Metin Altıok’u, kızkardeşi anlatıyor: “Biz hiç çocuk olmadık.”

metin_altıokTavanarası – Meral Altıok
Yazmak hiç bu kadar zor gelmemişti bana. Belki de yazacaklarımın çok acı vereceğini bildiğim için. Günlerdir birlikte yaşadığımız mutlu bir çocukluk anımızı hatırlamaya çalışıyorum. Üzgünüm ama bulamıyorum.
Biz hiç çocuk olmadık. Ağbi-kardeş hiç oynamadık. Biraz aramızdaki yaş farkından, biraz annemiz yüzünden. Kısacası, mutsuz bir ailede, hüzünlü bir çocukluğu paylaştık seninle.

 

Hayatının hiçbir döneminde inanmadığın, istemediğin bir şeyi zorla yaptıramadılar sana. Hep kendi doğrularınla yaşadın. Anlık kurtuluş­lar için bile doğru bildiğinden bir an olsun caymadın. Çocukken yedi­ğimiz dayakları hatırlıyorum. Takunyayla döverdi annem. Ve sana asla “yapmayacağım” dedirtemezdi. Çok ender de olsa, bazen gözlerinden yaşlar akarken bile “yapacağım” derdin.

Yanılmıyorsam, orta üçüncü sınıftaydın. Tavanarasında bir odamız vardı. Orayı verdiler sana. Ne kadar mutlu olmuştun. Evdekilerden uzak bir dünya yarattın kendine. İlk resimlerin orda şekillenmeye, ilk dizelerin o odada yazılmaya başladı. Kapını kapatır, odanın ortasında sürekli dolanarak yüksek sesle okur, doğru dizeyi bulmaya çalışırdın. Şu anda sesin kulaklarımda. Birdenbire anımsıyorum. Her zamanki gibi dolaşarak okuyorsun.

Çok renkli tropikal balıklan kadar sıcak
Geniş bulvarların o kalabalık yalnızlığı
İşte yüzlerce sesten yükselen o anlaşılmaz uğultu
Yanıltıcı zambaklar gibi kokusuz, yalın
Tutkusuz insanlardan ne farkı var
Renkli ölüleri yansıtan mozaikli bir duvarın

Artık sen, odan, şiirlerin ve kitapların bir bütündünüz. Bu arada ben de büyümüştüm. Ve aramızdaki sohbetlerin süresi uzamaya başlamıştı. Klasik müzikle, dünya edebiyatının önde gelen pek çok kitabıyla, oldukça erken yaşlarda, senin etkinle tanıştım. Paylaştığımız en güzel yıllardı. Lise arkadaşlarınla yaptığınız edebiyat ve felsefe tartışmalarını
dinlemeye bayılırdım. Ve lise bitti. Sen üniversiteye Ankara’ya gittin. Evliliğin, Zeynep’in doğumu, bir dargın, bir barışık yıllar ve sonunda boşanman. Ardından, kendini acıtarak, kanatarak yaşamaya başlaman, sürgünler; bana hep acı verdi, senin adına hep endişelendirdi. Hatta bir ara karıştırır oldum: Sen mi ağabeydin ben mi abla? Zaman zaman kırıldık, sıkça tartıştık, bazen darıldık. Ama sen de biliyordun ki, hepsi seni çok sevdiğim içindi. Şiirindeki acını yüreğimde hissettiğim içindi.

Bir gün bana “On taneden fazla şiir kitabı çıkarmayacağım, elli ya­şından fazla yaşamayacağım, ölümüm yatağımda sıradan bir ölüm olmayacak” demiştin. Hepsini tutturdun. Keşke 1 Temmuz günü telefonda verdiğin sözü de tutabilseydin. Rakın, yaprak dolmaların ve papazeriklerin seni bekliyordu. Nereden bilebilirdim ki, senin İzmir’e değil, benim Sivas’a hiç dinmeyecek büyük bir acıyı yaşamak üzere geleceğimi. 

On yıl geçti, içimdeki “keşke”lerin sayısı durmadan artıyor, artık işe yaramayacaklarını bile bile. Ve yüreğim hâlâ kanıyor

Kaynak: Zeynep Altıok Akatlı – Gölgesi Yıldız Dolu, Doğan Kitap

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Murat Belge: Tutunamayanlar’da küçük burjuva dünyamız değerleri zekice alaya alınıyor.

Next Story

Milan Kundera: ”yavaşlık hep aldatır, hızlılık ise unutturur”

Latest from Anlatı

Go toTop