Milena: Franz Kafka ‘nın yazdığı kitaplar şaşırtıcıdır, ama kendi daha çok şaşırtıyor insanı.

“Çok kötü günlerimdeydi, telgraf çekmiş, telefon etmiş, mektuplarımda yalvarmıştım: Kalk gel, demiştim, Tanrı hakkı için, hiç değilse bir günlüğüne gel, demiştim… Ne denli yalvarmıştım anlatamam. Gelseydi ne iyi olacaktı benim için, ama gelmedi. Aklıma gelen bütün kötülükleri yağdırmıştım başına. Uykuları kaçtıydı, günlerce gözüne uyku girmemişti, üzüldü, kıvrandı, sayfalar dolusu mektuplar yazdı, ama gelmedi, gelmedi, gelmedi… Neden mi? Çalıştığı yerden izin istiyemezmiş de ondan! Müdürün karşısına çıkıp, bana geleceğini söyleyemezmiş! “

Sabahtan akşama, akşamdan sabaha durmadan karşılık verebilirim yazdıklarınıza! “Franz sevgiden korkuyor, ama yaşamdan korkmuyor, öyle mi, nasıl olur?” diyorsunuz. Franz, yaşamı herkes gibi almıyor ki! Para, borsa, döviz işleri…

Bir yazı makinesi bile akıl sır erdiremediği nesneler onun için (aslında da öyle ya, bu saydıklarım, ama bizler o gözle bakmıyoruz); bütün bu saydıklarım, gizlemci, çözümü güç bilmeceler gibi gelir Franz’a: Çalıştığı yerdeki işi, ne denli büyüttüğünü unutuyor musunuz? Bir işadamının karşısında kendinden geçer, tıpkı bir çocuğun bir lokomotif karşısında duyduğu hayranlık gibi. En kolay şeylere akıl erdiremez. Onunla Posta’ya gittiniz mi hiç? Diyelim ki, bir telgraf çekecek, önce en beğendiği gişeye gönderdiklerinde anlayamaz nedenini, başını sallar, şaşar. Telgrafı verip kızdan paranın üstünü alınca da titizlenir, sayar parayı, bakar ki, kızcağız bir kron fazla vermiş, geri verir hemen. Gişeden ayrılıp ağır ağır merdivenlerden inerken bir daha sayar aldığı parayı, tam sokağa çıkmıştır, bir de ne görsün? Meğer kızcağız tam vermiş paranın üstünü; Franz yanlış sayıp geri vermiş kronu! Ne yapacağını şaşırmıştır; elinde para, sokağın ortasında durur…

Dönüp yukarı çıkmayı alamaz göze, üşenir; hem yukarısı çok kalabalıktır… Bu durumda yardım da edilemez ona. Başıma geldi de yazıyorum bunları; bir seferinde “bırak canım n’olur” diyecek oldum, anlamamış gibi yüzüme baktıydı, “nasıl bırakılır?” demişti. Ters anlaşılmasın sakın, cimrilik değil bu, ama onca böyle davranmak doğru değildir, sorumluluğu yüklenmek istemezmiş. Uzun uzun anlatmıştı, daha doğrusu anlatmaya uğraşmıştı bunun nedenini, ama ben anlayamıyordum bu direnmeyi. Girdiğimiz her dükkânda, yemek yediğimiz yerlerde, bir dilenciye para verirken hep buna benzer olaylarla karşılaştım. Bir seferinde de iki kron vermişti bir dilenci kadına, ama bir kronu geri istedi; kadın bozuk param yok deyince, düşünmeye başladıydı Franz. Durduk, bir çıkar yol aradık, bu durumda ne yapılabilirdi? Birden buldu:

“İki kronu da bırakırım kadına” dedi. Tam on on beş adım uzaklaşmıştık ki, pişman oldu! Sonra bu adam, hiç gözünü kırpmadan, üstelik vermenin mutluluğu içinde bana yirmi bin kronu şıp diye verebilir, istesem. Ama yirmi bin bir kron istesem, şaşırır; hele bu parayı bir yerde bozdurmamız gerekirse büsbütün allak bullak olur. Öyle ya, bu bir kronu nereye koysun, hak etmediğim bu bir kronun hesabını nasıl verebilir kendine? Paraya karşı duyduğu bu sıkıntıyı, kadınlara karşı da duyar; işine karşı duyduğu korkusu da öyle değil mi? Çok kötü günlerimdeydi, telgraf çekmiş, telefon etmiş, mektuplarımda yalvarmıştım: Kalk gel, demiştim, Tanrı hakkı için, hiç değilse bir günlüğüne gel, demiştim… Ne denli yalvarmıştım anlatamam. Gelseydi ne iyi olacaktı benim için, ama gelmedi. Aklıma gelen bütün kötülükleri yağdırmıştım başına. Uykuları kaçtıydı, günlerce gözüne uyku girmemişti, üzüldü, kıvrandı, sayfalar dolusu mektuplar yazdı, ama gelmedi, gelmedi, gelmedi… Neden mi? Çalıştığı yerden izin istiyemezmiş de ondan! Müdürün karşısına çıkıp, bana geleceğini söyleyemezmiş! Çabuk makine yazabiliyor diye hayran olduğu -gerçekten hayrandır- müdürüne söyleyemezmiş bu dileğini! Yalan da söyleyemezmiş müdürüne, öyle bir adama nasıl yalan söylenirmiş?

İlk nişanlısını niçin sevdiğini, o kıza niçin bağlandığını sorarsanız şu karşılığı verir: “Çok çalışkandı, tuttuğunu koparan bir kızdı da ondan!” Hayır, hayır anlayamaz dünyayı, yabancısıdır yaşamın. Gizemci, sır dolu bir şeydir yaşam dediğimiz. Hiçbir zaman başaramayacağını sandığı bu “tuttuğunu koparan” olayına aklı durur, hayrandır, hem de insanın gözünü yaşartacak, çocuksu bir bilisizlikle hayrandır. Kocamın beni yılda yüz kez aldattığını, beni ve başka kadınları avcunun içinde tuttuğunu anlattığımda, kendinden geçmiş, hayranlıkla yüzü aydınlanıvermişti. Müdürünün çabuk makine yazmasına hayran olduğu gibi, onu bu yüzden kusursuz bulduğu gibi, kocama da bu bakımdan hayran olmuştu! Yazı makinesini iyi kullanan bir müdürle, dört sevgiliyi elinde tutan bir kocaya nasıl akıl erdiremiyorsa, Posta’da eksik aldığı bir krona, dilenciye fazla verdiği paraya da öylesine akıl erdiremez; anlayamaz bu türlü davranışları, canlı, elle tutulur nesneler olduklarından kavrayamaz. Franz yaşayamaz yaşama gücü olmadığından yaşayamaz. Esenliğe kavuşamayacaktır Franz, çok sürmez ölür, bak görürsünüz. Hepimizde bir yaşama gücü vardır, görünüşe kapılırız, yalana sığınırız bizler, olaylara göz yumabiliriz, iyimser, ya da kötümserliğe başvurabiliriz zaman zaman, bir kanıyı savunabiliriz hiç değilse. Ama o sığınmaz bu türlü koruyucu nesnelere. Yalan söylemek elinden gelmez ilkin, beceremez ki… Sarhoş olmayı da beceremez.

Sığınacak, başvuracak hiçbir aracı yok elinde. Bizim korunabileceğimiz şeyler onda olmadığından hırpalanıyor ya böylesine. Giyinik insanların arasında çırılçıplak dolaşan biridir o. İster iyilik, ister kötülük olsun, yaşamına yardımcı olacak nesnelerden yoksun olunca, kendi başına bir varoluşçuluk oluyor onunkisi. Kahramanlıktan uzak bir yalnızlık içindedir Franz. Ne var ki, daha yüceliyor, daha erişilmez oluyor böyle olunca.

Kahramanlık, yalan, korkaklık! Bir ereğe ulaşmak için, hiçbir insan yalnızlığını öne süremez, kullanamaz. Fakat korkunç bir ileriyi görme sezgisi içinde, tertemizdir; kimseye leke sürmek istemediği için zorlanmıştır bu yalnızlığa. Akıllı kişiler de başkalarını kirletmekten çekinirler, ama onlar her şeyi pembe gösteren, büyülü gözlükler takar… Onlar için başkalarını kirletmek diye bir şey yoktur, incitmek diye bir şey bilmez onlar! Onlar çabuk makine yazar, durmadan kadın değiştirirler… Franz bayılır böylelerine, kendinden geçermişcesine bakar onlara… Anlayamaz, ama hayrandır işte! Franz’ın yazdığı kitaplar şaşırtıcıdır, ama kendi daha çok şaşırtıyor insanı. Max, size sonsuz teşekkür borçluyum. Prag’a gelirsem, görmeye gelebilirim sizi, değil mi? İzin verirsiniz? İyi dileklerimle, en içten selamlarım.

Milena
(Milena’nın Max Brod’a Yazdığı Mektuplar adlı bölüm)

Kaynak:
Sevgili Milena – Milena’ya Mektuplar
Yazar: Franz Kafka
Çevirmen: Adalet Cimcoz
Yayınevi : Say Yayınları

Bir yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir