Öyküler – Paradigma – Gerçekler – Nejdet Evren

paradigmanın_iflasıBütün çocuklar önce ninnilerle uyutulurlar ve daha sonra büyüdükçe öykülerle gerçek dünyaya hazırlanırlar. Tüm çocukların bir öyküsü vardır ve her öyküde bir kahraman, bir kurtarıcı, bir hüzün, bir endişe…Tarihsel belleği ile doğan birey kendini çevreleyen sosyal-siyasal ortam içinde hazır bulur ve bu çevre onu önce fizik elbiselerle ve daha sonra kültürel-politik elbiselerle giydirmeye başlar/çalışır; tüm toplumsal dokular sonuçta tutucudurlar ve statükoyu/mevcudu korumayı hedeflerler.

Bu döngü birey ve toplum arasında sür-git med/cezir-gel-gitler ile yaşanır. Öznelleşme süreci bu zeminde gerçekleşir; birey biyolojik sürecini geliştirdikçe öznelleşme yavaş yavaş/tedrici bir şekilde yerine oturmaya başlar. Önce bir diğerini/ki bu en yakınında olanlardır/ taklit etmekle onların dünyasında yer almaya başlar; çünkü bunu yaptığında bir şekilde önemsenir ve takdir edilir, bu durum onda taklit etme alışkanlığını ve yeteneğini geliştirir. İnsan taklit ederek büyür. Taklit ettikçe taklit ettiği eylemin kendine ait olduğunu düşünmeye başlar ve bir süre sonra ise bu edimler ve düşünceler tamamen kendi düşünceleri, edimleri gibi görünmeye başlar; buna, paradigmanın içselleştirilmesi demek sakıncalı olmayacaktır. Statükocu toplumsal dokunun bireyden istediği de tam bu dur; papağan gibi paradigmayı yinelemek…Bu noktada birey kaybedendir –farkında olmadan- Fiziki elbiseleri çıkarmak, değiştirmek, yenilemek çok kolaydır ve fakat kültürel/etik-estetik elbiseleri çıkarmak mümkün değildir, değiştirmek ise kolay değildir. ‘hak’ dendiğinde evrensel kabul görmüş insan, çocuk, kadın vs haklarından söz edilir; ancak, realitede bunların gerçek karşılıklarının ne olduğu, içerik olarak neyi ifade etiklerinin fazla üzerinde durulmaz. Çünkü insan tüm canlılar gibi öncelikle doğal yanı ile vardır ve bu doğal yanı onun doğal hakların süjesi olmasını sağlar. Bu nedenle insan haklarından söz edildiğinde bu durum onun doğal hakkı ile çelişen toplumsal haklar yarışında haksızlıkların var olduğu peşin yargısını içerdiğine işaret eder.

Çocuk hakları dendiğinde ilk akla gelen barınma, beslenme, kendini geliştirip gerçekleştirebilecek olanakların sağlanması vs gelir ancak çocuğun gerçek bilgi edinme hakkı hiç düşünülmez. Ufak ufak yalanlarla başlar her şey, bir kere ile bir şey olmaz düşüncesi de eklendi mi mistifike edilmiş/yalan gerçek gibi görünmeye, algılanmaya başlar. İnsan kendini gerçekleştireceği doğduğu ortamı seçme şansına sahip değildir; bu nedenle onun kendini kendi olarak gerçekleştirebilmesinin en önemli ayağı doğru bilgi edinme hakkı olduğu unutulmamalıdır. Bu hak doğumla başlar ve ölene kadar devam eder. Toplum/ları ayakta tutan paradigmalar onun kuruluş şeması içerisindeki tuğlaları ifade ederler. Piramitler tuğlalardan yapılmışlardır; ancak rastgele dizilmediklerinden dolayı bir anlam taşırlar. Toplumsal tuğlalar ve çocukluktan itibaren giydirilen değer yargıları da rastgele seçilmezler; her tuğla/paradigma özenle seçilir ve özenle yerleştirilir; değilse piramit/toplum ayakta duramaz. Her şeyin realitede bir karşılığı elbette vardır; bu karşılık paradigmalar için de geçerlidir. Realitedeki karşılığın gerçek olup olmadığıdır önemli olan ve her görünüşteki karşılığın mutlak surette gerçek bir temeli/karşılığı bulunmaktadır. Bu gerçeklik açığa çıkartıldığında paradigma çöker ve olgu realitedeki gerçek karşılığını bulur. Buna ‘paradigmanın iflası’(*) diye boşuna denmemiştir.

Bilginin siber ortamda paylaşıma sunulması ve siber dünyanın bireyler üzerindeki etkileri paradigmaların en çok hoşlandıkları bilgi kirliliğinin devasa boyutlara ulaşmasını ve hem de siber hızla çoğalmasını sağlamak için bulunmaz bir zemin hazırlamıştır. Zira birer ölçme ve iletişim araçları olması gereken sanal veri tabanları avuntuları da sanal gerçeklik ile takas etmiş durumdadır. Bireyler sosyal paylaşım siteleri olarak tanımlanan a-sosyal paylaşımlar ile realitede yitirdiklerini bulmanın avuntusuyla bir ötekinde kendini gerçekleştirmekten öteye gidememektedir. Tarih yazımı geçmişin yeniden yorumlanmasıdır; bu yorum geçmiş kaynakların okunması, değerlendirilmesi ve kaynağın yazıldığı zamandaki konumunun, niteliğinin bilinmesi ve bir çok kaynak arasında aynı olgu ile ilgili yazımların bir arada değerlendirilmesi şeklinde olabileceği gibi, geçmiş kaynaklardan birine üstünlük tanınarak, hiç tartışmadan belirleyici olduğu şeklinde de yorumlanabilir/aktarılabilir. . İlkinin realitede bir karşılığı vardır ikincisi ise tamamen öykücü tarih anlayışına denk gelir ve bunun realitede bir karşılığı bulunmamaktadır. Öykülerin anlatım dili kulağa, ruha temas ederler ve bu nedenle de daha etkileyici olurlar ve fakat inandırıcılık açısından bu denli etkili oldukları söylenemez çünkü mantık süzgeci realiteden uzaklaştıkça çok sayıda elemanı eleyeceğinden elek-üstünde hiçbir şey kalmayacak ve bu nedenle inandırıcılığı o denli az olacaktır. Buna rağmen öykücü tarihin çok sayıda kişiyi etkilemeyi hala sürdürüyor olmaları bu açıdan ironiktir. Uygarlaşma ile birlikte insan sömüren ve giderek tembelleşen bir tür olmuştur. Hazırcılık onun kolayına gitmeye başlamış ve emek harcamadan tüketme eğilimine girmiştir. Çoğunluğun kendini yeniden yaratacak kaynaktan yoksun bırakılması karşısında harcadığı emek/zamanı kendine ayıracak güç ve zaman yaratamaması ile onu doğal olarak bilgi edinme, araştıracak olanakları elde etme ve bir çok gereksinimden yoksun bırakmaktadır. Böyle olunca, doğal olarak büyük kitleler hazır veriyi kullanmaya elverişli hale gelmiş/getirilmiş demektir. Ana/atalar birine kırk kez deli denildiğinde kendini delir sanır diye boşuna dememişler. Bilgi empoze edilirken her gün her dakika görsel medya kullanılarak bilgi kirliliği altında kalan milyonlar doğal olarak görsel medyanın etkisi altına girecek ve günü yorumlarken öykülerin üzerinden sanal olanı gerçek gibi yorumlayacaktır. Adorno’nun dediği gibi “yanlış hayat doğru yaşanmaz” Hemen burada denebilir ki öykülerin öncülüğünde gerçek hayat doğru olarak yorumlanamaz. Ne ki, burada “öykü”den kastedilen paradigmalardır; yoksa, edebi ürünler olan “öykü”lerin öğretici yanı, realiteye dokunuşları göz ardı edilemez…

Söz önce gelir, Simgeler el-beyin-dil diyalektiği ile önce gözde canlanır ve daha sonra düşüncede soyutlanır. Zamanla simgeler somutlaşarak çizgilere ve giderek anlamlı sözcüklere dönüşürler. Sözlü ve yazılı anlatımın milyon yıl geçirdikleri evrim süreci teknoloji sayesinde görsel bir şölene dönüşür. Görselin bu gücü söz ve yazı üzerinde muazzam bir baskı yaratır. Bu gün görsel iletişim araçlarının kitleler üzerindeki etkisi yazılı metinlerin etkisinden fazla olmasının nedeni onun ilk-el benliğe hitap etmesindendir; aradaki fark ise, yaratmış olduğu görsel şenlik/zenginliktir. Görsel zenginlik yazı ile birlikte varlık kanmıştır; yazıdan azade değildir; her hal ve şartta yazıya gereksinim duyar; bu nedenle yazı varlığını etkili bir şekilde sürdürmektedir; ancak, görsel iletişim aygıtları üzerinden yürütülen sosyal denilen paylaşım alanları ile yazılı kaynakların sınırlı kalması belirleyiciliğini olumsuz yönden etkilemektedir. Çünkü paradigmanın dili görsel iletişim araçlarına egemen olmuş –kısmen olamasa da- durumdadır. Bilginin etkili/ve hızlı bir şekilde paylaşılmasında elbette bir sakınca olamaz. Tarihsel bilgi birikiminin de kolektifleştirilmesi de önemsiz bir aşama sayılamaz. “Üretim araçları” üzerindeki egemenlik bilginin içeriğini, şeklini, boyutlarını doğruluğunu birebir etkileme gücüne sahiptir. Evrensel olması gereken bilginin yanlılaşması, kirlenmesi de bu nedenle yaşanmaktadır. Böyle olunca, görsel iletişim araçlarının paylaşıma sundukları bilgiler de büyük çoğunlukla kirlenmiş bilgiler olmaktan öteye geçememektedir. Paradigma/öyküler tarihte hiç bu kadar resimli/renkli ve görsel bir şölene dönüşmemişlerdi. Teknolojiden uzak ilkel yaşayan insan toplulukları dışında bu görsel şölenden etkilenmeyen neredeyse bir toplum/topluluk kalmamış denebilir. Hal böyle iken paradigmanın kitleler üzerindeki etkileri karşısında durabilmek bir o kadar zor/güç hale gelmiştir. Umut, zincirin en zayıf halkasına tutunmaktır. Paradigma en sonunda çökmeye mahkum bir piramittir.

Nejdet Evren,
Akarca, Mayıs 2016

Esinlenen Kitaplar:
(*) Paradigmanın İflası, Fikret Başkaya, Doz Yayınları:3, V.Baskı Şubat 1996, 344 sayfa
(**) Resmi Tarih Tartışmaları (Kitap Serisi) Özgür Üniversite Kitaplığı, 11 Cilt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir