu kısa yoldan ifade etmekten farksız gibidir ama Marx bunun genelde böyle olmadığını düşünür. Ona göre sermayenin getirisinin kâr olduğundan bahseden çoğu insan, bu ikisi arasındaki ilişkiyi gerçekten neden-sonuç olarak kavrar.
Sermaye işçilerle olan ilişkisinde de şeyleşir. Marx’a göre sermaye, işçileri kapitalistlerin bir aracı olarak sömürür. Cansız madde canlı emeğe hâkim olur; çünkü, çıkarları üreticilerin çıkarlarına taban tabana zıt olan kişilerin elindedir. Marx, kapitalistin eylemlerinden “sermayenin bir fonksiyonundan başka bir şey değil” diyerek söz etmesine rağmen; bilinç ve iradeye sahip olan sermaye değil, kapitalisttir.564 Makineler ve fabrikalar onun amaçları doğrultusunda kullanıldıkları için yabancılaşma ortaya çıkar. Ancak, sömürünün gerçekleşmesi sürecinde işçiler, araçları, bu araçlara hükmeden insanlarla karıştırma ve cansız nesnelere sömüren aktörün toplumsal niteliğini atfetme eğilimindedir. Bu şekilde, makinelerin işçilere ihtiyacı varmış gibi görünür ve fabrikalar proletaryanın yaşamını katlanılmaz hale getirmekle suçlanır.
Şeyleşme, rant üretmek gibi doğal bir gücü olan toprak mülkiyetinde de yaşanır.565 Marx’a göre “emeğin emekten yabancılaşmasının ve böylece başka birinin malı olarak karşısına çıkmasının nesnel koşullarından biri” topraktır. Toprak, çağımızda “tekelleşmiş toprak ya da toprak mülkiyeti” formunu almıştır.566 Kâr gibi rant da toplumsal bir ilişkidir; değerin, toprak sahibinin cebine giren kısmıdır. Marx şöyle der: “Ürünlerin, üreticilerin karşısına sermaye ve kapitalistte bulunan bağımsız bir güç olarak çıkmaları gibi (ki kapitalist, sermayenin kişileşmesinden başka bir şey değildir), toprak da toprak sahibinde kişileşir ve aynı biçimde bağımsız bir kuvvet olarak şaha kalkıp, kendisi sayesinde üretilen üründen payını ister.”567 Sermaye örneğinde olduğu gibi toprak mülkiyetinin insan üzerindeki hâkimiyeti de toprak sahibinden değil de toprağın kendisinden kaynaklanıyormuş gibi tersinden anlaşılır.
Marx’ın ortaya çıkardığı şeyleşme, emeğin somut ürünleriyle sınırlı değildir; değerin başkalaşımının elinin değdiği bütün formlar için de aynı derecede geçerlidir. Bu kitabın önceki bölümlerinde paranın kapitalizmde yapabildiklerini gördük. Ancak bunlar insanın kendi ürünleriyle ilişkisinin yansıması olarak görüleceği yerde, baş aşağı çevrilir ve bu devasa güçlerin paranın doğal özellikleri olduğu sayılır. İnsanların para karşısındaki tavrı şüphesiz, kapitalist fetişizmin en göze çarpan örneğidir ve zirvesine faiz getiren sermayede (faizle borç verilen parada) ulaşır. Burada insanlar “paranın daha fazla para yarattığını, paranın kendiliğinden artan bir değer olduğunu” düşünürler.568 Paranın böylece “büyümesi”yle ilgili Marx ise şöyle der: “Yeniden üretim sürecinin tümünün sonucu, şeyin kendinde bulunan bir özellik olarak görünür.”569 İşçiler, makineler, ham maddeler; bütün üretim faktörleri yardımcı bir role indirgenir ve para tek başına zenginliğin üreticisi kılınır.
Son olarak, emek ilişkisinin kendisi şeyleşmiş; bir hayalete, özgün niteliği elinden alınmış bir soyutlama olan ücretli emeğe dönüşmüştür. Kapitalizmde insanlar, değer üreten diğerlerinden farklı olarak yabancılaşmış emeklerini, bütün insanlar tarafından her an gerçekleştirilen bir üretici etkinlikmiş gibi görürler. Dahası bu üretici etkinlik, değerin sadece kendilerine ücret olarak dönen kısmı yaratıcı olarak görünür. Böylece emeğin “doğal bir fiyatı” olduğu düşünülür. Marx bu düşünce için “sarı logaritma sözü kadar saçmadır” diyor.570
Toplumsal üretim ilişkilerine; yani sermaye, toprak mülkiyeti ve emeğe şeyler olarak muamele edilince, aralarındaki içsel birlikleri kaybolur ve birlik içinde yaşadıkları toplum da tamamen çarpıklaşmış olur. Marx şöyle der:
Sermaye-kâr ya da daha iyisi sermaye-faiz, toprak-rant ve emek-ücretler formülünde; değerin ve genel olarak zenginliğin öğeleri ile kaynaklarının bileşenleri arasındaki bağlantı gibi gösterilen bu üçlü ekonomik formülde, kapitalist üretim tarzı tam bir gizem haline getirilir, toplumsal ilişkiler şeylere dönüştürülür, maddi üretim ilişkileri bu ilişkilerin tarihsel ve toplumsal belirlenimleriyle doğrudan birleştirilir. Bay Sermaye ile Bayan Toprağın hem toplumsal kişiler hem de sırf şeyler olarak hayalet gezintisine çıktıkları bu dünya, büyülü, çarpıtılmış ve tepe taklak edilmiş bir dünyadır.571
Değerin farklı formları bir kez şeyleştikten sonra, bu formlar arasındaki bağların, yani bağlı oldukları zamansal sıralamanın da kendi başına bir hayat kazanmasını bekleyebiliriz. Üretim ilişkilerinin insanlara şeyler olarak göründüğü bu durumda;
dünya piyasası, bu piyasadaki iniş çıkışlar, piyasa fiyatlarındaki hareketler, kredi dönemleri, endüstriyel ve ticari çevrimler ve de bolluk ve bunalımın birbirini izlemesinin ortaya çıkardığı iç bağlantılar onlara, iradelerini zorla kabul ettiren ve karşılarına kör bir zorunluluk olarak çıkan karşı konulması imkansız doğal yasalar olarak görünürler.572
İnsanlar, “yasa” adıyla onurlandırdıkları bu tekrarlanan ekonomik olayları doğanın doğal özelliği olarak görürler. Ancak bunların meydana gelmesini isteyen ne tanrıdır ne de doğa. “Kör bir zorunluluk” olarak görünen şey, aslında kapitalist toplumsal üretim ilişkilerinin kontrolsüz gelişimidir.
Bütün bu fetişizm biçimlerinin fiili sonucu, fetişizmin kapitalist ekonomik sistemi anlamaya çalışan herkese dayattığı genel cehalettir. Zira kökleriyle birlikte, kapitalist ekonomik sistemin gerçek mekanizmaları ve gelecek ihtimalleri o kadar iyi gizlenmiştir ki, eleştirilerin hedefi saptırılmıştır ve bu koşulları değiştirebilecek eylemler etkisiz kılınmıştır. Marcuse’nin çok doğru tespitiyle:
Eğer ücretler (…) emeğin değerini yansıtıyorsa, sömürü en iyi ihtimalle öznel ve kişisel bir yargıdır. Eğer sermaye, meta üretiminde kullanılan toplam zenginlikten başka bir şey olmasaydı, o zaman sermaye üretici yetenek ve çabanın birikmiş sonucu olarak görünecekti. Eğer yarattığı kâr, kullanılan sermayenin özel bir niteliği olsaydı, böyle bir kâr, girişimcinin çalışmalarının ödülü olurdu.573
Kapitalist üretimin altında yatan temel yabancılaşma ilişkilerine sahip olan özsel insan ilişkileri değerlendirme dışı kalınca, kapitalist üretimin yüzeysel ilişkileri her şey oluverir.
II
Şu ana kadar, sanki şeyleşmenin zorunlu olarak eksik kanıtlara dayanması gerekiyormuş gibi ilerledim. Ancak insanlar, değerin çeşitli formlarına bağımsız birer yaşam atfederek, kendi varoluşlarını düzenlemek için bu formlara belirli güçler aktarmayı başarırlar. Bütün varlıkların birbirlerine hem neden hem de sonuç olarak bağlı oldukları bir durumda, tetikleyici güç sanılmak, aslında tetikleyici güç olmaktır. Makinelerin işçilere gereksinimi olduğunu düşünmek, makinelere işçilere gereksinim duyma gücü vermektir. Yine paranın her şeyi alabilme gücü olduğunu düşünmek de aslında her şeyi alabilme gücüne sahip olan para yaratmaktır. Aynı biçimde, kapitalizmin yasaları da ebedi zorunluluklarmış gibi çalışırlar. Herkesin ebedi zorunluluklar olduğunu düşündüğü ve buna göre davrandığı için de bir zorunluluk olurlar. Böylece bütün pratik amaçlar için, yani kapitalizmin devamlılığı için, şeyleşme, içerdiği bütün yanlışların nedeni de olur.574
Bu kavramı anlamadaki güçlük, benim sağduyuyu temel alan görüş olarak adlandırdığım görüşün cansız nesneleri kişileştirme hatasına düşmeden insanın nesnelerini özne olarak ele almasının imkânsızlığından kaynaklanmaktadır. İnsan, deniyor, ürünlerini kullanır, bu ürünlere gereksinimi vardır ve üzerlerinde hâkimiyet kurar. Onları yanlış ya da verimsiz kullanabilir, onları bilmiyor olabilir; ama bu ürünler onu kullanamaz, ona gereksinim duyamaz ya da onu kontrol edemez. Ancak, gördük ki Marx sık sık [bunların olabileceğini] iddia eder. İnsan ve doğa arasındaki ilişkinin içsel olduğuna dayanarak Marx, genel olarak biriyle ilişkilendirilen nitelikleri, kimi farklı özelliklerin altını çizmek için diğerine aktarabilmektedir. Örneğin, insanın doğayla kurduğu ilişkileri etkileme gücü, doğayı da içine alan bütünün bir yüzü olarak insanın sahip olduğu bir güçtür. O halde bu nitelik, aynı zamanda bütünün (parça için geçerli olan her şey, bütün için de geçerlidir) ve de bütünün diğer yönlerinin (bütün için geçerli olan aralarında içsel ilişki olduğu varsayılan bütün parçalar için de geçerlidir) bir niteliğidir. O halde, ikinci bölümde açıklandığı üzere, bir faktör için geçerli olan nitelikler diğer faktörler için de geçerlidir (bu diğeri, anlamının bir parçası olabilir; ayrı bir sıfat atfedilmiş de olabilir); yeter ki ikinci faktör, ilk faktörün merkezî anlamıyla ilişkilendirilen bir biçimde işlesin.
Kapitalizmdeki yabancılaşmış üretici etkinliği yoluyla işçi, kendisi ve ürünü ile ilişkiler kurar (Marx için her ikisi de insan doğasının parçasıdır). Bu ilişki, işçinin ve ürününün, genelde diğerinin kavramının anlattığı kimi işleri üstlenmesini mümkün kılar. Bir insan olarak işçinin, güçlerini doyurmak için nesnelere gereksinimi vardır ama bu nesnelere sahip değildir. Bunun yerine, günlerini değer üreterek geçirir; işvereninin kâr ihtiyacını karşılar; kısaca, “değişir sermaye” olarak hareket eder. İnsanların gereksinimlerini karşılaması beklenen işçinin ürünü ise bunun yerine, kendisiyle temasta bulunan insanların hayatlarını yeniden düzenler; insanları, kapitalist bir ürün olarak kendi niteliğini onaylayacak şekilde hareket ettirir. İşsiz kaldığında işçi hiçbir makine üzerinde hak talep edemez ama makine atıl kaldığında işçi talep edebilir. Bir makinenin (sermaye olarak), işçilerin gece de çalışmalarına ihtiyacı olduğu bu sayede söylenebilmektedir. İşçi ve ürünü arasındaki ilişki öyledir ki, işçinin ne yapacağını ürünün ne olduğu belirler; tersi değil.
Kimi zaman işçinin ürününün bütün formlarından, genelde sadece insana özgü görülen terimlerle söz edilir. Ancak en sık nitelenen form, paradır. Para, gördüğümüz üzere, kapitalizmde insan ve bütün nesneler arasındaki aracıdır; fiyatını ödemeden hiçbir şey alamayız. Bu role sahip olan para, “gerçek bir tanrıya dönüşmüştür; zira benim için aracılık ettiği şey üzerinde gerçek iktidara sahip olan bir aracıdır. Aracıya duyulan inanç kendi başına bir amaç olmuştur.”575 İnsan ve nesnesi arasındaki aracının insan üzerinde “gerçek iktidara” sahip olduğu fikri, Marx’ın din ve devleti tartıştığı yerlerde yeniden karşımıza çıkacak.
Böylece, Marx’a göre insanlar arasındaki ilişki, ürünlerinde şeyleşmekle kalmaz; bu şeyleşmiş ürünler yanlış görüneni doğru yapacak biçimde insanla etkileşime de girer. Bu, bir çelişkiden ziyade, karşılıklı etkilerin Marksizmdeki belki de en önemli örneğidir: İnsanlar gerçeğe dair anlayışlarını deneyimlerinden elde ederler (değerin başkalaşımında meydana gelenlerden dolayı, değer formlarını şeyleştirirler) ve aynı zamanda gerçeklik anlayışlarının da neleri deneyimleyeceklerinin belirlenmesine katkısı olur (sadece değer formlarının şeyleşmesi yoluyla değerin başkalaşımı gerçekleşir). Sermayenin (ya da işçinin herhangi bir ürününün) işçi üzerindeki gücü her zaman, sermayeye hâkim olan ve de onu bir araç olarak kullanan insanların güçlerini yansıtır. Ancak, kapitalizm bağlamında ve şeyleşme aracılığıyla sermayenin kendisi belli güçler uygulayabilir. Marx, kapitalist toplumda bulduğu fetişizmden sorumlu tutulamaz; çünkü ürünlere atfettiği güçler hiçbir zaman onların doğal nitelikleri olarak düşünülmezler.
İnsan ve ürünleri arasındaki bu içsel ilişkinin (biri diğerini tahakkümü altına almış görülerek) bir tarafının yok sayılması bir açmazla sonuçlanır; örneğin, insan öğesi dışarıda bırakıldığında “kaba belirlenimcilik” gibi bir açmaza ya da insanın nesnesi dışarıda bırakıldığında aynı derecede kaba olan “özgür iradeye” varılır. Bu bakış açılarından sadece birini kabul etmek, Kapital’i fetişizm üzerine bir çalışma ya da fetişleştirilmiş bir çalışma olarak görmektir. Marx, tarihsel yazılarında olduğu gibi Kapital’de de maddi faktörlerden ileri gelen ve o ana kadar ihmal edilmiş etkilere vurgu yapmışsa da Marksizm, her ikisinin diyalektik olarak birbirinin içine geçmesinin ürünüdür.
557 Meta fetişizminin harikulade bir yorumu için bakınız Lucien Goldman, ‘la Reification’, Recherches dialectiques (Paris, 1959).
558 Meta fetişizmi, Marx’ın dinde gözlemlediği şeye atıfla da açıklanır. Dinde, der Marx, “insan aklının ürünleri, yaşam bahşedilen bağımsız varlıklar olarak hem birbirleriyle hem de insan ırkıyla ilişki kurarlar. Öyleyse din, insan elinin ürünleriyle birlikte meta dünyasının içindedir.” Kapital I, s. 72. Özellikle bir yerde Marx meta fetişizminden “bu aldatıcı görünüm ve yanılsama, bu karşılıklı bağımsızlık ve zenginliğin çeşitli toplumsal unsurlarının kemikleşmesi, şeylerin kişileşmesi ve üretim ilişkilerinin varlıklara dönüşümü, gündelik yaşamın dini” diyerek bahseder. Kapital III, s. 809. “Şeyleşme” (Verdinglichung) olarak adlandırılan bu gelişmeden ürünün yabancılaşması tartışılırken daha önce bahsedildi.
559 Kapital I, s. 72
560 A.g.e., s. 74
561 A.g.e., s. 76
562 A.g.e., s. 72
563 Kapital III, s. 801
564 Kapital I, s. 592; Kapital III, s. 284. Marx onaylayarak İngiliz iktisatçı Hodgskin’den alıntı yapar: “Sermaye, kilise ve devlet ya da kendilerini soyan elleri gizlemek için insanoğlunun geri kalanını aldatanlar tarafından bulunmuş diğer genel terimler gibi kabalist [ing. “cabalistic”] bir kavramdır” Marx, Artı-Değer Teorileri, S. W. Ryazanskaya ve R. Dixon (drl.), III, (Moskova, 1971), s. 536
565 Kapital III, s. 797
566 Artı-Değer Teorileri, s. 122; ayrıca bakınız Kapital III, s. 804
567 A.g.e.
568 A.g.e., s. 383
569 A.g.e., s. 384. Marx’ın nitelikleri ilişki olarak anlayışı takip edilince, aynı sonuçlar şu şekilde ortaya konulur: “Toplumsal ilişkiler bir şeyin ilişkisi; paranın kendisiyle ilişkisi olarak olgunlaşır.” A.g.e. En sonunda, sanki “faiz, sermayenin tipik ürünü, ilk maddesiymiş ve kâr da, girişimicinin kârı biçiminde, yeniden üretim sürecinin yan ürünüymüş” gibi görünür. A.g.e.
570 A.g.e., s.798. Ayrıca bakınız a.g.e., s. 803
571 A.g.e., s. 809. Bu “üçlü formül”, üçüncü cildi sonlandırmak için çok uygundur; zira Marx’ın Kapital’de başladığı iş artık tamamlanmıştır (dördüncü ciltte diğer emek değer kuramlarıyla bir karşılaştırma yapılması planlanmıştı). Değer, yabancılaşmış emekteki köklerinden ekonomi içinde aldığı farklı formları aracılığıyla insanların akıllarındaki yanlış temsiline kadar başarıyla izlenmiştir. Toplumsal hayatın diğer alanlarıyla ilgili yapmayı umduğu çalışmalar, hâlâ yazılmayı bekliyor. Ama üçlemesinde Marx, kapitalizmin yabancılaşmış sakinlerinin ekonomik yaşamları hakkındaki düşüncelerini yerli yerinde özetler. Marx’ın bu yorumları yönelttiği sorunun varlığını kabul etmediği için Q. D. H. Cole üçüncü cilt hakkında “bir sonuca varmaktansa tavsamaktadır” der. G. D. H. Cole, A History of Socialist Thought II, (Londra, 1954), s. 298.
572 Kapital III, s. 810
573 Marcuse, Us ve Devrim, s. 280-281
574 Bir defasında Marx toplumsal emek ilişkilerinin bireye “gerçekte ne iseler o, insanlar arasındaki maddi ilişkiler ve şeyler arasındaki toplumsal ilişkiler” olarak göründüğünden bahseder. Kapital I, s. 73
575 Gesamtausgabe I: 3, s. 531
Yabancılaşma – Bertell Ollman
Yordam Kitap
Çeviri: Ayşegül Kars