Satranç – Stefan Zweig ‘Yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz.’

satrancSatranç (Schachnovelle), Stefan Zweig’in Brezilya’daki sürgünde yazdığı ve en tanınmış eserlerindendir.
İlk baskısı 250 adet 1942 yılında Buenos Aires’de çıkan hikâyenin, İngilizce tercümesi 1944’te New York’ta yayımlandı. Satranç, Almanya’da 1.200.000’den fazla okurla buluştu.
“Suskunluğun siyah okyanusundaki cam fanuslu bir dalgıç gibi yaşıyordu insan, kendisini dış dünyaya bağlayan halatın kopmuş olduğunu ve o sessiz derinlikten hiç bir zaman yukarı çekilmeyeceğini ayrımsayan bir dalgıç gibi hatta.. Duracak, görecek, hiçbir şey yoktu, her yerde ve sürekli ve sürekli hiçlikle çevriliydi insan, boyuttan ve zamandan tümüyle yoksun boşlukla…” Satranç – Stefan Zweig

“Satranç” Kitabı Üzerine Bir İnceleme / Ilgaz Gümüştaş
www.zamansizhamleler.com
Bir kısa öykü olarak Stefan Zweig?in ?Satranç? adlı kitabı belki de O?nun en iyi eseridir. Zweig?ın son öyküsü, okuyan herkesi etkisi altına alır. Bir daha da akıldan çıkmaz. Fakat bu kitabın büyüklüğü nereden kaynaklanır? İşte bu sorunun yanıtını uzun zaman ?kitabı bir çok kez okumuş olsam da- bulamadım. Bu incelemeyle birlikte artık doğru cevabı bulduğumu düşünüyorum.
Konu:
Kitap bir geminin limandan hareket etmesiyle başlar. Ünlü dünya şampiyonu Mirko Czentovic gemiye binmiştir.
Öykünün kahramanı, arkadaşının uyarmasıyla şampiyonu farkeder ve O?nunla tanışmak belki de bir maç yapmak için çeşitli denemelere girişir. Bu denemelerin ortasında iş rayından çıkar. Olayların akışı ana karakter tarafından kontrol edilemez bir biçimde gelişmeye başlar. Şampiyonla maç yapmak için tanıştığı arkadaşı Mcconnor yenilgi tanımayan hırslı bir adamdır. Sahip olduğu parası sayesinde dünya şampiyonuyla maç yapmayı başarır. Birkaç kez yenildikleri serinin son maçında, birden bir el oyuncunun kolunu tutar ve doğru hamleyi söyler. Bu hamle yaşanmış bir trajedinin ürünüdür. Hitler zamanında yapılan işkencelerin bir çeşidi de bu kişiye yapılmıştır : Dr. B Dr. B, İkinci Dünya Savaşı zamanında kapatılmış olduğu otel odasında şans eseri çalmış olduğu bir satranç kitabıyla uzun bir zaman geçirmiştir. Bu sürede üstün bir satranç oyuncusuna dönüşmüştür. İşte dünya şampiyonun karşısına çıkacak rakip böyle ortaya çıkmıştır.

Karakterler :
Kitabın ilk bölümü Czentovic?e ayrılmıştır. Küçüklüğünden beri olan gelişimi ve satrançla olan tanışmasının devamında dünya şampiyonu olmasına kadar giden yol anlatılır. Babası küçükken bir kazada ölür. O?na acıyan peder küçüğü himayesine alır. Oysa çocuk pek konuşmaz, arkadaşlarıyla ilişkisi yoktur, dersleri kötüdür. Bu Fischer?n ünlü sözünü anımsatır:
?Anasız babasız büyüyen çocuklar, aç kurtlar gibi büyüyorlar.?

Ama Czentovic hırçın, asi değildir. Denilenleri yapar. Başka da bir şey yapmaz. Bir tesadüf eseri satranç yeteneği keşfedildikten sonra yükselişi çok hızlı olur. Altı ayda satrançla ilgili bütün teknik kısımları öğrenir. Ama hayal gücü yetersizdir. Oyunu kafasında canlandıramaz bile. Fedalı bir oyun tarzına değil de kale finallerine girmesi daha güçlü bir ihtimaldir. Dr.B ile olan maçında da 42.hamleden sonra oyun devam ettiğine bakılırsa Czentovic?in oyun tarzının sakin, ısrarcı, yavaş yavaş kazanan bir oyun olduğu düşünülür. Czentovic 18?inde Macaristan, 23 yaşında dünya şampiyonu olur. O?nu Napolyon veya Hanibal?e benzetir yazar.
Satrançta başarılı oldukça insanlara yüksekten bakma hastalığı da giderek artar. Czentovic satrançtan başka bir şeyle ilgilenmeyen cahil bir adamdır. Tek konuştuğu tek tük de olsa kendi gibi köylülerdir. Satrançta kazanmayı kendi dünyası yapar. Başarılar geldikçe ukalalığı artacak, asosyal yaşamında en büyük değeri kendi hamlelerine ve sonradan da paraya verecektir.
Dr. B?nin ismi Kafka?nın veya Paul Auster?in isimlerine benzer. Josef K. gibi tam ismi verilmez, gizli kalır. Dünya şampiyonuyla maç yapmak isteyen asıl kahramanımızın ismi ise hiç verilmez. Bir gizem her zaman vardır.
Sayfa 26?da ise McConnor ile tanışırız. Viski içen, sert, atletik yapılı, zengin, güçlü sert çenesiyle. İlk tasvirden hemen kaba bir adam olduğunu anlatır bize yazar. Mc Connor da yenilgi nedir bilmez, her zaman kazanmak ister. Yalnız Czentovic?in kazanma hırsıyla Mc Connor?ın kazanma hırsı arasında fark vardır. Mc Connor karşısına çıkacak her oyunda her kişiyi yenmek ister. Önemli olan oyun değil kendisidir. Değer verdiği şey sadece budur.
Yüzeysel bakar, acemice saldırır. Czentovic?in aksine oldukça sosyaldir ve egosunu o sosyallikte hava atarak tatmin etmektedir. Czentovic ise insan görmek istemez. Onların görüşlerine de değer vermez. Küstah tavırlarıyla hissettirir bunu. İki taraf da insanları küçük görme eğilimindeyken yine de farklı bir düşünce yapısı çizerler.

Değerlendirme:
Kitapta satranca bakış açısında muazzam bir yolculuk yapılıyor. İlk başta bütün hayatı boyunca bir şahı kenara sıkıştırmanın ne kadar anlamsız olduğundan bahsedilirken, Mc Connor dünya şampiyonuyla bir satranç maçı yapabilmek için büyük bir parayı cebinden çıkartabiliyor. Arkadaşı şaşırınca da satrancın bir iş bunu yapanın da bir işadamı olduğu düşüncesini ortaya koyuyor. Giderek şiddetlenen bir akış hızında satrancın değeri tam olarak veriliyor. Sf.23?de satrancın belki de en iyi tarifi karşımıza çıkıyor:
?Hem çok eski hem de yepyeni, düzeneği hem mekanik hem hayal gücüne bağlı, hem sabit geometrik bir alanla sınırlı hem de bileşenleri sınırsız, hem sürekli gelişen hem de kısır, hiçbir şeye götürmeyen bir düşünme, hiçbir şeyi hesaplamayan bir matematik, yapıtları olmayan bir sanat, maddesi olmayan bir mimari, bununla birlikte varlığıyla bütün kitap ve yapıtlardan daha dayanıklı olduğu su götürmez, bütün halklara ve bütün zamanlara ait tek oyun.?
Sayfa 33?de Dr B, bu uzun öyküye dehşetli bir şekilde aniden girer. ?Mc Connor piyonu son kareye sürmek için elini uzatmıştı ki , birisi kolundan yakaladı, alçak sesle ve heyecanla fısıldadı. ?Tanrı aşkına! Sakın ha!?
?Şimdi veziri alırsanız, fili c1?e sürüp piyonunuzu kırar, siz de atınızı geri çekersiniz. Ama bu arada boştaki piyonunu d7?ye getirip kalenizi tehdit eder ve atınızla şah-mat deseniz bile kaybedersiniz ve dokuz-on hamle sonra yenilirsiniz.?

1922?de Pisyaner Turnuvası?nda Alekhine ?in Bogolyubov?a karşı oluşturduğu konumun hemen hemen aynısı.
Örnek gösterilen maçın bir hayal ürünü olmadığı araştırılınca meydana çıkıyor. Gerçekten de Alekhine ile Bogolyubov?un 1922 yılındaki maçında piyonunu c1 oynamayıp Şahını h7 ye kaçıyor Siyah. Böylelikle öyküdeki maçın konumuna erişebiliyoruz.

Kitapta bahsedilen konum* :
Alekhine-Bogolyubow 1922 Bad Pistyan (15) 38.d6 hamlesinden sonraki konum Dr B hikayesini anlatırken işkence odasıyla, savaşın acımazlığını, 20.yüzyılın genel görünümü olarak sunar. Sf. 45?de ise ?Yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz? derken hemen aklımıza yazarın çağdaşı Albert Camus ?un kullandığı sözü gelir.
?Cehennem hiçlikten iyidir.?
Bu kitabı okuyan her kimse bir satranç maçının heyecanına kendine kaptırırken aynı zamanda 20.yüzyılın acımasızlığına dair bir fikir edinebilir. İşte bu kitabın büyüklüğü de buradan gelir.
İşkence altında iç sorgulamalar, kendinden şüphe etmeler, bilinmezlik içinde mücadele insanı bunalıma sürükler. Diğer yandan ise çarşaftan satranç altlığı, ekmek parçalarından taşlar, odanın tozundan taşlara siyah renk verme ise faşizme karşı insanlığın mücadelesi değilse başka ne olabilir?

Dr.B?nin işkence odasından çıktıktan sonra ilk sözleri ise anlamlıdır. ?Yeryüzünde beni sorgulamayan , bana işkence yapmayan bir insan var mı gerçekten? Bir insana insan gibi davranılması, üstelik ?akılalmaz bir mucize- yumuşak , sıcak, sevecen, bir kadın sesi. Dr. çağının insanına böyle hayretle bakmaktadır.
Dr. B dünya şampiyonu Czentovic?le olan ikinci maçını kazanır. Bu diktatörlüğe karşı insanlığın zaferidir. Oysa yaşadığı acıların izleri beynindedir. Yapılan yeni maç teklifini hemen kabul eder. Son maçın yarısında sinirleri iyice tahrip olmuştur. Maçın sonunu getiremez. Birden ?şah mat şah mat? diye bağırmaya başlar. Oysa beyninde başka bir oyun görmüştür. Başka hamleler hesaplamıştır. Bu baskıya daha fazla dayanamamıştır. Herkesten özür dileyip, oyunu terk eder. İnsanlık 20.yüzyılda her ne kadar tahrip olsa da sağ çıkmıştır.
Eğer savaşlar biraz daha sürseydi buna daha fazla dayanamayacaktı.
İnsanlık oyunu terkedecekti.

*Not :
Alekhine,Alexander – Bogoljubow,Efim [C84]
Bad Pistyan Bad Pistyan (15), 1922
1.e4 e5 2.Af3 Ac6 3.Fb5 a6 4.Fa4 Af6 5.0?0 Fe7 6.Ac3 b5 7.Fb3 d6 8.a4 b4 9.Ad5 Aa5
10.Fa2 Axd5 11.Fxd5 c6 12.Fa2 c5 13.c3 Kb8 14.Fd5 0?0 15.d4 exd4 16.cxd4 c4 17.Fe3 Fe6
18.Fxe6 fxe6 19.d5 e5 20.Kc1 Vd7 21.Ag5 Fxg5 22.Fxg5 Kbc8 23.Ve2 h6 24.Fh4 Kf7
25.Fg3 Vxa4 26.f4 exf4 27.Fxf4 Vb5 28.Fxh6 c3 29.Vg4 Vd7 30.Vxd7 Kxd7 31.bxc3 bxc3
32.Fd2 Kdc7 33.Ff4 Ab3 34.Fxd6 Kf7 35.Kxf7 Axc1 36.Kf1 Ad3 37.Fa3 c2 38.d6 h7 39.h4
Kc4 40.e5 Axe5 41.Fb2 Kc8 42.Kc1 Ad7 43.Şf2 Şg6 44.Şe3 Kc6 45.Fd4 Af6 46.Şd3 Kxd6
47.Kxc2 ½?½

Kitabın künyesi
Satranç
Yazarı: Stefan Zweig
Çevireni: Ayça Sabuncuoğlu
Yayınevi: Can Yayınları
Türkçe basım tarihi:1997
Anadilinde basım tarihi: 1942
Sayfa sayısı: 85 s.

Stefan Zweig Hayatı
Kaynak: Vikipedi, özgür ansiklopedi
Stefan Zweig, (d. 28 Kasım 1881, Viyana, Avusturya – ö. 23 Şubat 1942, Petrópolis, Brezilya) Avusturyalı romancı, oyun yazarı, gazeteci ve biyografi yazarı.

Babası varlıklı bir sanayici olan Stefan Zweig, küçük yaşlardan itibaren kültür ve edebiyat alanında eğitim görmeye başladı; İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Latince ve Yunanca öğrendi. Viyana ve Berlin üniversitelerinde felsefe öğrenimi gördü. İlk şiirlerini lisedeyken, Hugo von Hofmannsthal’ın ve Rainer Maria Rilke’nin eserlerinin etkisiyle yazdı. 1901’den sonra Fransızca yazan Paul Verlaine ve Baudelaire’in şiirlerini Almancaya çevirdi. Gazetelerde muhabirlik yaptı. 1907-1909 yılları arasında Seylan, Gwaliar, Kalküta, Benores, Rangun ve Kuzey Hindistan’ı gezdi, bunu, 1911’deki New York, Kanada, Panama, Küba ve Porto Riko’yu kapsayan Amerika yolculuğu izledi. 1914 yılında Belçika’ya Émile Verhaeren’in yanına gitti.

I. Dünya Savaşı’nda (1914-1917) gönüllü olarak Viyana’da savaş karargâhında “Savaş Arşivi”nde memur olarak çalıştı. Savaştan sonra Avusturya’ya dönerek Salzburg’a yerleşti. 1920 yılında, Frederike Von Winternit ile evlendi. Stefan Zweig Salzburg’da yaklaşık 20 yıl yaşadı. Kapuzinerberg’in yamacındaki villasında geçirdiği yıllar, Zweig’ın en verimli yıllarıdır. Kapuziner yokuşu, 5 numaradaki villayı, Friderike ile evli olduğu yıllarda satın aldı. Salzburg’da geçirdiği yıllardır Zweig’ı edebiyatta doruğa tırmandırdı, en güzel eserlerini, kente ve Salzach’a yukardan bakan iki katlı, ağaçlar arasına gizlenmiş villada yazdı. Kısa sürede ünlü insanlarla dostluk kurdu, onları sık sık Salzburg’da konuk etti. Romain Rolland, Thomas Mann, H.G. Wells, Hugo von Hoffmannstahl, James Joyce, Franz Werfel, Paul Valery, Arthur Schnitzler, Ravel, Toscanini ve Richard Strauss, Zweig’in konuğu oldu.

Salzburg’da geçen yıllarında Zweig, Avrupa’nın düşünsel birliği için ağırlığını koydu; makaleleriyle ve konferanslarıyla aşırılıklara karşı uyarılarda bulundu; diplomatik çevrelere, akıl ve sabır çağrısı yaptı. 1927’de Almanya’nın Münih şehrinde “Duygu Karmaşası”, “Yıldızın Parladığı Anlar” ve “Tarihsel Baş Minyatür” adlı kitapları yayımlandı, yine 1927’nin 20 Şubat tarihinde “Rilke’ye Veda” başlıklı konuşmasını yaptı. 1928’de Leo Tolstoy’un 100. Doğum Yıldönümü Kutlamaları’na katılmak üzere, Sovyetler Birliği’ne gitti.

1933’de, Nazilerin yakmaya başladıkları kitaplar arasında Yahudi kökenli Zweig’ın eserleri de yer alıyordu. 1934’te Gestapo’nun villasını basıp, silah araması üzerine Zweig ülkesini terk etmek zorunda kaldı ve İngiltere’ye, Londra’ya yerleşti. Ancak, kendini burada da rahat hissetmedi.

Zweig, 1937’de ilk karısı Frederike’den ayrıldı ve bir yıl sonra Portekiz’e yanında Lotte Altman adında bir kadınla gitti. O sıralarda Avusturya, Alman Reich’ına katılmıştı ve Zweig da İngiliz vatandaşlığına geçmek için müracaat etti. 1939’da “Kalbin Sabırsızlığı” adlı romanı yayımlandı ve Zweig da, Portekiz seyahatine birlikte çıktığı Lotte Altman ile evlendi. 1940’ta İngiliz tabiiyetine girdi, II. Dünya Savaşı sırasında New York’a, Arjantin’e, Paraguay’a ve Brezilya’ya gitti. Zweig konferanslar için gittiği Brezilya’ya yerleşmeye karar verdi. Orada ünlü “Bir Satranç Öyküsü”nü kaleme aldı. Stefan Zweig, 1941’de Montaigne üzerine çalışmaya başladı ve “Dünün Dünyası – Avrupa Anıları” adlı otobiyografisini kaleme aldı. “Dünün Dünyası” kitabı, 1900?lerin başında gençliğini yaşamış bir yazarın yaşadığı dünyanın asla eskisi gibi olmayacağını farkettiğinde eski günlere düzdüğü bir övgüdür.

Avrupa?nın içine düştüğü durumdan duyduğu üzüntü ve yaşamındaki düş kırıklıkları nedeniyle 22 Şubat 1942’de Rio de Janeiro’da, karısı Lotte ile birlikte intihar etti. Buna Hitler?in dünya düzenini kalıcı sanmasının verdiği karamsarlığın yanı sıra, kendi dünyasının asla bir daha varolmayacağı düşüncesi neden oldu.

Çalışmaları
Üretken bir yazar olan Zweig, birçok konuda denemeler yaptı. Lirik şiirler yazdı, trajedi ve dram türünde sahne eserleri denedi, özellikle biyografi alanında önemli eserler ortaya koydu. Freud ve psikolojiye olan ilgisi onu bu alana yöneltti. Biyografi alanındaki çalışmaları, dönemin birçok ünlü kişisinin hayatlarını gözler önüne serdi. Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski; Kendi İçindeki Şeytanla Savaşanlar: Hölderlin, Kleist, Nietzsche; Romain Rolland; Marie Antoinette; Magellan, Stendhal, Erasmus, Fouche eserleri bu biyografilerden birkaçıdır.

Türkçe’de Zweig
* Yürek Çöküntüsü (Varlık Yayınları, 1970)
* Dünün Dünyası (Can Yayınları, 1985)
* Bir Kadının Yirmi Dört Saati (Oda Yayınları, 1986)
* Yarının Tarihi (Can Yayınları, 1991)
* Kendileri ile Savaşanlar (1. Cilt) (İş Bankası Yayınları, 1991)
* Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski (2. Cilt) (İş Bankası Yayınları, 1991)
* Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar: Casanova, Stendhal, Tolstoy (3. Cilt) (İş Bankası Yayınları, 1991)
* Lyon’da Düğün (Can Yayınları, 1992)
* Yıldızın Parladığı Anlar (Can Yayınları, 1995)
* Karışık Duygular (Milliyet Yayınları, 1995)
* Satranç (Can Yayınları, 1997)
* Günlükler (Can Yayınları, 1997)
* Değişim Rüzgârı (Can Yayınları, 1998)
* Calvin’e Karşı Castellio ya da Köleliğe Karşı Özgür Düşünce (Çiviyazıları Yayınları, 1998)
* Fouche, Bir Politikacının Portresi (Can Yayınları, 1999)
* Tehlikeli Merhamet (Babil Yayınları, 2000)
* Amok Koşucusu (Can Yayınları, 2000)
* Balzac, Bir Yaşam Öyküsü (Kabalcı Yayınları, 2002)
* Magellan (Kabalcı Yayınları, 2002)
* Freud ve Öğretisi (Papirüs Yayınları, 2003)
* Yakıcı Sır (Evrensel Basın Yayın, 2004)
* Ruh Yoluyla Tedavi (İmge Kitabevi Yayınları, 2005)
* Mektuplaşmalar (Yordam Kitap, 2007)
* Buluşmalar (Yordam Kitap, 2008)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir