Oblomov’un Zamana İlişkin İdeolojisi

Gonçarov’un en meşhur edebi yaratımı ve Oblomov romanının ana karakteri İlya Oblomov, Rusya tarihinin belli bir döneminde, özellikli bir sosyal sınıfı temsil etmektedir. Oblomov, on dokuzuncu yüzyıl Rusyası’nda varlığını serfliğe borçlu olan, miyadı dolmuş, sorumsuz aristokrasiye somut bir örnek teşkil etmektedir. Nikolaj Dobroljubov’un meşhur makalesi “Oblomovluk Nedir?” (“What is Oblomovitis?”)[58] gibi roman hakkındaki çağdaş eleştirel değerlendirmeler genellikle, romana adını veren karakter Oblomov’un hikayesini oluşturan, serfliğe esas teşkil eden ekonomik bölünmeler ve bunların doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan sosyal adaletsizlikler gibi tarihsel meselelere odaklanmıştır. Diğer bir deyişle, İlya Oblomov’un hikayesi aslında Rusya’nın sosyal gelişiminde yeni bir çağın başlangıcında, sertliğin kaldırılmak üzere olduğu bir dönemde, Rus aristokrasisinin hikayesini anlatmaktadır. Gonçarov’un çağdaşlarının, ilk kez 1859 yılında basılan romanın konuları arasından, o zaman güncel olan bu mevzuya odaklanmalarının nedenini izaha gerek yoktur. Yine de, serflik kaldırıldıktan yüz yıl sonra bile Oblomov’un Rusya’da ve dünya çapında halen popülerliğini koruması, eserin ana karakterini de şekillendiren daha evrensel temaları da ele aldığını göstermektedir.
Henüz geniş çapta ele alınmamış olan zaman da bu temalardan biridir: Romanın ana karakterlerinin hayatlarında zamansallığın oynadığı rolle birlikte romanın yapısının, bu karakterlerin zamana ilişkin birbiriyle çelişen algılarını yansıtma biçimleri. Zaman, Oblomov’da tarihsel bir arka plan yaratmaktan çok daha öte bir görev üstlenmektedir. Aslında zamansallığın doğası ve zamana ilişkin göndermeler, görüntüler ve düşünceler romanın bütününde yer almaktadır. Ancak Gonçarov’un ortaya koymak istediği zamana ilişkin net bir kavram, -başka bir deyişle, onun zamana ilişkin ideolojisi- tam olarak aktarılmamıştır. Romanda zamanın nasıl ele alındığına ilişkin, Marksist yorumların çoğu da dahil olmak üzere, Oblomov’un günümüz eleştirel değerlendirmelerinden birçoğu, zaman çizgisinde bir dönüm noktası olması sebebiyle romanın geçtiği tarihsel döneme odaklanmıştır.
Oblomov katıksız bir hayalperesttir, (ama bir o kadar da çekici bir yanı vardır), ileriye bir adım atıp hayatın içine karışamadığından tarihin sayfalarına gömülmeye mahkûmdur ve makus talihine yenilir.[59] Bu tür yorumlara göre, zamanın doğal akışı içinde bu son kaçınılmaz olacaktır. Diğer incelemeler, Oblomov’un rüyasında çocukluğunun geçtiği yuva olarak resmedildiği haliyle Oblomovka’nın, asla zamanı geçmeyecek bir yer olmasını detaylı bir şekilde ele alırlar. Dmitrij Lixacev romanın bu bölümünde geniş zaman kullanımındaki yoğunluğun, tekrarlamaları vurguladığını ve şimdiki zamana yönelimi gösterdiğini not etmektedir. [60] Milton Ehre zamanın ötesinde olma bakış açısını ve tekrarlamaları, detaylarına inip irdeleyerek, Oblomov’un hayat hikayesinin genelde iniş-çıkışlı motifine odaklanır ve Oblomov’un çocukluğunu anımsadığı romanın son bölümünde bunun doruğa ulaştığını ifade eder. [61] Her iki yaklaşım da, Oblomov’da zamanın farklı yönleri üzerine önemli noktalara temas etmekle birlikte, Ştoltz’un romandaki rolüne ya da Oblomov ile Ştoltz arasındaki derin şefkat bağına yeterince değinmemiştir. Metnin derinlemesine bir analizi yapıldığında, Oblomov ve Ştoltz’un hayatlarının kökenlerini, dairesel ve doğrusal olmak üzere iki farklı zaman kalıbına dayandırdıkları görülür. Daha da önemlisi, bu bakış açısıyla tekrar okunduğunda, Gonçarov’un bu iki kalıbı romanın yapısında nasıl kurguladığı daha da net olarak ortaya çıkmakta ve söz konusu kurgunun zamana ilişkin bu her iki algının esas değerini nasıl perçinlediği görülmektedir.
İnsanoğlu, zaman ve tarih söz konusu olduğunda iki temel nosyon geliştirmiştir. Mircea Eliade’nin “arkaik” ve “modern” olarak betimlediği bu iki nosyondan “arkaik” olarak adlandırılanı tarihe dayalı değildir ve belli bir modelin döngüsel olarak tekrarından ibarettir; “modern” nosyonu ise tarihe dayalıdır ve zamanı ilerleyen bir olgu olarak ele alır.[62] Döngüsel zaman, dünyanın kendi ekseni ve güneş etrafında dönmesi ile ilişkilendirilen doğal döngülerin tekrarıdır ve tarıma dayalı, primitif toplulukların zamana ilişkin felsefesini karakterize etmektedir. Zamanın döngüsel olduğu ve doğa olaylarının tekrarına dayandığı algısı, Oblomov’a ailesinden ve çoğunlukla primitif, toprağa dayalı bir çevre olan Oblomovka’da geçen çocukluğundaki tecrübelerinden miras kalmış bir algıdır. Oblomov’un aileden kalma mülkünde, ya da en azından düşünde gördüğü, hatıralarında kaldığı haliyle,

Oblomovlar zamanı, ayları, günleri hesap yapmadan, bayramlara, mevsimlere, aile içi olaylara göre belirlerlerdi. Bunun nedeni bir bakıma, belki de Oblomov dışında herkesin ayları, günleri karıştırmasındandı.[63] (141)

Döngüsel zaman kalıbının esasını oluşturan tekrarlamalar Oblomovka’da öyle bir hüküm sürmektedir ki, Oblomovkalılar zamanın doğrusal ve aşamalı vasıflarına dayandırılan kavramlar olarak, belirli günleri ve ayları tanımlamakta ve bir dizine yerleştirmekte zorluk çekmektedirler.
Oblomov’a doğumunda verilen isim olan İlya İlyiç, bu döngüsel gelenekteki yerini vurgulamaktadır. O yalnızca İlya’nın oğlu İlyiç değil, babasının ismen ve cismen bir kopyası olarak reenkarnasyonu, başka bir İlya’dır. Babasının adı ve mülkü ile birlikte, Oblomov’a, ailesinin algısına göre birbirine benzeyen günlerin bitmez tükenmez bir tekrarından ibaret olarak tanımlanabilecek, zamana bakış açısı da miras kalmıştır. Oblomovka’da yaşayanlar, yani İlya’nın ailesi ve diğer akrabaları, bu tür bir tekrarın daim olması için bir çok kez, “Tanrı’ya şükür, bir gün daha geçti gitti… Yarın da böyle geçer inşallah” diye dua ederler ve “Ya yarın bugünkü gibi olmazsa, ya da yarından sonraki gün yarın gibi olmazsa ne yapacağız?” diye endişelenirler. Oblomovka’dan ayrılıp St. Petersburg’a yerleştiğinde bile Oblomov tekrarların devam etmesini arzulamaktadır. “Ben değişikliklere katlanamıyorum,” diye itiraf eder, ve aklındaki ideal hayatın birbirine tıpatıp benzeyen günlerin “ileri yaşlara, hatta mezara kadar” birbirini takip etmesi olduğunu söyler. Oblomovka’dan ayrıldığında bile Oblomov kendisine ailesinden ve mülklerinde geçen çocukluk günlerinden yadigar kalan, bu tekrarlayan zaman döngüsünü kıramaz.
Romanın aksiyonu, Oblomov’un yaşadığı mekanda kanepesinde uzanarak, günü saatin ilerleyişine göre değil de tekrar eden yemek saatlerine göre düzenlemesi ile başlar. Vakit, dostlarının günün hangi saatinde olunduğunu belirtmesine dek farkına varılmadan geçmektedir. Zamanın ilerleyişini, vaktin geçtiğini “Ah, şuna da bakın neredeyse saat üç olmuş,” diyerek belirten Oblomov’u şaşırtır. Aynı şekilde daha geniş zaman dilimlerinin örneğin aylar, günler hatta mevsimlerin nasıl geçtiğinin de ayrımına varamamaktadır. Oblomov, hala kış mevsiminde olduklarını zannederek, yeni gelen her misafirine “Yaklaşma, yaklaşma, soğuktan çıkmış gelmişsin,” derken, misafirlerinin Oblomov’u defaten mayıs ayının geldiğine, havaların artık ısındığına ikna etmesi gerekir. Örneğin Volkov “Bugün mayısın biri,” derken Sudbinski “Hava da ne güzel,” demektedir. Oblomov’un aylar ve günler karşısındaki bu kayıtsızlığı, zamanın birbiçini izleyen periyotlarını ve kronolojik düzenlemesini algılamada problem yaşadığına işaret eder.
Oblomov’un vaktin nasıl geçtiğinin farkında olmaması ve günler ile ayları birbirine karıştırması, romanın ikinci bölümünde daha büyük sorunlara yol açar. Arkadaşı Ştoltz tarafından kanepesinden adeta sökülerek toplumsal hayata iteklendikten sonra, güzel ve becerikli Olga ile aralarında başlayan ilişki sırasında, Oblomov döngüselliğe dayanan varolma biçimine bağımlılığını bir kenara bırakır gözükür. Gelecekle ilgili planlar yapmaya başlamış olsa da, Oblomov hala zamanı doğru düzenleyememektedir, böylelikle de kendisinin zaman algısının ne kadar da doğrusal olmayan bir algıya bağlı olduğunu, geçmişte yaşananları kronolojik bir sıraya dizerken yanlış yapmaya ne kadar meyilli olduğunu ortaya koyar. Örneğin, sırf bu nedenle Oblomov Olga ile ilk kez karşılaştığında, Andrey’in ona dün Oblomov’un çoraplarının birbirinden farklı olduğunu ve gömleğini ters giydiğini söylemesinden endişelenir. Aslında Ştoltz gerçekten de Oblomov’un kıyafetindeki bu kusura dikkat çekmiştir, ancak bunu romanın başladığı yani Oblomov’un St. Petersburg’a taşındığı gün, hatta Oblomov’a Olga’dan bahsetmeden bir hafta önce yapmıştır. Oblomov yedi gün önce yaşanmış bu güne yanlışlıkla “dün” diye atıfta bulunurken, geçmişe ait sıralı zaman akışını tam olarak anlayamadığı gerçeği de ortaya çıkmaktadır. Oblomov’a göre geçmiş günlerin tekrarlayan doğası, onların doğrusal dizininden daha ağır basmaktadır. Böylece geçmişte yaşanmış her gün ona “dün” gibi gelmektedir.[64]
Üçüncü bölümde, Oblomov’un zamanın ilerleyişini algılamakta çektiği güçlük, gelecek söz konusu olduğunda da kendini gösterir. Örneğin, Olga’ya beslediği sevginin günbegün artması gibi yeterli bir motivasyonla, Oblomov içinde bulunulan anda harekete geçebilmektedir. Ancak, şimdiki zamanı ilerleyen bir doğru üzerinde, gelecekte konumlandıramaz. Olga ile ilişkisi söz konusu olduğunda Oblomov zamanın ilerlemesini tamamen durdurmak istemektedir. Bunü da, Olga’ya başkalarının onlar hakkında nasıl dedikodu edip Olga’yı üzebileceğim anlatan bir mektup gönderdikten sonra, “bırak her şey dün olduğu gibi kalsın,” diye yakararak ifade eder. Oblomov aşklarının zamanla değişmesini istemez ve geçmişe asla geri dönemeyeceklerini, bunun yerine engelleri aşmak ve hataları düzeltmek için ileriye doğru adım atmak zorunda olduklarını görmeyi reddeder. Kendi kendine “Dün geçti gitti… Evet, bu an da geçip gidecek,” diye itiraf ederken, Oblomov’un hala gelecek ile ilgili bir öngörüsü yoktur. Yapabildiği tek şey, düşüncelere gark olmuş, endişe içinde yarın ne olacak diye kendine sormaktır. Değişimden korkar ve sonuçta Ştoltz ve Olga’nın benimsediği, zamanın ilerlediği ve geleceğe yönelmek gerektiği farkındalığını kabul edemez.
Olga, Oblomov’un içinde bulundukları anda, zaman zaman harekete geçebildiğim anlasa da, Oblomov Olga’nın uğruna “şu anda” kendini bir bilinmeyenin içine atabileceğini söylediğinde şimdiki zamanı gelecek zamanla aynı bağlamda ele alamadığını “Evet, atabilirsin, ama uçurum şu anda hemen burada, ayaklarının dibindeyse. Üç gün sonraya ertelenecek olursa kararını değiştirirsin, korkmaya başlarsın,” diyerek belirtmektedir. Böylece Olga, Oblomov’un zamanın doğrusal bir ilerleme kaydettiğini, şimdiki anın geleceğe uzandığını ve olayların akışını etkilediğini algılayamadığını kabul eder. Olga Oblomov’a geleceğin nasıl olacağını, mantığa uygun olarak, kendi deyimiyle, “dün”ün bir tekrarı olacağını ifade ederek resmeder. Onunla muhtemel hayatlarını “Oysa, seninle olsak günü yaşardık… Bir günü daha geçirdiğimiz için Tanrı’ya şükreder, yatıp uyur, sabah kalktığımızda ise bugünün de bir önceki gün gibi geçmesini dilerdik… Geleceğimiz bu işte bizim, öyle değil mi?” diyerek anlatır. Olga, Oblomov’un zamanın doğrusal bir hareketi olduğunu anlayamamasının ya da anlamayı istememesinin, geleceği de yalnızca geçmişin tekrarından ibaret sanmasından kaynaklandığını anlar.
Oblomov’la zıt karakterdeki, Andrey Ştoltz ise tam aksine doğrusal zaman kavramına değer verir. Andrey’in aile yapısı ona kronolojik ve aşamalı bir zaman kalıbı edindirmiştir. Babası bu doğrusallık nosyonunu aileye yansıtır ve geleceğe taşır. Ailesini planlarken, “Dedesinden gelen yaşam çizgisini alıp (sanki cetvelle), dümdüz olarak gelecekteki kendi torununa kadar uzatmıştı(r).” Cetvelle çizilmiş bu mükemmel doğru imajı, kavramsal olarak Oblomov’un aile tarihçesiyle ilişkilendirilen döngüselliğe zıtlık teşkil etmektedir. Ştoltz, babasından hem zamanın doğrusal olduğu kavrayışını hem de gelecek hakkında öngörü sahibi olma yeteneğini almıştır. Oblomov’un aksine, Ştoltz gelecekten korkmaz, ne de olsa bu doğrusal kavrama göre gelecek, zaman çizgisinde net bir şekilde ileriye yönelik bir adım olacaktır. Dolayısıyla Ştoltz şimdiki zamanda gelecekte elde edeceği – sevgi, aile, üretici iş gibi ödüller için çalışmakta, bunlar da onun için, içinde bulunduğu anın değerini arttırmakta ve ona bir amaç vermektedir.

[Ştoltz]… gece uzun süre kendini yarına hazırlıyordu. En zevksiz, en zorunlu işler sıkıcı gelmiyordu ona artık. Düşünceler, incelemeler, olaylar sessizce, kendiliğinden yürüyor belleğindeki bilgiler her güne parlak renkler katıyordu. (464)

Buna karşın, Oblomov’un geçmişe odaklanıp kalmış rüyaları, ona geçmişin bir parçası olmayan bir gelecek sunmaz.
Romanın çeşitli hikaye yapıları iki karakterde vücut bulan döngüsel ve doğrusal zaman imajlarının tezatını vurgular. Yine de, eser boyunca bu iki tip yapının bilinçli bir şekilde harmanlanması, Gonçarov’un iki yapıdan birine daha yüksek bir ahlaksal, psikolojik ya da estetik değer vermeyi reddettiği anlamına gelmektedir. Roman simetrik konfigürasyona sahip kısımlarıyla dört bölümden oluşur: Birinci bölümde on bir kısım varken, ikinci bölümde on iki, üçüncü bölümde on iki ve dördüncü bölümde on bir kısım vardır.[65] Oblomov’un birinci bölümdeki eylemsizliği ve zamanın döngüselliğine bağımlılığı, ikinci bölümde yerini Olga’ya olan aşkına ve zamanın ilerleyici özelliğini kavramış bir hareket adamı olma çabasına bırakır. Bu gönül ilişkisi, ikinci bölümün sonunda doruk noktasına ulaşır. Üçüncü bölümün başlangıcından itibaren Oblomov Olga’ya olan aşkına mani olduğunu düşündüğü engellerle karşılaşarak yavaş yavaş eski hareketsiz haline dönüş yapar. Dördüncü bölümde neredeyse bütünüyle bir tembellik ve tıkanma noktasına gelerek, zamanının çoğunu, birinci bölümde olduğu gibi dairesindeki kanepede geçirir.
Ehre, romanın kurgusunun inişli-çıkışlı bir motif izlediğini, ya da pasiflikten, aktifliğe ve sonra tekrar pasifliğe giden, Oblomov üzerine kurulu oldukça simetrik ve kapanış hissi veren bir kurgusu olduğunu iddia eder.[66] Ancak, romanın bu yapıya tezat teşkil eden bir başka motifi daha vardır ve bu da değerlendirmeye alınmalıdır.
Kurgunun aşamalı gelişimi ve romanın dört bölümündeki hızlı akışı yansıtan kronolojik genişleme, Ştoltz ve doğrusal zaman kavramı ile ilişkilendirilmiştir. Birinci bölüm çok kısa bir zaman dilimini ele almaktadır. Başlangıçtaki bu yüz dokuz sayfanın sonuna gelindiğinde, mayısın ilk gününün,[67] yalnızca sekiz buçuk saatlik bir dilimi, sabah saat sekizden akşamüstü dört buçuğa kadar olan süre geçmektedir. Oblomov’un dünyasında vaktin yavaş geçtiği, birinci bölümde zamana yapılan göndermelerle vurgulanmaktadır: “saat neredeyse on bir olmuş”, “on ikiyi biraz geçmiş”, “dördü biraz geçtikten hemen sonra”. Birinci bölümde ele alınan zaman, saatler ve dakikalarla ölçülecek kadar kısadır.
Vaktin böyle telaşesiz geçmesi romanın ikinci ve üçüncü bölümlerinde yerini, günler ve haftaların geçmesi ile ölçülen bir zaman akışına bırakacaktır. Bu bölümlerin her biri yaklaşık üç aylık süreçleri kapsar: İkinci bölümde 1 Mayıs’tan ağustos ortasına kadar, üçüncü bölümde ise ağustos ortasından sonbaharın sonlarına uzanan zaman dilimleri, toplamda altı ay, yüz yetmiş sayfada aktarılmıştır. Dördüncü bölümde zaman akışı daha da hızlanır, artık aylar ve günlerle ölçülmektedir. Romanın doksan sayfalık bu bölümü on üç yılı kapsar. Romanın üç zamansal aşamasıyla (birinci, ikinci ve üçüncü, dördüncü bölümlerinde) temsil edilen zaman süresi, dört bölüm boyunca anlatımın uzunluğu azaldıkça Oblomov’un durgunluğa dönüşü ile tezat teşkil eden bir ivmelenme hissi yaratır.
Zamanın kazandığı ivme, romandaki olaylara Ştoltz’un katılımıyla doğru orantılı olarak artar. Ştoltz ortaya çıktığında, uzun zaman geçmiş olmasına karşın anlatımın kısa tutulmasıyla hikayede bir sıçrama gerçekleşir. Bir karakter olarak Ştoltz’un romana dahil olması ile birinci bölüm ve bu bölümün dikkat çekecek derecede ağır temposu sonlanır. İkinci bölüm Ştoltz’un Oblomov’u kanapesinden kaldırıp, oldukça fırtınalı bir sosyal hayata doğru iteklemesiyle başlar. Buna mukabil zamanın saatler yerine artık günlerle ölçülmesi ile roman kurgusunda da bir hızlanma gözlemlenir: Ştoltz St. Petersburg’da önüne kattığı Oblomov ile bir seri ziyaret gerçekleştirirken, “Üçüncü gün de bir sonraki günün geçtiği gibi geçmişti, böylece göz açıp kapayıncaya dek bir hafta uçtu gitti,” diye anlatılır. Ştoltz’un ilk kez ortaya çıkışı ile tetiklenen, bir haftayı kapsayan bu öykü tek bir cümleye sıkıştırılmıştır.
Arkadaşını sosyal hayatın tam ortasına attıktan sonra Ştoltz İngiltere’ye gitmek üzere yola çıkar. Oblomov karakterinin hikayede daha geniş yer bulmaya başlamasıyla zamanın akışı da ağırlaşarak, birkaç günlük zaman dilimleri ile ölçülebilecek hale gelir. Bu tempo, (Ştoltz’un yer almadığı) ikinci ve üçüncü bölümlerde devam eder, yine bu bölümlerde Oblomov’un Olga’ya olan aşkı ile ilgili gelişmeler de aynı tempoda aktarılır. Dördüncü bölümde Ştoltz geri döner ve hikaye örgüsü onun ve Oblomov’un hayatlarının ne şekilde sürdüğünü anlatırken, Ştoltz sık sık görülmeye başlar. Artık romanın sonuna kadar anlatım akışı yıllarla ölçülür: iki yıl sonra, beş yıl sonra gibi. Anlatılan zaman süresi kazandığı ivmeyi Ştoltz’un varlığına borçludur. Oblomov’un durağanlığa geri dönüşüne ve kurgunun simetrik yapısına taban tabana zıt olan Ştoltz’un geleceğe yönelik hareketlerinin aşamalı ilerlemesi ve açık uçluluğu, romanın döngünün tamamlanmasına direndiğini ve bir açılım yaptığını gösterir.
Oblomov ve Ştoltz’un birbirine benzer hayat dilimlerini anlatırken Gonçarov, anlatım alanı kullanımı ile bir başka zıtlığı daha ortaya koyar. Ştoltz’un belli bir periyoda yayılan aktiviteleri Oblomov’un aynı periyotta gerçekleşen aktivitelerinden çok daha az bir anlatım alanında aktarılır. Ştoltz’a ayrılan bu kısıtlı anlatım alanlarının daha yoğun bir içeriği olmasıyla, Gonçarov Ştoltz’un herhangi bir zaman diliminde Oblomov’dan daha hızlı hareket ettiği izlenimini uyandırmaktadır. Örneğin romanın başında, birinci bölümün tüm on bir kısmında Oblomov’un aile altyapısı ve içinde bulunduğu mevcut durum anlatılmaktadır. Buna karşın, Ştoltz’un aile altyapısı ve içinde bulunduğu mevcut durum sadece ikinci bölümün ikinci kısmında anlatılmaktadır. Bu noktada, Ştoltz’a iki kısım ayrılırken, Oblomov’a on bir kısım ayrıldığı görülmektedir. Yine aynı şekilde, Oblomov’un Olga’ya olan aşkının altı aylık gelişim süresi ikinci ve üçüncü kısımlara yayılırken, Ştoltz’un yine aynı şekilde altı aylık bir dönemde Olga’ya olan aşkının gelişimi dördüncü bölümün tek bir kısmında dile getirilmektedir. Burada Ştoltz ve Oblomov’un hayatlarının birbirine eş dönemlerinin anlatımında 1’e 20 oranıyla bariz bir ayrımla karşılaşılır. Öykünün iki karakter arasında gidip gelmesiyle romanın son kısmının tamamı, anlatım yoğunluğundaki bu kontrastı en bariz biçimde gözler önüne sermektedir. Bu bölümde Oblomov’a ayrılan her iki ya da üç kışıma karşın, aynı dönemde Ştoltz’un hayatında meydana gelen değişikliklerin anlatımı için yalnızca bir kısım ayrılmıştır. Böylelikle Gonçarov, Ştoltz’u betimlerken anlatımı hızlandırıp onunla bağdaştırılan zamana ilişkin aşamalı kalıbı vurgulamaktadır. Bazı eleştirmenler tarafından romanın bir kusuru olarak görülse de, bu teknik aslında Ştoltz’un ve Oblomov’un zaman oryantasyonları arasındaki farkın altını çizer.[68] Ştoltz hızla, sürekli, dümdüz ileri gider bu nedenle de Oblomov kadar anlatıma ihtiyacı yoktur.
Gonçarov, Oblomov ve Ştoltz ile ilişkilendirilen farklı zamansal yapıların arasındaki tezatı okuyucuya her iki karakterin geçmiş ve mevcut hayatlarının anlatım sıralamasındaki düzenleme ile de aktarır. Oblomov’un geçmişi ve mevcut hayatı tersine bir kronolojik sıralamada, şimdiki zaman, geçmiş, şimdiki zaman döngüsünde verilir. Okuyucu, Oblomov’u önce şimdiki anlatım içinde görür, birinci bölümün birinci ve dördüncü kısımlarında yaklaşık otuz iki yaşındadır. Beşinci ve altıncı kısımlar Oblomov’un yakın geçmişine, St. Petersburg’daki yetişkin hayatına odaklanır. Yedi ve sekizinci kısımlarda şimdiki zamana bir dönüş yaparak Oblomov’un uşağı Zahar ile iletişimi anlatılır. Yalnızca dokuzuncu kısımda, “Oblomov’un Rüyası”, kahramanın uzak geçmişini, çocukluğunu ve aile tarihçesini anlatır. Onuncu ve on ikinci kısımlarda anlatım bir kez daha şimdiki zamana döner. Böylece okuyucu, Oblomov’un geçmişine, bu geriye bakış yapan döngüler vasıtasıyla (şimdiki zaman, geçmiş, şimdiki zaman, geçmiş, şimdiki zaman) vakıf olur. Oblomov’un tarihçesi, kronolojik bir hatta ilerlemek yerine hikayede eşmerkezli çemberler gibi yer alır ve Oblomov’la özdeşleşen döngüsel zaman kalıbını yansıtır.
Bunun tam aksine, Ştoltz’un hayatı mükemmel bir kronolojik dizinde sunulur. Birinci bölümün sonunda, Ştoltz’un göründüğü andan itibaren anlatım onun aile yapısını ve çocukluğunu betimlemek üzere uzak geçmişe kayar. Ştoltz’un geçmişi, yedi yaşındaki okul yıllarından başlayıp, üniversite eğitimi ve ailesinin Verxlevo’daki evinden ayrılmasına kadar tutarlı bir ilerleme gösterir. İkinci bölümün birinci kısmını oluşturan Ştoltz’un çocukluğunun betimlenmesini, onun mevcut hayatını, otuz iki yaşındaki meşguliyetlerini ve düşüncelerini anlatan bir kısım takip eder. Böylece okuyucu, Ştoltz’un şimdiki halinden önce geçmişi hakkında bilgi sahibi olup, karakterle tarihin ya da geleneksel biyografinin kronolojik dizinine uygun olarak tanışır. Hayatı doğrusal zaman kalıbıyla örtüşen doğrusal bir sunumla, aşamalı bir ilerleme olarak aktarılmıştır.
Oblomov’un döngüsel zaman algısı ile bağlantısını daha da vurgulamak için, Oblomov ve Ştoltz’un tarihçelerinin böyle zıt bir anlatımına ek olarak, Gonçarov aynı zamanda iki ana karakterin zaman algısındaki tezatı öne çıkarmak adına farklı yapısal yöntemler kullanır. Oblomov’un hayatındaki olayların sunumunda, yaşanacakları, bunların nasıl olup da vuku bulduğunu ima etmek adına anlatım sık sık ileri atlar. Kronolojide ileriye dönük böyle bir sıçrama, anlatılan olaylara, tüm detayları verilirken tamamlanmış bir döngü formu verir. Okuyucular aslında kronolojik olarak doğru anda karşılaşsalar da, ortaya çıkan sonuç önceden anlatılmış olduğu için, aslında aşina oldukları bir olay tekrar ediyormuş hissini yaşarlar. Böylece okuyucular, Oblomov’un kendi geçmişini tekrardan yakalamaya çalışmasına paralel olarak, kendilerini geçmişe geri dönen bir anlatımın içinde bulurlar. Buna örnek olarak, ikinci bölümün başında Ştoltz Avrupa’ya giderken ona eşlik etmeyi planlamış olan Oblomov’un Rusya’da kalması verilebilir. Anlatım Oblomov’un neden gitmediğini garip bir ileri sıçrama yaparak açıklar:

İşte, oturduğu yazlık evin (kentin birkaç versti dışında yazlığa taşınmıştı) penceresinin önünde masada oturuyordu şimdi. Hemen yanında bir demet çiçek vardı. Çabuk çabuk bir şeyler yazıyorken arada bir başını kaldırıp ileride fidanların arasındaki patikaya bakıyor, sonra tekrar çabuk çabuk yazmayı sürdürüyordu. Patikada yumuşak adımların kumu hışırdattığı duyuldu ansızın. Oblomov kalemi bir kenara attı, çiçek demetini kaptı, pencereden seslendi: “Siz misiniz, Olga Sergeyevna? Hemen geliyorum, hemen!..”
Kasketini, bastonunu kaptı, koşarak çıktı avlu kapısından, pek güzel bir kadına kolunu verdi, onunla birlikte büyük çamların gölgesinde korulukta birlikte gözden kayboldular. (211)

Okuyucu ne Olga’yı daha önce görmüştür ne de Oblomov’un yazlığa (kır evine) taşındığından haberdardır. Bu zamansal sıçramadan sonra, anlatım Ştoltz’un ziyaretlerine ve Oblomov’un Olga ile ilk karşılaşmasının yaşandığı döneme geri döner ve kronolojik olarak gönül ilişkilerinin izini sürmeye koyulur. Anlatımın sıralaması, Oblomov’un Olga’ya beslediği aşkı ima ederken kronolojik ilerlemeyi aksatır ve Oblomov okuyucuların daha önceden gördüğü bir noktaya döner. Böylelikle romanın anlatımsal yapısı net bir şekilde Oblomov’u döngüsellikle bağdaştırır. Aksine, dördüncü bölümde Ştoltz’un Olga’ya beslediği aşk anlatılırken, olayların neticesi gönül ilişkisinin mantıksal sonu yaşanmadan gözler önüne serilmez. Anlatım, Ştoltz’un zamanla doğrusal ilişkisini olayların kronolojik sıralamasına sadık kalarak verir.
Oblomov’un, Oblomovka’daki mirasını sembolize eden ve kendisiyle ilişkilendirilen bir dizi obje, döngüsel zamansallığa bağlılığı, anlatımın içindeki tekrarları ve tekrarladıkları yer dikkate alındığında benzer bir şekilde bu döngüselliğin altını çizerler. Örneğin bazı yorumcuların, Doğu’nun her şeyi uzun uzun düşünüp taşınmayı sevme geleneğini ve Oblomovka’ya özgü ekonomik durgunluğu sembolize ettiğini düşündükleri, Oblomov’un pek sevdiği Doğu işi eski sabahlığı ve terlikleri birinci bölümde sık sık görünürlerken, bu objeler ikinci ve üçüncü bölümlerde neredeyse hiç anılmaz ancak Oblomov’un eylemsizliğe döndüğü dördüncü bölümde tekrar ortaya çıkarlar. Böylece sanki Oblomov’un Olga ile gönül ilişkisinin olduğu bölüme bir çerçeve teşkil ederek, bu ilişkinin bitişine ve Oblomov’un eski fiziksel ve ruhsal durumuna geri dönüşüne vurgu yaparlar.
İkinci ve üçüncü bölümde Olga’nın Oblomov’un dünyasına girişine bir başka nesne eşlik eder: Olga’nın Oblomov ile tanıştırıldığında dalından kopardığı tomurcuklanmış bir leylak dalı. Bu dal onun Oblomov’a olan aşkının bir sembolü olur ve Ehre’nin de not ettiği gibi bu organik imaj “bir şeyleri çağrıştırarak”[69] ilişkilerinin beklenen lanetli akıbetini yapılmış tahmin etmiş gibi, çiftin birbirine aşkı tükenmeden, ikinci bölümün sonunda solmaya başlar. Yukarıda tanımlandığı gibi böyle açık bir ima olarak leylak anamotifi Oblomov’un aşkının hazin sonunu, anlatım sürecinde tamamlanmış bir döngüye oturtur. Oblomov’un aşkı gerçekten de azalmaya başladığında, aslında tam olarak leylak solmaya başladıktan üç ay ve neredeyse yüz sayfa sonra, çiçek motifinin çoktan tamamlanmış döngüsüne paralellik teşkil eder. Öykü okuyucunun çoktan tahmin ettiği noktaya döner. Mevsimsel döngüleri takiben çiçekler her yıl tomurcuklanır ve solar, böyle bildik bir doğa döngüsünü kullanarak, anlatım Oblomov’u kuşatan döngüsellik olgusunu öne çıkarır.
Aksine, Ştoltz’un doğrusal zamanlı dünyasında tüm objeler geçicidir. Zaman içinde daima ileri doğru hareket eden Ştoltz, objeleri kendi haline bırakır, hiçbir obje ona manidar bir zaman dilimince eşlik etmez. Ştoltz’a adanmış ana motiflerin olmaması iki karakteri daha da birbirinden ayrılır bir hale getirir ve Ştoltz’un devamlı ileri hareket ettiği ve asla bir geçmiş haline dönmediği savını güçlendirir.
Bir başka çerçevelendirme aracı olarak, klasik tarihten bazı figürlere yapılan bir dizi atıf Oblomov’un döngüsel zamansallığının altını çizer. Oblomov’un iki durağan yaşam alanı, Oblomovka’daki atalarından kalma malikanesi ve romanın sonunda Agafya Matveyevna ile paylaştığı Vıborg’daki huzurlu ev, klasik mitolojiye göndermelerle doludur, bu da döngüsel zamanı betimlemek için kullanılan bir sanattır.[70] Birinci bölümde, Oblomov’un dadısı ona Rus halk kahramanlarının hikayesini anlatırken, bu kahramanları Akhilleus ve Odysseus ile karşılaştırarak onun için “Rus Hayatının bir lliyadası”nı yaratır. Odysseus’a yapılan bu gönderme oldukça önem taşır, çünkü söz konusu kahraman da Oblomov gibi evine dönmeye çalışmaktadır. Dördüncü bölümde Vıborg’daki evde, Oblomovka’dan sesler ve sahneler Oblomov’un belleğine üşüşürken, aynı zamanda klasik kültür ve tarihten görüntüler de aklına düşer. Oblomov artık “Oblomovka’nın Plato’su…orada doğmuş büyümüş…arenada gladyatör olarak değil, sadece savaşı izleyen huzurlu bir izleyici olarak…” tasvir edilmektedir. Oblomov’un birinci ve dördüncü bölümlerinin dokuzuncu kısımlarında aktarılan hayatının bu demlerinde antik çağlara yapılan bu göndermeler, romandaki anlatım simetrisinin ve döngüsel zaman arasındaki bağın daha da ön plana çıkarılmasını sağlar.
Oblomov’un hayatının rüya gibi huzurlu evreleri bağlamında klasik yazarlara ve mitolojiye yapılan bu göndermeler, onunla ilişkilendirilen bu döngüsel zaman kalıbını vurgularken, bunların kendi içindeki tekrarı anlatım yapısında aktarılan döngüsel zamansallığa ayna tutarak başka bir döngüyü daha tamamlar. Oblomov’un romanın sonlarında her şeye boşvermişliği, döngüsel zaman kalıbının da, tıpkı romanın Rus toprak ağası gibi, köhnemiş olduğuna işaret edebilir. Aslında Oblomov tam da kendisine Oblomovka’daki yetiştirilme tarzından miras kalan döngüyü devam ettirir:

Kimileri yerini başkalarına bırakır, çocuklar büyür, nişanlanır, evlenirler, kendilerine benzeyen çocukları olur, ve hayat böylece tekdüze bir biçimde, ölüm hiç fark edilmeden gelip kapıyı çalana kadar devam ederdi. (136)

Romanın bitiminde, Oblomov bu kısırdöngüden müteşekkil hayatı sona erdiğinden kendi hikayesini yazamaz. Romanda ölmeyen Ştoltz, Oblomov’un hikayesini yayınlayacak yazar bir arkadaşına öyküyü anlatmaya başlarken son sözü söyler. Romanın sonunda, Ştoltz’u Oblomov’un öyküsünün anlatıcısı olarak betimleyen bu kısa sahne, genelde yorumcular tarafından önemsenmez. Bu anlatı çerçevesi bir araç olarak sadece içeriğin gerçek olayların aktarıldığı bir öykü gibi sunulmasına, olayların gerçekmiş gibi algılanmasına hizmet etmez, aynı zamanda Ştoltz’un da Oblomov’un hayatınında bir anlamı olduğunu tasdik etmesini sağlar. Hikaye varlığını, Ştoltz’un bu öykünün değerli olduğu kanısına, “belki birisine bir faydası olur” demesine borçludur. Oblomov’un hayatının potansiyel yararlılığına istinaden Ştoltz, arkadaşının hayatının döngüyü tamamlayıp kapanmasına izin vermez, onun hayatını geleceğe açar. Oblomov’un hayatındaki olayları eşevreli bir dizinle aktarır ve bunlar da okuyucunun az önce bitirdiği romanı oluşturur. Oblomov, kati bir hiçlik anlamına gelecek şekilde, sadece geçmişine sürgün edilmemiştir. Fiziksel olarak tarihe yenik düşmüşse de, sanatla ölümsüzlüğe ulaşmıştır. Ancak Oblomov kendi hikayesinin geleceğini teminat altına almaktan acizdir. Hikayesini anlatmak için Ştoltz’a ihtiyacı olduğu gibi, Ştoltz’un da içerik sağlaması için ona ihtiyacı vardır. İki karakter arasındaki etkileşim ve güçlü dostluk sonucunda Oblomov’un öyküsü kaleme alınıp, kağıda aktarılarak hayat bulur.
Gonçarov döngüsel ve doğrusal zaman kalıplarını harman lamanın değerini, hem doğa hem de Oblomov’un oğlunun görüntüleri ile resimler. Romanın dördüncü bölümünde anlatım birkaç kez Oblomov ve Ştoltz’un hayat hikayelerini bir yana bırakarak, hem döngüsel hem de doğrusal zamanın neticesi olarak doğada meydana gelen değişikliklere yer verir. Aşağıdaki alıntı buna örnektir:

her ne kadar dört mevsim bir önceki yıl olduğu gibi geçmiş olsa da hayat olduğu gibi durmamış, her bakımdan değişmişti. Ama bu değişim dünyamızın doğasında olan değişim gibi çok yavaş, adım adım olmuştu: Dağlar farkına varılmadan, çok yavaş aşınır; denizler yüzyıllar boyu dip çamurunu kıyıya biriktirerek veya geri çekilerek kara parçaları oluşturur. (431)

Denizlerin çamur biriktirmesi, dağların aşınması gibi, döngüselliği doğadaki yavaş fakat ilerleyici değişikliklerle harmanlayarak sunulan buna benzer başka mütaalalar, dördüncü bölümün ilk dört sayfasında dört kez yer alır. Bu pasajlarda Gonçarov, doğanın döngüsel zaman akışına karşın, insanın doğrusal ve tarihsel zaman akışı geleneksel zıtlığını kurgulamaz. Bunun yerine, döngüsellik ve doğrusallık, doğa olaylarının bir karakteristiği olarak sunulur. Hem mevsimlerin döngüselliği hem de aşamalı jeolojik değişiklikler eşzamanlı ve kaçınılmazdır.[71]
Bundan öte, Eleanor Hutchins’in “roman, zamanın gerçeği ortaya çıkardığı varsayımını ileri sürmektedir,”[72] kanısından alıntı yaparak Oblomov’da gerçeğin iki zamansallığın bir bileşimi olarak ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Oblomov ve Ştoltz tarafından temsil edilen döngüsellik ve doğrusallığın kombinasyonu, çifte mirasım vurgulayan ismiyle Oblomov’un ölümünden sonra Ştoltz ve Olga tarafından yetiştirilecek olan Oblomov’un oğlu küçük Andrey Oblomov’da can bulur. Ştoltz Oblomov ile son görüşmesinin ardından “Andrey’i senin gidemediğin yerlere götüreceğim ve biz onunla gençlik rüyalarımızı gerçekleştirmiş olacağız,” diyerek Andrey Oblomov’un her iki adamın da rüyalarını yaşatmaya devam edeceğini öngörür. Yeni jenerasyonun eskisinin yerini almasıyla yeni bir döngü başlar. Aynı zamanda, bu bir öncekinin tekrarı olmayan ve devamlı ileriye adım atacak yeni bir nesildir. Oblomov’da anlatım yapısıyla, Oblomov ve Ştoltz’un kendi hikayelerinde temsil edilen zamanla ilgili gerçek, döngüsel ve doğrusal zamansallığın, zamanın birbirinden ayrılmaz parçaları olduğudur. Gonçarov ne romanın yapısını veya ideolojisini ne de roman kahramanının evladının geleceğini derinlemesine ele aldığından, hem döngüselliğe hem de ilerlemeye eşit ağırlık vermektedir. Dikkatli bir Oblomov okuması, Gonçarov’un bu en meşhur romanının psikolojik, ahlaki ve estetik karmaşıklığının ancak bu her iki zaman kavramının harmanlanmasıyla açıklık kazanabileceğini gösterir.

CHRISTINE BOROWEC
İngilizceden çeviren BURCU BiNGÜL
İvan GONÇAROV • Oblomov
İletişim Yayınları
Sonsöz

58. “Cto takoe oblomovgsina?” ilk olarak 1859’da yayımlanmıştır.

[←]

59. Bu zaman temasına yaklaşımın en iyi örneğine Aleksandr Cejtlin’in Gonçarov’un eserleri hakkında yaptığı incelemede rastlanır. Oblomov ile ilgili bahis için bkz. s. 152-215.

[←]

60. Lixzacev, Poetika drevnerusskoj literatury. Bkz. s. 299-305.

[←]

61. Ehre, Oblomov and His Creator, 154-232.

[←]

62. Eliade, The Myth of the Etemal Return, 141.

[←]

63. Referans metni L. S. Gejro editörlüğünde 1987 yılında çıkan “Literaturnye pamjatniki” baskısıdır. Romanın her bölümünün uzunluğunu hesaplarken illüstûrasyonlara ayrılan yapraklar hariç sayfa sayısına baktım. Bütün çeviriler bana aittir. Karakterlerin isimlerinin genelgeçer İngilizce yazımlarını kullandım.

[←]

64. Buna benzer bir hadiseye, Oblomov’un aşçısı Anisya’nın “dün”ü net bir şekilde kullanmamasına ikinci kısımda tekrar rastlanıyor. Oblomov bir yavru kedi edinmek isteyebileceğinden bahsetmiştir, Anisya komşulardan birinin ona verdiği yavru kediyi göstererek Oblomov’a “dün kedi istediğinizden bahsetmiştiniz,” der (257). Kronoloji dikkatlice incelendiğinde Oblomov’un bu konudan ilk kez bahsettiği zamanın, romanda yer aldığı tek yerin aslında Anisya’nın cevabından beş gün önce olduğu görülür. Zamanın doğrusal ölçümü hakkındaki kafa karışıklığının Oblomovka’dan ayrıldıktan sonra burada yaşamış olanlarda kalan bir haslet olduğunu anlamış oluruz.

[←]

65. Kısım konfigürasyonlarındaki simetriden Vsevolod Setchkarev’in Jvan Goncharov: His Life and His Works adlı eserinde bahsedilmektedir, s. 154.

[←]

66. Ehre, 161-168. Ehre aynı zamanda Oblomov’un bir önceki zamansal duruma dönüşünün, bir önceki ortama dönüşüne parallelik teşkil ettiğini belirtir. Birinci bölümde taşındığı Petersburg’dan, ikinci ve üçüncü bölümlerde taşradaki mülküne geçer ve kitabın son bölümünde yine şehre taşınır (ancak bu defa şehrin daha az nezih bir kısmına, Vıborg semtine taşınır). Oblomov’daki zaman boyutları ile ilgili başka bir güncel incelemede, Kenneth Harper aynı şekilde birinci ve dördüncü bölümlerdeki zaman kullanımının ikinci ve üçüncü bölümlerden ayn olduğundan bahseder ancak birinci bölüm ve dördüncü bölüm arasındaki anlatım yoğunluğuna değinmez.

[←]

67. Setchkarev 1 Mayıs, 1843’ün bir cumartesi olduğunu sonucuna varır. Bkz. s. 134.

[←]

68. Ştoltz ve Oblomov’a ayrılan anlatım yapılan arasındaki fark, aralarında Janko Lavrin, A. P. Rybasov ve Vladimir Mel’nik’in de bulunduğu birçok eleştirmenin bir taraf seçmesine ve Ştoltz’un hikayeleştirilmesinde bir hata bulunduğunu ya da Ştoltz’un Oblomov kadar inandırıcı olamadığını iddia ederler. Lavrin Ştoltz için “gerçek bir insan olmaktan çok bir soyutlama” demektedir. (30) Benzer bir şekilde Mel’nik Ştoltz’u «obraz lisennyj xudozestvennoj napolnennosti» (126) olarak tanımlar ve Rybasov’da bunu tekrarlar gibi «obraz Stolıca javno ne udalsja xudozniku… idealınye certy v Stolıce… ne polucili ubeditelınogo xudozestvennogo voploscenija» (243) demektedir. Bütün bu yorumlar Gonçarov’un Ştoltz ve Oblomov’u tasvir etmekte kullandığı değişik yöntemleri vurgular ve aslında, belki de onların birbirinden farklı zamansal oryantasyonlarını ön plana çıkarmak istediği için, tam da böyle bir ayrımı hedeflediğini ileri sürer.

[←]

69. Ehre, s. 187.

[←]

70. Edebiyatta Zaman çalışmasında, Hans Meyerhoff döngüsel zaman teorisinin genelde mitolojik referanslar bağlamında ele alındığını, bunun da sonsuza dek geri dönüş temasını örneklediğini ifade eder. Bkz. özellikle s. 79-83.

[←]

71. Stephen Jay Gould’un oldukça kapsamlı bir çalışması olan “Time’s Arrow”, “Time’s Cycle”, döngüsel ve doğrusal kavramların 18. ve 19. yüzyılların jeolojik zaman tartışmalarında harmanlanmasına odaklanır. Gonçarov’un Gould tarafından analiz edilen Thomas Bumet, James Hutton ve Charles Lyell’ın düşüncelerinden haberdar olup olmadığı tartışılır ancak Oblomov’daki jeolojik sapmalar benzer bir güdüyle gerek doğrusal gerek döngüsel zaman kavramlarının geçerli olduğunu yansıtır gibidir. Bu paralelliğe dikkat çeken isimsiz eleştirmene müteşekkirim.

[←]

72. Hutchins, “An Approach Through Time,” s. 60.

KAYNAKÇA
Cejtlin, Aleksandr. 1. A. Gonçarov. Moscow: Akadcmija nauk SSSR, 1950. Dobroljubov, N. S. “Cto takoe oblomovscina?” İn Literlurnaja kritika. Moscow: Xudozestvennaja literatura, 1979, 3-43.
Ehre, Milton. Oblomov and His Creator: The Life and Art of İvan Goncharov. Princeton: Princeton University Press, 1973.
Eliade, Mircea. The Myth of the Etemal Retum. Trans. Willard R. Trask. New York: Bollingen Foundation, 1965.
Gonçarov, İvan. Oblomov: Roman v cetyrex castjax. Serija “Literaturnye pamjatniki.” Ed. L. S. Gejro. Leningrad: Nauka, 1987.
Gould, Stephen Jay. Time’s Arrow, Time’s Cycle: Myth and Metaphor in the Discovery of Geologıcal Time. Cambridge, MA: Harvard University Press, 1987.
Harper, Kenneth. “Under the İnfluence of Oblomov.” İn From Los Angeles to Kiev. Eds.
Vladimir Markov and Dean Worth. UÇLA Slavic Studies 7, 1983, 105-118. Hutchins, Eleanor N. “An Approach Through Time.” In Tovvards a Poetics of Fiction.
Ed. Mark Spilka. Bloomington: İndiana University Press, 1977, 52-61.
Lavrin, Janko. Goncharov. New Haven: Yale University Press, 1954.
Lixacev, Dmitrij S. Poetika drevnerusskoj literatury. 3rd ed. Moscow: Nauka, 1979. Mel’nik, Vladimir. Realizm I. A. Goncarova. Vladivostok: Izdatel’stvo Dal’nevostocnogo universiteta, 1985.
Meyerhoff, Hans. Time in Literatüre. Berkeley: University of California Press, 1955. Rybasov, A. P. 1. A. Gonçarov: 1812-1891. Moscow: Molodaja gvardija, 1957. Setchkarev, Vsevolod. İvan Goncharov: His Life and His Works. Colloquium slavicum, Bd. 4. Wurzberg: Jal-Verlag, 1974.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir