( * ) “Sonuncu” adlı bu romanında Tahsin Yücel, hayatını tek bir kitap yazmaya adayan, yazdığıyla da insanoğlunun serüvenini anlatmaya çalışan, yalnız kendinin yazabileceği, koca bir çınar gibi, göğe doğru gelişen, böylece yaşamın tam odağına yerleşen bir kitap hayaline koyulan Selami Harici’nin hikayesini anlatıyor. Büyük dedesi Osmanlı’nın son hariciyecilerinden olan, soyadını da buradan alan, varlıklı, Kandilli’de pek çok arsa ve köşkleri olan bir yalnız adam Selami Harici. Felsefe eğitimi görmüş, Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’nde doktorasını yapıp Türkiye’ye dönüşünde evlenip çoluk çocuğa karışınca, üniversitedeki usuna gelen hayalini, kitabını yazmaya koyulur. Kırk yılı aşkın süre boyunca evdeki odasına kapanır. Hayattaki tüm sosyal faaliyetlerini sonlandırıp, tek amacı olan, hayatının yapıtını ortaya koymaya çalışır. Bitirdiğinde de ortaya yirmi dört bin yedi yüz on sekiz sayfalık bir yapıtla karşımıza çıkar. Bize de ailenin üç nesli gözünden kitabın yazılış serüveni anlatılır. Bu serüvenlere tanık olurken, Tahsin Yücel’in o nefis ironik diliyle, absürditeye varan kurgusal yapısıyla gene bizi gerçek bir edebi eserin içinde yolculuğa çıktığımızın ayırdına varırız. Yücel’le son yapıtı, Sonuncu’yu konuştuk.
-Yeni romanınızın adı Sonuncu. Endişelendik ilk elden bu adı duyunca. Tahsin Yücel son romanını mı yazdı bize diye’ Yok değil mi böyle bir niyetiniz?
– Yok tabii. Belki bir roman daha yazar, onun da adını İlk koyarım! Sonuncu tabii ki romanın konusundan hareketle ortaya çıkan bir ad.
– Sonuncu nasıl ortaya çıktı peki?
– Başlangıçta bir öykü olarak düşünmüştüm. Yani, kitap yazmak isteyen ama bir türlü bitiremeyen bir kişinin öyküsü olsun istiyordum. Çoğu kez böyle oluyor. Bakıyorsunuz, arkasından çeşitli oluntular ekleniyor ilk düşündüğünüze, bakıyorsunuz ki bir öykü olarak kalmayacak. Sonuncu için de öyle bir durum oldu. Yavaş yavaş bir romana dönüştü. Böyle diyorum ya, yazmaya başladığımda o artık bir romandı.
‘Romanlarıma kendimi dahil etmem’
– Bir yazarın kitap yazma ve bu süreçte onun olagelen sancılarını anlatıyorsunuz bu kez. Sanki sizden oldukça beslenmiş bir hali var romanın’ Kahraman Selami Harici, Fransa’da doktorasını yapıyor, geliyor burada Fransız Hocalara asistanlık yapıyor’
– Öykülerimde kimi zaman, gören/ bakan/ gözleyen biri olarak kullansam da kendimi, romanlarıma kolay kolay dahil etmem.
– Sonuncu adına romanda birebir hiçbir göndermeniz, imanız yok, neden?
– Şöyle bir şey var, Sonuncu’yu çağrıştıracak: Romandaki kitabın yazarı, yani Selami Harici başlangıçta çok özgün, hiç söylenmemiş şeyleri dile getiren bir kitap yazmak istiyor. Yazacağı da yarı roman, yarı felsefe, türü de belirlenmemiş, ama böyle bir kitap yazma amacı var. Yurtdışında, Paris’te felsefe okuyor, doktora yapıyor’ Bu alanda birçok meslek seçebilecekken, hep kitabını düşündüğü için, herhangi bir iş yapmıyor. Az önce de sözünü ettiğim gibi, çok özgün bir kitap yazma isteği roman boyunca da sürekli vurgulanıyor. Ama belki pek çok yazarın da yazgısıdır bu, bir türlü istediği o özgün dediğimiz izleklere, konulara ulaşamıyor. Sonunda da başkalarının söyledikleri, belki de onların yapıtları içinde özgün bulduğu birtakım parçalardan derlediği bir kitap ortaya çıkarıyor. Kimlerden parçalar aldığını da biz roman boyunca tam olarak da öğrenemiyoruz.
– Kahramanız Selami Harici yazdığı yapıtı noktalama işaretlerine ve büyük-küçük harf kuralına uymadan yazıyor. Bunu da kasıtlı yapıyor olsa gerek?
– Evet, büyük harfi yalnız kitabın başında, noktayı da yalnızda kitabın sonunda buluyoruz. Dolayısıyla anlıyoruz ki yazarın düşüncesi tam bir bütün ve parçalara ayrılmayan bir bütün. Bu bir aldanış büyük bir olasılıkla. Bu konuda pek bir ayrıntıya girmiyoruz.
– Harici’nin yazdığı dev yapıtı yakınındakiler dahil kimse okumuyor! Neden?
– Bir kendisi, bir de eşi, ona da Selami Bey arada sırada kendisi okuyor. Bir de Selami Bey’in kitabı başkalarından parçalar alınarak oluşturulmuş olsa da, bütün bir yaşamın dökümü. Selami Bey öldükten sonra da çevredekiler tarafından yalnız ve yalnız bir nesne olarak ilgi uyandırıyor.
– Selami Harici diğerlerinden farklı, özgün bir yapıt ortaya koymaya çalışıyor belki ama, bakıyoruz, yirmi dört bin yedi yüz on sekiz bin sayfalık bir çalışma koyuyor ortaya. İroni yapıyorsunuz siz bir taraftan da burada aslında, öyle değil mi? Ya da yazarın (Sadece Selami Harici değil tabii) deli olma haliyle bir bağ mı kuruyorsunuz?
– Bu konuda aslında çok da ayrıntıya girmek istemedim romanda. Çünkü görüyoruz ki, Selami Harici normal bir insan değil! Ama bir de okuyan, okuduğunu anlayan, güzeli çirkini ayırt edebilen biri. Ama böyle bir tutkusu var. Ben de Selami Bey’in tutkusunu sergilemeye çalıştım. Bunlardan sonuçlar çıkarmadım.
– Demek istediğim, böylesine dev bir yapıt ortaya koymaya çalışan birinin ya da yazarların deliliğe yakın bir karaktere sahip olabileceğini mi gözler önüne serdiniz? Gerek bir yazarın, metne gösterdiği ilgiyle ailesine gösterdiği ilgi arasındaki kıskançlık derecesine varan ayrımını mı bizlerle paylaştınız?
– Bu türden mesajlar verme kaygım olmadı açıkçası ama tabii bu türden çıkarımlar da yapılabilir hiç kuşkusuz.
– Örneğin, Selami Bey’in eşi Zarife Harici’ye baktığımızda, sizin eşinizle olan yazar-eş ilişkisini gözler önüne getirmek mümkün. Hatta bana geçmiş sohbetlerimizde söylediğiniz, ‘Bir gün ölürsem, eşim beni ensemden tanıyacak’ tümcesi romanın bir yerinde de karşımıza çıkıyor’
– Buradaki küçük bir benzerlik. Benim durumum daha değişik. Küçük bir çalışma odam var. Girdiğinde, ensemle karşı karşıya! Selami Harici’ninki Boğaz’a egemen bir yerde geniş bir oda. Ama o da masasının başında. Benim yüzüm pencereye, dışarıya dönük. Selami Bey, kararlı bir biçimde çalışmaya oturduğunda, her sabah kravatını takıp, en güzel elbiselerini giyerek masasının başına oturduğu zaman masayı duvara doğru çeviriyor.
– Az önce sözünü ettim, bu romanda bir de yazarın aile hayatını çok güzel irdeliyorsunuz’
– Selami Bey, hayatını yazdığı yapıta verince, ailedeki herkes kendi hayatlarını kendi dünyalarında yaşamaya başlıyorlar. Babalarıyla olan ilişkileri yok denecek kadar azalıyor. Selami Bey, kitabını bitirdiğinde dahi, bu iletişimsizlikten dolayı belki de kimse ilgilenmiyor. Durumları oldukça iyi. Buna rağmen sürekli eleştiriyorlar. Geçen yıllar sonucunda kısmen de olsa ilgi gösteriyorlar, o da az önce sözünü ettiğimiz, biçimsel anlamda, eserin boyutlarıyla, devasalığıyla ilgileniyorlar. İçeriğine dair kimsenin bir merakı olmuyor.
– Sizin de torununuzla aranız çok iyi. Romanda da Selami Harici’nin torunu Lami, yıllar sonra dedesinin yapıtı için aile içinde düşünsel anlamda en yoğun uğraşı gösteriyor. Yirmi dört bin yedi yüz on sekiz sayfalık kitabı incelemeye, sonuna kadar okumaya niyetleniyor’
– Biçim olarak Selami Bey’in yazarlığı üç ayrı kişinin gözünden anlatılıyor. Birincisi eşi. Selami Bey’in kırk yılı aşan kitap yazma serüvenini eşi Zarife Hanım’ın gözünden, geniş bir bakış açısıyla ama fazla da yapıtın içine girmeden okuyoruz. İkincisi, yazarın üç oğlundan en küçüğü, Müşfik’in gözlemlerine tanık oluyoruz. Son olarak da, kitap üzerine kendisini hiç tanımamış olan bir torununun yazdıkları’ Ama genelde sözünü ettiğimiz gibi kitap sürekli nesne olarak karşımıza çıkıyor.
‘Küçücük bir şeyden yola çıkıp, büyük bir yapıt oluşturabilirsiniz’
– Selami Bey’in yazdığı kitabın adı da bir hayli ilginç! Serencam adı nereden doğdu?
– Serencam bir tür serüven. Selami Bey de belirli bir dönemin insanı olduğu için, eski bir sözcüğü kitabına ad olarak seçiyor, yaşamsal ve düşünsel olarak kitabını bir tür serüven olarak görüyor.
-‘Zengin olmasam Serencam’ı çoktan bitirmiş olurdum’ diyor Selami Harici. Ama bir taraftan da zengin olması, Selami Bey’i pek de fazla etkilemiyor. Otuzundan sonra oturup, hayatının tek ve sonuncu kitabını yazmaya koyuluyor…
– Bu durum Selami Bey zengin olmasa iki şekilde yorumlanabilir belki. Birincisi, zengin olmasaydım daha çok yaşamın içinde olur, çalışırdım. Yaşardım, görürdüm şeklinde olabilir. İkincisi de daha çalışkan olur, kendimi yapıtıma tam olarak verirdim gibi bir anlamda söylüyor kuşkusuz.
– Oğulları sürekli olarak babalarını kapitalist olarak suçluyorlar. Bu da kitabın ilginç yanlarından biri. Serencam’daki alıntılardan birinin de Marks’ın Das Kapital’inden olduğunu fark ediyoruz’
– Bu durum, yaşamda da yapıtlarda da çok rastladığımız bir şey, babaların eleştirilmesi. Selami Bey’in hiç değilse bir kitap yazma tutkusu var. Yetenekli ya da değil, o ayrı bir sorun ama çocukları hiçbir şey yapmıyor uzun zaman. Özellikle de büyük oğul sürekli para yiyor. Bir diğerinin resim yapma tutkusu oluyor. Ama hiçbiri babaları gibi değil, hepsi yüzeysel.
– Selami Bey, pek çok Fransızca metinden parçaları çeviriyor, sonra da onları yorumlayıp kendi yapıtına aktarıyor. Bu durumu romanda yer yer intihalle de karşılaştırıyor düşünsel düzlemde. Siz de geçmişte bu türden bir çalışma yapmıştınız, özellikle Orhan Pamuk metinleri üzerinden. Böyle bir derdiniz oldu mu? Ya da Selami Harici üzerinden eleştirel bir tavır sergilemek istediniz mi?
– Hayır. Şu var: Kitabın sonunda da ortaya çıkıyor, bazı metinleri bazı parçalardan alındığı belli oluyor. Okur anlayacak ki, kitabın hemen hemen hepsini diğer bazı metinlerden alarak oluşturmuş. Karıştırıp birleştirmiş. Daha önceleri başkalarınca söylenmiş sözlerden oluşturulmuş bir kitap Serencam.
– Ama sürekli olarak romanda, intihal kavramı üzerinde sözler söyleniyor’
– Böyle genel bir durumu eleştirme gayesinde olmadım. Zaten bildiğimiz kadarıyla, bu ölçüde kimse parçalar almıyor yapıtlarına!
– Yirmi dört bin yedi yüz on sekiz bin sayfa olduğunu vurgulayalım bir kez daha!..
– Evet. Dediğim gibi, eleştirelim desek de bir örneği olması gerekir. Genellikle başkalarından yararlanma, başkalarının söylemlerine yeni biçimler vermek her dönemde, her çevrede biraz vardır.
– Önce bir konu, bir hikâye gelir kitap yazmaya koyulan birinin us’una öyle değil mi? Selami Bey’in durumu neden farklı bu bağlamda?
– Kafasında başlangıçta da tam bir konusu yok. Şunu yazacağım diye bir derdi olmuyor.
– Yazı amaç yani, bir araç değil’
– Evet. Karısıyla konuşurken de, en basit şeylerden de bir kitap yazılabilir, diyor. Küçücük bir şeyden yola çıkarsınız, büyük bir yapıt oluşturabilirsiniz.
-Yani bunu kanıtlamak bütün derdi?
-Evet, tutarlı, iyi bir yapıt yazabileceğine inanıyor.
– Peki, bu kitap sizin yazdığınız bir yapıt sonuçta. Selami Bey neden böyle bir kitap yazma ihtiyacı duyuyor? Onun hayatında hangi boşluğa tekabül ediyor?
– Bir kitap yazmak istiyor. Kafasında da bir şey belirlememiş.
– Hayata bir iz bırakma ihtiyacı mı duyuyor?
– Çok çeşitli nedenleri olabilir. Kimi ünlü olmak isteyebilir. Selami Bey’in böyle bir isteği yok. Tek derdi, kitabını yazıp, bir nüsha olarak bastırmak istiyor. Bir ev parası harcıyor. Bir taraftan da yalnız bir adam Selami. Eşiyle iyi anlaşıyor ama onun dışında yalnız. Çocuklarıyla anlaşamıyor. Bir de pek çok insanınki gibi Selami Bey’in de bir rüyası var. O da yazdığı kitabı sadece kendine, belki de yalnızlığına ortak olma niyetiyle bastırıyor. Belki de her şeyden önce kendini, kendine kanıtlamak için öncelikle bu kitabı yazıyor.
( * ) Yazan: Erdem Öztop
Alıntı: 8 Nisan 2010 tarihli Cumhuriyet Kitap Eki
Asuman Kafaoğlu’nun 16/04/2010 Tarihli Radikal Kitap Eki’nde Yayınlanan “Müthiş bir kitap şu ‘Serencam'” Adlı Yazısı
Tahsin Yücel, romanlarında çağımızın büyük hastalıklarını dile getirir. Kumru ile Kumru?da kontrolden çıkmış tüketim çılgınlığını, Yalan?da çürümüşlüğü, Gökdelen?de betonlaşmayı, tam da sıradan ve günlük yaşamları etkileyişleriyle romanlarının merkezine taşır. Yeni romanı Sonuncu?da şekilciliğin uç formlarından birini kitap ve edebiyat dünyasına taşıyor.
Sonuncu?nun kahramanı Selami Harici, Sorbonne Üniversitesinde felsefe eğitimi almış, doktora yapmış, çok varlıklı bir ailenin tek çocuğudur. Osmanlı paşası dedesi Hariciye Bakanlığı yaptığı dönem ve sonrasında edindiği büyük servet sayesinde çalışması, para kazanması gerekmez; karısı ve dört çocuğuyla yaşadığı yalısında ya da köşkünde sahip olduğu malları azar azar satarak geçinir. Sevdiği karısı ve çocukları ile mutlu bir yaşam sürdürmektedir, ancak mutlulukları uzun sürmez, Selami Harici bir kitap yazmaya girişir. Daha ilk satırını yazmadığı halde, kitabına ?Serencam? adını vereceğini, bunun tek ve son kitabı olacağını ve bütün ömrünü bu kitaba adayacağını bilir Selami. Kitabı kafasında bitirmiştir ama konusunu ya da türünü soranlara net bir yanıt veremez. Yazma süreci içinde toplumdan, çevresinden hatta ailesinden kopmaya başlar. Karısı, çocuklarına ondan söz ederken ?babanız? der, çocukları da annelerine ?kocan? ya da ?seninki? diye söz ederler babalarından. Çalışma odasından çıkmayan, ne yazdığı anlaşılmayan, yazdığı kâğıtları hiç durmadan yırtan bir adama yakınlık duymaları gün geçtikçe zorlaşır.
Sonuncu, üç ana bölümden oluşur. Birinci bölümde Selami?nin karısı kitabın sancılı yazılma dönemini anlatır. Kitap kocasıyla arasına girip ara ara uzaklaşmalarına neden olsa da, genelde kocasının tutkusunu paylaşan, kocasına duyduğu derin sevgi sayesinde anlamını kavrayamadığı kitabı benimsemeye hazır bir kadındır. Bu dönem boyunca ?Serencam? için kocasına destek olur, çocukları büyüyüp babalarının hiç bitmeyen kitabıyla alay etmeye başladıklarında ve onu eleştirdiklerinde kocasını savunur. Yine de ?Serencam?ı anlamlı bulduğu söylenemez. Çok sık şüpheye düşer. Onun sevdiği ve anlamaya çalıştığı kocasıdır, kitap kocasının bir uzantısı olarak yer alır hayatında. Kitabı ancak seksenli yaşlarında bitiren kocası, 24718 sayfalık dev kitabı eline aldıktan bir gün sonra ölür.
Romanın ikinci bölümünü Selami?nin dört çocuğu arasında en duyarlı olan küçük oğlu kaleme alır. ?Serencam? bir şekilde ona kalmıştır ama kitabın içeriğinden çok, güzel baskısı, cildi ve muhteşem boyutu ilgilendirir onu ve diğerlerini. Romanın üçüncü ve son anlatıcısı olan Selami?nin torunu Lami (Fransızca l?ami, yani ?dost? yalnızlığa mahkûm ?Serencam?ın da tek dostu), onlarca yıl sonra kitabın içeriğini anlamak isteyen ilk kişidir. Böylece aile içinde karısı, oğlu ve torunu tarafından anlatılır Selami ve ?Serencam?. Tahsin Yücel?in romanı hem bir ailenin nesiller boyu yaşamı, hem de bir kitabın yazılma (yazılamama), basılma (yayımlanmama) ve okunma (ama anlaşılmama) öyküsüdür. Roman boyunca tüm detaylarıyla ?Serencam? anlatılır ama okur da bilmez ve anlamaz ?Serencam?ın içeriğini. Yücel bununla çağımızın korkularından birine dikkat çekmeyi başarır: her şeyin görüntü olduğu bir çağda, anlamın hızla tüketilişinin öyküsüdür aynı zamanda anlattığı.
Bir nesne olarak kitap
Tahsin Yücel?in sevdiği konulardan biridir insanların nesne tutkusu. Kumru ile Kumru romanında anlattığı basit insanların nesne bağımlılığı kimsenin unutacağı türden değildi. Sonuncu?da da benzer bir bağımlılık hissediliyor. Kumru?nun buzdolabına yaklaşımından farklı değil Sonuncu?nun kahramanlarının kitaba yaklaşımları. ?Serencam?ı bir nesne olarak görmelerinin bir önemli nedeni, benzersiz yapıda bir kitap olmasından kaynaklanıyor kuşkusuz. İstanbul?un en pahalı semtlerinden Maçka?da deniz gören büyük daireye mal olan bir tek cilt ve bir tek adet kitap, dünyanın en pahalı ve ince kâğıtlarıyla basılmış, en zarif işçilik ile ciltlenmiş, dünyanın en büyük kitabıdır. Bu nedenle gören herkesi kendine hayran bırakır. Roman boyunca yüzlerce insanın kitabın boyutuna ve güzelliğine övgüleri anlatılır. Kitabın güzelliğinin ortaya çıkması için yaptırılan özel kitaplık da ?Serencam?ın üzerine çeker tüm dikkatleri.
Halbuki ?güzel bir kitap? denildiğinde kast edilen kitabın nesne olarak formu değildir. Bir kitap güzelliğini içeriğinden, anlatısından, kurgusundan, dilsel ve şiirsel özelliklerinden kazanır. Güzel bir felsefe kitabı, özgün fikirleri ve doğru ifadeleri ile bu sıfatı kazanır. Tahsin Yücel tüm bunların göz ardı edildiği bir ortamın merkezine nesne olarak kitabı yerleştiriyor. İçinde ne yazdığını kimsenin bilmediği ama görenleri kendine hayran eden bir kitabın öyküsünü anlatıyor. Günümüzde gerçekten de benzer bir eğilim hissetmemek mümkün değil. Romanı okurken aklıma üniversite yıllarında bir sınıf arkadaşımın bir kitabı övmek için sayfa sayısını söylemesi geldi hemen.
Yücel, nesneleştirilmiş ya da yüzeyselleştirilmiş kitaba başka örnekler de veriyor. Örneğin Selami?nin karısı kitabı kendi okuduğunda ne zevk alıyor ne de bir tek satırını anlıyor, oysa kocası ona kitaptan sayfalar okuduğunda büyük bir zevkle dinliyor. Bunu şöyle anlatıyor: ?Sana da olmuştur belki: radyoda ya da televizyonda çok güzel sesli birinden hiç bilmediğin bir şarkı dinlersin, sözcüklerini, hatta dizelerini tek tek anlasan bile, tümünü anlayamazsın, anlasan da usunda tutamazsın, gene de büyüleniverirsin, nerdeyse bir başka insan olursun, dünya bir başka türlü görünür gözüne, dalıp gider, bulunduğun ortama, çevrendeki insanlara, az önce yaşamakta olduğun dakikaya dönmekte güçlük çekersin.? Tam da burada anlattığı gibi dinler kocasını fakat dinlediği asla kitabın kendisi değildir, kocasının sesidir. Çok sevdiği ve sesini çok güzel bulduğu kocasının sesini duymak ona haz verir, kitap sadece sesi duymak için bir araçtır. ?Dünyanın en büyük kitabını okuyup anladığımı söyleyemesem de başından sonuna kadar, tek sözcüğünü bile atlamadan dinlediğimi söyleyebilirdim. (…) ama içeriğinden hep aynı oranda uzaktım.? Bu durumda karısının kitabın tamamını dinlemiş olması, kitabın sadece cildine, kâğıdına ya da baskı kalitesine hayran kalanlardan hiç farklı değildir. Nasıl diğerleri kitabın dışını güzel buluyorlarsa, karısı da hâlâ kitabın dışındadır. Hayran olduğu, kitabın içeriği ile hiçbir ilgisi olmayan kocasının sesidir. Yani, yüzeysellik aynıdır.
Kuran?ı kerim benzetmeleri
?Serencam?la ilgili bir başka şekilcilik daha ortaya çıkıyor romanda. ?Serencam? herkese güzel geldiği kadar, çarpıcı boyutuyla insanlarda kutsallığı da çağrıştırıyor. Bunu ilk kez elinde kitapla yere düşen Selami?nin ağzından duyuyoruz. Kendisini yerden kaldırmasını değil, yere düşen kitabın kaldırılmasını istemesi, kendi hayatından daha değerli gördüğü için olduğu kadar, bu kutsal ve değerli kitabın yerde olmaması gerektiği düşüncesini de barındırıyor. Bir başka yerde ise çift tam sevişmeden önce kadın ?Dur, koskoca kitabın önünde olmaz bu iş? diyor; oysa kitabın yazılış sürecini bilen insanlar bunlar, kitabın kutsallık taşımadığını, bir akrabaları tarafından yazıldığını çok iyi biliyorlar. Basılmadan önce dosyalar halinde duran aynı metin kimsede bu etkiyi yapmazken, dev bir kitap herkesi etkiliyor ve farklı davranmaya itiyor.
Roman boyunca Kuran ile benzetmeler de oluyor. Genelde eve temizliğe ya da yardıma gelen okuma yazma bilmeyen kadınlar için kitap mutlak bir kutsallık taşıyor. Kitaplığın merkezinde duran göz alıcı eserin ancak Kuran?ı Kerim olabileceği düşüncesiyle, ellerine almadan önce besmele çekmeleri, hatta kitaptan kehanet beklemeleri, aslında en cahilinden en okumuşuna dek, kitabı sadece nesne olarak gördüklerinin kanıtı oluyor. Kimse ?Serencam?a şekli dışında bir varlık olarak değer biçmiyor. Tahsin Yücel bir kitabı madde olarak ele alma konusunu en uç noktalara dek götürüyor. Aslında uç noktaların büyük bir çoğunluğu çok tanıdık: kitaplar anlaşılmadan okunmuş, hak etmedikleri değerler verilmiş, bazıları kutsallaştırılmış bazıları ise yasaklanmışlardır yüzyıllardır. Üstelik bu durumların hepsi şu anda bu ülkede sıklıkla karşılaşılan sıradan olaylardan başka bir şey değildir. Selami Harici?nin dünyanın en büyük kitabı ise içeriğinin kimse tarafından anlaşılmamış olması yüzünden hep bir nesne olarak kalmaya mahkûm görünür.
Romanın elbette en önemli yanı yine de ?Serencam?ın içeriği ile ilgili bölümlerdir. Tahsin Yücel roman boyunca okuru hem anlamsız bir eser olduğu düşüncesiyle kışkırtır hem de tüm felsefe ve edebiyat tarihinin başyapıtlarının söylenmemiş sözleriyle dolu olduğunu ima eder. Üç nesildir ailenin kitap karşısındaki şaşkınlığı okura da bulaşır sonunda. Değerli midir yoksa saçmalıklar toplamı mıdır? Kitabın yazarı Selami gerçekten bir yazar mıdır yoksa bir deli midir? Bu sorulara daha niceleri katılabilir, Sorbonne?da gerçekten doktora yapmış olması şüphelidir. Yazdığı koskoca kitabın bir anlamı ve bütünlüğünün olması da zor görünür. Romanın üçüncü bölümü, Lami?nin araştırmasını anlattığı bölüm, özellikle bu konuyu sonuca bağlamaya çalışır. Lami karısıyla birlikte hayatını dedesinin kitabının sırrını çözmeye verir. Bu işi çok kolayca yapabilecekken, ?şükürler olsun ki yirmi birinci yüzyıldayım? (s. 283) demesine rağmen, bu yüzyılın nimetlerinden faydalanmaz. Yazısını faks ya da e-posta ile yollamak yerine, bu genç adam daktilo ile yazar ve evden özel bir kurye ile yollar. Ayrıca dedesinin kitabındaki alıntıların yerlerini internetin arama motorları sayesinde birkaç ay içinde yapabilecekken, bunu bir ömür boyu yapmaya kendini mahkûm eder. Tahsin Yücel, özellikle Lami?nin ne denli toplumdan, gerçeklerden, çevreden kopuk olduğunu böylelikle çok güzel verir. Aslında Harici ailesinin tüm üyeleri için geçerli bir betimlemedir bu. Bütün bir yirminci yüzyıl boyunca hep aynı Kandilli tepesinden boğaza bakarak, kapalı dünyalarında yaşamayı sürdürürler. Zamandan ve yerden kopuk, bir kitabın gerçekdışı dünyasına kendilerini kaptırmış yaşarlar. Sahip oldukları hiç tükenmeyen para sayesinde ülkenin gerçekleriyle yüzleşmeleri gerekmez.
Sonuncu?da Tahsin Yücel kitap dünyasına anlamlı bir alegori ile yaklaşıp çağın önemli bir hastalığına değiniyor. Etkileyici ve düşündürücü olduğu kadar, aynı zamanda çarpıcı bir roman.
Kitaptan Bir Bölüm
?Tanrım, nereye gitmiş olabilir ki bu adam??
Selami?nin yazacağı büyük yapıta, Serencam?a gelince, artık çok seyrek olarak, hem de nerdeyse gönülsüzce, konuyu ben açtığım zaman söz ediyordu ondan, çoğu kez de ?Şimdilik hazır değilim, ama hazırlanıyorum, kafamın bir yanı sürekli onda, bundan hiç kuşkun olmasın?, demekle yetiniyordu. Buna hazırlık denilebilirse, tüm yaptığı belli saatlerde çalışma odasına çekilip kitap okumak, bu kitaplarda ilgisini çeken satırların altını çizmek, zaman zaman da birtakım defterlere okudukları konusunda görüşlerini yazıp altlarına da yazıldıkları saati, günü, ayı ve yılı eklemekti. Kendisine söylemiyordum ya yazmaktan vazgeçtiğini ya da vazgeçmek üzere olduğunu düşünmeye başlıyordum artık. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben kendi payıma fazla bir üzüntü de duymuyordum bundan. Ama 21 ocak 1944 gecesinin sabahında, yani bizim ikizlerin üç yaşına girişlerini kutladığımız günün ertesinde, Selami yaşama düzenini birden değiştiriverdi.
Evet, böyle, 22 ocak 1944 sabahı, saat yediye doğru, yani bizimkinin genellikle derin derin uyuduğu bir saatte, gözlerimi açıp da sol yanımın boş olduğunu görünce, şaşırıp kaldım, hemen sonra, yatağımızın ayak ucunda Selami?nin pijamasını, bir iskemlenin üstünde de gündelik giysilerini gördüğümdeyse, şaşkınlığım korkuya dönüştü. ?Paris?e, ikide bir sözünü ettiği eski sevgililerinden birine dönmüş olmasın?? dedim, bunalacak gibi oldum, başım döndü, olduğum yere çöküverdim. En az çeyrek saat sonra kalkabildim, titreye titreye salona, kitaplığa, çocukların odalarına, tuvalete baktım, alt kata inip tüm odalarda aradım bizimkini, balkona çıkıp çevreyi kolaçan ettim. Bütün gece kar yağmıştı, her yer apaktı, ama evin çevresinde tek bir ayak izi görünmüyordu. Kendimi bir koltuğa attım, ?Tanrım, nereye gitmiş olabilir ki bu adam? Bu havada ne zaman çıkıp gitmiş olabilir ki?? diye söylendim durdum. Giysi dolabına baktım, en sevdiği giysisini: lacivert takımını giymiş, ama paltolarının hiçbirini almamış olduğunu gördüm, büsbütün şaşırdım. Böyle bir havada iki dirhem bir çekirdek giyinip de üzerine bir yağmurluk bile almamış olması büsbütün şaşırttı beni. Belki şaşkınlıktan, belki seçkin bir yere gidecekmiş gibi giyinmiş olmasından, belki de kış günlerinde oraya ancak iki üç haftada bir çıktığını bildiğimden, Selami?nin çatı katındaki çalışma odasında olabileceği en az yarım saat sonra geldi usuma, hemen fırladım yerimden, uçar gibi çıktım yukarı.
Evet, oradaydı bizimki.
Tanıtım Yazısı
Selami bey İstanbul?un köklü bir ailesinden gelir. Fransa?da felsefe doktorası yapıp döndükten sonra, evlenir, çocukları olur, dingin bir yaşam sürer. Ama yaşamının en büyük amacı kitabını, Serencam adını verdiği denemesini bitirmektir. Başladıktan kırk yıl sonra, seksenlerinde bitirir, tek adet olarak bastırır, kitabını eline almasından yirmi dört saat sonra da ölür. Büyük boy, yirmi yedi bin sayfadan oluşan bu dev yapıtı başından sonuna okuyan tek kişi çıkmaz, ama boyutları ve biçimi yıllar yılı insanların ilgisini çeker.
Serencam, boyutu ve gizemi nedeniyle büyük gürültü koparır. Kimsenin okumadığı ama görmek için insanların kuyruğa girdiği bu dev kitap ne anlatmaktadır? Tahsin Yücel, her zamanki ironik üslubuyla anlatıyor Serencam?ın öyküsünü. Sonuncu, iş, sanat ve basın dünyasına göndermelerle dolu, son derece düşündürücü bir roman.
Kitabın Künyesi
Sonuncu
Tahsin Yücel
Can Yayınları
Nisan 2010
344 sayfa