Suçluyorum (J’Accuse) / İtham Ediyorum – Emile Zola. Gerçek yürüyor ve onu hiçbir şey durduramayacaktır.

Emile Zola?nın kitaplarının yakılmasına, vatan hainliği ile suçlanmasına ve son olarak katledilmesine kadar varan süreç, Suçluyorum veya İtham Ediyorum! (J?Accuse) adlı makalesini, 13 Ocak 1898 tarihinde Fransa Cumhurbaşkanı Felix Faure?ya açık mektup yazmasıyla başlar. L?aurore Gazetesi?nde tam sayfa yayımlanan makale, bir edebiyatçının yazdığı belki de en güçlü siyasi metindir. Makalenin yayımlandığı gün gazetenin 300.000 kopyası birkaç saat içinde tükenmiştir. Açık mektup insanlık tarihinde özel bir yere sahip. Çünkü çok az metin, ‘Suçluyorum’ gibi kendi tarihsel bağlamının ötesine ulaşan bir anlama sahiptir. ‘Suçluyorum’ içeriğinden bağımsız olarak da; bir eylem, insan olmanın sorumluluğunu yansıtan bir edim olarak değerlidir. Bu hareketiyle yalnızca çağının ve içinde yaşadığı toplumun sorunlarını ele alan büyük bir romancı olmakla kalmaz, aynı zamanda gerçek bir aydın olduğunu da gösterir Zola. Çoşkuyla yazar: ‘Gerçeği söyleyeceğim. Benim görevim konuşmak, suç ortağı olmak istemiyorum. Yoksa gecelerim orada, işkencelerin en korkuncu içinde, işlemediği bir suçun cezasını çekmekte olan suçsuzun hayaletiyle dolup taşacak’.
Dreyfus davası, Avrupa coğrafyasında o dönemde tohumları atılmış olan ve birkaç on yıl sonra tüm dünyanın üzerine çökecek olan faşist karanlığın provası olma işlevini görmektedir bir yanıyla. Halkların kardeşliğini bozacak ve mümkünse savaş ile de bağını kuracak somut bir olaya ihtiyaç vardır. Burada devreye gizli servis girer ve basit bir plan ile bu ihtiyacı karşılar. Savaş boyunca Fransa hükümetine ait çeşitli belgelerin Almanya’ya kaçırıldığı iddiası ortaya atılır ve çok geçmeden ajanlık suçu Yüzbaşı Dreyfus’un üzerine kalır. Dreyfus, rastlantıya bakın ki bir de Yahudi?dir. Fransa?da istenen şovenist atmosfer kısa sürede yaratılır. Hiçbir delil olmaksızın gerçekleşen yargılamalar Yahudi karşıtı gösterilere dönüştürülür. Bu şovenist atmosferi beslemek için Dreyfus suçsuz yere hüküm giyer ve ömür boyu hapse mahkum edilir.
Bu ırkçı yükselişe karşı başını dönemin ilerici-devrimci güçlerinin çektiği bir karşı kampanya da başlar. Fransa, Dreyfus davası karşısında iki cepheye bölünmüştür artık…
Karşıt cephede olmak, öyle sokaklarda ?Yahudilere ölüm!? nidalarıyla gezmek kadar kolay değildir. Baskılar, katliamlar Dreyfus’un destekçilerinin peşini bırakmaz. Bu nedenle aydın geçinen pek çok kişi Dreyfus davası karşısında ‘tarafsız’ kalmayı, yaşanan insanlık dışı uygulamaya göz yummayı seçer. İşte bu karmaşa yıllarında dönemin en saygın Fransız yazarlarından biri Yüzbaşı Dreyfus?un yanında cepheden tutum alır. Bu yazar işçi sınıfının belleğine Germinal romanı ile kazınmış Emile Zola’dan başkası değildir.
Zola, o günlere kadar hep aydın kimliğini koruyan fakat kendi dünyasının kabuğundan dışarı da fazla çıkmayan değerli bir yazar olarak bilinir. Ama Dreyfus davası onu derinden etkiler ve kaybedebileceği şeyleri göze alarak atılır bu gericilik-ırkçılık karşıtı mücadeleye. Kavgaya ilk olarak kullanmayı en iyi bildiği silahı olan kalemiyle başlar, ?Suçluyorum? başlıklı bir yazı yazar. Bu yazıyı ?Gençliğe Mektup? ve ?Fransa?ya Mektup? isimli iki broşür izler. Bu yazılanlar Zola’nın da devlet destekli faşist çetelerin hedef tahtasına çakılması için yeterlidir. Fakat Zola bu işe başlarken yaşayabileceği baskıların farkındadır. ?Suçluyorum? başlıklı yazısıyla aynı günlerde karısına?Bana ne deyip susmayı alçaklık buluyordum. Bundan böyle başıma gelebilecek şeyler hiç umurumda değil: Yeterince güçlüyüm ve bu haksızlığa meydan okuyorum? diye yazacaktır.
Zola’nın tutumu kamplaşmanın netleşmesinde ve Dreyfus’u destekleyen cephenin toparlanmasında önemli rol oynar. Dreyfus davası üzerine yazdığı yazıları ?Yürüyüşe geçen gerçek? adlı bir kitapta toplayan Zola hakkında Fransa’da çeşitli davalar açılır. İngiltere’ye kaçmak zorunda kalan Zola aleyhinde kampanyalar, yokluğunda da sürer. ?Yahudilere ölüm!? sloganının yanına ?Emile Zola?ya ölüm!? sloganı da eklenir. Zola ülkeye geri döndüğünde bu kampanyalar yer yer fiili saldırılara da dönüşür.
Zola’nın öncülüğünde sürdürülen mücadele yalnızca Fransa’da değil dünyanın çeşitli yerlerinden de destek alarak hızla büyür ve düzen cephesinde ciddi sıkıntılara sebep olur. Zola bir baca temizleyicisinin bacasını tıkaması sonucu evinde zehirlenerek katledilir. Fransız gericileri, canlarını hayli sıkan bir aydından daha böylece kurtulmuş olur. Fakat Zola’nın öldürülmesine rağmen Dreyfus’un yanında yeralanlar mücadeleyi sürdürür.
Emile Zola ilerici bir aydındır, hayatı boyunca bu kimliğini korumuştur. Sınıflar mücadelesine mesafeli dursa da, gericiliğe ve ırkçılığa karşı verdiği mücadele, bıraktığı eserler ile birlikte onun tarih sayfasına değerli bir aydın olarak geçmesine yeterli olmuştur. Öldürülüşünün 106.yılında saygıyla anıyoruz…

Konuyla İlgili Yazılar

(*) Zola’nın yazarlık hayatında Dreyfus davası dolayısıyla ‘Suçluyorum’ adlı açık mektubunun önemli bir yeri vardır. Fransız Yahudisi bir subay olan Alfred Dreyfus (1859-1935) ülkenin askeri sırlarını Almanlara vermekle haksız yere suçlanıyordu. İdeolojik bir mücadele halini alan duruşmalar alelacele bitirilerek Dreyfus suçlu bulundu ve Fransız Gyanası`ndaki Şeytan Adası’na sürgüne gönderildi. Dava 1899’da yeniden görüldü; önce suçlu bulundu, sonra kendisinden özür dilendi, ama suçlama daha sonra yenilendi. Zola sözünü ettiğimiz açık mektubu yazınca 1898’de hapse mahkûm edildi. İngiltere’ye kaçtı ve ancak Dreyfus aklandıktan sonra geri dönebildi.
“Ünlü Dreyfus Davası bir anlamda Émile Zola’nın dönemin Cumhurbaşkanı’na yazdığı açık mektupla, ‘Suçluyorum’la başlamıştı. ‘Benim tek bir tutkum var, öylesine çok acı çekmiş ve mutluluğu haketmiş olan insanlık adına, ışık tutkusu. Ateşli karşı çıkışım ruhumun çığlığından başka birşey değil.’
Geçtiğimiz yüzyılın başlarında ‘eski kıta’da işler pek iyi gitmiyordu. Fransız Devrimi’nin yarattığı çoşku fazla uzun sürmemiş; onun yerini, Sanayi Devrimi ile hız kazanan ve belkide en veciz ifadesini Baudrillard’ın dizelerinde bulan bir ‘sıkıntı’ almıştı. Dreyfus olayı 1894’te patlak verdiğinde, Oscar Wilde’ın yargılanmasına ve homoseksüellikten ‘suçlu’ bulunmasına bir yıl vardı. I. Dünya Savaşı’na yirmi, II. Dünya Savaşı’na ise kırkaltı yıl uzaktaydı Avrupa.
Her şey, Paris’teki Alman askeri ateşesinin çöp sepetinden çıktığı öne sürülen bir mektupla başlar. Mektup, Fransız ordusundaki yeni düzenlemelere ilişkin bilgiler içermektedir. Parçalar bir araya getirilir ve suçlu olarak mesleğinde çok başarılı ama Yahudi kökenli Yüzbaşı Alfred Dreyfus’ün adı öne çıkar. Yüzbaşı Dreyfus neyle suçlandığını bile öğrenemeden tutuklanır. Sağcı basın ve politikacılar, Cumhuriyetin ne kadar berbat birşey olduğunu kanıtlamak için olayın üstüne atlarlar. ‘Hain’ yalnızca Dreyfus değildir, Fransa’daki bütün Yahudiler suçludur.
22 Aralık 1894’te Askeri Mahkeme adaleti yerine getirir: Dreyfus suçludur. Rütbesi geri alınacak ve ömür boyu sürgünde kalacaktır. Dava kapanmıştır; Dreyfus üstüne atılan onursuzlukla ölmeye mahkum gibidir. Fakat Dreyfus’un mahkum edilmesinde önemli bir payı payı olan Albay Jean Sandherr’in yerine atanan dürüst bir subay, Georges Picquart, araştırmayı tekrar yaptırır. Görünüşe göre gerçek suçlu bir başkası, Walsin Esterhazy’dir. Fakat , ordunun gerçeklerden çok kendi imajıyla ilgilendiğini farkedecektir. O da sürgüne gönderilse de işin peşini bırakmaz ve Esterhazy yargılanmak zorunda kalır ama aklanır. İşte bunun üstüne Émile Zola’nın ‘Suçluyorum’u yayımlanır.
Mutlu son yoktur
Zola’nın Cumhurbuşkanı’na yazdığı açık mektup insanlık tarihinde müstesna bir yere sahip. Çünkü çok az metin, ‘Suçluyorum’ gibi kendi tarihsel bağlamının ötesine ulaşan bir anlama sahiptir. ‘Suçluyorum’ içeriğinden bağımsız olarak da; bir eylem, insan olmanın sorumluluğunu yansıtan bir edim olarak değerlidir. Bu hareketiyle yalnızca çağının ve içinde yaşadığı toplumun sorunlarını ele alan büyük bir romancı olmakla kalmaz, aynı zamanda gerçek bir aydın olduğunu da gösterir Zola. Çoşkuyla yazar: ‘Gerçeği söyleyeceğim. Benim görevim konuşmak, suç ortağı olmak istemiyorum. Yoksa gecelerim orada, işkencelerin en korkuncu içinde, işlemediği bir suçun cezasını çekmekte olan suçsuzun hayaletiyle dolup taşacak’.
Bu noktada bir ‘mutlu son’ beklemeyin boşuna. Çünkü asıl savaş ‘Suçluyorum’un yayımlanmasından sonra başlar. Fransa ikiye bölünür. Zola’nın ardından, adaletten yana olan başka aydınlar da seslerini yükseltmeye başlarlar. Anatole France’tan Mallarme’ye, Monet’den Blum, Clemenceau gibi ünlü politikacılara, birçok insan ‘davanın yeniden görülmesini’ isteyen bir dilekçeye imza atar, adını da ‘Aydınlar Bildirisi’ koyarlar.
Olaylar bundan sonra hızla gelişir. Dreyfus, 1899’da affedilir, 1906’da ülkesine geri döner ve rütbesi iade edilir. Dava biter fakat yaşananların sorumluları da çıkarılan genel afla yakayı sıyırır. Zola bir kez daha kaleme sarılır: ‘Gerçeği gömmeniz boşuna, toprağın altında yol alıyor; bir gün her yandan fışkıracak, öç bitkileri olarak fışkıracak’.

1995’te Fransız ordusu resmi bir açıklama yaparak Yüzbaşı Dreyfus’ün’suçsuz olduğunu’ kabul etse de yaşanan ayrım Fransız politik arenasındaki etkisini bugün bile koruyor.”

?Ben ne bir polemik adamıyım, ne de böylesi kavgalardan kendisine pay çıkaran bir politikacı… Yaşamında tek tutkusu ?gerçek?in peşinden gitmek olan bir yazarım. Bir yazar olarak şimdiye dek bu gerçek uğruna her cephede savaştım…? (Zola)

(**) Fransa Genelkurmayı’nda görev yapan Yüzbaşı Alfred Dreyfus vakası ve ünlü yazar Emile Zola’nın “suçluyorum” başlıklı makalesi Fransız tarihinin en önemli olaylarından biridir. Yüzbaşı Alfred Dreyfus, bazı gizli askeri belgeleri Almanlar’a gönderdiği gerekçesiyle tutuklanıp, casuslukla suçlanmıştı. Medya da Dreyfus daha mahkeme yargılanmadan önce onun casus olduğunu neredeyse ilan etmiş ve bu arada bol bol antisemit (Yahudi karşıtı) yayın yapmıştı.

Askeri Mahkeme, Aralık 1894’te Dreyfus’u yargılar. Yapılan bütün suçlamalar için bir tek delil vardır: Çöp sepetinde bulunan ve Dreyfus’un el yazısını andıran bir yazı. Ancak yazı Alman askeri Ataşesi’nin çöpünde bulunmuştur. Sadece bu küçük kağıtla Yahudi asıllı Dreyfus hainlikle suçlanır ve oybirliğiyle mahkemede vatana ihanet suçundan mahkum edilir. Ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Dreyfus, temyize başvurduysa da adeta cadı avına çıkmış Fransa’da sonuç alamaz. Yüzbaşı Dreyfus’un suçsuz olduğunu savunanlar da vardır. Ama Dreyfus üzerinden Yahudi düşmanlığını kışkırtanlar oldukça güçlüdür. Askerler, devletin önde gelenleri, medya, Dreyfus üzerinden aralıksız bir kampanya yürütür hem ona hem Yahudilere karşı. Ayrıca ordu, Dreyfus’un suçsuzluğunu ortaya çıkaracak girişimlerin sahiplerini de sürgüne gönderir. Aralarında Emile Zola’nın da bulunduğu ve dönemin savaş bakanının da yer aldığı bir grup Dreyfusçu, devletin güvenliğini tehlikeye atmakla itham edilir. Dreyfus’u vatan hainliği suçlamasına taşıyan el yazısıyla yazılmış belgenin Walsin Esterhazy’a ait olduğu iddia edilir.

Emile Zola, Estherhazy’i beraat ettiren yargıçların ordudan emir alarak onu temize havale ettiklerini öne süren bir yazı yazar, işte meşhur yazısı “J’Accuse” (Suçluyorum) nedeniyle, bir yıl hapis cezası ve 3 bin Frank da para cezası alır. Sonra beklenmeyen bir şey olur, Esterhazy o yazının kendisine ait olduğunu itiraf edip, İngiltere’ye kaçar. 1899’da yapılan duruşmada askeri mahkeme bu yeni durumu dikkate alır ama Dreyfus’un sadece cezasını hafifletir, 10 yıla mahkum eder. Bir süre sonra Fransa Cumhurbaşkanı, Dreyfus’u affettiğini açıklar ama Dreyfus 1906’da yeniden yargılanır ve böylece tamamen aklanır. Fransa’da bu yıl yeniden Dreyfus davasının yüzüncü yılı dolayısıyla günlerce toplantı ve etkinlik yapıldı. Dreyfus aklandığında onu savunanlar, “Yaşasın Dreyfus’ diye slogan atınca, o ‘Hayır yaşasın hakikat” diye düzeltir.

(***) Dreyfus davası, hukuk tarihi, egemenlik ilişkileri ve aydın sorumlulukları bakımından oldukça önemli verilerle dolu bir dava olarak tarihteki yerini almıştır. Söz konusu dava meydana geldiği dönemde Fransa?da oldukça önemli tartışmaların yaşanmasına neden olmuştu. Fransız ordusunda yaşanılan bir casusluk olayının suçlusu olarak ilan edilen Yahudi kökenli bir subay olan Albert Dreyfus, düzmece delillere dayanılarak sürgün edilmiş ve ordudan atılmıştır. Oysa mahkeme sürecinde ve daha sonrasında yaşanılanlar Dreyfus?un olayla ilgisinin bulunmadığını ve ordunun içinden başka subayların söz konusu casusluk suçunu işlediğini ortaya koyuyordu. Ancak Fransız ordusunun zarar göreceğinden çekinen yargı ve genelkurmay davanın yeniden açılmasının ve gerçek suçluların yargılanmasının önünü tıkadı.
Dreyfus Davası, sağcı basının ve politikacıların Yahudi düşmanlığı üzerinden gericilik yapmasına vesile olduğu gibi, aydınların da kendilerini sınadığı önemli bir davaydı aynı zamanda.

Dava, tarihin en önemli aydın başkaldırılarından birisine de olanak yarattı. ?Germinal? isimli romanıyla tanınan ünlü yazar Emile Zola Dreyfus?un cezalandırılmasının ardından daha fazla sessiz kalamayacağını belirterek ?Suçluyorum? başlığını taşıyan ve Fransız Cumhurbaşkanı?na hitaben yazılan bir yazı kaleme aldı. İşte bu yazı, Tahsin Yücel?in çevirisi ve sunusuyla Koç Kitaplığı?ndan çıktı. Kitapta, Zola?nın keskin sözlerinin yanı sıra Dreyfus Davası?nın ve Zola?nın yazısının öncesi ve sonrasına dair bilgiler de veriliyor. Emile Zola, yazısının ilk bölümünde gelişmeleri anlattıktan sonra, ikinci bölümde Dreyfus?un neden suçlanamayacağına dair görüşlerini dile getiriyor.

Kaleme aldığı yazının kendisini ?suçlu? konuma düşürebileceğini bildiğini aktaran Zola, yine de bu sorumluluktan kaçmayacağının ceza alsa bile yazısının arkasında duracağının altını önemle vurguluyor. Zola yazısının son bölümünde söz konusu dava sürecinde suç işleyen veya ihmali bulunan bütün isimleri tek tek sıralayarak suçladığını belirtiyor. Zola?nın son sözleri ise şöyle: ?Benin tek bir tutkum var, öylesine çok acı çekmiş ve mutluluğu haketmiş olan insanlık adına, ışık tutkusu. Ateşli karşı çıkışım ruhumun çığlığından başka bir şey değil. Beni ağır ceza mahkemesine çıkarmayı göze alsınlar ve soruşturma gün ışığında, apaçık yapılsın.?
Zola?nın bu ünlü makalesi yalnızca kişisel bir tepki olmaktan çok aydın sorumluluğu konusunda da önemli işlevler üstleniyor.
61 sayfalık bu küçük kitap, suskun kalmaktansa ağır cezada yargılanmayı göze alan bir aydının aynı zamanda bugüne de ışık tutan ve yol gösteren tutumunu gözler önüne seriyor. Şimdi, dünyanın içinde bulunduğu duruma bakınca, Dreyfus Davası?ndaki hukuksuzluğun bugün yaşanılanlar karşısında az bile kaldığı söylenebilir.
Zola?nın suçlamalarını yönelttiklerinden çok daha fazlasını yapanlar da var. Demek ki suçlamaların bitmesi için hiçbir neden yok.

(****) Tarihe “Dreyfus Davası” olarak geçen olay; 1894 yılında Fransız ordusunda yüzbaşı olan Yahudi asıllı Alfred Dreyfus’un “Almanya için casusluk yapma” iddiasıyla yargılanıp, mahkum olması ile başlar. Yazar Emile Zola ve çok sayıda aydının Dreyfus’un suçsuzluğu için verdiği hukuk ve adalet mücadelesi ile devam eder. 1906 yılında “suçsuzluğu” anlaşılan Dreyfus, görevine geri döner…
25 Eylül 1894’de, Paris’teki Alman Büyükelçiliği’nde Fransız İstihbaratı için çalışan temizlikçi Madam Bastian’ın, askeri ataşe Schwarzkoppen’in çöp sepetinde bulduğu yarı yanmış bir kağıtta gizli bilgileri okumasıyla birlikte Fransız ordusunda bir “cadı avı” başlar.
Soruşturmayı Yahudi düşmanı olarak bilinen Yüzbaşı Sandherr yürütmektedir. Şüphelinin adı “D…” olarak tespit edilmiştir. Yahudi asıllı Yüzbaşı Alfred Dreyfus, baş şüphelidir. Dreyfus, 15 Ekim 1894’de tutuklanır. O, suçsuz olduğunu haykırsa da basın onu “suçlu” bulmuştur. Sağ eğilimli “Le Soir” gazetesi 31 Ekim’de, Yahudi düşmanlığı tescilli “Libre Parole” gazetesi 1 Kasım’da yayınlanan ırkçı yazılarıyla Dreyfus’a karşı kampanya başlatırlar.
Savaş Bakanı General Mercier, 28 Kasım’da Le Figaro gazetesine Dreyfus’un suçluluğunun “neredeyse kesin olduğunu” açıklar. “Paris Birinci Savaş Konseyi”nde 19 Aralık’ta başlayan dava, hızla sonuçlandırılır ve 22 Aralık’ta Dreyfus suçlu bulunarak rütbesi geri alınır ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılır…
Emile Zola’nın Cumhurbaşkanı Felix Faure’a, Dreyfus Davası ile ilgili olarak yazdığı 13 Ocak 1898’de L’Aurore gazetesinde tam sayfa olarak yayınlanan “J’Accuse -İtham ediyorum” başlıklı yazıdan: Bir savaş konseyi, çok kısa bir süre önce tepeden gelen bir emirle Binbaşı Esterhazy’yi temize çıkarmayı, tüm gerçeğe ve tüm adalete ağır bir tokat indirmeyi göze aldı. Böylece her şey bitti. Fransa’nın alnına leke sürüldü. (…)

(*****) Olay, Fransız ordusunda gittikçe güçlenen Yahudi düşmanlarının, suçsuz bir subaya iftira atmaları ile başlar. Suçsuzluğunu haykırsa da, kimse duymak istemez, subay Dreyfus vatan haini ilan edilerek görevinden alınır ve ömür boyu hapis cezasını çekmek üzere Fransız Guyana?sındaki Şeytan Adasına sürülür.

(?) Ülke tam anlamıyla ikiye bölünmüştür. Bir yanda aşırı milliyetçi Yahudi düşmanları diğer yanda ise o yılların önde gelen aydın kişileri.

Emile Zola?nın ?Suçluyorum? başlığıyla yayımlanan yazısı, bölünmeleri ve nefreti arttıran bir unsur olur. Yazarın sadece gazetede yayınlanan makalesi değil, tüm kitapları yakılır, kendisi de vatan hainliği ve Fransa ordusunun onurunu zedelediği için mahkeme önüne çıkarılır.

Bu makaleye önce tamamen eleştirel bir gözle bakarsak, Zola?nın konudan hiç kopmadan, hiçbir detayı kaçırmadan olayları anlattığını görüyoruz. Bu bölümlerde kaleminin gücünden çok, doğruluk ilkesiyle hareket ediyor. Makalenin sonunda ise tamamen kaleminin ucunu iyice sivriltip, tek tek kimleri suçladığını, nedenlerini en acımasız şekilde eleştirerek dile getiriyor.

Kendi türü içinde bir başyapıt sayılan makale bu özellikleriyle dikkat çekiyor. Politik bir isyan dile getirdiği halde hiçbir yerinde ucuz bir hesaplaşmaya girişmiyor, aksine hep doğrulardan, bilinen az sayıda somut olaydan yola çıkarak argüman hazırlıyor. Fakat sonunda yine de vurucu darbesini yapmadan bırakmıyor, argümanı o denli güçlü ki, makalenin sonunda sertleşen dili okur hiç yadırgamıyor.

Bu makaleyi okumadan önce daha temel insan hakları savunuculuğu yaptığını zannederdim. Zola?nın sadece Dreyfus olayına odaklanmış olması aslında beni biraz şaşırttı. Bu örnekten yola çıkarak daha genel anlamda insan hakları ve adaletten söz etmesini bekledim fakat sanırım makale gücünü de tam buradan alıyor: ele aldığı konuyu saptırmadan ve genelleme yapmadan bir argüman sunuyor. Yine de tabii eseri bugün okuyan birine Zola?nın makalenin sonunda sıraladığı suçlamalar içinde bazıları özellikle daha önemli gelecektir. Bunların başında, kanıtların hasıraltı edilmiş olması, saygın bir kurumu (bu durumda orduyu) korumak adına adaletin hiçe sayılmış olması, aldatıcı ve hileli raporlar sunulmuş olması ve gazetelerin kendi kusurlarını örtmek için kamuoyunu yanıltması okura (burada adı geçen kişilerin kimliğini bilmese de) çok anlamlı gelecektir. Çünkü Zola?nın yazının sonunda dediği gibi ?benim bir tek tutkum var, öylesine çok acı çekmiş ve mutluluğu hak etmiş olan insanlık adına, ışık tutkusu. Ateşli karşı çıkışım ruhumun çığlığından başka bir şey değil. Beni ağır ceza mahkemesine çıkarmayı göze alsınlar ve soruşturma gün ışığında, apaçık yapılsın. Bekliyorum.?

* Erhan Üstündağ, Radikal Gazetesi Kitap eki 03.01.2003
** Belkıs Kılıçkaya, Sabah Gazetesi 06 Kasım 2006
*** Evrensel.net, 17.10.2002
**** Feza Kurkçuoglu, Birgün Gazetesi 12 Ocak 2008
***** Taraf Gazetesi 22 Nisan 2008

Kitabın Künyesi
Suçluyorum
Emile Zola
Can Yayınları
Ekim 2007
48 sayfa

Bir yorum

  1. tarihte yasanan böyle olayların tarih yaptırımlarının gün yüzüne cıkarılması .insanlıgın ilerlemesin de hep bir ışık olacaktır .ama hep bir hatırlatma içinde olunursa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir