Naif ve Bilge – Zafer Köse

Virajdan sonra ani bir uçurum. Tesadüfen yol kenarında bulunuyorsunuz ve bir aracın hızla yaklaştığını görüyorsunuz. Ne yaparsınız? E, can kurtarmak için elinizi kolunuzu biraz sallamayı esirgemezsiniz herhalde.

Peki, aracın içindekilerin katil, faşist, insanlık düşmanı olduğunu biliyorsanız? O güne kadar birçok insana yaşattıkları büyük acılara her an yenilerini ekleyebilecek kişilerse?

Evet, hiçbir durumda insan öldürmezsiniz, öldüremezsiniz. Kendinizi korumak için ille de gerekirse, karşınızdakine en az zarar verecek biçimde şiddet kullanırsınız. Hatta en sevdiklerinizle ilgili en akla gelmez kötülüklere bile maruz kalsanız, belki kontrolünüzü kaybedip anlık tepki… Ama asla planlı programlı öldürme kararı vermezsiniz; her durumda idam cezasına karşısınız. Zaten hiçbir suçun bireysel kabul edilemeyeceğini biliyorsunuz.

Ama bu araçtaki faşistler! Onları siz öldürmeyeceksiniz ki! Canlarını kurtarıp kurtarmamak yönünde karar vereceksiniz. Elinizi sallamakla bundan sonraki ölümlerden sorumlu olacağınızı düşünmeden edemiyorsunuz. Hatta eski katliamlarına bile suç ortağı olacakmışsınız gibi hissediyorsunuz.

Öyle hissediyorsunuz. Zaten düşünceden çok duygu meselesi bu. Galiba.

SEÇMEK, SEÇENEK YARATMAK

Yıl, 1988. Şili’de yapılacak oylamada halk, General Pinochet’ye evet veya hayır diyecek. Bu, 15 yıldır süren diktatörlüğün kalıcılaşması veya aşılması yönünde belirleyici olacak. Ünlü reklamcı Adrian Bettini’ye, evet kampanyasını yönetmesi teklif ediliyor. Oysa Bettini, muhalif olduğu bilinen biri. Önceki yıllarda tutuklanmış, çeşitli tehlikeler atlatmış. Belki tam da bu nedenle teklif ona götürülüyor. Halk üzerinde çok etkili olabilir.

Üstü kapalı tehditler ve ima edilen işbirliği avantajları var elbette işin içinde. Hükümet yetkilisi ayrıca, Bettini’ye, konuya “profesyonel” yaklaşması gerektiğini de anlatıyor. Mesleğinin gereğini yapmak gibi düşünmesini istiyor. Bir doktorun, politik düşmanı olduğu için hastasına bakmayı reddetmesini etik olarak niteleyebilir mi, Bettini? Böyle sorarak, herhalde Bettini’nin mantığını değil, ruh halini değiştirmeyi umuyordur.

yanan gökkuşağı Ne var ki, Bettini’nin yanıtı buz gibi: “Hasta Pinochet’yse, açık söyleyeyim ki evet senyor.” Anlaşılan, naiflikten eser kalmamış Bettini’de. 1973’deki askeri darbeden beri, özellikle de ilk zamanlarda yaşananların etkisi canlı biçimde devam ediyor. Fırsat bulsa diktatörü öldürür mü, bilemiyoruz. Daha doğrusu, okuduğumuz romanın bu kahramanını tanıdığımız kadarıyla, böyle bir şey yapmayacağını tahmin ediyoruz. Ama belli ki, o faşist katilin ölüp gitmesinden de memnun olacaktır.

Ve kendisinden beklediğimiz gibi, sadece hükümetin teklifini reddetmekle kalmıyor, karşı tarafa da olumlu yanıt veriyor. “Hayır” kampanyası için televizyonda gösterilecek 15 dakikalık filmi çekmeyi kabul ediyor.

Bettini’nin ilk aklına gelen, barbarlardan ve canları pahasına direnenlerden oluşan iki tarafı tanıtacak bir film hazırlamak. Haklı tarafta bulunmanın, gerçeklerden yana olmanın gücünü, bu şekilde kullanabilir. Ama birlikte çalıştığı kişilerden ve dostlarından aldığı fikirler, bir konuda yoğunlaşıyor: Kampanyanın başarısında, gençleri etkileyebilmek belirleyici olacaktır. Gençler! Son on beş yılda yetişkinlik çağına ulaşan, ülke nüfusunun önemli kesimi. Adrian Bettini’nin kızı Patricia gibi, darbenin vahşetini doğrudan yaşamamış olanlar. Tek yanlı yayınlara ve popüler kültüre maruz kalarak büyümüş ama naif halleri bozulmamış insanlar. Hani, bizim memlekette yaşasa, Haziran günlerinde Gezi Parkı’na gidip polisin karşında “kitap okuma eylemiyle” direnecek tipler. Çatışmadan sonra girdikleri Taksim Meydanı’nda kaldırıma “Slm polis, nbr canım?” yazarak nispet yapan çocuklar.

Bettini kararını veriyor, neşeli bir film hazırlayacak.

“Hayır” kavramını neşeli bir atmosferde kullanmak hiç de kolay değil elbette. Tahmin ettiğinden daha çok zorlanıyor. Sonunda, 16 fraksiyonlu muhalefet temsilcilerine sunuyor çalışmasını. Salonda, tatsız bir hava oluşuyor. 15 dakikalık kampanya filmi, muhalefetin lider kadrosunda hayal kırıklığı yaratıyor. O yiğit, o güzel insanların beklentisini karşılayamamak, Bettini’yi çok üzüyor. Üstelik filmi elden geçirmek için zaman da yok. Birkaç gün sonra, mecburen gösterime veriyorlar.

Ama ertesi gün! Sürpriz! Filmdeki müzikler, replikler, simgeler dalga dalga yayılıyor sokaklarda. Her tarafta bir gökkuşağı! İnsanların esprilerine, yürüyüşlerine, selamlaşmalarına karışarak film topluma birdenbire sirayet ediyor. Oylamaya böyle bir ruh haliyle gidiyor insanlar.

HALKIZ BİZ!

Sonuç mu? Sonuçta, biz kazanıyoruz dostlar.

Antonio Skarmeta sayesinde, güzel bir roman kazanıyor hayatımız. Bir ülkedeki halk oylamasını, Nico ile Patricia aşkını, gözaltına alınan Nico’nun babasının kişiliğini, Bettini’nin kampanya filmi hazırlamasının hikayesini okuyoruz: Gökkuşağı Günleri.

Bazı okurlara tehlikeli virajları, uçurumları düşündürür, bazılarına neşeli isyanları. Bütün iyi romanlar gibi, anlattığından daha fazlasını anlatan bir roman bu. Bir yolunu bulup da doğru seçenekler sunulabilirse halklara, diye içinizden geçirirsiniz. Umutlanırsınız.

Gökkuşağı Günleri romanında, dünya halklarının naifliğini ve bilgeliğini de okuyabilirsiniz.

Zafer Köse
zaferxkose@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir