Orhan Veli öldüğünde, yüreğinde sevdiği bir kadın, cebinde 28 kuruş

Orhan Veli, 14 Kasım 1950 Salı günü, Avukat Muzaffer Gençay’ın evinde fenalaştı. O da Dora Güney’e haber verdi hastaneye götürmesi için.
Muzaffer Gençay, Zeliha Tuna’ya Orhan Veli’nin evinde geçirdiği son saatleri şöyle anlatmış: “Önceki akşam kalabalık bir yemek vardı. Şiirler okundu, sohbet edildi. Orhan o gece bizde kaldı. Kanepede yatarken uyuyor zannettik. Bir terslik olduğunu anlayınca Nejat’ın ödü koptu, ortalığı velveleye verdi.”

Sabahattin Eyupoğlu’nun Nahit Hanım’a Orhan Veli’nin ölümünü haber verdiği mektubunda anlattıkları ise şöyle:”O sırada koma başlar. Cankurtaranla Cerrahpaşa Hastanesi’ne götürürler. Bütün çabalara rağmen öğlen 12’ye doğru başlayan koma aralıksız devam eder ve şairin kalbi gece 11’e beş kala durur. (Bir Roman Kahramanı Orhan Veli, Haluk Oral, YKY)

 

FOTOĞRAF Dört kişi parkta çektirmişiz,/ Ben, Orhan, Oktay, bir de Şinasi…/ Anlaşılan sonbahar/
Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli/ Yapraksız arkamızdaki ağaçlar…/ Babası daha ölmemiş Oktay’ın,/ Ben bıyıksızım,/ Orhan, Süleyman efendiyi tanımamış./ Ama ben hiç böyle mahzun olmadım;/ Ölümü hatırlatan ne var bu resimde?/ Oysa hayattayız hepimiz./ Melih Cevdet ANDAY

Fotografta yer alan kişiler Orhan Veli’nin yaşamı boyunca dostları olarak kaldılar. Soldan sağa: Orhan Veli, Şinasi, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday.

Orhan Veli, askerlik yaptığı dönemde hayatını şöyle özetlemiştir: “1914’te doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13’te Oktay Rifat’ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım. 17 yaşında bara gittim. 18’de rakıya başladım. 19’dan sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25’te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok aşık oldum. Hiç evlenmedim, şimdi askerim”.

“Tarihin beğenerek andığı insanlar daima dönüm noktalarında bulunmalıdırlar ki Orhan Veli de bu dönüm noktalarından birindedir.” Vedat Günyol

“Dünya şairleri arasına en kolay katılabilecek şairlerimizden biri de Orhan Veli’dir. Rumeli Hisarı’nda yeniden türkü söylemeye başlayan bu garip kişi Türkçe’yi insanca söylemesini biliyordu.” Sabahattin Eyuboğlu

“Genç şair ve eleştirmeciler onun için bir kaç kitap yazsalar çok yerinde olur. Aradan bir on sene geçsin, kıymeti daha çok anlaşılacak gibime geliyor. Bir genç şair eleştirmecinin onu uzun uzun, seve seve bize anlatmasını bekliyorum.” Sait Faik

“Okuyun, o şairleri okuyun: yarın herkese uyarak anlayacağınıza şimdi kendiniz keşfedin.” Nurullah Ataç

“Orhan Veli çok daha ileriye bir adım attı: şiirin kendi öz bir dili, bir vezni olmadığı gibi kendine öz konuları da olmayacağını gösterdi.” Nurullah Ataç

“Orhan Veli’nin kavgası edebiyatımızın en büyük kavgasıdır, buna inanıyorum. Irmağın yatağını daha doğal bir vadiye indirdi. Şiire kasket giydirdi. Sivilleştirdi onu. Bugünkü şiir verimleri onun da verimleridir biraz.” Cemal Süreya

“Her tümce bir yana, açık havanın ozanıdır Orhan Veli her anlamda. Caddeler genişledi, kitaplar inceldiyse Çalap?ın işi değildir bu. Geleceğe doğru süren bir şimdinin şiir etkisi. Yalnızca gam değişikliği de değil, hep Atonal. Orhan veli olayı da olaylılığını yitirmiştir artık. Şiiri ise kalmıştır görünüyor, geniş açıdan bir deyişle.” Ece Ayhan

“…, Orhan Veli de dünyamıza, hele bugünkü dünyamıza yakışmayan insanlardandı. Bir masal oldu şimdi. Belki de günün birinde Nasrettin Hoca, Karacaoğlan, Yunus Emre gibi efsaneleşecek. Beklide gökyüzünü maviye boyayanın o olduğuna inanacaklar. Kirli gök yüzüne bakınca ?bu sabah Orhan Veli tembellik etmiş? diyecekler.” Oktay Akbal

“Onu her yıl anmaktan bir fayda çıkmaz gibi geliyor bana. Genç şair ve eleştirmeciler onun için bir kaç kitap yazsalar çok yerinde olur. Aradan bir on sene geçsin, kıymeti daha çok anlaşılacak gibime geliyor. Her sene anmak, onu biraz aktüel yapıyor ve yaşayan şairlerin kıymeti ile kıymetlendiriyoruz. Halbuki aramızdan ayrılan şairi başka türlü kıymetlendirmek gerekir. Düşmanlıkları ve kıskançlıkları üstüne çekmek lazım. O, kavgaların ve kıskançlıkların ötesindedir. Bir genç şair eleştirmecinin onu uzun uzun, seve seve bize anlatmasını bekliyorum.” Sait Faik Abasıyanık

Orhan Veli’den Kısa Kısa:

“Aleyhimde yazılan yazıların, lehimdekilerden fazla olması beni memnun eder.”
(Oktay Akbal’a söylemiştir)

“Yazdıkça fark ediyorum; Garip’in müdafaasına kalkışmış gibi bir halim var. Garip’i kimseye karşı değil, kendime karşı müdafaa etmek isterim. Bunun, etrafımı hiçe sayışımdan geldiğini de sanmayın. Garip’i başkalarından evvel kendime karşı müdafaa etmek isteyişim, ondaki kusurları, başkalarından çok, kendim bildiğim içindir.”
( İstanbul, Nisan 1945 -Garip 2. baskı önsözünden)

“Bir aralık, bir arkadaşım ?sanat bahislerinde aksini isbat edemeyeceğim mesele yoktur? demişti. Aksi isbat edilemeyecek mesele yoktur demek isbat edilecek mesele yoktur demektir. Mademki isbat edilecek mesele yok; ne diye düşünüyor, ne diye konuşuyor, ne diye yazıyoruz? Sanattan bahsetmek de, sanatla uğraşmak gibi, kaçınılmaz, şifa bulunmaz bir hastalık mı yoksa?”
( İstanbul, Nisan 1945 – Garip 2. baskı önsözünden)

“Bir insan bu arada da bir sanat adamı, ferdi olabilir mi? Biraz güç. Toplum içinde yaşayan insan ister istemez toplumsal olmak zorundadır. Toplumun dışına çıkmak ? istese de istemese de ? elinden gelmez. Ama ferdi kelimesini icat eden de o değimlidir. Yani o toplum içinde yaşayan insan, toplum içinde yaşadığı için de toplumsal olması gereken insan değil midir?”
(Şiir ve Toplum)

“Sanat sanat için midir, yoksa toplum için midir?” der dururuz. Elbette toplum içindir. Toplum için olmayan bir şey yok ki, sanat olsun. Ama sanatın toplum için olması ne demek. Yani sanat toplumun meselelerini alsın, bunları halletsin, sonuçlarını da halka ildirsin öyle mi? Bunu pek kabul edemiyorum. Çünkü o işleri yapmak için elimizde başka araçlar var. Mesela edebiyat. Edebiyatla sanatı birbirinden ayırıyor musun diyeceksiniz. Birdenbire ayırmıyorum; ama ayırmak lazım geldiğine de inanıyorum.”
(Şiir ve Toplum)

Orhan Veli yaşadığı çağda her zaman ilerici tavrını koruyarak ve geliştirerek insanlık tarihinde unutulmaz yerini onurluca almıştır. Örneğin, Ankara’da, Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda çalışırken 1947’de, Hasan Âli Yücel’in yerine Reşat Şemsettin Sirer’in bakan olarak atanması üzerine, Milli Eğitim Bakanlığında “antidemokratik bir hava” esmeye başladığını söyleyerek, görevinden istifa etmiştir.


*“Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet, Nazım Hikmet’in hapisten kurtarılması için açlık grevi yapmış ve bu yolda yazılar yayımlamışlardır. Tüm bu eylemler Kudret ve Ulus gazetelerince “Vatan hainliği ve Moskova uşaklığı” olarak yorumlanmıştır. Bu tepkilere karşılık açlık grevini ikinci gün bitirip Yaprak Dergisi’nin 15.5.1950 tarihli sayısında şu yanıtı verirler: “Bir şairin öldürülmesine şair gönlümüz razı olmadığı için, sırf onu kurtarmayı istediğimizi belirtmek için iki gün aç durduk. Niyetimiz kimseyi tehdit değildi, sadece şairlik borcumuzu ödemekti. Bununla beraber fırsat düşkünü yazar bu hareketimize siyasi bir mana vermeye kalkıştı. Bizi, yabancı ülkelerde memleketimiz aleyhinde yapılan menfi propagandalara alet olmakla suçlandıranlar çıktı.”
İşte bu suçlayanlardan birisi de Kudret gazetesidir. 11 Mayıs tarihli gazete şu başlığı atar: “Üç sosyalist şair açlık grevi yapacakmış!” Bu başlığa karşılık Orhan Veli ise şu cevabı verir:
“Yurdumuzda sosyalist kelimesiyle komünist kelimesi arasındaki fark pek anlaşılamadığı, komünist kelimesi de çok kere vatan haini anlamına geldiği için bu başlığı ilkin curnalcılık saydık. Ama sonra, biraz düşündük; ilk korkumuzun boşuna olduğunu anladık. Çünkü bundan beş on gün evvel eski Devlet Başkanı Cemil Sait Barlas Halk Partisi’nin bir Sosyalist Partisi olduğunu söylemişti. Söylemişti de, Demokratlar buna şiddetle karşılık vermişler, ‘Siz sosyalist değilsiniz, asıl sosyalist biziz,’ demişlerdi. Partilerimizin arasında bile kolay kolay paylaşılamayan bu sıfatı bize layık gördüğü için Kudret gazetesine teşekkür etmek istiyorum.”
Açlık grevini tamamlamasalar da, Nazım Hikmet’e destek veren yazılar yazmaktan geri kalmazlar çünkü, bilirler aksinin ülkeleri için bir gerilik olduğunu. İşte Orhan Veli’nin 1 Mart 1950 tarihli Yaprak’ta yazdıkları:
“Bugün Avrupa’da tanınan bir tek şairimiz var: Nazım Hikmet. O da bize rağmen tanınıyor. Biz, ‘Aman kimse duymasın!’ diyoruz. Ama faydası yok; duymuşlar. Nazım Hikmet’i bize, onlar kabul ettirmeye çalışıyorlar. Adını, lehimize değil, aleyhimize kullanıyorlar. Bizi, büyük şairler yetiştiren bir millet olarak değil, büyük şairleri hapislerde süründüren bir millet olarak tanıtıyorlar.”
Evet Orhan Veli ile Nazım Hikmet şiirleriyle çok atışmışlardır ama, bu atışma birbirini seven, daha da önemlisi birbirine saygı duyan iki insan arasındadır. Örneğin Orhan Veli, Hürriyete Doğru şiirinde;
Görmüyor musun, her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere.
derken, Nazım Hikmet 10 yıl sonra, 15 Eylül 1958 tarihinde O’na ‘Oğlum’ diye seslenir:
Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda çıplak bir adam
durmuş düşünür.
Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa,
balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
Bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.

1955 yılında Budapeşte’deki Kent Radyo’sunda bir konuşma yapan Nazım Hikmet, çok seyahat ettiğini söyler. Bunun üzerine şaire sorarlar: “Acaba bu sık seyahatleriniz sırasında yanınızda bulundurduğunuz kitaplar nelerdir?”
Nazım’ın yanıtı çok açıktır: “Şimdi size söyleyeyim. Mesela benim bavulumda neler var. Bir defa tabii Orhan Veli var. Öyle sanıyorum ki Orhan Veli bizim en güzel şairlerimizden biri. Çok genç öldü, yazık oldu ama, ölümsüz.”
Konuşma ilerleyince Nazım’dan birkaç Orhan Veli şiiri okumasını isterler. İlk olarak ‘çok sevdiğini’ vurguladığı Sere Serpe’yi okur. Şiiri bitince şu yorumu yapar: “Ne güzel Türkçe, sonra nasıl İstanbul, nasıl İstanbul kızı…”
Sonra Delikli Şiir, Vatan İçin ve Cevap’ı okur. Son olarak “bir tane daha okuyayım. Doyum olmuyor ki…” der ve Gelirli Şiir’i okur.
Bursa Hapishanesi’ndeyken kendisine gönderilen kitaplardan birine hayran olur Nazım. Kapağındaki resmi Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun yaptığı kitaba “mübalağasız bir saat, tıpkı, bir şarkı dinler, bir yazı okur gibi, hatta daha başka türlü dalıp” gider. Öyle hayran olmuştur ki “sakın kaybetme” notuyla birlikte kitabı oğlu Memet’e gönderir. Aradan zaman geçince kitabı yeniden görme isteği basar Nazım’ı. Ve Bir Şiir Kitabının Kapak Resmi adlı şiirini yazar.
Kapak resminde Bedri Rahmi tüm hünerini şakıttıysa da Yenisi adlı bu kitabın şairi Orhan Veli de şiirlerinde bir o kadar başarılıdır.
Orhan Veli öldüğü zaman hala Bursa Hapishanesi’nde yatmakta olan Nazım Hikmet’in üzüntüsü bir kat artmıştır. Bu üzüntü içindeyken, 1.12.1949 tarihli Yaprak Dergisi’nde okuduğu Orhan Veli’nin Dalga isimli şiirini anımsar:
Öyle bir yerde olmalıyım.
Öyle bir yerde olmalıyım ki,
Ne karpuz kabuğu gibi,
Ne ışık, ne sis, ne buğu gibi…
İnsan gibi.
Yatar Bursa Kalesinde’nin son şiiri Bir Hazin Hürriyet’in Nazım’ın Bursa’da yazdığı son şiir olduğunu iddia edebiliriz ama, bu şiirde isim vermeden andığı kişi kesinlikle Orhan Veli’dir:
Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil.
İnsan gibi yaşamalıyız dersin,
Büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
Yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle hürsün!
Gittiği yerlerde Orhan Veli’yi tanıtmaya çalışan Nazım Hikmet, 1958 yılında yazdığı Slavya Kahvesi’nde Şair Dostum Tavfer’le Yarenlik şiirinde de konuk eder, sevdiği bu şairi:
Hele sabahları, hele baharda,
Pırağ şehri yaldızlı bir dumandır
ve kızıl, kocaman bir elma gibi
Nezval geçer taze çıkmış kabrinden
Paramparça yüreği de elinde
ve Orhan Veli’yle karşılaşırlar
Urumelihisarı’ndan gelir o
ve telli kavağa benzer Orhan’ım
yüreciği delik deşik onun da.
16 Ağustos 1959 tarihli Dörtlük şiirinde de üç kişiden bahseder Nazım.
Yeryüzüne tohum gibi saçmışım ölülerimi,
kimi Odesa’da yatar, kimi İstanbul’da, Pırağ’da kimi.
En sevdiğim memleket yeryüzüdür.
Sıram gelince yeryüzüyle örtün üzerimi.
Odesa’da yatan kişi, ikinci eşi Lena Yurçenko’dur. Diğer iki kişinin kim olduklarını bir önceki şiire bakarak söyleyebiliriz ki; Nezval ve Orhan Veli…”
*www.orhanveli.net’ten alınmıştır.

Melih Cevdet Anday’ın Orhan Veli için yazdığı bir yazı

Orhan Veli Kanık öleli kırk beş yıl olmuş. Nasıl olur! İnanasım gelmiyor. Demek beş yıl sonra onun için “Geçen yüzyılda yaşadı” diyecekler. Oysa benim için “geçen yüzyıl” on dokuzuncu yüzyıldır, hep öyle kalacak. Ben yirmi birinci yüzyıla girmek isteyemem. Orhan Veli, rakısına çok değer verirdi; Nazım Hikmet için açlık grevine girdiğimiz günlerde, avare avare dolaşırken bana demişti ki, “Rakı yok, meze yok, dolaş babam dolaş”. Bir gün de Oktay Rifat, çok içtiği için Orhan Veli’yi uyaracak olmuş, “Böyle içersen, sonra kadınla yatamazsın” demiş; Orhan da elindeki kadehi göstererek, “Ya bu daha güzelse?” diye yanıtlamış onu. Orhan Veli bir şiirinde “Ölünce biz de iyi adam oluruz” demişti, (ağlamak geliyor içimden), iyi adamdı oysa. Anlamıyor değilim, ölüleri, iyi olsun kötü olsun, hayırla anma geleneğini şakaya almaktı niyeti böyle söylerken. Ama şundan içim rahat ki, yaşarken sevildi, hayranlık gördü, övüldü. Ama oralı olmadı, hiç övünmeğe girmedi. Orhan Veli çok duyguluydu, ama duygusal görünmekten hoşlanmazdı. Bütün arkadaşlığımız süresince ondan aldığım başlıca izlenim budur: kendini ele vermemek ve işi şakaya vurmak. Bütün zengin ruhlar böyledir; şaka, bu zenginlikten övünmemenin başlıca umarlarından biridir. Bu söylediklerimi, onun şiiri de kanıtlıyor bize. Demek istiyorum ki, Orhan Veli’nin şiirine bu açıdan bakmak bize aydınlık getirecektir. Büyük Fransız şairi Paul Valery, hiçbir şiirinde kendini vermediğini, yalnız “Deniz Mezarlığı”nda kendini biraz kaçırdığını söylemişti. Orhan Veli ise, kendini biraz kaçırdığı şiirlerinde bile işi alaya vurur. Orhan Veli, şiirlerinin arkasına gizlenir. Orhan Veli’nin çoğu şiirinde kendi konuşmayıp başkalarını konuşturması bunun göstergesidir. Gerçekten de, bu büyük şairimiz, çeşitli halk kesimlerinden seçtiği kişileri, kendi ağızları, kendi deyimleri ve kendi deyişleriyle konuşturur şiirlerinde; ya da kendisi onların ağızlarından konuşur. Şu şiirine bakalım : Alnımdaki bıçak yarası senin yüzünden. Tabakam senin yadigarın. İki elin kanda olsa gel diyor telgrafın. Seni nasıl unuturum ben vesikalı yarim. Orhan Veli’nin alnında bıçak yarası yoktu, tabakası da, vesikalı yari de. Onun, Bir elinde cımbız, Bir elinde ayna Umurumda mı dünya! dizeleri ise bir mahalle kızının ruh durumunu yansıtır; şurası önemli ki, o kızı küçümsemeden, dahası bize sevdirerek. Nereye gelmek istiyorum, Orhan Veli dramatik bir şairdir. Şimdi okurlarım beni bağışlasınlar, “dramatik” sözcüğü ile ne demek istediğimi anlatmaya girişeyim. Şiirin üç türü vardır: Epik şiir, dramatik şiir, lirik şiir. Bunlardan ilki için en büyük örnek Homeros’tur. Homeros, şiirlerinde hem kendi konuşur hem de kahramanlarını konuşturur. O iki destan da böyle yazılmıştır. Dramatik şiir ise, şairin konuşmadığı, sadece kişilerini konuşturduğu şiir türüdür. Tiyatro bu demektir. Büyük şair Sofokles’i buna örnek verelim. Lirik şiir ise, şairin kendi konuştuğu, duygularını, düşlerini anlattığı şiirdir. Bunun antik çağdaki temsilcisi Safo’dur. Orhan Veli, bu üç türden daha çok ikinci türde değerlendirilecek bir şairdir. Öyle ki lirik olduğunu sandığımız (gerçekte öyle olduğu) şiirlerinde bile yalan söylemekten hoşlanır. “Ben böyle mi olacaktım” adlı şiirini, aşık olduğu günlerde yazmıştı. Ama o şiirindeki, Çok sevdiğim salatayı bile aramaz mı olacaktım dizeleri düpedüz yalandır. Çünkü Orhan Veli salatayı hiç sevmezdi, yemezdi. Görüyor musunuz, burada da kendini saklıyor. Orhan Veli, bizim şiirimizin eşi bulunmaz dramatik şairidir. Onu Homeros’la değil, Safo ile değil, Sofokles’le ölçelim. Orhan Veli klasik bir şairdir. (Cumhuriyet Gazetesi, 17.11.1995)

Orhan Veli’nin şiirlerini dinlemek için tıklayınız

YAŞAMAK
Biliyorum, kolay değil yaşamak,
Gönül verip türkü söylemek yar üstüne;
Yıldız ışığında dolaşıp geceleri,
Gündüzleri gün ışığında ısınmak;
Şöyle bir fırsat bulup yarım gün,
Yan gelebilmek Çamlıca tepesine…
-Bin türlü mavi akar Boğaz’dan-
Her şeyi unutabilmek maviler içinde.

Biliyorum, kolay değil yaşamak;
Ama işte
Bir ölünün hala yatağı sıcak,
Birinin saati işliyor kolunda.
Yaşamak kolay değil ya kardeşler,
Ölmek de değil;

Kolay değil bu dünyadan ayrılmak.

Orhan VELİ

AÇSAM RÜZGARA

Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş
Mavilerde sefer etmek!
Bir sahilden çözülüp gitmek
Düşünceler gibi başıboş.
Açsam rüzgara yelkenimi;
Dolaşsam ben de deniz deniz
Ve bir sabah vakti, kimsesiz
Bir limanda bulsam kendimi.
Bir limanda, büyük ve beyaz…
Mercan adalarda bir liman..
Beyaz bulutların ardından
Gelse altın ışıklı bir yaz.
Doldursa içimi orada
Baygın kokusu iğdelerin.
Bilmese tadını kederin
Bu her alemden uzak ada.
Konsa rüya dolu köşkümün
Çiçekli dalına serçeler.
Renklerle çözülse geceler,
Nar bahçelerinde geçse gün.
Her gün aheste mavnaların
Görsem açıktan geçişini
Ve her akşam dizilişini
Ufukta mermer adaların.
Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş,
İller, göller, kıtalar aşmak.
Ne hoş deniz deniz dolaşmak
Düşünceler gibi başıboş.
Versem kendimi bütün bütün
Bir yelkenli olup engine;
Kansam bir an güzelliğine
Kuşlar gibi serseri ömrün.
Orhan Veli KANIK

İSTANBUL TÜRKÜSÜ
İstanbul’da Boğaziçi’nde,
Bir fakir Orhan Veli’yim;
Veli’nin oğluyum,
Târifsiz kederler içinde.

Urumelihisarı’na oturmuşum;
Oturmuş da, bir türkü tutturmuşum:

“İstanbul’un mermer taşları;
Başıma da konuyor, konuyor aman, Martı kuşları;
Gözlerimden boşanır hicran yaşları;
Edalı’m,
Senin yüzünden bu hâlim.”

“İstanbul’un orta yeri sinema;
garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama;
El konuşur, sevişirmiş, bana ne?
Sevdalı’m,
Boynuna vebâlim!”

İstanbul’da, Boğaziçi’ndeyim;
Bir fakir Orhan Veli;
Velinin oğlu;
Târifsiz kederler içindeyim.

Sizin İçin

Sizin için, insan kardeşlerim,
Herşey sizin için;
Gece de sizin için, gündüz de;
Gündüz gün ışığı, gece ay ışığı;
Ay ışığında yapraklar;
Yapraklarda merak;
Yapraklarda akıl;
Gün ışığında birbir yeşil;
Sarılar da sizin için, pembeler de;
Tenin avuca değişi,
Sıcaklığı,
Yumuşaklığı;
Yatıştaki rahatlık;
Merhabalar sizin için;
Sizin için limanda sallanan direkler;
Günlerin isimleri,
Ayların isimleri,
Kayıkların boyaları sizin için;
Sizin için postacının ayağı,
Testicinin eli;
Alınlardan akan ter,
Cephelerde harcanan kurşun;
Sizin için mezarlar, mezar taşları,
Hapishaneler, kelepçeler, idam cezaları;
Sizin için;
Herşey sizin için.

ANLATAMIYORUM
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

AYRILIŞ
Baka kalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlayamam.

Orhan Veli KANIK


BAYRAK
Ey bir muharebe meydanında
Avuçları kanımla dolu,
Kafası gövdemin altında,
Bacağı kolumun üstünde,
Cansız uyanan insan kardeşim!
Ne adını biliyorum,
Ne günahını.
İhtimal aynı ordunun neferleriyiz,
İhtimal düşman.
Belki de tanırsın beni.
Ben İstanbul’ da şarkı söyleyen
Teyyareyle Hambur’ a düşen,
Majino’ da yaralanan,
Atina’ da açlıktan ölen,
Singapur’ da esir edilenim.
Alınyazımı kendim yazmadım.
Bununla beraber biliyorum,
O yazıyı yazanlar kadar olsun,
Çiçekli dondurmanın tadını,
Cazbant sesindeki sevinci,
Meşhur olmanın azametini.
Sen de nimetler tanırsın biliyorum;
Çaydan, simitten,
Kalınca bir paltodan gayrı.
Zeytinyağlı enginar, kremalı keklik
Bir kadeh
Black And White viski,
Kıl pranga kızıl çengi bir esvap.
Kimi yıllık çalışmanın
Bir kurşunluk hükmü varmış,
Hayata
Harkof bölgesinde atılmakmış nasip;
Aldırma.
Biz bir bayrak getirdik buraya kadar;
Onu daha ileriye götürürler;
Şu dünyada topu topu
İki milyar kişiyiz,
Birbirimizi biliriz.

Orhan VELİ


BAYRAM

Kargalar, sakın anneme söylemeyin!
Bugün toplar atılırken evden kaçıp
Harbiye nezaretine gideceğim.
Söylemezseniz size macun alırım,
Simit alırım, horoz şekeri alırım;
Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar,
Bütün zıpzıplarımı size veririm.
Kargalar, ne olur anneme söylemeyin!
Orhan VELİ

BEDAVA
Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dışı,
Sinemaların kapısı,
Camekanlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz, bedava.
Orhan VELİ


DALGACI MAHMUT

İşim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarım her sabah,
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi.

Deniz yırtılır kimi zaman,
Bilmezsiniz kim diker;
Ben dikerim.

Dalga geçerim kimi zaman da,
O da benim vazifem;
Bir baş düşünürüm başımda,
Bir mide düşünürüm midemde,
Bir ayak düşünürüm ayağımda,
Ne haltedeceğimi bilemem.

Orhan VELİ

DELİKLİ ŞİİR
Cep delik, cepken delik,
Kol delik, mintan delik,
Yen delik, kaftan delik,
Kevgir misin be kardeşlik !

Orhan Veli KANIK

GELİRLİ ŞİİR

İstanbul’dan ayva da gelir, nar gelir,
Döndüm baktım, bir edalı yar gelir
Gelir desen dar gelir
Günaşırı alacaklılar gelir.
Anam anam,
Dayanamam,
bu iş bana zor gelir.
Orhan VELİ


GÜN OLUR
Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.
Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!…
Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi…

Orhan VELİ

GÜZEL HAVALAR
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.

Orhan VELİ

HARBE GİDEN
Harbe giden sarı saçlı çocuk!
Gene böyle güzel dön;
Dudaklarında deniz kokusu,
Kirpiklerinde tuz;
Harbe giden sarı saçlı çocuk!
Orhan VELİ

HÜRRİYETE DOĞRU
Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin
Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin.
Ağları silkeledikce
Deniz gelecek eline pul pul;
Ruhları sustuğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,
Birden
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin,
Şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar,
Donanmalar mı?
Heeey
Ne duruyorsun be, at kendini denize:
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, Her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere…

Orhan Veli KANIK

İSTANBUL’U DİNLİYORUM
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Birşey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul’u dinliyorum.

Orhan VELİ


KİTABE-İ SENG-İ MEZAR
Hiç bir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar.
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi.
Ayakkabısı vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah’ın adını
Günahkar da sayılmazdı

Yazık oldu Süleyman Efendi’ye…

Orhan Veli KANIK

MACERA

Küçüktüm, küçücüktüm,
Oltayı attım denize;
Bir üşüşüverdi balıklar,
Denizi gördüm.
Bir uçurtma yaptım, telli duvaklı;
Kuyruğu ebemkuşağı renginde;
Bir salıverdim gökyüzüne;
Gökyüzünü gördüm.
Büyüdüm, işsiz kaldım, aç kaldım;
Para kazanmak gerekti;
Girdim insanların içine,
İnsanları gördüm.
Ne yârdan geçerim, ne serden;
Ne denizlerden, ne gökyüzünden ama…
Bırakmıyor son gördüğüm,
Bırakmıyor geçim derdi.
Oymuş, diyorum, zavallı şairin
Görüp göreceği.
Orhan VELİ

PAZAR AKŞAMLARI
Şimdi kılıksızım, fakat
borçlarımı ödedikten sonra
ihtimal bir kat da yeni esvabım olacak
ve ihtimal sen
yine beni sevmeyeceksin.
bununla beraber pazar akşamları
sizin mahalleden geçerken,
süslenmiş olarak,
zannediyor musun ki ben de sana
şimdiki kadar kıymet vereceğim ?

Orhan VELİ

RÜYA

Annemi ölmüş gördüm rüyamda.
Ağlayarak uyanışım
Hatırlattı bana, bir bayram sabahı
Gökyüzüne kaçırdığım balonuma bakıp
Ağlayışımı.
Orhan VELİ

TREN SESİ
Garibim
Ne bir güzel var
Avutacak gönlümü
Bu şehirde,
Ne de tanıdık bir çehre;
Bir tren sesi
Duymaya göreyim
İki gözüm iki çeşme.
Orhan VELİ

İSPANYA’DA

Kan rengi bir ağaç varsa İspanya’da
Hürriyet ağacıdır

Susmayan bir ağız varsa İspanya’da
Hürriyeti haykırır

Bir bardak saf şarap varsa İspanya’da
Milletin olmalıdır.

Paul ELUARD (Çeviren : Orhan Veli KANIK)

İsmail Cem Doğru’nun “Orhan Veli Kanık: Garip Bir Akım” adlı yazısı

Türk şiirini dev bir yapı olarak kabul edersek, Orhan Veli?yi ayrıntılarla biçimlendirilmiş bir tanım ekseninde anlatmak ve bu yapıya yerleştirmek durumundayız. Orhan Veli öyle bir yerde durmalı ki , onu yerinden söküp almaya kalktığınız zaman ortada yapı adına bir şey kalmamalı. Kalmaz da zaten. Çünkü o, Türk şiirinin kaderini değiştirmiştir. Hatta kimilerine göre Orhan Veli Türk şiirinin kaderidir.

?1914’te doğdum.1 yaşında kurbağadan korktum.9 yaşında okumaya,10 yaşında yazmaya merak sardım.13’te Oktay Rıfat’ı,16’da Melih Cevdet’i tanıdım.17 yaşında bara gittim.18’de rakıya başladım.19’dan sonra avarelik devrim başlar.20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim.25’te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok aşık oldum. Hiç evlenmedim, şimdi askerim.?

Bu şekilde anlatmakta kendini arkadaşı Muvaffak Sami Onat?a gönderdiği mektupta Orhan Veli. Aslında yaşamını anlatmaya başlarken 13 nisanda, pazartesi sabahı İstanbul Beykoz?da doğduğundan söz ederek de başlamak mümkün söze. Ama yaşamından kesitler sunarken şiire ait olmayan başka bir paragraf açma şansı bulamayacağımızdan, bu küçük ayrıntıyı atlayalım istedik.

Edebiyata ilgisi okumakla başlayan Orhan Veli, Türk edebiyatının en önemli kalemlerinden biri olmayı yeteneğine, bilgisine ve çalışkanlığına borçludur diyebiliriz. Ama dilerseniz gelin Orhan Veli?yi bu alışılagelmiş deyimlerden kurtaralım ve daha tartışmaya açık, daha iddialı sözlerle anlatmaya çalışalım. Orhan Veli Türk edebiyatındaki ölümsüz yerini birazda yaşadığı döneme borçludur. O dönemin koşullarının pek çoğunu kendisinin oluşturduğunu inkar edemeyiz. Ancak o Türk şiirine gönderilmiş tanrının eli gibidir deyim yerindeyse. Türk şiirinin 1500 yıl değişmeyen bir geleneğin öğretileri ekseninde girilen 20. yüzyılı ve günümüzü kıyaslarsanız, Orhan Veli?nin Türk şiirine müdahale etmek için görevlendirildiği hissine kapılmanız kaçınılmazdır. Tabi kendisine sunulmuş bu armağanı en iyi biçimde değerlendirmiş olan Orhan Veli?ye bahşedilmiş olanlar bunlarla sınırlı değil. Yine 1930?lu yılların en değerli öğretmenlerinin elinde yetişmiş olmanın ayrıcalığından da sonuna kadar faydalandığını görmek hiçte zor değil. Ahmet Hamdi Tanpınar, Rıfkı Melül Meriç ve Halil Vedat Rıfatlı bunlardan yalnızca bir kaçıdır.

Galatasaray lisesinde başladığı öğrenimini, babasının işleri dolayısıyla, ilk okul 5. sınıftan itibaren, Ankara?da sürdürmek durumunda kalır. Gazi ilk okulundan mezun olduktan sonra yatılı olarak Ankara Erkek Lisesine girer. Kısa bir süre sonra önce Oktay Rıfat?la sonra da Melih Cevdet?le tanışırlar. Sanatın değişik dallarıyla ilgili pek çok etkinlikte görev aldığı bu süreç, özellikle ilkokul yıllarından başlamış olan edebiyat merakını harekete geçirmiştir. Lise yıllarında Oktay Rıfat ve Melih Cevdet?le birlikte sesimiz dergisini çıkarırlar ve üç şairin de edebiyat dünyasındaki serüvenleri başlamış olur.

Lise yıllarından sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne yazılır ve edebiyat çalışmalarını burada da sürdürür. Sesimiz dergisindeki çalışmalarından sonra ilk kez bir şiiri 1 Aralık 1936 yılında, Varlık dergisinde basılmıştır. Ardından İnsan, Ses, Gençlik, Küllük, İnkılâpçı Gençlik gibi dergilerindeki eserleri izlemiştir. (1936-1942). Sonraki yıllarda ise Varlık, Ülkü, Demet, İşte, Aile dergilerinde şiirleri ve yazıları görülür(1942-1948). Bu arada Garip (1941- O. Rıfat ve M. Cevdet ile birlikte) , Vazgeçemediğim (1945) , Destan Gibi (1946) , Yenisi (1947) , Karşı (1949) , Nasrettin Hoca Hikâyeleri (1949), Bir Kapı Ya Açık Durmalı Ya Kapalı (1943- A. De Musset’den) , Scapin’in Dolapları (1944- Moliere’den) , Fransız Şiiri Antolojisi (1947) , W.Shakespeare, Hamlet Ve Venedikli Tüccar (1949- C. Labm’dan – Ş. Erdeniz’le) eserleri yayınlanır. 1 Ocak 1949 yılında Ankara?da 15 günde bir çıkan Yaprak dergisini yayımlamaya başlar. 15 Haziran 1950 yılına kadar tüm işlerini tek başına yürüttüğü bu dergiyi çıkarmaya devam eder. Bu tarihten sonra maddi imkansızlıklar dolayısıyla dergiyi yayımlayamaz.

10 kasım 1950 gecesi Ankara?da karanlık bir sokakta yürürken belediyenin kablo döşetmek için kazdırdığı bir çukura düşer ve başından hafifçe yaralanır. İki gün sonra İstanbul?a gelir. Başı ağrımaktadır. 14 Kasım Salı günü öyle vakti, bir arkadaşının evinde yemek yerken fenalık geçirir. Hastaneye kaldırılır. Alkol zehirlenmesi teşhisiyle tedavi edilir. Oysa kendisi beyin kanamasından rahatsızdır. Akşama doğru komaya girer. Gece saat 23:20? de hayata gözlerini kapar.

Orhan Veli?nin genç yaştaki ölümü ülkede derin üzüntü ve yankı yaratır. Aydınlar, yazarlar ve sanatçılar dan oluşan bir kalabalığın omzunda Beyazıt Camii?nden Sirkeci?ye kadar omuzlarda taşınır. Rumelihisar mezarlığında toprağa verilir.

Kardeşi Adnan Veli Kanık, doktorların ölüm sebebini anlamak için yapılan otopsi sonrasında dikişlerinin iyi yapamamaları yüzünden tabutu taşınırken, tabutu tutanlardan bazılarının eline kan pıhtısının bulaştığını anlatır ( Orhan Veli İçin ? 1953). Bu olaydan çok etkilenen dostu Halim Şefik Otopsi şiiriyle tepkisini dile getirir:

Morgda açılınca kafatası
Doktor beyler beyin gördüler
İndirince tek kafesine neşteri
Doktor beyler yürek gördüler
Yürekte ne gördüler dersiniz
Yürekte memleket gördüler
Dünya gördüler
Bir de dost gördüler
Ama bu işde doktor beyler
Doğrusu geç kaldılar
Çok geç kaldılar

Garip bir akım ve bir çarpıntının etkileri:

Tarih boyunca yapılan tüm yeniliklerin insanlık adına yapıldığı söylenmiştir. Bu dogmatik tespitin aksini iddia etmek neredeyse imkansızdır. Ancak sonuçların en çok insanoğluna zarar verdiği gerçeğini hatırlatarak bir düğümün temelini atabiliriz.

Bir yeniliğe karşı alacağınız tavır dünya görüşünüzün perspektifini ortaya koyacaktır. Ancak somut verilerinin bulunduğu siyasal yenileşme hareketlerinde bile uzlaşma sağlanamaması, daha masum çalışmalarda büsbütün bir kargaşa yaratmaz mı? Örneğin edebiyat gibi kimseyi öldürmeyen bir eylemde herhangi bir uzlaşı beklemek neden mümkün olsun? Dolayısıyla buradan herhangi bir çabayı meşru kılmak için geliştirilmiş tüm savunma içerikli açıklamaları reddederek şunu söylemeliyiz: her çaba kişisel bir bencilliğin ürünüdür. Burada asıl nemli olan herhangi bir etkinliğin nasıl bir bencillik içgüdüsünü doyurduğudur.

Orhan Veli?ye kadar Türk şiirinde işler yolundaydı. Binlerce yıllık bir şiir geleneğini 20. yüzyıla kadar taşımış bir kültürün, şiir adına nasıl bir yenileşmeye ihtiyacı olabilir ki? Hem neden olsun. Yazan razı. Okuyan mutlu. Her gelen bir öncekinin çeşitli düşünceler ekseninde oluşturduğunu biraz geliştirerek birazda kırparak sürdürmektedir. Üstelik özellikle aruz veznine ait en önemli yenilik çalışmaları da zaten 20. yüz yılın hemen başlarında Yahya Kemal ve Ahmet Haşim tarafından gerçekleşmiştir. Hemen akabinde bir değişikliğe neden ihtiyaç olsun ki.

Tüm bu soruların yanıtları yine Orhan Veli?de saklı. 1945 yılında oluşan Garip kitabının yalnızca kendi şiirlerinden oluşan 2. baskısında bu durumu şöyle açıklıyor: ?1941 senesinde söylediklerim, 1616 senesinde 52 yaşındayken ölen Shakespeare?in, 377 yaşında söylemesi lazım gelen sözlerdi. Aynı şekilde, bundan yüz sene sonra yaşayacak bir şairin sözleri de benim 131 yaşında düşüneceğim şeyleri anlatmalıdır.? Bu sözlerden hem tüm edebiyat dünyasını karşısına alacak bir çalışmaya girişme nedenini anlayabiliyoruz, hem de 1500 yıllık bir hastalığın teşhisini koyduğunu görüyoruz.

Orhan Veli edebiyat dünyasında ilk defa fark edildiği zaman, almış olduğu eğitimin de etkisiyle Fransız sembolist şairlerin (Baudelaire, Verlaine, Rimbaud) ve bu şairlerin etkisinde yazan (Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı) şairlerin etkisi altında yazdığı şiirlerde dikkatleri toplamıştır. Hece ölçüsüne dayanan, Kafiyeleri önemsediği bu dönemden kısa bir süre sonra Oktay Rıfat?la birlikte yazdığı ilk serbest vezin çalışması olan Ağaç şiirini yayımlar. Ardından yine Oktay Rıfat ve Melih Cevdet?le beraber Garip kitabını yayımlar. Garip kitabı tamamıyla serbest vezinli çalışmaları içeren bir kitaptır. Dolayısıyla o güne kadar yayınlanmış, temeli ölçü ve kafiyeye dayanan şiirlerini de reddetmiş olur. Tabi garip akımına ve yeni vezin çalışmalarına dair pek çok açıklamayı da bu kitabın önsözünde yapacaktır: ? An?ane, şiiri nazım denen bir çerçevede içinde muhafaza etmiş. Nazmın belli başlı unsurları vezinle kafiyedir. Kafiyeyi ilk insanlar ikinci satırın kolay hatırlanmasını temin için, yani sadece hafızaya yardımcı olmak maksadıyla kullanmışlardır. (…..) bu arzu iptidai insan için nazari itibara alınabilecek bir ehemmiyetteydi. Halbuki insan o zamandan beri pek çok tekamül etti. Bugünkü insan öyle zan ve temenni ediyorum ki, vezinle kafiyenin kullanılışında kendini hayrete düşüren bir güçlük, yahut da büyük heyecanlar temin eden bir güzellik bulmayacaktır.? Buradan da anlaşılacağı gibi Orhan Veli şiirde kafiyenin ahengi sınırladığı, şairi temelleştirdiği ve yeni biçimlerin önünü tıkadığı düşüncesiyle kendi şiirinden çıkarmıştır.

Garip akımının Türk şiirine getirdiği tek yenilik veznin ve kafiyenin serbest bırakılması değildir. Bir biçim olarak şiirin başka başlıkların altında anılması ve başka ifadelerin kullanımında şiirsel anlatımın tercih edilmesi Orhan Veli için katlanılması güç bir durumdu. Adına şairanelik dedikleri, şiiri bazı kesimlerin egemenliğinde tutan bir anlayışını temelden reddedip daha sivil bir dil yaratmaya çalıştı. Ancak yalın bir anlatımla, halkın devamlı kullandığı sözcüklerden oluşan bir motif yaratmak oldukça zor bir yoldu. Bu çaba o dönemde uzun süre kendileriyle alay edilmesine yol açmıştır. Örneğin Yusuf Ziya Ortaç 28 Mart 1940 tarihli Akbaba dergisinde ?Vezin gitti, kafiye gitti, mana gitti. Türk şiirinin berceste mısraı diye yazık oldu Süleyman efendiye rezaletini alkışladılar. Sanatın darülacezesiyle tımarhanesi el ele verdi, birkaç mecmuanın sahifesinde saltanat kurdular. Ey Türk gençliği: Sizi bu hayasızlığın suratına tükürmeye davet ediyorum.? Sözlerini içeren kışkırtıcı bir yazı yazdı. Şiirin kendine ait bir kalıbının olamayacağı savı kolay kabul edilir değildi onlar için. Ancak retorik dili tamamıyla refüze eden bu yeni söylem kısa sürede pek çok önemli şairi etkilemeyi başarmıştı.

Ancak Orhan Veli şiiri çok iyi incelenmediği zaman şiir adına korkunç bir tehlike olma özelliğine de sahiptir. Şiirde kullanılan kolay dilin hangi etkileşim ve bireşim sonucu şiiri meydana getirdiğinin iyi anlaşılması gerekli. Yani ?Gemliğe doğru / Denizi göreceksin / Sakın şaşırma? gibi üç dizenin neresinde şiir saklı olduğunu anlayamadığımız zaman Orhan veli?yi örnek aldığımız savunmasıyla meşru kılmaya çalışacağımız pek çok anlamsız şiir yazmamız mümkün. Oysa Gemliğe giderken denizi görmenin yaratacağı şaşkınlık başka bir yerde karşılığını bulmayabilir. Çünkü burada hangi etmenlerin şaire şiiri yazdırmış olabileceği düşüncesi şairin farkını ortaya koyan önemli bir ayrıntı olma özelliği taşımaktadır. Yani yolun sizde yarattığı beklentiler, ancak Orhan Veli şiirinde bir kimlik bulabilirdi diye düşünmek kaçınılmaz. Şimdi bu tür bir çağrışımı yakalamak için Gemlik yerine başka bir yerin adından faydalanmaya, deniz yerine başka bir şaşırtıcı ayrıntı yakalamaya çalışmak şiir adına da bir hayal kırıklığı sayılacaktır. Tabi bu ironi dolu bakış açısıyla açıklamak istediklerimiz, Orhan Veli?nin kendi şiiri adına ortaya koyduklarını hatırlatmaya çalışmak dışında bir amaç içermemektedir. Bazı kuşkular olmasa şimdi bunları satırlara taşımak gereksiz bir ayrıntı gibi görünebilirdi. Oysa gerçekler bize bu sorgulamayı dayatmaktadır.

Garip akımına yönelik gelenekçi kanattan yapılan eleştirileri incelediğiniz zaman, şiirin kolaylaştırdığı yönünde suçlamalara maruz kaldıklarını görebilirsiniz. Şiiri basitleştiren örgünün batı özentisi tutumun bir ürünü olduğu ön yargısının dışında, şiirin içine o güne kadar hiç girmeyen sözcüklerin girmiş olmasının yapıdaki bu zaafları tetiklediği yönündeki görüşler ağırlıktaydı. Oysa bugün karşımıza çıkanlar Orhan Veli?nin şiir yazma işini zorlaştıran unsurlarla tanıştığımız noktalarda yer aldığı kanısı giderek ağırlık kazanmaktadır. Çünkü reddettiği pek çok kalıbın karşılığını ortaya koymamıştır. Yani kafiyeye itiraz edip şiirin sınırlarını daralttığı görüşünü ortaya koyarken, bunun yerine yeni bir kalıp önermemiştir. Hece ölçüsünün yaratıcılığı yok ettiği düşüncesini yansıtırken, alternatifini sunmamıştır. Özellikle gül, bülbül gibi şiirde sıkça kullanılan ifadeleri şiirden atarken yerine yeni kalıplar koymaya çalışmamıştır. Yani neredeyse nasıl yazıldığı hiçbir biçimde çözülemeyecek bir şiiri yaratıp 1500 yıllık bir geleneğe son vermeyi başarmıştır. Özellikle Memet Fuat şu sözleriyle konuya açıklık getirmeyi çalışmıştır: ? Bir kaç yıl önce, kapalı şiir akımı ortaya çıkmadan, bir şair arkadaş söylemişti: Orhan Veli şiiri kolaymış, kolayca yazılıveren şiirmiş.(….) Orhan Veli! Şiiri bütün kolaylıklarında sıyıran, sonuna kadar güçleştiren, yazılamazın kıyısında dolaşan bir sanatçı! Ne zaman Garip?i elime alsam bunu düşünürüm. Garip akımı kadar şiirin elini kolunu bağlamaya çalışmış bir akım azdır sanıyorum? Tabi bu sözleri garip akımının çıkışı sırasında yazılmış şiirleri ve belirtilen ilkeleri baz alarak söylediğini belirtmeliyiz. Elbette Orhan Veli?de kendi şiirindeki bir çelişkiyi atlayacak değildi. Son şiirlerinde nasıl bir yöntem uyguladığını gelin yine Memet Fuat?tan dinleyelim. ? Orhan Veli o kitaba yazdığı ön yazıda, şiirin ne olmadığını anlatırken ya da anlatmaya çalışırken, o kadar çok şeyi bir yana atmış ki şiir ?yazılamaz? bir şey olmuştu. Bütün kolaylıkların ötesinde, salt şiir. Ama Garip?teki şiirler gerçekten o yazıdaki düşüncelerin neticesi mi? Sanmıyorum. Yazıda kötülenen kolaylıklar ?belli belirsiz- gene girmişti o şiire (bugün belli belirsiz değil, açıkça görünüyor). Öylesine az girmişti ki. ?Yazılamaz?ı ?yazılabilir? kılacak kadar. O şiirler bekli de dilimin en güçlü şiirleriydi.? Bu konunu finalini yapmak yine Memet Fuat?a düşer diyelim ve sözü yeniden ona verelim: ?Orhan Veli?nin şiir alanında ki gelişmesi şöyle de özetlenebilir: kolaylıklara dönüş. En güzel şiirlerini, son yıllarda yazdığı şiirleri yazarken şiirin kolaylıklarından bol bol yararlanıyordu.? Bir dogmayla karşı karşıya olduğumuz açık. Orhan Veli genç yaşta ölmeseydi şiire getireceği yenilikler gereği diğer akımlar doğma şansı bulabilir miydi? Acaba İkinci Yeni ve diğer akımlar yaşamalarını Orhan Veli?nin ölümüne mi borçludurlar?

Garip akımı, bir yandan kendi kimliğini ortaya koymaya çalışırken, bir yandan da saldırıları da püskürtmenin telaşına düşmüştü. Dönemin en önemli şairleri her fırsatta Garip şiirine saldırmayı ihmal etmemekteydi. Yahya Kemal?in başını çektiği gelenekçi kanadın tepkilerine, başında Nazım Hikmet ve arkadaşlarının bulunduğu toplumsal gerçekçi akımın tepkileri de eklenmişti. Nazım Hikmet ve Orhan Veli?nin birbirleri aleyhinde şiddetli tepkiler doğuracak açıklamalar yaptıklarını söylemek bir abartı olarak değerlendirilmemelidir. Aslında Orhan Veli?nin Nazım Hikmet?in cezaevinden kurtulması için açlık grevi yapmış olması, buna karşılık Orhan Veli?nin ölümünden sonra Nazım?ın onu dünyaya tanıtma çabasına gönüllü destek vermiş olması, aralarında kişisel bir düşmanlık olmadığının bir belgesi olarak kabul edilebilir. Ancak birbirinin şiirleri için pek olumlu düşünceler beslemediklerini anlamak hiç de zor değil. Nazım Hikmet, Orhan Veli?yi Şekilperestlikle suçlarken ? … şiirimiz genel olarak ?bazen çok güzel şeyler de rastlanıyor- bugünkü sefaleti şairlerimizin bir dönüm noktasında iki çeşit, birbirine zıt iki türlü yobazlığa, yani hareketsizliğe, yani ölülüğe saplanmış olmaları, şekil meselesini, kendilerinin kabul ettiği bir tek şekli esas olarak almalarıdır. Mithat Cemal ne kadar şekilperestse, Orhan Veli?de o kadar şekilperesttir. İkisi de yobaz? Hatta Nazım?ın içerik yönünden de Orhan Veli?yi eleştirdiği görülmektedir. ? Mesela Orhan Veli ile A.Kadir dil bakımından birbirlerine yakındırlar ve soldadırlar, lakin muhteva bakımında Orhan Veli merkezinde sağına geçmiştir. En sağda değilse de sağdadır.? Buna karşılık Orhan Veli, serbest nazımı Türk şiirine kazandıran kişilerin başını çeken Nazım?ın gelenekten kopmadığını iddia ederek yermiştir: ?….. Nazım Hikmet?in de kusurlu tarafları yok değil. Mesela şekil bakımından çok ihtilalci, görünmesine rağmen, bir çok tarafıyla ?tabi bunu söylerken sanatını kastediyorum- eski şiire bağlı. O bağlardan kurtulup sanatsı bir şiir meydana getirmek, Nazım Hikmet?ten sonraki şairlere düşüyor.? Bu konuşmalardan aralarındaki fikirsel ayrılıkların şiirin içeriği ve biçimi konusundan kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Tüm bu özellikler Orhan Veli şiirinde önemli yer tutan özelliklerdi. Sanatın toplum için yapılması gerektiği konusunda Nazım Hikmet ile ters düşmeyen Orhan Veli, iş şiire gelince olayın içine bir ?ama? koymayı ihmal etmemekteydi. Çünkü şiire içeriğin çok fazla gelebileceği ve sanat kavramının şiiri içine alamayacağı düşüncesi zaten Garip akımının bildiri içinde açıkça belirtilmekteydi. Şiiri her şeyden, sanatın kendisinden bile üstün tutan Orhan veliye gelin kulak kabartalım. ? Sanat sanat için midir, yoksa toplum için midir?? der dururuz. Elbette toplum içindir. Toplum için olmayan bir şey yok ki, sanat olsun. Ama sanatın toplum için olması ne demek. Yani sanat toplumun meselelerini alsın, bunları halletsin, sonuçlarını da halka ildirsin öyle mi? Bunu pek kabul edemiyorum. Çünkü o işleri yapmak için elimizde başka araçlar var. Mesela edebiyat. Edebiyatla sanatı birbirinden ayırıyor musun diyeceksiniz. Birdenbire ayırmıyorum; ama ayırmak lazım geldiğine de inanıyorum. Sanat saydığımız şiirin edebiyatla ortak tarafı sadece anlatma aracının dil oluşur. Bununla beraber edebiyatta pekala yer alabilen fikir, sanatla bir türlü bağdaşamıyor. Burada fikirle mana arasındaki farkı da bilmek lazım. Çünkü şiirin bir mana sanatı olması, hiç de fikir sanatı olmasını gerektirmez.? Buradan da anlaşılacağı gibi Orhan Veli sanata şiiri değil, şiire sanat, düşünce, anlam gibi kavramları sığdırmaya çalışmıştır. Kimini sığdırmış, kimini dışarıda tutmuştur. Ama şiiri her şeyin üzerinde tutmayı başarmıştır.

Kendi ekseninde yarattığı şiir anlayışıyla 50. yılını aşan Garip akımı bilinirliliğini daha ne kadar sürdürür kestirmek güç. Ama Orhan Veli için ?efsaneleşti? desek abartmış olmayız. Hoş bu onun tercihi değildi. Ama çok önemli bir konuma sahip olacağından emin giydi. Bugün ölüm yıl dönümü atlanmayan, tüm önemli edebiyat dergilerinde kendisinden söz edilen, kitapları çok satan, milli eğitim müfredatında da okutulan kaç çağdaş şair var deseniz size başka isim sayamam. Galiba bu kadarını o bile tahmin etmemiştir. Şiir tadında uyusun.

Kaynaklar:
1- Asım Bezirci-Orhan Veli- Altın kitaplar yayınları
2- Şeref Özsoy-Kanıksadığım Biri Orhan Veli
3- Tanzimattan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi Yapıkredi Yayınları.
4- Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü ? Varlık Yayınları

Orhan Veli’nin Yaşam Öyküsü
13 Nisan 1914?te Istanbul?da Beykoz Yalıköy?de, annesinin ailesine ait bir konakta dünyaya geldi. Babası Cumhurbaşkanlığı Bando Heyeti şeflerinden Veli Kanık?tı. Galatasaray Lisesi?nin ilk kısmında başladığı ilköğrenimini Ankara?da tamamladı. Ankara Erkek Lisesi?nde okurken, daha sonra kendisiyle birlikte Garip hareketini başlatacak olan Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday?la tanıştı. Ilk şiirlerini lisenin yayın organı Sesimiz dergisinde yayımladı. 1933?te Istanbul?a gitti, Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü?ne kaydoldu. Üç yıl sonra öğrenimini yarıda bırakarak Ankara?ya döndü, PTT Umum Müdürlüğü?nde memur olarak çalışmaya başladı. Onun dönüşü üç arkadaşın şiire dönüşünü de birlikte getirdi. O sırada Ankara?da yayımlanmakta olan Varlık dergisinde 1936?nın son iki ayında üç arkadaşın şiirleri art arda yayımlanmaya başladı. Orhan Veli?nin bir kısmını Mehmet Ali Sel imzasıyla yayımladığı bu ilk şiirleri Baudelaire, Rimbaud, Verlaine gibi simgeci Fransız şairlerinden ve aynı doğrultuda yazan Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı gibi Türk şairlerinden etkiler taşır. Hece ölçüsüyle ve kafiyeli olarak, duru bir Türkçeyle yazılmış bu şiirlerde Orhan Veli, ilk deney evresini aşmış “olgun” bir şair kimliğiyle ortaya çıkar (Dili çözülüyor gecelerin / Gölgeler kaçışıyor derine /Alıp sihrini bilmecelerin / Gün doğuyor şehrin üzerine)

ŞAİRANELİĞE KARŞI BİR ŞAİR

Yirmili yaşlarının henüz başlarında olan Orhan Veli, başka bir şiirin peşindeydi. “Beylik kalıplar, beylik oyunlar, beylik dünyalar içinde bunalıp kalmış şiire yeni imkánlar” aramak, “yeni dünyalar, yeni insanlar sokarak, yeni söyleyişler bularak şiirin sınırlarını genişletmek” istiyordu. Varlık dergisinin 15 eylül 1937 tarihli 101. sayısında, şair Melih Cevdet Anday?a ithaf edilmiş bir sayfada Oktay Rifat ile birlikte yayımladığı şiirler bu yeni anlayışın ürünleriydi: (Ben deniz kenarındaki odamda / Pencereye hiç bakmadan / Dışardan geçen kayıkların / Karpuz yüklü olduğunu bilirim). Üç arkadaşın Varlık?ta bu yeni anlayışı sürdüren şiirleri genellikle yadırgandı. Orhan Veli?nin Varlık?taki bu ilk şiirlerinin ardından ekim 1938?de Insan dergisinde yayımladığı şiirleri, özellikle “Kitabe-i Seng-i Mezar” geniş yankı uyandırdı. Üç arkadaşın mayıs 1941?de yayımladıkları ortak kitapları Garip?te Melih Cevdet Anday?ın on altı, Oktay Rifat?ın yirmi bir, Orhan Veli?nin yirmi dört şiiri yer alıyordu. Daha sonra bu şiir akımına adını veren Garip, Orhan Veli?nin düzenlediği bir seçki biçiminde ve onun imzasıyla yayımlanmıştı. Kitabın Orhan Veli tarafından kaleme alınan önsözü hareketin bildirgesi niteliğindeydi: “Eskiye ait olan her şeye” karşı çıkmak ve “her şeyden önce şairanenin” aleyhinde bulunmak! Orhan Veli?nin Garip?teki şiirleri geleneksel şiirin tabularını yıkarken, aynı zamanda bu anlayışı en uç noktalara vardırıyordu (Hiçbir şeyden çekmedi dünyada / Nasırdan çektiği kadar). Vezin, kafiye gibi kısıtlayıcı bağlar, teşbih, istiare gibi söz sanatları şiirden kovulmuştu. Şiir doğal anlatıma, konuşma diline, günlük yaşama, “Yaşamak hakkını mütemadi bir didişmenin sonunda” elde eden sıradan insana, sokağa yöneliyordu. Şiire yeni kelimeler (nasır, salata), yeni insanlar (Süleyman Efendi, Montör Sabri) girerken, çocuksu söyleyişlerle, bilinçaltından yansımalarla beslenen bir yaşama sevinci hissediliyordu.

Orhan Veli 1941?de, Ikinci Dünya Savaşı bütün şiddetiyle devam ederken askere alındı; 1944 sonlarına kadar yedek subay olarak Gelibolu?da görev yaptı. Askerlik dönüşü Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu?nda çalışmaya başladı. 1945 şubatında, içinde beşi daha önce yayımlanmış on bir şiirinin yer aldığı Vazgeçemediğim?i yayımladı. Bu kitabında Garip çizgisini terk etmemekle birlikte lirizme karşı bir kayış göstermesi, eski kuşak tarafından övülürken yeni şiir taraftarlarının eleştirilerine yol açtı. Nisan 1945?te Garip?in ikinci baskısını yayımladı. Bu ikinci baskıda yalnız Orhan Veli?nin şiirleri vardı. Eski şiirlerine on bir yeni şiir daha eklemişti. Ilk baskıdaki önsözün önüne koyduğu “Garip Için” başlıklı yazı az çok bir küskünlüğü, bir hayal kırıklığını yansıtıyordu: “Yazdıkça fark ediyorum: Garip?in müdafaasına kalkışmış gibi bir halim var. Garip?i başkalarından evvel kendime karşı müdafaa etmek isteyişim, ondaki kusurları başkalarından çok kendim bildiğim içindir.” 1956?da yayımladığı Destan Gibi?de 174 dizelik bir uzun şiir denemesine girişti. Halk şiirinden geniş ölçüde yararlandığı bu eseri Yenisi (1947) ve Karşı (1949) adlı kitapları izledi.

Ikinci Dünya Savaşı sonrasındaki politik gelişmeler ve çok partili hayata geçiş diğer birçok aydın ve sanatçı gibi Orhan Veli?yi de ilgilendiriyordu. 1946 seçimlerinden sonra Hasan Ali Yücel?in Milli Eğitim Bakanlığından ayrılmasıyla işlevini kaybeden Tercüme Bürosu?ndaki görevinden istifa etti. 1947?de Mehmet Ali Aybar?ın çıkardığı Hür, Zincirli Hürriyet gazetelerinde eleştiriler yazıyordu. Ocak 1949?da Mahmut Dikerdem?in maddi desteğiyle çıkarmaya başladığı Yaprak dergisinin yayımını haziran 1950?ye kadar sürdürdü. Yaprak, aralarında Garip üçlüsünün de bulunduğu bir grup aydın ve sanatçının düşüncelerini yansıtacak bir fikir-sanat gazetesi olarak tasarlanmıştı. Ancak bir süre sonra Garip üçlüsü çeşitli türlerde telif ve çeviri ürünlerinin niceliği ile dergide belirleyici konuma geldi. Öyle ki dergi bir süre sonra Garip hareketinin gecikmiş bir yayın organı kimliğine büründü. Orhan Veli yazı ve şiirlerinin yanı sıra, yazı seçiminden sayfa düzenine, düzelti işlerinden paketleme ve postalamaya kadar her aşamadaki katkılarıyla Yaprak?la adeta özdeşleşmişti. Derginin 28. sayıdan sonra yayınına son vermek zorunda kalması onu derinden etkiledi. Uzun yıllarını geçirdiği Ankara’yı terk ederek Istanbul?a ailesinin yanına döndü. İstanbul’da bir arkadaşının evinde öğle yemeği yerken fenalık geçirmiş, hastaneye kaldırılmıştır (14 Kasım 1950). Alkol zehirlenmesi teşhisiyle tedavi edilmiş, ancak sonradan beyin kanaması geçirdiği anlaşılmıştır. Aynı gün akşama doğru komaya giren Orhan Veli, geceleyin saat 22.55’de hayata gözlerini yummuştur (14 Kasım 1950).
Ölümünün ardından Sabahattin Eyuboğlu’nun Mahmut Dikerdem’e yazdığı mektupta şunlar yazılıdır: “Yarın O’nu nereye, nasıl gömeceğimizi bilmiyoruz. Ailesi bize bıraktı. Rumelihisarı’na karar verdik.
Urumelihisarı’na oturmuşum;
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum:
Hastanenin imamı benim Trabzon’dan sınıf arkadaşım çıktı. Bu sayede işler kolaylaştı. Dora (Erol Güney’in eşi) ve Mualla (S. Eyuboğlu’nun kardeşi) içerde ağlıyorlar. Yaprak adına güzel bir çelenk hazırlandı.”
Yani Orhan Veli’nin bu mısraları vasiyet kabul edilmiştir.
14 Kasımda ölen Orhan Veli’nin cenazesi 17 Kasım’da Beyazıt Camii’ndeki cenaze namazından sonra Divanyolu’ndan Gazeteciler Cemiyeti’nin önüne getirilir.. Cemiyetin bayrağı yarıya çekilmiştir.. Birkaç dakikalık duraklama, yazıcı esnafının son selamıdır.. Cenaze Sirkeci’ye kadar eller üzerinde taşınırken, bütün arabalar durup yol verir..

Bütün kitapçılar kepenk kapatır.. Bu, şaire son hürmettir.. Rumelihisarı’na doğru yol alan cenazenin en önünde ‘Yaprak’ dergisinin çelengi ve arkada diğer çelenkler vardır.. Orhan Veli, Rumelihisarı Mezarlığı’na gömülmüştür.

İlk şiirleri 1936’da Varlık dergisinde yayınlandı. Aruzu çok iyi bilen, hece şiirinin özelliklerini kavramış, çocukluk anılarını, aşk, özlem temalarını, uç bir duyarlılığa götüren genç bir şair olarak tanındı. Ahmet Muhip Dıranas, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Fransız simgeci şairlerden izler taşıyan ölçü ve uyağın çok iyi kullanıldığı, müzik öğelerinin belirgin olduğu şiirler yazdı. Asıl ününü çocukluk arkadaşları Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday’la birlikte 1941’de yayınladıkları “Garip” isimli kitabın adını taşıyan şiir akımını başlatarak kazandı. Garip’in Orhan Veli’nin yazdığı önsözünde, “hece ölçüsü ve uyağın şiiri yozlaştırdığı” savunuluyor, “şiirin insanın beş duyusuna değil, beynine seslenen bir söz sanatı olduğu” belirtiliyordu. “Şiire, egemen sınıfların beğenilerinin sonucu yerleşen kalıplaşmış öğeler kaldırılmalı, şairaneliğe son verilmeli ve şiir toplumun çoğunluğuna seslenmeliydi. Bu amaç da ancak yeni yollar ve yeni araçlarla gerçekleştirilebilirdi.” Orhan Veli ve arkadaşlarının Türk edebiyatında “Birinci Yeni” diye de adlandırılan bu çıkışları, şiirdeki sözcük hiyerarşisini ve parıltılı sözcüklerin egemenliğini yıktı. Sokaktaki insanı ön plana çıkardı, biçim şiirin kalıbıyken kendisi haline geldi. Yaprak dergisi döneminde şiirde yeni eğilimler içine giren Orhan Veli, şaşırtıcılıktan, yadırgatıcılıktan uzaklaşırken, duygular, yaşama sevinci, gündelik yaşamın ve sokaktaki insanların sorunlarına ağırlık vermeye başladı. Durmadan araştırmalar yaparak, yeni denemelerle şiirini sürekli ileri götürmeye çalıştı. Moliere, Gogol, Sartre gibi yazarlardan çeviriler yaptı, eleştiri ve öyküler yazdı. Nasrettin Hoca fıkralarını şiirleştirip “Nasrettin Hoca Hikayeleri” kitabında topladı.

Orhan Veli ilk şiirlerini yayımlamaya başladığı sıralarda Türk şiirinde birbiriyle çekişen başlıca üç eğilim ayırt ediliyordu. Yahya Kemal ve Ahmed Haşim?e bağlanan Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas gibi saf şiirciler estetik açıdan simgeci ve biçimci bir şiirin peşindeydiler. Kemalist ulusçuluk anlayışına bağlanan ve folklorik malzemeye öncelik veren Ahmet Kutsi Tecer, Ömer Bedrettin Uşaklı, Orhan Şaik Gökyay gibi şairler ikinci bir eğilimi temsil etmekteydi. Üçüncü eğilim Názım Hikmet?in başını çektiği siyasal-toplumsal öğeyi öne çıkaran serbest nazımcı şiirdi. Bunların yanı sıra Ercüment Behzat Lav ve Mümtaz Zeki Taşkın gibi şairler fütürizm, dadaizm gibi Batılı akımların etkisiyle serbest bir şiir kurmaya çalışıyorlardı. Orhan Veli ve arkadaşlarının şiiri bir bakıma 1920?lerin sonlarında Názım Hikmet ve Ercüment Behzat tarafından başlatılan yenileşme çabalarının bir uzantısı niteliğindedir.

Hece ölçüsüyle yazdığı ilk şiirlerinin ardından Orhan Veli “eskiye ait olan her şeye” karşı yeni bir şiire yöneldi. Bu anlayışla yazdığı “Kitabe-i Seng-i Mezar” (Hiçbir şeyden çekmedi dünyada / Nasırdan çektiği kadar) gibi aykırı örnekler tepkiyle karşılandı ve uzun süre tartışıldı. Orhan Veli zevksizliği yaygınlaştırmakla, şiiri bir espri düzeyine indirgemekle suçlanıyordu. Ama etkisi şaşırtıcıydı. Çünkü şiir hiçbir dönemde yaşanan hayatla bu derece iç içe girmemişti. Söz varlığı halkın konuştuğu gündelik dilin öğelerinden oluşuyordu. Bu şiirlere 1940?ların Türkiye?sinde yaşanan hayatın acısı, hüznü sinmişti. Ama insanlara bu acılara karşı koymalarını sağlayan, bu acılara rağmen varolmayı sürdüren yaşama sevincini de içeriyordu.

Orhan Veli?nin şiirinde toplumsal, hatta sınıfsal bir yönelim her zaman var olmuştur: şiir “müreffeh sınıfların” temsilcisi olamaz. Onun ilgisi alt ve orta tabakalardan şehirli insanlara yönelmiştir. Ama bu ilgi onların politik olarak savunuculuğunu yapmak anlamına gelmez: “Mesele bir sınıfın ihtiyaçlarının müdafaasını yapmak olmayıp sadece zevkini aramak, bulmak ve sanata hákim kılmaktır.” Onda asıl yeni olan halkın zevkini bir ortalama kabul ederek, yeni bir duyarlılık, yeni bir eda yakalamasıdır. Halktan kişiler (Montör Sabri, Süleyman Efendi, sucu, lağımcı) eskiden olmadığı biçimde bir yalınlık ve inandırıcılıkla şiire girer (Tüfeğini depoya koydular / Esvabını başkasına verdiler, / Artık ne torbasında ekmek kırıntıları, / Ne matarasında dudaklarının izi). Bu şiirde aşk bile değişik bir edayla ifade edilir (Sessiz sedasız mı olacaktım böyle?/ Çok sevdiğim salatayı bile / Aramaz mı olacaktım?/ Ben böyle mi olacaktım?). Daha sonra “Şoförün Karısı”, “Söz”, “Eski Karım”, “Dedikodu” gibi şiirlerde aşk, toplumsal hayat içinde erotik boyutu vurgulanarak bir gönül ilişkisi biçiminde sunulur (Kim görmüş, ama kim / Eleni?yi öptüğümü, / Yüksekkaldırım?da güpegündüz). Çocuksu bir şaşkınlık ve hayranlıkla birleşen yaşama sevinci, daha çok anlık bir duygu olarak belirir (Deli eder insanı bu dünya, / Bu gece, bu yıldızlar, bu koku, / Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç). Yaşama sevinci bazen bir bardak çayır renginde, bazen denizden esen rüzgárın, yosunların kokusundadır. Yalnızlık, hüzün, iç sıkıntısı ironiyle, abartıyla yabancılaştırılmaya, dışsallaştırılmaya çalışılır. “Istanbul?da Boğaziçi?nde / Bir fakir Orhan Veli?yim, / Veli?nin oğluyum / Tarifsiz kederler içinde” gibi kendini açıkça ortaya koyduğu durumlarda bile kişisel bir ağrının söz konusu olup olmadığı belirsiz kalır. Sonsuzluk duygusu ve özgürlük düşüncesini işlediği “Gün Olur”, “Hürriyete Doğru” gibi şiirleri Garip çizgisinden en çok uzaklaştığı şiirlerdir (Gün olur, başıma kadar mavi / Gün olur, başıma kadar güneş; / Gün olur, deli gibi…).

Orhan Veli?nin şiirinde ilk dönemlerden beri var olan toplumsal içeriğin, giderek toplumsal eleştiriye evrildiği gözlenir. Bu eğilim özellikle Ikinci Dünya Savaşı sonrasında çok partili hayata geçildikten sonra belirginleşir. Ikinci Dünya Savaşı?nın sıkıntılarını dile getiren “Festival” adlı şiirden sonra 1946?da yayımlanan Destan Gibi adlı kitabında yoğun bir toplumsal içerik göze çarpar (Insanlar hayat mücadelesinde / Adamlar kadınlar, çocuklar). Yenisi?nde (1947) yer alan “Içinde” adlı şiir çarpıcı “yokluk içinde” dizesiyle sona erer. “Cımbızlı Şiir”de ise toplumsal yapının çarpıklığını dolaylı olarak eleştirir (Bir elinde cımbız, / Bir elinde ayna, / Umurunda mı dünya). Istanbul?u toplumsal hayatıyla yansıttığı “Galata Köprüsü” (Ama hepiniz, hepiniz… / Hepiniz geçim derdinde), “Istanbul?u Dinliyorum” (Çekiç sesleri geliyor doklardan, / Güzelim bahar rüzgárında ter kokuları) gibi şiirlerinde de aynı toplumsal içeriğe rastlanır. 1 ocak 1949?da yayımlamaya başladığı Yaprak?la birlikte Orhan Veli?nin şiirindeki toplumsal eleştiri dozu artar (Kelle fiyatına hürriyet, / Esirlik bedava; / Bedava yaşıyoruz bedava.), “Kuyruklu Şiir”, “Sizin Için” gibi şiirlerde de bu durum belirgindir.

GARİP AKIMI

Garip Akımı, şiirde “eskiye ait olan her şeyin, her şeyden önce de şairaneliğin karşısında” oldu. Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat, Melih Cevdet Anday, ölçüsüz, kafiyesiz, şairanelikten uzak şiirlerini Garip?te bir araya getirdiler. “Şiirin demokratikleşmesi” hareketi olarak da görülen bu anlayış kısa zamanda yaygınlaştı. Günlük konuşma dilinin yalınlığıyla günlük sorunları şakacı bir üslupla ele alan bu şiir anlayışı dönemin ünlü şairlerini etkileyecektir.

Garip şiiri kafiyesizdir. Garipçilere göre kafiye, ilk insanın ikinci satırı akılda tutmak için başvurduğu ilkel bir yoldur. Teşbih, istiare, mecaz ve mübalağa gibi sanatlar gereksizdir. Şiir söz söyleme sanatıdır; çeşitli evrelerden geçmiştir; basit, yalındır; günlük, alelade konuşmadan da farklı yanları vardır.

Hece olsun, aruz olsun her iki ölçü de gereksizdir. Bu şiirler hiçbir ölçüye ve hiçbir ekole bağlı değildir. “Hudutları” yoktur. Duygudan çok akla dayandığından, “Eskiye ait olan her şeyin, her şeyden evvel de şairaneliğin aleyhinde bulunmak lazımdır” derler. Geleneksel şiiri, yani nazım çerçevesinde kalan şiiri temelinden değiştirmek gerektiğini savunurlar. Yeni bir zevk yaratılmalıdır. Bunu ancak yeni bir yolla, yeni vasıtalarla yaratmak mümkündür. Bu yeni şiir, müzikten, resimden ve öteki sanatlardan yararlanmamalıdır. Bütün bu ve benzeri görüşler, Garip?in çoğunlukla “yıkıcı” bir şiir akımı olduğunu gösterir. Bu niteliğiyle bir noktada Názım Hikmet şiiriyle birleştiği söylenebilir. Garip şiiri işlevini “yıkıcı”, ve “yapıcı” olmak üzere iki noktada gerçekleştirir. Başlangıçta birinci işlevini yerine getirir; hep yıkıcı olur. Şiirden söz sanatlarını, imgeyi, şairaneliği, eski kelimeleri, heceyi, aruzu atar. Eluard?ın tanımına uyan “kafa ile okunmak…” üzere yazılan şiirden yana olur. Bunları azınlık değil, büyük çoğunluk olan halk okumalı, şiirler onların zevkine seslenmelidir, derler. Tepkiyle, dahası alayla karşılandıklarında Orhan Veli şöyle karşılık verir: ” …biz, gerçek şiirin ölçüsünü arıyoruz. Vezin yok, kafiye yok, teşbih yok, istiare yok, demek ki şiir yok diyenin değil; vezin var, kafiye var, mecaz var, mübalağa var, teşbih var, hepsi var, hepsi var, fakat şiir nerede, diyecek olanın ölçüsünü. Sonra da şunu ekler: “Vezinsiz şiir olamayacağını iddia eden münevverlerimizin çoğu vezinden anlamadıkları için bu tecrübeyi kolayca yapabilirler.” Garip?in çıkışıyla bu tepkiler çoğalırken, bir yandan da yeni destekler kazanılır. Özellikle Nurullah Ataç, bu akımı yaygınlaştıran ve benimsetenlerin başında gelir.

Garip akımının şairleri etkilemesi Ikinci Yeni?ye kadar sürer. Bu süre içinde (1940-1955) “yalınlık”, “sıradanlık” şiirin ölçüsü haline gelir. “Fıkra-şiir” ler, her yeri doldurur. Bu durum, Garip şiirinin sonunu hazırlar. Her sonun yeni bir başlangıcı olduğu gibi, Garip?in sonu da Ikinci Yeni?yi ortaya çıkarır.

ESERLERİ

ŞİİR:
Garip 1941
Garip (1945, kendi şiirleriyle yeniden düzenledi)
Vazgeçemediğim 1945
Destan Gibi 1946
Yenisi 1947
Karşı 1949
Nasrettin Hoca Hikayeleri 1949
Bütün Şiirleri 1951

DÜZ YAZI:
La Fontaine (iki kitap, 1948 La Fontaine’den masallar)
Nesir Yazıları (1953, ölümünden sonra)
Denize Doğru (1970, Nesir Yazıları’nın ikinci basımı)
Edebiyat Dünyamız 1975
Sanat ve Edebiyat Dünyamız 1982
Bindiğimiz Dal 1982

Çeviri:

Bir Kapı Ya Açık Durmalı Ya Kapalı (1943- A. De Musset’den),
Barberine 1944,  Scapin’in Dolapları (1944- Moliere’den),
Sicilyalı yahut resimli muhabbet 1944,
Tartuffe 1944, Versailles Taluatı 1944,
Üç Hikaye (Gogol’dan Erol Güney ile) 1945,
Turcaret A. R. Lesage’dan 1946,
Fransız Şiiri Antolojisi (1947),
Antigone J.Anouilh?den 1955
W.Shakespeare, Hamlet Ve Venedikli Tüccar (1949- C. Labm’dan – Ş. Erdeniz’le),
Saygılı Yosma (1961- J. P. Sartre’den), Batıdan Şiirler (1963),
El Kapısında (Turgenyev?den-1994)

4 yorum

  1. Uzun süredir okumamıştım Orhan Veli şiirlerini. Yeniden lezzetli dakikalar geçirdim sayenizde teşekkürler.
    Ayrıca yazar tüm yönleriyle iyi irdelenmiş, tebrikler.

  2. ödev için lazımda kopyalan mıyor ? siteden mi kaynaklanan bir şey ?.

  3. Evet. Sitenin yayın potilikası gereği yazıların kopyalanmasını engelliyoruz. Ama isterseniz yazıyı gönderebiliriz.

  4. şiir yazma alışkanlığım hep böyle havalarada nüksetti beni bu güzel havalar mahvetti.orhan veli beni şiirle tanıştıran şair her şiiri insanı bambaşka yerlere götürüyor.
    siteniz güzel konulara değinmiş tebrikler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir