kemal çelik - ayşe kaygusuzTın tan, tın tan, vurgulu bir saat sesiyle girdiğim Ankara Kalesindeki Pirinç Han’ın en üst katında –saat 12.00- iki eski dost bir arada Kemal Çelik ve gramafon ve plak tamircisi Abdulkadir Akçan’ı sohbet ederken buluyorum. Selamlaşıyoruz, Kemal Abi sabırsızlıkla bekliyor beni. Sanata ve sanatçıya, şaire, yazara hep başka bir gözle baktığını, bu insanların ayrıcalıklı, farkındalıklı olduğunu, sohbetlerinin de ayrıcalıklı olduğundan ve yine böyle bir insanla tanışmanın, dostları arasına yeni bir dost, insan katmanın sevinciyle sabırsızlandığını söyleyerek karşılıyor…

Duvarlardaki tabloların üstünde bakışlarımı hızla gezdirdikten sonra, ortadaki dikdörtgen sehpanın cam yüzeyinin altı para koleksiyonu olarak kullanılmış görüyorum daha henüz oturmadan dikkatimi çekiyor ve hemen soruyorum işin içine biraz da espri katarak.

Kemal Hocam, nedir bu paralar? Nerden geliyor bu paranın bolluğu?
Çocuklarımın başlattığı bir koleksiyon bu, ailece arşivciyiz biz. Zaman içinde buraya ziyarete gelen yabancı konuklarımın da böyle bir koleksiyon gördüklerinde, “Bizim de bu güzel koleksiyona katkımız olsun” deyip, ceplerinden çıkarıp koydukları paralar da var.
1953 yılında ilk fotoğrafım çekildiğinden -Artvin Şavşat da çekilmişti- 1956 yılına kadar yani üç yıl hiç fotoğraf çekilmedim. Ondan sonra her yıl bir fotoğraf çekilerek kendi fotoğraf koleksiyonumu oluşturdum. “Hatıralar yaşlanan simaların koltuk değnekleri olur” derler, işte öyle bir şey oluyor biriktirdiklerim.

Resme nasıl başladınız?
Resim için önce öğretmenimden sonra babamdan destek gördüm. 1947 ve 1952 yılları arası köyde, çevremde resme, resim yapmaya günah diyorlardı. Babam, “günahsa benim resmimi yap oğlum, ben senin günahını alırım” dedi ve babamın resimlerini yaparak başladım resme.
Eşim, bendeki resim yeteneğini açığa çıkaran, beni yönlendiren, bana destek veren ilk resim öğretmenimin kızıdır. Bizim zamanımızdaki öğretmenler bize öğrenmeyi öğrettiler. O zaman öğretmenlik saygın bir meslekti. Yanımızdan bir öğretmen geçtiğinde ayağa kalkardık.

Pinçhan’a yani kaleye çıkmak zor olmuyor mu her gün her gün…
1959’da Artvin de liseyi bitirip üniversite için Ankara’ya geldim. Daha ilk gün kaleye çıktım. O güne kadar ancak iki şehir görmüştüm. Beş bin nüfuslu Artvin, bin iki yüz nüfuslu Şavşat. Kaleye çıktığım zaman büyülendim. Dere tepe her taraf ev doluydu. Lisedeyken yardımcı dersim İngilizce olmasına karşın, resim öğretmenimiz Sırrı Divil okulun atölyesinde bana resim dersleri verdi. O zaman her yere resim çerçevesinden bakmaya başladım ve 56-57 yıldır benim Ankara’m kale ve çevresidir. Çünkü resmi yapılacak evler, sokaklar sadece buradadır. Buraya gelirken ayaklarım koşarak geliyor.

Sanat benim yaşamım, yaşam sevincim, diyeceğinizi bilerek yine de sormak istiyorum; sanat nedir?
Çocukluğumdan beri hep destek gördüm, farklı yaratılmış bir insanım ben. Sanatçıların ayrıcalıklı yaratıldıklarına inanıyorum. Ayrıcalıklı yaratılanların da yaratana karşı bir geri ödemesi olmalı. Bu yeteneği geliştirip yine insanların hizmetine sunmak; geçmişi geleceğe bağlayan köprünün temel taşları Sanat Eserleridir. Yirmi iki bin yıl önce mağra duvarlarına yapılan resimler olmasaydı biz ilk insanların yaşamlarını nasıl öğrenip anlayacaktık. İspanya’daki Altamira, Fransa’daki Lascaux bunlara birer örnektir.
İnsanlar ölüyor ama resimler, heykeller, yazılar iki taşın arasına sıkışıyor, kendini kurtarıp yüz yıllar sonrasına ulaşıyor.
Biz sanatçılar boşlukları sevmeyiz ve boş da duramayız. Üretir, üretmek zorunda hissederiz kendimizi.

Geçmiş ile bu günü kıyaslarsanız sanat için ne dersiniz?
Fransız Filolojisi 3. Sınıftan ayrıldım ve 1978’de dünyayı bilinçli olarak dolaşmak için arkeoloji okudum. O zamanlar 38 yaşlarındaydım. Bir arkolok olarak birçok yeri dolaştım. 12 bin yıl öncesine ait, uzanan, yerleşim yerleri var Türkiye’de. Evler yıkılmış ama karşımıza çıkan iki bina tüylerimizi ürpertiyor; tapınak ve tiyatro. Tiyatrolar o şehirdeki yaşayan insanları içine alacak büyüklükte. Mesela Efes, akustik özelliğini yitirmemiş bir yer. Bunu şunun için söyledim. İnsanoğlu yaradılışından beri dünyayı da, ahreti de, sanatı da birlikte düşünmüş. 21. Yüzyıl Türkiye’sinin 81 ilinin sadece kırkında tiyatro ve kültür merkezi var. Oysa binlerce yıl önce yaşayanların yerleşim yerlerinde bir tane tiyatrosuz yer bulamazsınız. Hacı Bayram Camii ve Roma tiyatrosu gibi hep iç içe ama şimdi öyle mi?

Birlikte çalıştığınız ya da kendinize örnek aldığınız ressamlar vardır mutlaka…
Ankara’ya geldikten sonra, şimdi hepsine rahmet diliyorum Eşref Üren, Şefik Bursalı, Sayın Saim Kanra asker ressamlarımızın en önemlileridir; tanıştım ve büyük destek gördüm. Hepimiz, Ressam Hakkı İnanır’ın evinde haftada bir gün buluşur, serbest resim çalışması yapardık. Eşref Üren benim için yazdığı yazıları hiç kimse için yazmamıştır, Ankara Sanat Dergisinde.

Gördüğüm kadarıyla burada bütün tablolarınız suluboya; neden suluboya…
1982’de yine Eşref Üren’in ısrarıyla suluboyaya başladım ve ondan sonra bir daha bırakmadım. 7 bin tablom oldu. Şimdi sadece 45 tablo kaldı elimde. Bu da çok para kazandığım anlamına gelmez. Tablolarım dünyanın dört bir yanına dağıldı. Bir tanesi Japon İmparatorluğundadır mesela. Amerika’ya da gitti tablolarım. Hatta 1991 yılında atölyeme gelip beni gören bir Amerikalı genç, Amerika’ya döndükten sonra bana bir kart postal gönderiyor. Zarfın üzerinde adres olarak; “Ressam Amca Kale Ankara” yazıp gönderiyor. O zarf gelip beni buldu. İçinden çıkarttığım kart postala, resimlerime hayranlığını belirtmiş ve emeğime, fırçama teşekkür etmişti.
Gördüğüm kadarıyla tabloların çoğu Artvin. Artvin şimdilerde HES’lere karşı direnişin sembolü oldu biliyorsunuz.
Evet, tablolar Artvin. Dağı, ormanı, akarsuları, köprüleri, insanı bir başka güzel Artvin ama Türkiye’mizin her yeri güzel. Tabii bu güzellikleri çoğaltmak, korumak yerine yok ediyorlar. İktidardakilere para lazım, yandaşlar lazım, satıyorlar.

Onca yıldır burada, PİRİNÇ HAN da olduğunuzu belirttiniz; sizi buraya bağlayan nedir?
Teknoloji geliştikçe mimari estetik yok edildi. Bu bir ressam için çok önemli. Ankara’nın tek ahşap hanıdır burası. Ahmet Ferhan Çelebi, annesi Remziye Çelebi için satın almış bu hanı. 1990 da restora edildi. Burada doğup büyüyen insanlar biliyorum. Aynı soyadı taşıyan birçok ailenin oturduğu bir yerdi. Sonra herkes ayrı ayrı yerlerdeki dairelerine çekildiler. Şimdi biz esnaflar kaldık işte böyle. Buradaki kişiler köy kökenli, herkes birbirini tanır, birbirine saygı duyar. Oysa şimdi ki oturduğum yer olan Batıkent’teki apartman dairesinde kimse kimseyi tanımıyor. Üç saatim yolda geçiyor ama burası beni mutlu ediyor. Söyleşinin başında da anlattım ya, ayaklarım buraya koşarak geliyor. İnsani değerlerimiz burada hala devam ediyor. Buraya yaratma sevinciyle geliyorum. Balgat Amerikan üstünde – Ameriken Ordu Pazarında yıllarca muhasebeci olarak çalıştım ama bu dönemde bile resmi hiç bırakmadım.

Kemal Hocam, ben soru sormadan, sizin aklınıza gelen ya da bize söylemek istediğiniz son sözleriniz ne olurdu?
Bu güne kadar öğretmenlerimin ve ya ressamların omzuma yükledikleri minnet yükünü azaltmak için 12 çırak yetiştirdim. Sevgiyi, bilgiyi satmadım, alıcısına verdim.
Yıllar önce Ankara Üniversitesi Radyo Televizyon öğrencileri benimle ilgili bir film yaptılar. “Bir cümle ile kendini anlatabilir misin?”dediler. Anlattım: sevgiyle doğdum, sevgiyle büyüdüm, sevgiyle yaşadım, sevgiyle öleceğim. Ben bana şahidim. Dedim ve şimdi tekrarlıyorum, bunlar son sözlerim olsun size de.

Mütevazi, aydınlanmacı, bilinçli bir duyarlılık içinde yaptığımız söyleşiyle yudumladığımız çayımızdan sonra kırk yıllık dostlar gibi kapıya kadar uğurluyor bizi Kemal Hoca.

Kemal Çelik
Kemal Çelik 1940 Şavşat- Artvin doğumlu. Ankara Üniversitesi Dil Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkoloji Bölümü mezunu. 1973 yılında Prof. Dr. Rasim Adasal’ın (1902-1983) başkanlığında kurulan Üniversiteler arası Resim Heykel ve Sanatçılar Derneği’nin kurucu üyelerinden. Ankara Ressamlar Derneği, Ankara Sanat Kurumu, GESAM, Sulu Boya Ressamlar Grubu ve Ankara Kulübü Derneği üyesidir. İlk sergisini 1977 Ankara Türk İş Sanat Galerisi’nde açtı ve sergileri devam etti.

1980 Ankara Sanat Severler Derneği, 1981 Ankara Sanat Sevenler Derneği, 1982 Bodrum Kalesi, 1982 Ankara Sanat Sevenler Derneği, 1983 Zelve (Kapadokya’da açılan ilk resim sergisi), 1984 İstanbul Ziraat Bankası Başak Sanat Galerisi, 1985 Ankara Irak Kültür Merkezi, 1985 Bodrum Kalesi, 1985 Muğla Festival (Bodrum ve Fethiye Müzeleri ,le birlikte),1986 Ankara Dönüşüm Sanat Galerisi, 1986 Ankara New Horizons Sanat Galerisi,1987 Ankara Irak Kültür Merkezi, 1989 Ankara Sanat Kurumu (Ankara’nın İncileri-I), 1989 Gazeteciler Cemiyeti (Hasakeyf ’88), 1989 Ankara Valiliği Sanat Galerisi, 1989 Ankara Bel-Pa Sanat Galerisi (Hasakeyf ’99), 1989 Ankara ABC Sanat Galerisi (Ankara’nın İncileri-II), 1990 Ankara Kardelen Sanat Galerisi,1992 Ankara Dora Sanat Galerisi,1993 Ankara Tempo Sanat Galerisi, 1993 Ankara Kardelen Sanat Galerisi (Kocapınar Anıtsal Çınarları- Amerikalı Fotoğraf sanatçısı Roger Popwell ile birlikte),1994 Ankara Pirinç Han, 1997 Ankara Sanat Kurumu,1998 Ankara Ak Bank Sanat Galerisi (Ankara’nın İncileri-III, Ankara Kulubü Desteğiyle), 2000 Bodrum Yalıkavak Monakus Sanat Galerisi, 2000 Kırşehir Güzel Sanatlar Galerisi, 2002Birecik Barajı (Wiener Saloniker Konseri ile birlikte,2002 Şanlı Urfa Güzel Sanat Galerisi (12. Uluslararası Kültür Sanat Festivali),2002 Ankara Sanat Kurumu (Sanatta 40. Yıl Sergisi), 2005 Ankara Talih Kuşu Sanat Galerisi,2010 Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Kafka: “öyle ki, sanki doğuşum bir türlü tamamlanamamış”

Next Story

Kafe ve Public House’un (Pub) Politik Tarihsel Süreci

Latest from Ayşe Kaygusuz

Go toTop