Samir Amin: Akıl ya özgürleştiricidir ya da hiçbir şey

samir-amin-2

Akıl ya özgürleştiricidir ya da hiçbir şey
Akıl kavramı, şeyler ve olgular arasındaki ilişkilerin daha iyi bilince çıkarılmasını, daha iyi anlaşılmasını sağlaması gereken bir dizi zihinsel yöntemler bütününü harekete geçirmek anlamındadır. Açıktır ki, şeyler ve olgular arasındaki ilişkinin anlaşılması, bilince çıkarılması, aynı zamanda onların gereklilik derecelerinin de ölçüsüdür. Bunların mutlaklığı da aşırı bayağılık koşulları dışında hem mümkün değildir hem de bir kıymeti harbiyesi yoktur.

Bilimin gelişmesi -elbette daha ileriyi
işaret eder ama aynı zamanda bilmenin sınırını da gösteririnsan
faaliyetinin sahip olabileceği, yararlanabileceği etkinlik
alanını, dolayısıyla olası ve etkin alternatifleri mümkün kılar.
Fakat belirsizliğin varlığını ve sınırını da olabildiğince kabul
etmek gerekir zira mutlak kesinlik sınırlıdır.

Doğa bilimlerinde olsun, insan bilimleri denilende olsun,
çok sayıda araştırmacı aksini iddia etse de, söz konusu yöntemler
[prosedürler} bütünü, bir başına aklı oluşturmaz. Tüm canlı
varlıklar -özellikle de ileri düzeyde gelişmiş olanlar- yaşamları
boyunca şeyler arasındaki ilişkinin kavranması amacıyla belirli
düzeyde aklı içeren hareket yöntemlerini ve tercihleri devreye
sokarlar.

Oysa akıl bundan daha fazlasını gerektirir. Zira özgürleşme
sorumluluğu varsayar, aksi halde imkan dahilinde olan farklı
seçeneklerin bir değeri ve anlamı kalmaz. Her kim ki, sorumluluktan
bahsediyorsa, etikten bahsediyordur, bu da bilimsellik
iddiasındaki bir düşünce için vazgeçilmez bir temel ilkedir.
Söz konusu etiğin ilkeleri, önce Aydınlanma felsefesinden
-daha sonra- ve günümüze kadar da Marksizmden esinlenen
ateist (ve dahası din dışı) evrenselci hümanizmin ilkeleridir.
Fakat Hristiyan veya değil, özel bir dini geleneğe mensup yaradancı,
dahası dinci bir evrenselci hümanizmin ilkeleri de
olabilir. Bu iki ırmağın büyük bir nehirde birbirlerine kavuş­
maları büyük olasılıktır. Bu bağlamda hemen akla gelen özgürlük
(kurtuluş) teoloji işidir ki, bana göre orada söz konusu
olan inançlı Hristiyanlar oldukları halde, İsa’ da duran değil
ondan hareket edenleri anlamak gerekir. Elbette Batılı olmayan
-Müslümanlar ile Hristiyanlar gibi ataları Helenik olmayaninsanlığın
ortak geleceğini inşa etmeyi amaçlayan başka dini
(İslami, Budist, vb … ) ve felsefik yorumlar da söz konusu olabilir.
İşte (daha uygun bir adlandırma bulunamadığı için) kültü­
rel özgünlük denilen de bu anlamda bir öneme ve değere sahiptir,
tüm potansiyelinin gerçekleşmesi de sadece tolere edilmesi
gereken bir şey değil (tolere etmek pejoratif anlamdadır zira,
sevilmeyen tolere edilir) tüm potansiyel zenginliğinin gerçekleşmesi
arzulanır bir şey sayılmalıdır. Geleceği inşaya yönelik,
özgürleştirici akıl geleneğine dayalı bu kültürel farklılığı, sözde
geçmişten miras, hiçbir zaman değişmediği [trans historique]
varsayılandan ayırmak gerekir. Bu tür kültüralist kabuller bir
gerçekliği olmayan, uyduruk kültürel değişmezliklere ve özgünlüklere
körü körüne saplanıp kalmaktır.

Bugün özgürleştirici aklın karşı karşıya olduğu meydan
okumalara cevap vermek, iyi tanımlanmış hedeflere ulaşmayı
sağlayacak uygun araçlar keşfetmeye bağlı. Ancak o zaman
meta yabancılaşmasından, yaşamı ve doğayı yok etme potan-
siyeline sahip ekolojik yıkımdan, dünya kapitalizminin geliş­
mesinin ve yayılmasının zorunlu sonucu olan ve (maddi) “kalkınma”
denilen devasa kutuplaşmadan kurtulmak mümkün
olabilir.

Benim için Marksizm hem karşı karşıya olunan meydan
okumaları tahlil etmeye uygun etkin bir araçtır hem de burada
açıklanan istikamette dünyayı değiştirecek stratejileri ortaya
çıkaracak yeteneğe sahiptir. Elbette Marx’ı, sadece bu yönde bir
düşünce ve eylemin başlatıcısı saymak koşuluyla. Başka türlü
söylemek gerekirse, kendimizi Marx’ta duran değil, ondan hareket
eden saymak şartıyla …

Teoride ve pratikte çözülmesi gereken karmaşık sorunlar
var. Bunların iç içeliği, birbirlerine karışmışlığı ortadayken ve
meydan okumaların farklı unsurları arasındaki çatışma dikkate
alınmadan tek yönlü çözümler mümkün değildir. Dünya
ölçeğindeki meydan okumaların başlıcalarından biri olduğunu
düşündüğüm sadece bir örnek vereceğim. Bu, kapitalizmin yarattığı
ve mutlaka ortadan kaldırılması gereken devasa çevremerkez
kutuplaşmasıdır. Bu durum kaçınılmaz olarak dünya
sisteminin çevresinde üretici güçlerin belirli düzeyde geliş­
mesini gerektiriyor. Böylelikle özgürleşmenin diğer veçheleri
ikinci plana atılmış oluyor. Çelişki gerçek yaşamdadır. Bazıları
denklemin unsurlarından bir tanesini yok sayarak işin içinden
çıkmanın mümkün olduğunu iddia ediyor. İnsanlığın %80’ini
yok saymakta ısrar edip önce onların “kapitalist aşamadan”
geçmesi gerektiğini söylüyorlar. Bunun anlamı sadece üretici
güçlerin öncelikli gelişme gereğini, emansipasyonun diğer unsurlarını
ihmal etmek demektir. Yaşayan Marksist formülasyonda
özgürleşmenin meydan okumanın iki çelişik unsurunu
birleştirebilmesi gerekiyor.

Samir Amin
Modernite Demokrasi ve Din
Yordam yay

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir