Şiirin Yalnız Dervişi: Yusuf Alper – Bedriye Korkankorkmaz

yolda“Acılar Alır Satarım/Siste çalan bir çan gibi/ Öyle her şeyden uzakta /Öyle boşlukta dal gibi/ Konuk gibi yeryüzüne/ Bir garip gelmiş giderim//Ben acılar tecimeni/Acılar alır satarım/ İçimde ağrılarımla/ Bir hüznü durmasız okşar/Öper çoğaltır satarım.” Yusuf Alper (Bütün Şiirleri-GGDY, sf 15)*

Gecenin sessizliğinde sayıklıyorum şair Yusuf Alper’in şiirlerini. Ne yana baksam yolda kalmış, yerleri olmayan insanları görüyorum. İçimden acaba şairin kendisi de yolda kalmış mıdır diye soruyorum. Çok az şairin yaşanası dünya özlemi için kendini hüzünlerle sınadığına tanık oluyorum.

Acıların vatanıdır Yusuf Alper’in kalbi. Sessizce yüreğinde yeni acılara yer açıyor. Kimsesizdir kendi karşısında. Korunaksız yaşamında dert ortağıdır şiirleri onun. “Uzaktan geldiler birden, o portakalın yanından/Düştü düşecek denize top gibi /Geldiler ve kaldılar sonsuza kadar/Onların yeri yoktu, gariptiler/Uzaktan geldiler birden, ufkun ötelerinden.” (Yolda, (Bütün Şiirleri-GGDY, sf.11 )*

Yaşanası bir dünya özlemiyle yanıp tutuşan şairi görüyorum. Işığa hiç bu kadar yakın bir şair görmemiştim. Nerede boynunu büken bir gül varsa o gülün yasını içinde tutan şairin iç dünyasının ekoselerinde karınca adımlarıyla ilerliyorum.”İnsanın değeri iyilik güzellik/Kutsal kitapların yazdığı : “Öldürmeyeceksin”Onun için mi sabahtan sabaha durmaksızın öldürüm/ Zulüm işkence çarmıh kurşun bomba/Onun için mi çoluk çocuk Basra Bağdat…/Öğrendiğim ne varsa yalan yanlış.”(Zamanı Geçtim sf 10) Bir insan ruhu bu kadar mı kırılgan olur. Bir insanın ruhu bu kadar mı naif olur. Bu kadar mı çaresizleri/ çaresizliği yakından tanır? “Çaresizliğin yürekleri burktuğu bu sonsuz çölde/ Sonsuz karmaşasında makine seslerinin/ Yeniden varoluşun ardındaki karıncalar (Zamanı Geçtim, sf. 55) Yaşanılan her acıdan dolayı kendisini suçlu gören Alper, yaşanası bir dünyayı insanlığa armağan etmek istiyor. İnsanlığa kızgınlığının altında yatan öfkesi bundan “Gerçekten tek derdimiz kendimizi oyalamak mı/ Boşluk doldurmak mı/ Yoksa oynamak ve avunmak mı” (Zamanı Geçtim, s.13) Onun devrimciliği duygu ve düşüncelerinden her koşulda ödün vermemesidir. Onun karamsarlığı toplumsaldır, bireysel değil. Geçmiş acılar şairindir aydınlık yarınlarsa insanlığın. Düşünce suçundan ölenlerin arkasından yas tutan Alper’in kalbi yasların dostudur. Şiirleriyle her tür karanlığı aydınlatan şair Yusuf Alper’le şiirlerine yansıyan kişiliği üzerine doğaçlama bir söyleşi gerçekleştirmek istiyorum. Tam bir aydır onun şiirleriyle yatıyor, onun şiirleriyle kalkıyorum. Sığınaklarımı yakıyorum. Çırılçıplak ruhumla çağırıyorum onun ruhunu. Utangaç ruhu çağrılarıma yanıt veriyor ve onunla evimde bu söyleşiyi gerçekleştiriyorum. Ben şairin kitabına adını veren “Yolda” şiirinin ikinci dörtlüğünü okuyorum ezbere:“Daha dünkü çocuktular bu evren boşluğunda/ Anne dizi dibinde neşeyle yuvarlanan/Şimdiyse hüzünlerden hüzün acılardan acı beğendiler/ Yaşamı gelip de gidememek bilenler/ Gidemeyenler, gitmeyenler.”

Her şiiri ayrı bir birey olarak algılayan sevgili Yusuf Alper bu akşam konuğum. Şiirler üzerine konuşmadan önce Sivas’ta yitirdiğimiz tüm dostların yasını tutuyoruz birlikte. Dostluğumuzun temelini oluşturan ana izlek önce insan ve insanı koyduğumuz yerdir beynimizde. Elindeki kitapları alıyorum şair Alper’in. Çırılçıplak ruhu karşımda. Sözü ben başlatıyorum:

“Sevgili Alper, paylaşımcı bir şair olarak birey ve toplum ilişkisi üzerinde düşünce üretmiş ve sayısız şiir yazmışınız. Yüreğini ve ruhunu insanlık adına bu kadar derinden kanatan çok az şair ve yazar vardır. Öyle sanıyorum ben şiirlerinizden önce ruhunuzu kanatan yanınıza yakın olmak istiyorum. Kişiliğiniz ve şiirleriniz kadar derinliği olsun istiyorum sohbetimizin de. Şiirlerinizin derinliğine ulaşan insanın da belli bir birikime sahip olması gerekiyor. Bir yandan bireyin acılarını paylaşırken diğer yandan ise kendiyle hesaplaşan bir kişiliğiniz var. Duyguları yaşanmışlıkların terazisinde sık sık tartıyorsunuz. O yüzden de bağıran, aşırı duygusal şiirleriniz ön plana çıkmıyor. İnsanı merkezine alan bir şair olarak şiirlerinizin kişiliğinizdeki yeri hakkında neler söylemek istersiniz?

“Sevgili Bedriye, ben insansız hiçbir güzelliğin bir anlam taşımadığını düşünüyorum. Nerede bir insan ağlıyorsa orada benim ruhum kanıyordur. (Zamanı Geçtim,s18) kitabımdan bir dörtlük okumak istiyorum size: “Ben ki varlığımı size borçluyum/ Varlığım sizin olsun/ Alın başınıza çalın/ Dağlarda bıraktığınız binlerce genç için / Yem ettiğiniz kurda kuşa/Çalın ki yeni Bağdatlar olmasın yeni Vietnamlar/Acılar zulümler dolanlar.” Sonsuzluk insan üzerine kuruludur benim şiirlerimde. Şiirlerimin her birinin benim kalbimde kapladığı yeri insanlığın kalbinde de kaplamasını çok istiyorum. Şiirlerime yabancılaşmadan yaşıyorum. Yazdıklarım yaşadıklarımdır. Yaşadıklarımın tek mimarı benim ama yazdıklarımda etkilendiğim şairlerin izleri de yok değil.”

Burada devreye girmek istiyorum sevgili Yusuf Alper, sizin 2014 yılı Yunus Nadi Şiir Ödülü alan “Yolda” kitabınızda yer alan tüm şiirlerinizde sadece kendi şiir çizginiz hâkim.

“Yolda” kitabımda senin de belirttiğin gibi sadece benim şiir çizgim hâkim. Ben beğendiğim şairlerin şiirleri kadar kişiliklerinden de etkileniyorum. Acıyı taşımak, mutluluğun hakkını vermek ille de dostlarıma ve dostluklara değer vermek benim kişiliğimde önemli yer tutuyor.”

“Oldukça hassas ve duygusal bir insan olarak acıları ve yalnızlıkları böylesi bir olgunlukla taşımanın kolay olmadığının farkındayım. Tek bir yaşamımız olduğuna göre tek bir şiirimiz vardır. Ne ölümleri ne doğumları hayatımızdan çıkarabiliriz. Seni benim gözümde büyüten değerlerine yabancılaşmamış olmandır. İçinde sana benzeyen bir başka Yusuf Alper yok. Şiirlerinde sadece senin duyguların egemen. Derinlik verdiği sözü tutan, ketum, kalabalıklar içinde kendini yalnız hisseden, ağzından çıkacak her söze özen gösteren, acılarını kendisiyle mutluluğunu başkalarıyla paylaşan, sorumluluk sahibi birisin.

Sözlerime eklemek istediğin başka özelliklerin var mı sevgili Alper?”

“Sevgili Bedriye, hiç kimse farkında olmasa da benim ezik yanım da var. Ezik yanım alçak gönüllülüğümü besliyor. Şiirlerimde söz ve anlam derinliği kadar sözcüklerin orkestrasına da özen gösteriyorum. Benim kabilem insanlıktır. Çocuk yaralarımı sağaltmadan çok çoğaltmayı tercih ediyorum ben. Çok nadir gösteriyorum yaralarımı insanlara. Kişisel öfkeyi bilmiyorum. Öfkem bireysel değil, toplumsaldır. Soran/sormayan ve sorgulamayan bir topluma sahip olmamızdan kaynaklanıyor öfkem. Emeğe karşı yapılan zulme, acıyı ve açlığı insanlara reva gören sisteme karşı öfke duyuyorum. Sevgi benim yaşama nedenimdir. Toplumsal sevgisizlik benim içimi kanatıyor. Kanayan ve okuyanların da yüreklerini kanatan şiirler yazarak toplumsal çürümenin önüne geçmeyi ilke ediniyorum kendime. Öfkemde aşksız yaşamanın sızısı da hâkim. Ben aynı zamanda aşk şairiyim de. Aşka dair şiirlerimde emeğin imbiğinden süzülen bir sevgi vardır. En büyük aşkım da doğadır. Doğa ile iç içe yaşamalarını isterdim tüm insanların. Ben şiirlerimi güncel hayatın merkezinden yazıyorum, kendim de güncel hayatın merkezinde yaşıyorum, içindeyim. Çevreme ve dünyanın sorunlarına duyarlı bir insan olarak gördüklerimin ve hissettiklerimin şiirlerini yazıyorum.

“Menzile ne kadar var bilemiyorum/Kim bilebilir ki zaten bu bir piyango/ Kim yokuşun dibinde kim dağın başında/Ama yolda mutlaka yolda/ Kim gider kim kalır bilemiyorum//Bulanık bir suda balık avlar gibi /Dağ başında göz gözü görmez siste /Karanlıkta bitimsiz zifir gecede/ Mezarı başında genç ölen bir kardeşin /Menzile ne kadar var menzil nerede//Hayat yüzüme gözüme bulaştı bir kere/ Gönderen gönderdi şimdi geri almıyor/ Alsın mı diyorum asla ama almıyor /Yüzümü gözümü yıkıyorum tarıyorum saçlarımı/ Saçlarım daha beyaz daha az// Hayat yüzümden gözümden durmaksızın aktı.”(Yolda ,s.12)

Evet, bu dizeler “Yolda”şiirine ait. Kitap dört bölümden oluşuyor. Hüznün lirik şairi Yusuf Alper’le şiirleri üzerinde sohbetimizi derinleştiriyorum. “Yolda” şiir kitabıyla başlayan sohbetimizi onun tüm şiirleri üzerinde yoğunlaştırıyorum. Tüm şiirlerinin “şiir çizgisine” dair düşüncelerimi kendisine özetliyorum bir solukta.
“Senin şiirinle yıllardır birlikteyim. Şiirin hakkında yazın değeri taşıyan yazı yazma birikiminden yoksun oluşum beni seninle bu söyleşiyi yapmaya itiyor. Sanatın her dalında olduğu gibi şiirde de aşırıya kaçmıyor ve fazla yüklenmiyorsun sözcüklere. Şiirlerin ne sözcüğe ne de imgeye boyun eğiyor. Şiirlerinin bütününde boyun eğen imgedir, sözcüktür, sözcüklerin anlamsal ve müziksel bütünlüğüdür…”Ölümdü çığ gibi üstüme gelen/Kalemim yapyalnız dirimimdi/ Ve yonttum kalemimi çığa sapladım/ Çığlığımı çığ gibi büyütmek için.”(Zamanın Kırılan Aynası’ndan,s.77)

Şiirle olan bunca yıllık ilişkinde şiirinin sadece ve sadece sabra boyun eğdiğini gözlemliyorum. Şiirinde ilk sancı senin iç dünyanın derinliklerindeki hareketlilikle başlıyor. Sessiz hareketlilik kendisiyle birlikte içsel derinliğin/derin yapının kozasını oluşturuyor; usul usul ayıklama sürecini tamamlıyor. Kendi doğal sürecini tamamlayan şiirsel süreç aidiyet duygusunu benimsiyor tüm şiirlerinde. Us ve duygu arasındaki karşılıklı görüş alışverişi içinde buluyor kendini şiirlerin. Usun sınırlarını aşan şiirlerin, duygusal olgunluğa, duygusal yoğunluğa ulaşmak için emekliyor. Şairin adını ve soyadını taşıma sorumluluğuyla birlikte kendi ayakları üzerinde duruyor. Gerçek bir şair olduğun için içindeki karışıklığın şiirdeki gerçek karşılığını bulmasını sabırla bekliyorsun. Sen, içsel karışıklığın ancak ve ancak o karışıklığı aşabilecek güçte bir yaşam ve sanatsal düzeye ulaştığında şiirde çözüme kavuşacağını biliyorsun. Gerçekte tek iyi bir şiir olamayacağı gibi tek bir tanımı da yoktur şiirinin. Kanımca tanımı yoktur şiirin. Sende şiir, hepimizin ortak yaşamıdır. Okuyucudan okuyucuya şiirin, şiirsel derinliğinin, şiirsel anlamının değiştiğini biliyorsun. Şiir, okuyucunun şairidir. Tam da bu aşamada “şiirsel sevgi” ile “şair sevgisinin derin” inceliklerine ulaşıyoruz tüm şiirlerini irdelediğimizde. Sende şiirsel sevgi; şiirsel bilginin ve şiirsel seçiciliğin tarifi yapılmamış toplam gücüdür. Sen ise yaratıcılığın okyanusuna dalan bir dalgıçsın. Her şair daldığı şiir okyanusunda diğer şairlerin şiir birikiminden de etkilenir.

Şiir hırsa ve şöhrete yabancıdır. Bu yola sapanların, şair ile has şiir arasındaki gerçek bağı ortadan kaldırdıklarını bildiğin için bu yanılgıya düşmüyorsun. “Hayat ellerimde, yüreğimdeydi/ Bense sözcükle vardım, dalgaların sesiyle.”( Zamanın Kırılan Aynası’ndan,s.96 )

Her insan gibi şair de şiirde başarılı ve ünlü olmak ister, insani duygu bazında. Sende şiir, şiirden beslenen şairlere gerçek kazanımları önceleme bilincini veriyor. Gerçek kazanımların insana sağladığı en büyük ödül olan üstün insan olma yolundaki uğraşısından eli boş, yüzü kara dönmüyorsun. Senin için aldığın ödüllerin sayısı önemli değildir; önemli olan şairin insan olarak büyüklüğüdür. “Yoruldum insan oldum/ Sen de ol/ insan oldum.” Alçak gönüllülüğün ellerinden öpmeyen ve hayır duasını almayan hiçbir sözcük gerçekte has şiirin soyundan değildir sana göre. Şiirin soyundan gelen her sözcük insani olanı, yani senin şiirlerini kucaklıyor. Tüm şiirlerin nesnelerin yaşamamıza yansıyan gerçek yerini bize gösteriyor.

Yaşam doğurganlığını bedensel ve düşünsel farklılıkla bütünleyen şiir, insana dair farklılıkları ayrıcalık olarak algılayan sessiz dirilişin simgesidir. Yaratıcılık kavramı üzerinde uzun soluklu düşünüyorsun her şiirinde. Sen, öncelikle ne yaratmak istediğini ve yarattığı yaratı ile ne gibi farklılık yaratacağını biliyorsun. İnsanı merkez almayan düşünce ve duygu duyarlılığına hizmet etmeyen şiir, kendini kendisiyle aldatan bir serüvenin takipçisi olabilir ancak.“İnsan bir çığlıktır/İlk oluştan varoluş’a kadar/Bir duvardan öbürüne. (Bütün Şiirleri-GGDY,s 122)

Şairin delilik sınırına yaklaştığı anlarında şiirin büyüsüyle tanışması da bu yüzdendir. Öyle şiirler yazıyorsun ki, senden önce ve senden sonra yazılmış/ yazılacak olan şiirler arasındaki haklı yerini alıyor tüm şiirlerin. Ve o destansı şiirler arasında yıllara meydan okumayı içten içe istiyorsun.

Gerçek şair yüzeysel yapıyla fazla oyalanmaz ama acemi bir şair yüzeysel yapının cazibesinden kendisini kurtaramadığı için derin yapı ile tanışması yıllarını alabilir. Sen bu yanılgıya düşmeyen şairlerdensin. Derin yapı ile tanışmayan şair yüzeyde kalmaya mahkûmdur. Derin yapıya ulaşmak bazı incelikleri ve ciddi şiir birikimi gerektiriyor. Yüzey yapı anne ise derin yapı anneannedir. Derin yapıya ulaşmak ortak bir yapıya ulaşmak gibidir. İşte bu yüzden senin tüm şiirlerin ortak bir yapıya ulaşıyor. Bir başka anlatımla bir soy ağacının izini sürmeye benziyor bu. Araştırma, sabır, incelik, doğru yöntem… En önemlisi de iyi bir şiirin ulaşmak istediği mertebe daha büyük bir yalnızlıktır. Kişiliğindeki gibi şiirlerindeki yalnızlık da tam da bu bakış açısıyla besleniyor. Gerçek şiir, geçmişin geleceğidir. Bu bir bilinç aydınlanmasıdır ve sevgili dostum senin şiirlerin de bu bakış acısı içindeki haklı yerlerini alıyorlar.

Şiirlerin kendi doğurmadığı çocukları doğurmak, doğacak olanlara da gebe kalmayı kendisine düstur ediniyor. Dilin esrarengiz hücrelerinde düşünce değeri taşıyan sözcükleri depolayan şiir, görüş derinliğiyle hayatın özünü kavrıyor. İşte bu özle besliyorsun şiirlerini. “Kanayan yüreğimi kim onarabilir/ Artık bugüne değil yarına bakmak varken”(“Zamanı Geçtim,s. 75) Bu kavrayış düzyazının şiirle tanışmasıyla başlıyor. Mis gibi kokan dizeler şiirin canlılığının simgesidir. Şiir iç dünyamızın sözcüklerle hipnozudur. Sistemin dayattığı sıkışık değerlerin yükünden şiirlerini kurtarmayı biliyorsun. “Yalnız” şiirinden: “Bir küçük kasabada ölüler gibi yalnız/ Kimsesiz, kimseyi beklemeden görmeden/ Bir camı aralayıp derin bir soluk almak/ Çamlarla örtülü dağlara bakmak yalnız.”( Bütün Şiirleri-GGDY,s.61)

Sevgili Yusuf Alper, her şiirin kendi gerçeğinle tanıştırıyor bizi. ”Anladım bir yeryüzü sürgünü olduğumu yeniden/ Neresinden tutacağımı bilemediğim bu hayat/ Hoyrat insanların tornasında eğilen, bükülen/ Acıyla, elemle herkesin birbirini ve beni/ Yemesini seyreden, yeniden… yeniden.” (GGDY,“Yeniden” şiirinden) Şiirlerin, çocuğundur senin. Şiirlerinin seni yansıtması doğaldır. Kalıcı ve sorgulayan şiirlerin, okuyucuya seni unutturuyor. Şiir, şairini unutturduğu sürece okuyucunun yüreğinde şairini ölümsüzleştiriyor. Şiirlerin anlamı ve çekirdeği sayılan imgeye tutkuyla bağlanan şair, aynı tutkuyla şiirinin, daha iyi bir dünya kurma özleminin heyecanını da duyumsatıyor okuruna. Şiir, şairin günah çıkarttığı Tanrı’sıdır. İnsan kendisi olduğu sürece insanlığın bir parçasıdır. Senin şiirlerinin hakikati budur. ”Anladım iflâh olmaz biri olduğumu, yeniden/ Beynime çevrilmiş silah, göğsüme dayanmış hançer,/ Kalbime sokulmuş dinamit; binbir söz, binbir yüz/ /Anladım ağaçta kızaran elma, tarlada büyüyen buğday,/ Saksıda yeşil fesleğen, rüzgârla savrulan yaprak, / Tepelerde dönen kartal, anladım, anladım” (GGDY, Yeniden şiirinden s. 183) Bir sanatçının yaşarken ölmesi kendisini tüketmesiyle başlayan bir süreçtir. Kendini tüketen bir sanatçı (kişilik olarak) yaşayan eser yaratamaz. Kişiliğiyle kendisini kazanan bir sanatçı, içinde bulunduğu her koşulda gerçek sanat eseri yaratıyor. Sen, şiire ebeveyn rolü çizmiyor, şiirin ödüllendiren ya da cezalandıran bir sözcükler jürisi olduğundan da söz etmiyorsun. Sen, şiirin insan sevgisi ile şiir sorumluluğunun bir sentezi olduğunu anlatmaya çalışıyorsun sadece. Korkunun sınırladığı, kişisel hırsların zirveye taşındığı sevgiden söz etmeyen nadir şairlerden birisisin. Asla! Doğru ve güzel olanı yapmak için şairin ihtiyacı olan emeğe dayalı gerçek sevgiden ve gerçek şiir işçiliğinden söz ediyor şiirlerin. ” Avcının vurduğu yaralı bir kuş/ Gibi durmadan dolaştım durdum/ Saçma yüreğinin köşesinde / Saçmış kanını her yanına evrenin/ Soluksuz bırakmış bir dağ başında/ /Ormanda yapyalnız bir çocuk gibi/ Yolunu şaşırmış, kimsesiz solgun/ Umudu örtülmüş kanlarla yerde/ Avcının vurduğu yaralı bir kuş/ Gibi durmadan dolaştım durdum.” (Bütün Şiirleri-GGDY,s27) Şiir, kendi sesiyle konuşur şairiyle. Aklını da duygularını da bu aşamada huzura kavuşturur şairin. Şiir, şairine ne yapmak istiyorsa onu yapmasını öğretiyor. Hayatımızı belli beklentilere boğmadan, her koşulda belli sonuçlar almaya kendimizi şartlandırmadan yaşamakla ancak ve ancak kendimizi özgürleştirebileceğimizi bize söyleyen, en önemlisi bizi bu gerçeğin bir parçası yapandır şiir. Yani şairini, okuyucusunu, özgürleştirmesidir şiirin büyüklüğü ve yaşam karşısındaki toplam gücü. Şiir gerçeğine ulaşmış bir şair olarak şiirin dokusunu kıskıvrak yakalıyorsun. Şiir canlı bir mekanizma olduğundan sürekli belli evrelerden geçiyor şiirlerin. Bu yüzden şiirin geçtiği evreleri olağan çıplaklığıyla anlatan şiirlerinin çözümlemelerine duyulan ihtiyaç her geçen gün artıyor. Sevgili Yusuf Alper tüm şiirlerinde şiirin değişik türlerini tek tek mercek altına alıyorsun.

Bedriye, ben şiir sanatı üzerine çok düşündüm. Şiir sanatıyla ilgili sorunlarla rastlantısal sorunları birbirine karıştırmadım. Şiirlerimin her birini taklitten uzaklaştırdım. Şiirlerimin genetiğinde bireyden toplumsala doğru bir yönelim söz konusudur. Kişiliğimde olduğu gibi şiirlerimde de coşkusal içe dönüş hâkimdir. Okuyucu şiirlerimin tümünde aynı içgüdünün farklılıklarını algılayabilir. İlk şiirlerimle son şiirlerim arasındaki toplumsal bütünlük derinleşerek günümüze değin gelmiştir. İnsan olarak kendimi yaşamaya ne kadar hazır hissettiğim ve içine girdiğim çevre toplumsal ve şiirsel bilincimi keskinleştirmiştir. Benim şiirlerimde kişiliğim gibi karmaşa yoktur. Kullandığım dilde çelişki yoktur. Başsız ve sonsuz olan şiir, toplum gerçekleri gibi insanlarla ortak içgüdülere sahiptir. Ben şiirlerimde kendimi ortaya koymaya özen gösteriyorum. Kendine sürgünlüğümü garipseme.

“Bu öldürmeler çağında neyi yazabilir ozan/ Kalemini yüreğine banıp banıp yazacaksa/ Kimi koyabilir kandile, kimin fitilini yakar/ Bu öldürmeler çağında yüreği yanan bir ozan / Kalemini yüreğine banıp banıp yazan” (Bütün Şiirleri-GGDY,s. 43)

Sevgili Bedriye, şiirlerimde simgesel sözcük kullanmaya özen gösterdim.Hangi sözcükle başlarsam başlayayım şiirime tamamen aynı gerçekliğe ulaşıyorum. Şiirsel içerik tüm şiirlerimin özünü oluşturuyor. O içeriğe ulaşmak için asıl sözcükleri çevirmek zorunda kalmıyorum. Gerçeküstücü şiirlerim sıradışı çağrışımlarla birleşiyor bireysel şiirlerimde. Dil ve anlamı birbirinden ayırmadım. Ritim, şiirlerimin daha kolay anlaşılmasını sağlıyor.

Şiirlerimin kolektif yapısını güçlendirdim. Böylelikle şiirimin içinde doğduğu toplumsal çevrenin izlerine dokunmadım. Şiirsel coşku kolektif olarak tüm şiirlerimde kendisini gerçekleştirdiği için toplumsal ilişkiler arasındaki kusursuz dengeyi ustaca duyarlı bir yolla dile getirir. Böylece insan kendi içgüdüsü ile içinde yaşadığı toplumun içgüdüsü arasındaki farkı daha kolay algılar.

Sevgili Yusuf Alper, duygusal bir insan olarak bu akşamki sohbetimizde şiirlerinin duygu boyutundan söz etmeyi de bir sonraki sohbetimize bırakıyorum. Çağrılarıma kulak verdiğin için sana teşekkür ediyorum. Güzelliklerle dolu yarınları sevdiklerinle birlikte yaşaman dileğiyle sohbetimizi senin “Şimdi Aynalarda” şiirinin dizeleriyle bitirmek istiyorum:

“Artık ne güneş ne pırıl pırıl su/ Bir dağ başında ölüm korkusu/ Gibi uzaktalar, geçiyor zaman / Kırıl ayna kırıl, bozulsun yüzüm/ Dağılsın içimde bu hüzünlü an/ Bir günler her şeyden habersiz büyüdüğüm/ Acılarsız ağrılarsız geçtiğim.”( Bütün Şiirleri-GGDY,s. 92)

Bedriye Korkankorkmaz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir